@alev_3
|
Derin soluklarım kulağıma dolarken, ağırlaşmış göz kapaklarımı açmaya çalıştım. İnen sıcak gözyaşlarım durumu daha da zorlaştırırken avuç içimde ezilen şeyin kokusunu soludum. Gardenya! Gözlerim kendiliğinden açılırken odanın camına vuran tıkırtılar şiddetlendi. Yağan yağmura eşlik eden gök gürültüsü etrafı aydınlatırken söz dinlemeyecek gibi bir tutum sergileyen bedenim beni şaşırtıp emrime itaat etti. Yataktan doğrulduğumda çıplak ayaklarım zeminle buluştu. Küçük adımlarım camın önünde son bulduğunda, boştaki elimi cama yasladım. Alaca karanlık yavaş yavaş açılırken avucumu açtım. Sıkmaktan suyunu çıkardığım çiçek yere düştü. İç çekip adımlarımı odanın dışına doğru çevirdim. Pes etmiştim. Her anlamda! Ben o kadınla baş edemezdim. Ben bir katille baş edemezdim! Gözyaşlarım tıpkı dışarıdaki yağmur gibi hızını arttırırken, bakışlarım oturma odasında sarılarak yatan çifte kaydı. Dudaklarıma belli belirsiz bir tebessüm yerleşti. Korkuyordum. Birazdan yapacaklarımdan, daha sonrasında yaşayacaklarımdan deli gibi korkuyordum. Yine de bu belirsizlikte kalmaktan korktuğum kadar değil. Her an başıma ne gelecek diye bekleyemem, ben o kadar güçlü değilim. Madem ölümün kendisini geri getireceğine inanıyordu, Tamam o zaman. Bende ölümü bizzat kendim getiririm. Dış kapıdan çıkarken son kez titrek bir nefes alıp verdim. Açılan kapı ile soğuk bedenimi yalayıp yuttu. Çıplak ayaklarım ve ince geceliğim beni açık hedef haline getirirken umursamazca arabama yöneldim. Gazı köklediğimde kafamda tek bir yer vardı. Yağmuru yok etmeden muhafaza edebilecek tek bir yer! Oturduğum kayalıklardan üzerime doğru gelen hırçın dalgalara baktım. Kollarımı bedenime sararken hıçkırdım. Deli gibi korkuyordum. Özellikle böyle karanlık belirsizliklerden! Denizin canımı yakacağı bu kadar açıkken gidecek başka bir yer bulamamıştım. Ölüm için fazla acımasız duran katilim, öfkeyle dalgasını bir kez daha çarptığında yavaşça ayağa kalktım. Kollarımı iki yana açıp başımı gökyüzüne kaldırdım. Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Gökyüzü bile karanlıktı. Kara bulutlar bana hiç olmadık birini hatırlatırken gülümsemem yavaşça dudaklarımı terk etti. Yutkunup gözlerimi kapattım. Yağmur taneleri gözyaşlarıma karışırken fısıldadım. “İkimiz içinde yolun sonu Gardenya! Bakalım söylediğin kadar güçlü müsün?” Kendimi denize doğru savurup olacakları bekledim… … Elimdeki kâğıdı sıkarken, ayaklarım zeminde öfkeli bir ritim tutmuştu. Gözlerimi kısmış sevdiğim adamın başka bir kadına sarılmasını izliyordum. Gözlerimi kapatma isteğime engel olup dudaklarımın arasından kaçan edepsiz küfürlere engel olamadım. Şanslıydım ki kimse ne dediğimi anlamıyordum. Onun bana kattığı en güzel şeylerden biride buydu. Farklı bir dilde ettiğim küfürler beni rahatlatırken kimseyi de başıma bela etmiyordum. Ya da en azından ben öyle olduğunu sanıyordum! “Gardenia! Kes şunu!” Klasik tiyatro aşığı, gargamelin kadın figürü olan Bayan Teresa’ya baktım. Onun uyarısı yüzünden herkes bana bakıyordu. Utançla başımı eğmeden önce onu gördüm. Yüzüne yerleştirdiği çapkın gülüşüyle benimle alay ediyordu. Dolan gözlerimi önüme gelen saçlarımla saklayıp, bakışlarım kaçırdım. Bayan gargamelin devam edin demesiyle kaçınılmaz son olmuştu. O kızı kendine çekip öpmüştü. Kızın zevk aldığını gösteren inlemeler kulaklarıma dolarken çığlık atmak istiyordum ama yapabildiğim tek o aptal küfürlere, sevdiğim adamın ismini karıştırmak oldu. … Elimdeki bilete heyecanla bakıyordum. Ailemden yaptığım gizili ilk şey değildi belki ama Helen ve Alex’ten gizli yaptığım ilk şeydi. Onun ülkesine gidip kendimi, onun hayatının bir parçası gibi hissetmek istiyordum. Birkaç tane sevgilim olmuştu ama o farklıydı. Onun için değil hayatımı kendimi bile değiştirirdim. Tek sorun onun bunu isteyip istememesiydi. Ormanın içinde kayboluyormuş gibi hissettiren gözleri, kısıldığında yüzümü buruşturdum. Elimi kirli sakalına koyup sıcacık gülümsedim. “Lütfen! Beni onlardan mahrum etmeyi kes! Aç gözlerini, ölene kadar onların içinde kaybolmak istiyorum!” Gülümsediğinde elimin altında kalan gamzesine kaçamak bir bakış attım. Beni kendine çekip dudaklarımızı bileştirdiğinde resmen kollarına erimiştim. Elim boynundan göğsüne doğru yol izlerken ne yapacağımı tahmin edip beni durdurdu. Geri çekildiğinde aç gözlerle ona baktım. Dudağımda kalan tadını yalayıp yutkunduğumda uyarı dolu bir sesle konuştu. “Bir konuda anlaşalım prenses. Senin dünyan ile benimki arasında aşılamayacak farklar var.” Tek kaşımı kaldırıp devam etmesini istedim. Sırıtıp beni kendine çekti. Başımı göğsüne koyduğumda kulağıma doğru fısıldadı. “İlk kural. Bir kadın bu kadar cesur olamaz!” Sözleri yüzümdeki gülümsemeyi azaltsa da kaybolmamıştı. Onun verdiği sinyalleri hep yanlış anlamıştım. O açıkça geleceğimizin olmadığını söylerken, ben geçmişimi unutup değişmeye çalışmıştım. Belki de en büyük hatayı orada yapmıştım. Ya da daha eskide, onu ilk gördüğümde! … Titriyordum. Hiçbir şeyi idrak edemesem de bunu ediyordum. Ben deli gibi titriyordum. Masaya vurulmasıyla olduğum yerde sıçradım. Geri doğru kaçmak istesem de elimdeki kelepçeler buna izin vermiyordu. Etrafımda dönüp duran FBI ajanına dolu gözlerimle baktım. “Yalvarırım artık inanın bana! Bilmiyordum. Onun bir Türk ajanı olduğunu bilmiyordum. Ben! B-ben sadece s-sevdim! Sadece aptal gibi s-sevdim!” Elimin üzerinde kuruyan kan lekelerini kazımaya devam ederken kendime verdiğim hasarın farkında bile değildim. Gözlerimi her kapattığımda onun yeşilleri aklıma geliyordu. Bir haftadır uyumamıştım. Su dışında tek lokma yememiştim. Bunun tek sebebi sevdiğim adamın kollarımda ölmesi değildi. Asıl sebebi onun yüzünden kendi ülkeme ihanet etmemdi. Daha doğrusu onların öyle sanmasıydı. Aptal değildim. Onun bir şeyler karıştırdığını sezmiştim ama bunun benim hayatımı da altüst edeceğini hesaba katmamıştım. Ajan karşımdaki sandalyesine yerleşirken odanın içindeki bir yere göz kırptı. Bakışlarım hemen arkasında beliren görüntülere kaydı. Gözlerimi kocaman açıp ayağa kalkmaya çalıştım. Her seferinde başarısızlıkla sonuçlansa da yine de denedim. Omuzumda hissettiğim baskıyla olduğum yere çöktüm. Ağlamaktan kısılan sesimle yeniden konuştum. “O-onların bir suçu yok! L-lütfen bırakın. L-lütfen.” “Yani senin bir suçun olduğunu kabul ediyorsun! Öyle mi Gardenia?” Dişlerimi sıkarak ekranda gözüken aileme baktım. Bakışlarım başka bir kameraya kaydığında Helen’i gördüm. Bir tek o sandalyede oturmuyordu. Duvarın köşesine geçmiş acıyla kıvranırken onu göstermeye çalıştım. “A-acı çekiyor! N-neden acı çekiyor? Bir şey mi yaptınız? Y-yardım edin. Lütfen yardım edin.” Ajan ekrana yavaşça yaklaşıp, parmağının ucuyla Helen’i gösterdi. Dudaklarına belli belirsiz bir gülümseme yerleşirken, başını onaylarcasına salladı. “Acı çekiyor Gardenya! Arkadaşın senin yüzünden acı çekiyor. Bunun sebebi biz değiliz. Sensin.” Helen sarsak adımlarla ayağa kalktığında, bacaklarının arasında oluşan kırmızı lekeye baktım. Kaşlarım iyice çatılırken öfkeyle bağırdım. “Ne oluyor? Ona ne oluyor?” Ajan umursamazca omuz silkti. “Düşük. Arkadaşın senin kadar dayanaklı değilmiş. Sorguya dayanamadı. Bu yüzden düşük yapıyor. Eğer sen dayanmaya devam edersen, büyük ihtimalle önce bebeğini sonrada hayatını kaybedecek. Çok acıklı değil mi Gardenia?” Başımı olumsuz anlamda sallarken konuştum. “Ne istiyorsunuz? Yemin ederim onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Ama ne isterseniz yaparım. Lütfen sadece aileme dokunmayın. Ne isterseniz ben yaparım! Lütfen! Bırakın onları!” … “L-lütfen… b-bırakın…” Derin soluklarım arasında fısıldadığım kelimeleri idrak ederken tanımadığım bir ses daha işittim. Kaba ve hırıltılı ses kulaklarıma dolarken yüzümü buruşturdum. “Uyanıyor mu?” “Sanırım! Geç bile kaldı!” Kendi aralarında konuşan adamların konusu kesinlikle bendim. Verdiğim her tepkiyi maçtaki o spiker gibi anlatmalarının, başka bir açıklaması olamazdı zaten. Kirpiklerim yukarı doğru kalktığında gördüğüm ışıkla yeniden kapattım. Acı dolu inlemem dudaklarımdan dökülürken, o kalın sesi yeniden duydum. “Elisa hanım! Günaydınlar efendim! Artık o lanet gözlerini açsan diyorum!” Öfkeyle dişlerimi sıkarken, az önce bana seslendiği ismi idrak etmeye çalıştım. Ne demişti o piç? Elisa mı? O da kim? Sanırım bu odada benim dışımda birileri daha vardı. Gözlerimi araladığımda başımı dehşet bir ağrı saplandı. Elimi hareket ettirip ağrıyı dindirmek istedim. Sanki üzerine bastırsam geçecekmiş gibi hissediyordum. Ne elimi kaldıra bildim ne de ağrıyı geçirebildim. Öfke bedenimi esir alırken bakışlarımı etrafımda gezdirdim. Kırem rengi bir odanın içinde karışık renklerle döşenmiş mobilyalara tiksinerek baktım. Ofisi andırıyordu ama ofis demeye dilim varmıyordu. Kuruyan boğazımı yutkunarak temizlediğimde bana gözlerini kısarak bakan, iki adamı fark ettim. Bakışlarım Elisa dedikleri kadını ararken, odada sadece üçümüzün olduğunu idrak etmem birkaç saniyemi aldı. İri yarı diğerinde daha yaşlı olan adam, birkaç ağır adımla yanıma geldiğinde kafamın içindeki boşluğu doldurmaya çalışıyordum. Elindeki bardaktan bir yudum alıp suratımı fırlattığında her şey bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmişti. Öfkeyle aldığım soluklarımı sakinleştirip gülümsedim. İçimden gelen kahkaha atma dürtüsüne engel olup, başımı kaldırdım. İhtiyarın eli, dudağımın kenarına değdiğinde dik dik ona bakmayı sürdürdüm. Elini geri çektiğinde parmağının ucundaki kanımı fark ettim. Usulca parmaklarını dudağına götürüp yaladı. Tıpkı ekranda göründüğü gibisin güzelim. Çok lezzetti. Tam da ağzıma layık!” Gülüşleri kulaklarıma dolarken, sağ kulağımda başlayan çınlama sola kaydı ve geldiği gibi gitti. Hayır! Sakın Gardenya! Buraya kadar geldik. Şimdi olmaz. O aptal kız gibi davranmaktan başka seçeneğim yoktu. İmkânsız gibi gözükse de yapabilirdim. O aptal yaptıysa ben haydi haydi yapardım. Yeni bir tokat beni kendime getirirken adam öfkeyle bağırdı. “Konuşsana lan! Dilini mi yuttun? O güzel sesinle yalvar bana!” Adama nasıl baktıysam bir adım geri çekildi. Kaşları şüphe ile çatılırken konuştu. “Doğru kadını kaçırdığımıza emin misiniz? Polis filan değil demi bu kaltak?” Adamın sözleri diğer adamı da ayaklandırdı. Birkaç adımla karşıma geçip, ellerini cebine soktu. O pis bakışlarıyla beni baştan ayağa süzdü. Beklenmedik bir anda çenemi sıkıp gözlerini gözlerime dikti. “Kimsin lan sen?” Normal bir durumda olsaydım. Dudaklarımı alayla yukarı doğru kıvırıp bu piçlere kim olduğumu seve seve anlatırdım. Ama ne yazık ki değildim. Uydurduğum o aptal kişiliğin ne yapacağını tahmin etsem de gururum buna izin vermiyordu. Tüm planı mahvetmek uğruna, gururumu dinlemeyi ölesiye istesem de yapmadım. Yüzümü olabildiğince korkmuş bir hale soktum. Bahse varım şuan kabız olmuş gibi görünüyordum. Adamların bana olan bakışları da zaten, bu düşüncemi destekler nitelikteydi. “B-ben…” Dedim ve yüksek sesle ağlamaya başladım. Adamların yüzündeki gevşek gülüş, doğru yolda olduğumu gösteriyordu. İhtiyar, kendini karşımdaki rahat koltuğa attığında diğeri ellerini yine pantolonun cebine soktu. Çatık kaşları altında bana bakmayı sürdürürken, yaşlı olan yine konuştu. “Sanırım ufak çaplı bir şok yaşıyorsun. Sorun değil. Ben senin o güzel karışık kafanı aydınlatacağım. Ama önce…” Dedi ve bakışlarını arkamda bir yere dikti. Kulağıma gelen itiş kakış ve birkaç küfür sesiyle bakışlarımı omuzumun üzerinden çevirmeye çalıştım. Buna gerek kalmadan görüş açıma giren adamla dişlerimi sıktım. Göz göze geldiğimizde bakışlarımı, çürüklerle kaplı olan yüzünde duygusuzca gezdirdim. Adamlar Berk’i üzerime ittiğinde onunla birlikte bende devrildim. Ellerim arkamdan bağlı olduğu için düştüğüm yerden kalamamıştım. Zahmet edip bir sandalyeye bile bağlaya üşenen mafya bozuntularına baktım. “Kocanı özledin mi güzelim? Biraz hasret gidermek istersiniz diye düşünmüştüm. Malum uzun bir süredir esaret altında!” Berk sonunda dengesini sağlayıp üzerimden kalktığında bende dizlerimin üzerinde oturdum. Önüme gelen saçlarım beni bir hayli rahatsız ederken sessiz kalmayı seçtim. Aksi halde Elisa olmadığım kısa süre ortaya çıkardı. “Onun burada ne işi var lan? Senin işin benimle!” Berk’in sözleri kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Şaşkınlığımın yerini kısa sürede ifadesizliğim alırken, gülmemek için kendimi tuttum. Ben rol kesebilmek için yeni bir kişilik var ederken, diğer insanların bu kadar kolay kişilik değiştirmesi haksızlıktı. Hemen yanımda, karısı için endişeli bir eş rolü oynayan adama baktım. Sanki bu adamlarla iş yapıp masum insanları gözünü kırpmadan harcayan adam bu değilmiş gibi ne kadar rahattı? İhtiyar adam hırıltılı bir nefes alıp arkasına yaslanırken genç olan konuştu. “Artık değil! Sana verdiğimiz sürenin sonuna geldik Berk! Bizi tehdit eden kişiyi bulamadığın gibi! Ortaklarını başımıza bela ettin!” Berk’in sesi öfkeli bir hal alırken dişlerinin arasından fısıldadı. “O sorunların bu kadınla bir alakası yok! Hala bana ihtiyacın var!” Adam gülerek Berk’e baktı. Birkaç adımla yanıma gelip karnıma attığı tekmeyle acıyla inledim. Başım yere eğilirken Berk öfkeyle bağırıyordu. “Sarp, dokunma ona! Dokunma lan!” Adının Sarp olduğunu öğrendiğim adam, ayaklanmaya çalışan Berk’e baktı. Bana attığının iki katında bir güç barındıran tekmeyi attığında Berk, sesini kesti. Yine de benim aksime dimdik ayakta duruyordu. Daha doğrusu dizlerinin üstünde duruyordu. Ah lanet olsun! Benim için sinek ısırığı olan bu tekme için yerlerde süründüğüme inanamıyordum. Aklıma üzücü şeyler getirmeye çalışsam da bir damla bile gözyaşı dökememiştim. İçeriye giren başka bir adam, Sarp’ın işaretiyle Berk’i Boğazından tutup bana bakmaya zorladı. Adamın kolu Berk’in boğazını sararken boştaki eli ile saçını çekerek başını bana çevirmişti. Siktir! Ben bu yıldırma politikasını çok iyi biliyordum. Lanet olsun! Asıl sınavımın şimdi başladığını anladığımda, öfkeden akan gözyaşlarımı hissettim. Geriye doğru kaçmaya çalışırken kısık sesle fısıldadım. “D-dokunma bana! H-hayır! B-Berk…” Kendimi geri geri çekmeye çalışırken Sarp üzerime doğru geliyordu. Sırtım duvara değdiğinde çığlık atıp yalvardım. “B-Berk ne olur ver! Ne istiyorlarsa ver ne olur! B-bana dokunmalarına izin verme Berk…” Saçımda hissettiğim acıyla ayağa kalktım. Sarp’ın eli boğazıma yapıştığında sesimi kesme zorunda kaldım. Duvarla onun arasında kaldığımda boğazımdaki elini birazcık sıkılaştırdığında çırpınmaya tekmeler atmaya çalıştım. Berk’in kan çanağına dönen gözleri, gözlerimi bulduktan saniyeler sonra kapandı. Gözlerimden oluk oluk akan yaşlar, adamın damarlı eline dökülürken yüzündeki o aptal sırıtış genişledi. Kulağıma doğru yaklaşıp fısıldadı. “Belki de yanlış adama yalvarıyorsundur güzelim. Hadi bir kere daha dene!” Dedikten sonra beni serbest bıraktı. Bedenim boş bir çuval gibi yeri bulurken acı dolu kısık inlemelerime öksürüklerim karıştı. Şuan ki mutluluğumu tarif edemezdim. Arda’nın Elisa olduğum zamanda dediği sözler aklıma geldi. Siz birsiniz demişti. Ne demek istediğini şimdi anlıyordum. Eskiden olsa bırak tek bir gözyaşını gıkımı bile çıkarmayacağım olaylara şimdi salya sümük ağlıyordum. Titrek bir nefes alıp verirken bakışlarımı üzerime doğru gelen adama diktim. İçimde varlığını sürdüren o aptal karaktere güvenip, adama yalvarmak için kendimi hazırladım. Tam bu sırada ihtiyarın sesi duyuldu. “Sarp! Bir sorunumuz var!” Adamın tek bir sözü ile Sarp benden uzaklaşıp ihtiyarın yanına gitti. Adamın cep telefonunda oynayan video her ne ise ikisini de ruh görmüşe çevirmişti. Oda birkaç dakika içinde bomboş kalırken Berk’in yanıma geldiğini fark ettim. Nasıl yaptıysa ellerini çözüp yüzümü tuttu. “Elisa. Güzelim bana bak! İyi misin? O piçler sana bir şey yaptı mı? Cevap ver! Yaptı mı?” Konuşmak yerine başımı olumsuz anlamda salladım. Berk rahat bir nefes verse de öfkeden gözleri karamıştı. Ayakkabısının içinden çıkardığı telefona şaşkınlıkla bakarken, o bir numarayı tuşlayıp sabırsızca açılmasını bekledi. Sonunda açılan telefona öfkeyle bağırdı. “Onun burada ne işi var lan? Hani koruyacaktınız onu?” Karışık olan kafam, hatırladıklarım yüzünden şiddetli bir ağrıya maruz kalıyordu. Berk’in öfkeli sesi bu acıyı katlarken kiminle konuştuğunu deli gibi merak ediyordum. Beni kim koruyordu? Üstelik bu adam nasıl doksan derece dönmüştü? Bana sürekli kötü davranıp işkence eden bu değil miydi? Şimdi ne değişmişti de… “Karan! Oğlum ben bu kızla evlenmeyi onu korumak için kabul ettim. Neden senin değil de benim yanımda?” Düşüncelerimi Berk’in ağzından çıkan tek bir kelime, darma duman etmişti. Karan mı? Onun konuyla ne ilgisi vardı? Üstelik bu adamla o kanlı bıçaklı değil miydi? Berk bir süre karşı tarafı dinleyip pes edercesine omuzlarını çökertti. Hemen sonra bakışlarını bana dikip konuştu. “Umarım bu plan işe yarar. Aksi halde elimden çekeceğiniz var.” Yüzüne yerleşen belli belirsiz tebessümle konuştu. “Tamam. Bende seni seviyorum Aşkım. Söz veriyorum. En kısa zamanda buradan çıkıp geleceğim.” Karşı tarafı dinleyip gülümsedi. Görüşürüz deyip telefonu kapattığında nefesimi tutmuş onu izliyordum. Yüzündeki gülümsemeye kaybolurken yaramazlık yaparken yakalanan bir çocuk gibi yüzünü buruşturup saçlarını karıştırdı. Karşımda bağdaş kurarken çarpık bir gülümseme ile konuştu. “Ben seninle ne yapacağım? Birde seni başıma bela ettiklerine inanamıyorum.” Sözlerini ağlamaklı bir sesle kestim. “Allah aşkına bana da neler döndüğünü anlatacak mısın? Yoksa şu adamları çağırıp, sizin ne tür manyaklar olduğunuzu anlatayım mı?” Berk bana doğru uzandığında irkilerek duvara daha çok gömüldüm. Eli havada kalırken yumuşak bir sesle fısıldadı. “Sakin ol. Sadece elini çözeceğim.” Hiçbir tepki vermediğimde temkinli hareketlerle yeniden uzandı. Ellerimi çözdüğünde çatık kaşlarımla ona bakmayı sürdürdüm. Sonunda pes edip konuştu. “Her şey için özür dilerim. Ama seni kullanmaktan başka çarem yoktu Elisa. Başta bu palan sadece Bana aitti. Sonra diğerlerini de dâhil ettim. Amacım senin popülerliğini kullanmaktı ama işte işler planlandığı gibi gitmedi.” Karışık olan kafam artık çorba olmuş kaynıyordu. Sabrım tükenmek üzereyken öfkeyle bağırdım. “Şunu adam akıllı anlatacak mısın? Çünkü benim sabrım tükenmek üzere!” Fark etmeden dökülen yaşlarıma kaşlarını çatıp baktı. Hırsla gözyaşlarımı sildiğimde konuşmasına devam etti. “Biri var! Kimliğini hala çözemesem de ortalığı karıştıran, Arı kovanına hiç bıkmadan çomak sokan biri!” Berk’in sertleşen çehresi ile keyfim yavaş yavaş yerine gelme başlamıştı. Demek ki hala kim olduğunu bulamamışlardı. Güzel! “Bir örgütün içindeyiz. Ayrıntıya giremem ama onları enselemek üzereyken, baka biri tarafından onlar köşeye sıkıştırıldı. Lanet olası tüm kanıtlar yok oldu. Bu yüzden bizde devam etti. Daha sert daha kötü olarak! Bizden şüphelenmemeleri gerekiyordu…” Öfkeyle araya girdim. “Bunun benimle ne ilgisi var?” Berk kaşlarını çatıp konuştu. “Bunu bize sen söyleyeceksin. Adamların elinde senin fotoğrafın vardı. Ver birkaç gün sonra biz seninle karşılaştık. Bu bir tesadüf mü?” Bana attığı şüpheli bakışlarla histerik bir kahkaha attım. Hemen ardından akan gözyaşımı silerek konuştum. “Ne demeye çalışıyorsun? Bu adamları da senide tanımıyorum ben! Burada ne haltlar döndüğünü bile bilmiyorum.” Korkuyla açtığım gözlerimi ona diktim. “Aslında bir fikrim var. O Karan denen adam bana yaptıklarını anlattı. O da mı senin gibi? Beni kandırdınız? Bunu bana neden yapıyorsunuz? Önce sen! Şimdi de o? Berk benden ne istiyorsunuz? Lütfen bırakın artık beni. Ben gitmek istiyorum. Ben eski hayatımı istiyorum.” Diyerek salya sümük ağlamaya başladım. Ancak bu şekilde üzerimdeki şüpheleri yok edebilirdim. Onların içine girebilmek için her şeyimi feda etmiştim. Ve işte mutlu son! Artık buradayım! Ben Gardenya Güngör! Türk istihbarat ajanlarının içine sızmıştım! Berk beni bir anda kendine çekip sıkıca sarıldı. “Tamam. Bunları sonra konuşuruz. Hem merak etme dördümüzden de geçer not aldın. Kimse senden artık şüphelenmiyor.” Berk’in kollarından çıkıp gözlerine emin olmak için baktım. Bu dört kişinin kim olduğunu pek ala biliyordum. Berk Ünsal, Ediz ve Işıl Saygın ve son olarak Karan Akın! “O halde neden buradayım? Beni buraya Karan mı getirdi?” Berk benim gibi sırtını duvara yaslayıp, ipleri yanına aldı. “Adamlar senin peşindeydi. Seni bir süre korudu ama bu operasyonu tehlikeye atmaya başladı. Senin karım olduğunu bilmeleri onları daha çok kışkırttı. Bu yüzden seni korumaya bıraktı. Ve işte buradasın.” Diyerek bulunduğumuz yeri gösterdi. Karan’ın beni korumayı bırakması, içimde tarifsiz bir huzursuzluk yaratırken bunun için Elisa’yı suçladım. O aptal kesin ona âşık olmuştu. Bu yüzden bu duygular altında kafam karışıyordu. Yine de onunda kabul etmesi gereken bir gerçek vardı. O da bu bedenin ve ruhun tek sahibinin ben olduğumdu. Duyguları tozlu rafların arkasına saklayıp konuştum. “Ben bir şey yapmadım. O adamları tanımıyorum. Yaptığım tek şey işimdi. Bunu sende biliyorsun.” İşinin gerektirdiği gibi benden şüphe duymaya devam edecekti. Bunu biliyorum. Ta ki şu aptal gizemi çözene kadar ama bende bu süre zarfında boş duramazdım. Masum olduğuma dair olan yalanlarla onun kafasını yıkamaya devam edecektim. Bu işte ne kadar iyi olduğumu, Karan üzerinde test edip onaylamıştım. O adam bu güne kadar gördüklerimin en iyisiydi. Aklıma üşüşen düşünceleri durdurdum. Lanet olsun! Durduk yere gene neden o adama çevirmiştim ben şimdi rotamı? “Bunu zaman gösterecek. Şimdi sakin ol ve ben ne dersem onu yap. Tabi buradan zarar görmeden çıkmak istiyorsan?” Dolu gözlerimi ona dikip başımı salladım. “Lütfen. Bana zara vermelerine izin verme.” Berk yanındaki ipi alıp gülümsedi. “Elimden geleni yaparım. Ama sende biliyorsun ki girdiğin gibi çıkamazsın. Benim kendime bile yararım bu kadar. Şimdi uzat elini.” Arkamı dönüp ellerimi uzattığımda adamların aksine nazik ve yumuşakça bağladı. Kendi elini zorlanmadan bağladığında şaşkınca ona bakıyordum. Tabi rol gereği! Bunlar benim içinde çocuk oyuncağıydı. Asıl zor olan tıpkı şimdi olduğu gibi çaresiz rolünü oynamamdı. Aklıma gelen soruyla ona döndüm. Onun gibi bende buraya gelen ayak seslerini duymuştum ama bu soruyu sormazsam ölürdüm. “Ediz’in kardeşine yaptıkların! Doğru mu?” Berk kaşlarını çatmış çok uzaktan gelen ayak seslerini dinliyordu. Sorum onu şaşırtmadığı gibi oyalanmadan cevapladı. “Değil. Ama uyuşturucu aldığı doğru! O da bu işin içinde.” Sesindeki kızgınlık dikkatimden kaçmamıştı. “Peki Karan ve senin onunla yattı…” Cümlemi tamamlama bile izin vermeden kararan bakışlarını bana dikti. “Çok soru soruyorsun!” Alt dudağımı ısırıp utangaç bir sesle konuştum. “Ama senin eşinim. Bunu bilmek benim hakkım.” Ondan beklenmeyecek sevimlilikte bir kahkaha atıp gözlerimin içine baktı. “Sen benim karım değilsin. Hiç olmadın. Olmayacaksın! Hepsi kurgusal bir oyundan ibaretti. Senden şüphelendiğimiz için oyun içinde oyun oynadık. İlk evliliğimizde. İkincisinde. Hepsi oyun.” İşte şimdi öfkelenmiştim. Tabi ki rol icabı! “Ama biz seninle… “Evlenmedik dedim ya. Seni hepimizin test etmesi gerekiyordu. Dediğim gibi hepsinden geçtin.” Yine de asıl sorumun cevabını alamamıştım. Işıl aslında kimin sevgilisiydi. Bir kadınca his olduğunu kabul ediyorum. Bu yüzden içimi rahatlatacak somut bir delil gerekiyordu. Berk cevap vermemekte ısrarcı görününce, içimdeki kıskançlık daha da büyüdü. Umarım düşündüğüm kişinin değildir. Açılan kapının önünde dikilen adama şaşkınca baktım. Sarp kanlar içinde birkaç sarsak adım atıp önümüze düştüğünde çığlık attım. Berk, koruma içgüdüsüyle bedenini önüme siper ederken kısıtlı görüş açımdan gördüklerim ile kan beynime sıçradı. Hayır! Hayır, şimdi olmaz! Hayır! Beyazlar içindeki bedenini ağırca bize yaklaştıran kadın tam karşımızda diz çöktü. Bakışları benimle buluştuğunda dudakları yukarı doğru kıvrıldı. O lanet dudakları açılma üzereyken Berk kafa atıp, onu geriye doğru sendeletti. Tahmin ettiğim gibi bu onu daha çok kızdırmıştı. Tüm öfkesiyle Berke yöneldiğinde arkasından çıkardığı baltayı fark ettim. Bir şey yapmam gerekiyordu ama ne? Lanet olsun! Elisa’yı korkutmak için üzerine saldığım ordu şimdi benim ayaklarıma dolanıyordu. Çaresizce olacakları beklerken etraf bir anda karardı. Gün ortasında kararan havanın ne demek olduğu bildiğim için rahat bir nefes verdim. Berk’ın nefes alışverişleri kulağıma dolarken, korku dolu bir sesle acıtasyonlara başladım. Birkaç saniye içinde etraf aydınlandı ve lakabı hayalet olan seri katil ortadan kayboldu. Demek ki buraya geleli tam beş dakika olmuştu. Buradan çıkıp izimizi kaybettirmezsek yeniden gelecekti. Ve bu sefer işini bitirmeden gitmeyecekti. “Berk! N-ne oluyor? Korkuyor Bek ne oluyor?” Berk şaşkınlığını üzerinden atıp, dizlerinin üzerinde bana doğru geldi. Elini çözüp benimkini de çözdü. Ayakkabısının içinden telefonu çıkarıp yine bir numara tuşladı. Telefon açıldığında soğuk bir sesle konuştu. “Bir sorunumuz var. Buraya gelin. Hemen!” Telefonu kapatıp. Beni de kendisiyle birlikte ayağa kaldırdı. Hemen kendimi ona doğru savurup sıkıca sarıldım. Bu halimi normal olarak yargılamadan karşılık verdi. Berk’in güvenli kollarında binayı terk ederken, ayaklarımın altında ezilen cesetleri hissedebiliyordum. Kulağımın dibinde Berk’in soğuk sesini hissettim. “Hayatının geri kalanında uyku uyumak istiyorsan, sakın gözünü açma güzelim. Sakın.” Başımı usulca sallarken tabi ki açtım. Uzun zamandır hasret olduğum manzara dudaklarımın yukarı doğru kıvrılmasına sebep olmuştu. Etrafa saçılan insan uzuvları, organlar ve çürümeye başlayan et parçaları. Gözlerimi kapatıp, etrafı güzelleştiren o kan lekelerini kafamın içinde yeniden canlandırdım. Kaşınan avuç içlerimi Berk’in göğsüne bastırıp, titrek bir nefes verdim. Berk beni kendine daha çok yapıştırıp, sakinleşmem için konuştu. “Geldik güzelim. Çok az kaldı. Sabret.” Sonunda yüzüme çarpan temiz havayı hissettiğimde Berk beni kendine çevirdi. “Aç gözlerini.” Dediğini yapıp gözlerimi açacakken, duyduğum kadın sesiyle olduğum yerde kaldım. Berk’in elleri beni bırakırken kendimi terk edilmiş bir çocuk gibi hissettim. Gözlerimi yavaşça açtığımda onları gördüm. Işıl Berk’e sıkıca sarılık başını boynuna gömüştü. Berk, yüzündeki o hafif tebessümle Işıl’ı sarıp sarmalamıştı. Yutkundum. Birkaç dakika öylece bekledim. Resmen onlar dışında hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorlardı. Hey! Bende buradayım. Sorduğunuz için teşekkürler! Ve evet, çok iyiyim! Dememek için kendimi zor tuttum. Tam birbirlerinden ayrıldılar derken, dudakları açlıkla birbirlerini buldu. Kaşlarımı çatıp birkaç adım geri çekildiğimde sert bir şeye çarptım. Kulağımın dibinde hissettiğim sıcak nefesle tüm bedenim titredi. Yumruk olan ellerimi iki yanımdan sıkarken, bedenimi saran kollar ile dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Beni sert bedenine yapıştırırken, görüş açımda hala deli gibi öpüşen bir çift vardı. Ama nedense onun sesi ile gözlerim, kör dilim lal olmuştu. Sadece kulaklarım vardı. Bir de onun sesi ile kendini duyurmaya çalışan, aptal kalbim. “İyi misin prenses? Umarım seni çok bekletmemişimdir.” Bu zamana kadar yaşadıklarımız bir film şeridi gibi gözümün önünden geçerken, yaşadığım duygu yoğunluğuna kendimi kaptırıp hiç yapmayacağım bir şey yaptım. Sanki aldatılmış bir kadın gibi öfkeyle arkamı döndüm. Görüş açıma giren o alay dolu grilere, nefret dolu bir bakış atıp tokadı yapıştırdım. Karan’ın hafifçe yana dönen başı, az önce alayla parlayan ama şimdi ateş saçan gri bakışları ile saniyeler içinde ne yaptığımı idrak ettim. Titreyen ellerimi dudaklarıma bastırdım. Şaşkın bir şekilde çıkan boğuk inlemelerim kendi kulaklarıma dolarken, az önce deli gibi öpüşen bir çifti birbirinden ayırmış olmanın sevincini bile yaşı yamıyordum. Ben! Gardenya Güngör! Bir adamı kıskanıp onu tokatlamıştım. Üstelik onu bizzat kendimden kıskanmıştım! Beni bırakmasının da verdiği kırgınlıkla adamı tokatlamıştım. Karan gözlerini gözlerime diktiğinde, nefes alışverişim hızlandı. Bana doğru öfkeli bir adım attığında aklıma gelen ilk mantıklı şeyi yaptım. Birkaç adımla Karan’ın boynuna atlayıp, ona sıkıca sarıldım. Ağlamaklı bir sesle konuşurken, rol yeteneğime kendim bile hayret ediyordum. “H-hani beni hiç b-bırakmayacaktın? B-beni koruyacağına söz vermiştin! Senden nefret ediyorum! S-senden gerçekten…” Dedim ve hıçkırdım. Gözyaşlarım deli gibi akarken, gözlerimi kapattım. Bedenimi serbest bırakırken Karan’ın kasılan vücudu da gevşedi. Beni kendine daha çok bastırırken ben çoktan bayılmış numarasına geçiş yapmıştım. Bedenimin havalanması ile kulağıma ayak sesleri doldu. Açılan aracın sesi ve çalışan motor. Ben hala Karan’ın kucağındaydım. Başım boynuna gömülü olduğu için göz kapaklarımın titremesi de mümkün değildi. Kendi aralarında az önce yaşananları tartışıyorlardı. Bu konuşma beni de kendime getirdi. Çözmem gereken gerçek bir problemim vardı. Yine de aldığım her nefeste adamın kokusu, beni baştan çıkarıyordu. Araba her sarsıldığında dudaklarım boynuna değiyordu. Dudaklarım boynuna değdikçe de benim, yutkunma isteğim artıyordu. Sonunda araç durdu ve ben Karan’ın kucağında bir odaya taşındım. Sırtıma değen yumuşak yatakla rahat bir nefes aldım. Tabi bu onun sesini duyana kadardı. “Bayılmadığını biliyorum prenses! Ve ben o tokadın acısını senden çıkarmadan bir yere gitmiyorum!” Gözlerimi araladığımda Karan’ı burnumun dibinde buldum. Üzerime neredeyse yatmak üzereydi. Gözlerimi birkaç kez kırpıp yutkundum. Bakışları dudaklarımı bulduğunda onu durdurma içgüdüsüyle ellerimi göğsüne koydum. Bu hareketimi kaşlarını çatarak karşıladı. Dudağında ki çarpık gülümsemesi ile ellerimi bileklerimden tutup yatağa sabitledi. Saniyeler içinde de dudaklarıma sertçe yapıştı. Dudakları sertçe dudaklarımın üzerinde hareket ederken inleyerek dudaklarımı araladım. Dili dilimle buluştuğunda tırnaklarımı etime geçirdim. Dili hoyratça ağzımın içini talan ederken vücudumu dolanan sızı belimin aşağısında artmaya başladı. Sızı durdurmak için bacaklarımı birbirine kenetledim. Karan altında kıvramama kızıp alt dudağımı ısırdı. Kısa bir nefes için geri çekildiğinde gözleri gözlerimi buldu. Koyulaşan grilerinde kaybolmamak için verdiğim mücadeleyi kaybederken, dudaklarına doğru uzandım. Karan duvağını dudağıma sürtüp geri çekildiğinde hayal kırıklığı içinde ona baktım. Dudaklarını yukarı doğru kıvırıp aynı işkenceyi birkaç kere daha tekrarladı. Bacaklarım yetmeyince kendimi Karan’ın şişkinliğine bastırdım. Bu hareketim onu da inletirken dişlerini sıkarak konuştu. “Söyle! Benden nefret ettiğini söyle!” Doğru mu duydum diye bir süre ona baktım. Karan aynı sözleri daha öfkeli söylediğinde aklımdaki şüphede uçup gitmişti. “Söyle prenses! Benden nefret ettiğini yine söyle!” Alt dudağımı ısırıp başımla onayladım onu. “Evet! Senden deli gibi nefret ediyorum. Özellikle bana hissettirdiklerinden Karan! Şimdi bana istediğimi verecek misin?” Karan’ın dudakları sertçe dudaklarıma kapandığında nasıl bir yola girdiğimin farkında değildim. Bildiğim tek şey! Yıllar önce yaptığım hatayı tekrarlamak üzere olduğumdu. Tek farkla! Bu sefer ben onların içine ajan olarak girmiştim. Ve bu avantajı sonuna kadar kullanacaktım. Kalbimi ilk kez bir Türk kırmıştı. Karşılığında bende onlardan birininkini kırabilirdim. Ya da ben öyle sanıyordum!
|
0% |