@alenecrinp
|
İyi okumalar^^ Yazım hataları için kusura bakmayın. _____ Dün gece Alp’le konuştuktan sonra bütün bu olanlardan uzak durmaya ve haberim hiç yokmuş gibi yaşamaya devam etmeye karar vermiştim. Yine bir güne uyanmıştım. Pembe çizgili vs pijamalarımı çıkartmak için banyoya yöneldim elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım ve hızlıca bir duş aldım. Odama geçince altıma kot şort üstüme ise bol bir tişört giydim. Kavgaları etmeden evden çıkacaktım. Çantama iPad’imi koyduktan sonra Selen’in her sabah düzenli olarak hazırladığı lattemi alıp evden çıktım.
Arabama binip sessiz bir yolculuk yapmıştım. Okula vardığımda arabamı park ettim ve anahtarları çantama atarak kampüse doğru yürümeye başladım. Bahçede Gökçe ve Deryayı görünce durdum. “İzem!!!” Gökçe’nin neşeli sesine gülümseyerek karşılık verdim. “Gökçe, günaydın.” Uykulu sesim Derya’nın dikkatini çekmiş olacak ki, “Uymadın mı?” diye sordu. Kafamı hayır anlamında salladım. “Geç uyudum.”
Arkamda hissettiğim ağırlıkla kafamı çevirdim Ezel ve arkadaşları yanımıza gelmişti. Çimenlere yanımıza oturdular. “Nabersiniz?” Aren’e karşılık Derya gülümseyerek cevap veri ve aralarında bir sohbet başladı ben bahçeyi incelerken Ezel’in bakışlarını üstümde hissettim. Ona döndüğümde toprak rengi gözleri buz gibi soğuk mavilerime kilitlendi. “Selam.” Ağzımdan istemsizce dökülen bu ufak cümle kaşlarımı çatmama sebep oldu. “Selam.” Aynı yanıtı Ezel’den aldığımda alt dudağımı ısırarak kafamı salladım nedensizce. “Nasıl gidiyor İzem?” Ezel’in sesiyle tekrar ona döndüm. “Fena değil, senin?” Aramızda ki sohbet garipleşirler gergin bir hava sardı burayı. “Bir gelir misin?” Ezel’e baktım ve sorgular bakışlar eşliğinde ayağı kalktım.
Ezel'in gözleri, beni bir an boyunca inceler gibi parladı. Sesindeki soğukluk, içimde bir şeyleri harekete geçirdi. Neredeyse, bana doğru bir adım atacakmış gibi hissediyordum ama olduğu yerde kaldı. Derya ve Aren’in sohbeti, aramızdaki gerilimi hiç fark etmeden devam ediyordu. Ben ise Ezel’in gözlerinden kaçmak istesem de, bir türlü başaramıyordum.
Ayağa kalkmamı izledi ve ardından başını hafifçe eğdi. “Gel, konuşmamız gerek,” dedi, sesi hala sert ama içinde bir şeyleri saklıyor gibiydi.
Bir an durakladım, içimdeki kararsızlıkla gözleri arasında gidip geldim. O kadar yakın, o kadar tanıdık ama bir o kadar da uzak hissediyordum. Adımımı atarken içimdeki huzursuzluk arttı. Ezel’in yanına doğru yürüdüm, adımlarım çimenlerin üzerinde sessizce yankılandı. Ezel, birkaç adım sonra bana döndü, hâlâ soğuk bakışlarıyla yüzümü inceliyordu.
“Beni merak etme, sadece konuşmamız lazım,” dedi, ve bu sefer sesinde bir anlam vardı; ciddiyet. Ne olduğunu tam olarak çözemedim ama her şeyin çok daha karmaşık olacağına dair bir his vardı.
Yanında durduğumda, ne diyeceğini bekleyen bir ifade yerleşti yüzüne. Ben de derin bir nefes alıp, kendimi hazırlamaya çalıştım. “Neyin peşindesin, Ezel?” dedim, cesaretimi topladım.
Birkaç saniye sessizlik oldu, ardından Ezel hafifçe gülümsedi ama bu gülümseme, sıcak değil, daha çok bir tür meydan okumaydı. "Bunu birlikte öğreneceğiz," dedi. Ve o an her şey, daha da karışmıştı. “Ne demek istiyorsun?” Diye sordum. Hafifçe güldü ve bana yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı. Kafamı kaldırıp gözlerine kitlendiğimde dudaklarımız birbirine değmek üzereydi neredeyse. “Sadece dalga geçiyordum İz.” Adımı kısaltarak söylemesi hoşuma gitsene fısıldar sesi içimde onu öpmeye dürtüsü uyandırıyordu. Kafasını eğip bana yaklaştığında sertçe yutkundum gözlerim bir an dudaklarına kaydı ama hemen kendimi toparladım. “Yapmak istediğin şeyi yap İz, korkma.” Fısıldayışı tüylerim diken diken etmişti. İçimde tutamadığım dürtüyle parmak uçlarıma yükseldim ve sonunda dudaklarımızı birleştirdim. Soğuk dudakları sıcak dudaklarımla temas ettiğinde sanki buz ve ateşin birleşimi gibiydik. Çikolata gibi bir kokusu vardı resmen öptükçe öpesim geliyordu. Öpüşü derinleştiğinde ellerim boynuna çıktı eller belime dolandığında resmen bu anı bekliyor gibiydik. Yavaşça dudaklarından ayrıldığımda ayaklarımı tekrar yere indirdim. Alttan alttan ona bakarken gülümseyerek bana bakıyordu. “Şeker… Güzel.” Dediğinde dudaklarımı yaladım ve sabah sürdüğüm şekerli gloss’u hatırladım. “Çikolata… güzel.”dediğimde üzerime eğildi. “Umarım tekrarlanır İz.” Arkasını dönüp giderken sadece onu izledim. Umarım tekrarlanırdı. “Bir daha olmayacak.” Diye fısıldadım kendi kendime. Aklım duyularımı reddediyordu. Bende ters yöne doğru yürümeye başladım.
Adımlarımın hızlandığını fark etmeden ilerledim. Havanın soğukluğu, içimdeki karışık duyguları biraz olsun yatıştırmaya çalışıyordu ama başaramıyordu. Ezel’in son söyledikleri hala kulaklarımda çınlıyordu: "Umarım tekrarlanır." Bu söz, ne kadar istesem de benden uzak durması gereken bir şeye dönüşüyordu. İstemediğim halde, onunla yaşadığım bu anı ve söylediklerini düşündükçe içimdeki çelişkiler büyüyordu.
Birkaç adım attıktan sonra birden durdum, kalbim hızla çarpmaya devam ediyordu. “Bir daha olmayacak,” diye mırıldandım kendi kendime. Sözlerim bana rağmen çıkmıştı, fakat gerçeği kabul etmek zordu. O anı, o öpücüğü ve o anki hissettiklerimi unutmak kolay değildi. Ezel’in gözlerinde gördüğüm o meydan okuma, beni ne kadar zorlasa da, işin içinde bir de gurur vardı.
Fakat gururumun bile Ezel’in etkisinden kaçamadığını fark ediyordum. Şu an bir yanda kalbim çırpınırken, bir yanda da zihnim ona bu kadar yakın olmanın sakıncalı olduğunu söylüyordu. Ne yapacağımı bilmeden adımlarımı geri atarken, kafamda düşünceler birbirine girmeye başladı.
Bir an için gerçekten bittiğini düşündüm. Ama sonra aklımda başka bir ses yankılandı: "Bir daha olmayacak." Kendi kendime bu kadar söz verdiğimi düşünürken, Ezel’in arkamdan yaklaşan adımlarını duydum. Bu defa daha yavaş ama emin adımlarla geliyordu.
Ezel’in adımları yavaş ama kararlıydı. Geriye bakmak istemedim, ama içimde bir şeyler beni dönmeye zorluyordu. Adımlarımın ne kadar hızlı attığımı fark etmeden, sanki bir güç beni ondan uzaklaştırmak için itiyordu. Ama o ses, arkamda, adımlarını duyduğumda, bir şeylerin yolunda gitmediğini fark ettim. Durduğumda, Ezel bir adım daha atarak yanı başımda durdu.
Başımı kaldırdım, gözlerimiz birkaç saniye boyunca birbirine kilitlendi. O soğuk bakışlarını hissettim, ama içinde bir yumuşama vardı. Ne düşündüğünü anlamak zor olsa da, bir şekilde yine de bir tür çekim vardı. Aramızda durmak imkansız gibiydi.
"Ne istiyorsun Ezel?" diye sordum, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak. Beni izleyen gözleri, sanki birşeyler bekliyormuş gibi derindi. Ama o kadar yakınken, bu kadar derin bakmak zor oluyordu.
O, gözlerini hiç ayırmadan yanıtladı: "Senin ne istediğini bilmiyorum, İz."
Bir süre sessizlik oldu. Kalbim, vücudumda yankılanıyordu. O kadar yakın, o kadar uzağındı.
"Ben… Ben ne istediğimi bilmiyorum," dedim, içimdeki belirsizlikle. Bir anda her şey o kadar karmaşıklaştı ki, düşündükçe daha da çıkmaz bir hale geliyordu. Ezel’in arkasındaki gölge, beni sarmaya başlamıştı. Onunla bu kadar yakın olmak, çekim gücünden kaçmak imkansız gibiydi. Ama aynı zamanda uzak durmak gerekiyordu. Ne hissettiğimi tam anlamıyordum, sadece biliyordum ki, adımlarım yanlış yolda ilerliyordu.
Bir adım daha attı.
"Bazen…" dedi, sesi düşük ama etkileyiciydi, "Bazen yapmadığın şeyler, seni daha çok zorlar."
Kafamı eğip, gözlerimi yere indirdim. Söyledikleri o kadar doğruydu ki, kalbim ağrıyordu. Fakat ne yapmam gerektiğini hâlâ bilmiyordum. Bir yanda çekilme isteği, diğer yanda ona doğru yönelme dürtüsü vardı. İkisi birbirini çekiyordu, biri beni bir adım geri atmaya zorlarken, diğeri bir adım daha atmam için itiyordu.
Ezel, derin bir nefes aldı, sonra biraz daha yaklaştı. "Sadece bir adım daha atma, İz," dedi. "Çünkü senin için zor olabilir." Gözlerinde bir şeyler parlıyordu.
"Zor," diye fısıldadım, başımı kaldırıp ona baktığımda. "Zor… Ama sen de zor birisin."
Gülümsemesi belirdi, ama bu defa gülümsemesi, beni ne kadar etkilediğini fark etmiştim. "Evet, zor olduğumu biliyorum."
Bir an için sessizlik içinde kaldık, sadece rüzgarın hafifçe esişi ve geceye ait uzak sesler duyuluyordu. Ama içimdeki çalkantılar, dışarıdaki sessizliğin çok daha gürültülü olmasına sebep oluyordu. Ezel’in söyledikleri, zihnimde yankılanırken, adımlarım bir an için yerinden kımıldamadı. O kadar yakın, ama o kadar uzaktı.
Beni izlemeye devam ediyordu. Gözlerinde hala o derin bakış vardı, ama bu defa bir şeyler değişmişti. Belki de, biraz daha anlamıştı, belki de hâlâ ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ama o an, o gözlerdeki o belirsizlik, bana bir şeyler hatırlatıyordu. Kimse kimseyi bu kadar etkileyemezdi, bu kadar çekemeyezdi, değil mi?
Bir adım daha attım, ama bir adım daha atmak, aslında ona bir adım daha yaklaşmak demekti. İçimdeki ses, her şeyin yanlış olduğunu, böyle devam etmemem gerektiğini söylüyordu. Ama diğer ses, Ezel’in o soğuk ve gizemli bakışlarıyla sarmalanmış bir biçimde, sadece "Belki" diyordu.
Ezel, adımımı atmamı bekliyordu. Aramızda ne kadar mesafe olsa da, o mesafe her geçen saniye daha da azalıyor gibiydi. Başımı kaldırıp ona baktığımda, gözlerimde bir şeyler değiştiğini fark etti. Hızla bana doğru bir adım daha attı.
“Ne yapmak istiyorsun, İz?” dedi, sesi bu kez bir tık daha sertti ama aynı zamanda kararlıydı. Bunu söylerken, etrafındaki her şey sanki onunla uyum içinde hareket ediyordu. Ama benim içimde hala bir şeyler çözülmemişti.
"Ne istediğimi bilmiyorum," dedim, belki de en içten şekilde, "Ama şunu biliyorum... seni daha fazla yakın hissetmek istemiyorum."
Bu sözlerim Ezel’i durdurdu. Gözlerinde bir an için şaşkınlık belirdi, sonra hızla bir şeyler değişti. Sessizlik, içimi daha da boğuyor gibiydi. Ezel, birkaç saniye boyunca sadece beni izledi ve sonra bir adım daha geri atarak, birkaç adım uzaklaştı.
"İstediğin her şeyin sonuçları vardır, İz," dedi, sesi yine o soğuk ama bir o kadar da anlamlıydı. "Ama bunu unutma. Ne kadar kaçarsan kaç, yine birbirimize yaklaşacağız."
Ve bu sözler, tüm düşüncelerimi karıştırmışken, Ezel geri dönüp yürümeye başladı. Ama bu defa ardında bırakılan iz, yalnızca bir son değil, aynı zamanda yeniden başlayan bir şeyin habercisiydi. Gözlerim onu izlerken, kalbim hala hızla çarpmaya devam ediyordu.
Ezel’in uzaklaşan silueti, karanlıkta iyice silikleşmeye başlarken, içimdeki boşluk daha da derinleşiyordu. Bir yanda onun söyledikleri, diğer yanda kafamı karıştıran hislerim vardı. Onunla yaşadığım her an, her bakış, her dokunuş, içimde bir iz bırakmıştı. Ama bu iz, hem çekim hem de tehlike gibi hissettiriyordu. Her ne kadar uzaklaşmak istesem de, bir şekilde ona yaklaşmak zorundaymışım gibi geliyordu.
Bir süre orada, onun arkasından bakarak durdum. Gözlerim bulanıklaştı, sanki gece bütün düşüncelerimi yutuyordu. Onun söylediklerini düşündükçe, bir anlam aradım. Ne kadar kaçarsam kaçayım, Ezel’in etrafımda şekil alan bir tür manyetik alanı vardı. Yaklaşmak istesem de, içimde bir şeyler beni sürekli durduruyordu.
"Ne yapıyorsun, İz?" diye mırıldandım kendi kendime, sesim neredeyse kaybolacak kadar sessizdi. İçimde bir korku vardı, fakat o korku da Ezel’in bana yaklaşan varlığı kadar güçlüydü. Bir süre orada kaldım, bu duyguların arasında sıkışıp kalmıştım. Hemen gitmek istiyordum, ama adımlarımda bir tür ağırlaşma vardı. Onu ne kadar uzak tutmaya çalışsam da, bir şekilde ona doğru çekiliyordum.
O anda, Ezel’in adımlarını tekrar duydum. Bu kez daha sakin ve ağır bir tempoyla geri dönüyordu. İçim birden daha hızlı çarpmaya başladı, kalbim, her şeyin yeniden başladığı o anı bekliyordu.
Yavaşça bana yaklaştığında, bir şeylerin değişmiş olduğunu fark ettim. O kadar yakın, o kadar ulaşılabilir bir mesafedeydi ki, o kadar istemediğim halde, ona yaklaşmak zorunda hissettim. Ezel, birkaç adım daha attı ve nihayet önümde durdu. Bu sefer, bakışlarındaki sertlik biraz daha yumuşamıştı. Ama hâlâ derinlerde, bir şey vardı…
"Zor değil mi?" dedi, sesinde alttan alttan bir şefkat vardı, ama bu şefkatin içinde bir uyarı da vardı. "Sonsuza kadar kaçmak kolay değil, İz. Hep aynı noktada dönüp duruyorsun."
Ağzımdan bir şeyler çıkacak gibi oldu, ama kelimeler boğazımda düğümlendi. Gözlerim Ezel’in gözlerine kitlendi. Bu an, hiç bitmeyecek gibi geliyordu. Kafamda bir sürü düşünce vardı ama bir şey vardı ki, bir adım atmam gerektiğini hissediyordum. Bir şekilde, bir adım atmak… belki de bu, ne yapmam gerektiğini anlamama yardımcı olacaktı.
Bir anlık sessizlik ve sonra, "Evet," dedim, sonunda cesaretim yerine geldi. "Biliyorum. Ama yine de… yine de duramam."
Ezel, gözlerime baktı, sonra yavaşça bir gülümseme belirdi dudaklarında. "O zaman," dedi, "Durma."
Ve o an, her şey bir kez daha değişti.
Ezel’in söyledikleri, içimdeki tüm duvarları yıkacak gibi geldi. “Durma,” diyordu ama o kadar kolay değildi. İçimdeki savaş, ne kadar ona yaklaşmak istesem de bir adım daha atmaya engel oluyordu. Fakat bu sefer, gözlerinde gördüğüm ısrar, kararlı bir şekilde bana yaklaşması, beni bir şekilde etkisi altına almıştı.
Bir adım daha atmaya başladım, önce çok dikkatli, sonra daha kararlı. Her hareketim bir karar, her nefesim bir tercihti. Adımlarımın ne kadar hızlı attığını fark etmeden, Ezel’in yanına geldim. O an, içimdeki tüm düşünceler silindi. Her şey bir anda durdu. Gözlerimle onu izlerken, bir an için her şeyin netleştiğini hissettim.
Bana baktı. Gözlerinde o meydan okuma, o karanlık şehvet vardı. Bir an için, ne yapmam gerektiğini düşündüm, ama sonunda sadece kalbimi dinlemeye karar verdim. Kalbim Ezel’i istiyordu, ona yaklaşmayı, bu anı daha fazla ertelememeyi…
İçimdeki çekimi hissederek, yavaşça ellerimi kaldırdım. O anda, Ezel’in elleri belime yerleşti. İkimizin arasında o kadar kısa mesafe vardı ki, bir adım daha atmak, her şeyi değiştirecekmiş gibi hissediyordum. Ellerim boynuna doğru kayarken, yavaşça onu kendime çekmeye başladım. Dudaklarım onun soğuk dudaklarına değdiğinde, bir şok gibi bir his dalgası yayıldı bedenime. Yavaşça, tutkuyla öpmeye başladım.
Ezel’in dudakları, soğuk ve sertti, ama içindeki sıcaklık, beni hemen içine çekti. Çekişme, istem dışı bir şekilde başladı. Onun elleri vücudumda gezinirken, ben de ona daha yakın oluyordum. Zihnimde karanlık bir alan oluştu, ama o alan, sadece Ezel’in varlığıyla aydınlanıyordu. O an sadece ikimiz vardık.
Öpüşmemiz derinleşti, her hareketin, her dokunuşun bir anlamı vardı. Ellerim onun saçlarına kayarken, yavaşça belini sarmaya başladım. O kadar yakın, o kadar sıcak, ama bir o kadar da uzak…
Bir an için birbirimizden ayrıldık. Ezel, gözlerime bakarak bir nefes aldı, sonra yavaşça dudaklarından çıkan sözlerle beni yine sarhoş etti: “Bir adım daha at, İz. Bir adım daha…”
İçimdeki her şey birbirine karışıyordu. Sözleri beynimde yankı yaparken, kalbim hala hızla çarpıyordu. Bir adım daha… sadece bir adım daha.
Bir an için her şey belirsizdi, ama sonunda o adımı attım.
Ezel’in söyledikleri, içimde bir kıvılcım gibi yanmaya devam ediyordu. "Bir adım daha…" Duyduğum her kelime, her anı daha da karmaşıklaştırıyordu. Sanki o adımı atmam için, her şeyin doğru olmasını bekliyordum ama Ezel’in varlığı, içimdeki her kararı silip süpürüyordu. Gözlerimdeki belirsizliği fark ettiğini düşündüm. O kadar yakın, o kadar etkileyiciydi ki, bir adım daha atmaya zorlanıyordum.
Ezel, elleriyle yüzümü kavrayarak başımı yukarı kaldırdı ve gözlerime odaklandı. O an, onun gözlerinde sadece meydan okuma değil, bir tür yumuşaklık ve kabul vardı. Bir şeyler değişiyordu. Sanki bir duvar yıkılıyordu ve biz, birbirimize daha da yakınlaşıyorduk. Kafamda hala çok fazla soru vardı, ama bir şekilde her şeyin doğru olduğunu hissediyordum.
"Bir adım daha at," dedi, sesi şimdi yumuşak ama bir o kadar da baskındı. O kadar netti ki, söyledikleri sanki ruhuma işliyordu. Sadece bir adım, sadece bir adım daha…
İçimdeki tüm sesler birbirine karıştı. Bir an için ne yapmam gerektiğini bilemedim. Ama sonra Ezel’in bana doğru ilerleyen adımlarını fark ettim. Onun elleri belimde, sıcak nefesi boynumda… O an, içimdeki her şeyin bir şekilde uyum içinde hareket ettiğini fark ettim. Bir adım daha attım. Bir adım daha…
Gözlerim onun gözlerinden ayrılmadı. Her şey daha da netleşiyordu. Ezel’in bana doğru kayıp gelen vücudu, adeta bir manyetik alan gibi beni kendisine çekiyordu. Yavaşça onu kendime doğru çekmeye başladım, dudaklarımın ucu ona doğru kayarken, kalbim hızla çarpmaya devam ediyordu. O anda, her şey çok gerçekti.
Dudaklarımız tekrar birleştiğinde, hissettiğim şey tarifsizdi. Soğuk ve sıcak, her şey birbirine karıştı. Birlikte olduğumuz her an, zamanın durduğu, sadece biz olduğumuz bir dünya yaratıyordu. Ezel’in elleri belimdeki sıcaklığı bana daha fazla yaklaşıp derinleşmeye zorladı. Kafamda, içimdeki karanlık ve belirsizlik bir an için kayboldu. Bu an, bu tutku her şeyden daha gerçekti.
Bir süre öpüşmekten başka hiçbir şey düşünemedik. Ama sonunda, dudaklarımızı birbirimizden ayırarak, Ezel’in gözlerine tekrar odaklandım. Her şey hâlâ karmaşık ve belirsizdi ama içimde bir huzur vardı. Sanki aradığım şey burada, onunla birlikteydi.
Ezel, biraz nefes alarak başını eğdi ve sessizce, ama kararlı bir şekilde söyledi: "Bunu istiyorsun, İz. Ama biliyorsun ki, bu sadece bir başlangıç."
O an, içimdeki çelişkiler daha da derinleşti, ama aynı zamanda bir şeyler de netleşmişti. O bir adım daha atmamın ne anlama geldiğini çok iyi biliyordum. Bu adım, her şeyin başlangıcıydı. Ve ben, Ezel’in yanında, bilinçli bir şekilde bu yolu seçmiştim. Ezel’in söyledikleri, içimdeki tüm duvarları daha da yıkmaya devam ediyordu. "Bu sadece bir başlangıç," diyordu ama o cümlenin ardında ne vardı? Ne olacaktı, ne gelecekti? Tüm bu sorular kafamda çığ gibi büyüyordu ama bir yandan da içimdeki dürtüleri engelleyemiyordum. Her şey ne kadar karmaşık olsa da, onunla yaşadığım her an, beni ona daha da bağlıyordu. Bu belirsizlik ve karışıklık, bir noktada bana çekicilik gibi geliyordu. Ezel’in bakışlarında bir meydan okuma vardı, ama bir o kadar da güven vardı. Sanki beni görmek, bana dokunmak, bu karanlıkta kaybolmak istiyordu. Onun yanında olmak, bana bir tür özgürlük gibi geliyordu ama bu özgürlük, aynı zamanda bir tuzak gibiydi. Ezel’in yanında olmak, aynı zamanda bir seçim yapmaktı. Bir adım daha, bir karar daha… Yavaşça, gözlerimi ondan ayırmadan, nefesimi derinleştirerek söyledim: "Ve ne olacağını biliyor musun?" Ezel, biraz gülümsedi ama o gülümseme hala bir meydan okuma gibi duruyordu. "Bilmiyorum," dedi, "Ama seni bu kadar zorlamak istemiyorum, İz. Senin kararın." Bir süre sessizlik oldu, ama bu sessizlik rahatlatıcı değildi. Aksine, bir tür yoğunluk vardı. Her şey birbirine karışıyordu. Onunla olmak, ona yaklaşmak, içimdeki her şeyi uyandırıyordu ama aynı zamanda bir adım daha atmanın ne kadar tehlikeli olacağını da biliyordum. Gözlerimi tekrar onun gözlerinden ayırmadan, yavaşça bir adım daha attım. Bu adım, sadece fiziksel değildi. İçimdeki tüm çekim, beni ona doğru itiyordu. Ezel’in gözlerinde bir şeyler değişti. O kadar yakın, o kadar ulaşılabilir bir mesafedeydi ki, hissettiğim şey sadece onu istemek değildi, aynı zamanda ondan uzaklaşmanın ne kadar imkansız olduğunu da fark ettim. Ezel, bir adım daha yaklaşarak, "Bunu istiyorsan, buna hazır olmalısın," dedi. Sözleri, zihnimin derinliklerinde yankı yaptı. O kadar basitti, ama o kadar karmaşık bir anlam taşıyordu ki, ne yapmam gerektiğini bilemedim. "Ne demek istiyorsun?" dedim, ama sesim zayıf çıkmıştı. Ne kadar sorularla dolu olsam da, Ezel’in bana yaklaşması, adım adım beni kendi içine çekmesi, içimdeki duvarları her geçen an daha da yıkıyordu. Ezel, bir adım daha yaklaşıp, başımı nazikçe kaldırdı ve gözlerime baktı. "Her şeyin sorusu bu," dedi, "Ne kadar hazırsın, İz? Beni gerçekten istiyor musun?" İçimdeki duygular bir fırtına gibi savruluyordu ama o an, sadece ona odaklandım. Yavaşça başımı salladım. "Hazırım," dedim. Ve bu, sadece kelimeler değildi. İçimdeki tüm sesleri bastırarak, sadece ona doğru adım atmaya karar vermiştim. Ezel, bir an için derin bir nefes aldı ve gülümseyerek, "O zaman," dedi, "Sonra ne olacağına birlikte karar veririz." Ve o an, her şey yeniden başladı. |
0% |