@aley1alos1
|
Yavuz ve Manesa bize o günden beri sataşmıyordu.
LGS'ye ise sadece iki haftamız kalmıştı.
Altı arkadaş, tüm zamanımızı ders çalışarak geçiriyorduk. Okulumuzun kütüphanesinde her teneffüs test çözüyor, teneffüsten önceki dersin tekrarlarını yapıyorduk. Zaman böyle akıp geçiyordu.
O kadar heyecanlıydık ki anlatamam.
İçimizde hem bir korku hem de bir heyecan vardı. Hayalimizdeki lise buraların en iyi lisesiydi ve tabii ki herkes oraya gitmek istiyordu.
Bu sebeple ne kadar fazla açığımızı kapatırsak sınavda o kadar kişiyi geçerdik. Bu da bizi o liseye bir adım daha yaklaştırırdı.
Eğer bir hedefiniz yoksa o zaman puanlar sizin için geçersizdi. Eğer bir hayaliniz yoksa o zaman hedefiniz sizin için geçersizdi.
Hayal ve hedef arasındaki fark şuydu: Hayal ulaşmak istediğiniz şey, hedef ise ona ulaşmanızı sağlayacak şartlardı.
Yani hayalleriniz yoksa hedefleriniz, hedefleriniz yoksa geleceğiniz yoktu.
Bugün altı arkadaş birlikte ders çalışacaktık. Haftada iki gün birlikte ders çalışır ve test çözerdik.
Bende onları bize çağırdım, zaten evde benden başka kimse olmuyordu.
Eve geleli bir saat olmamıştı ki kapı çaldı. Gelen tabii ki bizimkilerdi ama bir sürpriz misafir de gelmişti yanlarında.
Derya...
Mecbur onu da içeri aldım, biz altı arkadaş ders çalışırken Derya film izler gibi bizi izliyordu.
Sanki iki yıl sonra LGS'ye girmeyecek.
Bizi rahatsız etmesin diye eski tabletimi Derya'ya vererek odama yolladım.
Hepimiz zayıf olan derslerimize çalışıyor, arada birbirimize soru soruyorduk.
Şevval, Yare ve Gürkan dizüstü bilgisayarlarını getirmişti.
Ben, Nur ve Hilal ise tabletten çalışıyorduk.
Hepimiz kulaklıklarımızı takmış, birbirini tanımayan insanlar gibi duruyorduk.
Hepimizin önünde defterler, kalemler ve kitaplar vardı. Ah birde denemeler.
Sabah 10.34'den beri çalışıyorduk. Arada bir kaç dakikalık molalar veriyorduk. Yazıyor, not alıyor ve anlamaya çalışıyorduk.
Sonra neler anladığımızı öğrenmek için denemelerimizi çözüyorduk.
Hafta içi günlerimiz aynen şöyleydi: Okula gidiyor ve okulun kütüphanesine geçiyoruz, tekrarlar, ev, dinlenme, tekrarlar, testler ve günü böyle kapatıyorduk.
Hafta sonları ise: Kitap okumak, ders çalışmak, konu tekrarları, denemeler. Molalarda ben genelde yemek yiyordum.
Bazen kahvaltı bile yapmayı unutuyordum. Günler böyle akıp gidiyordu işte.
✓✓✓
Kendimizi çalışmaya o kadar çok kaptırmışız ki Gürkan'ın telefonu çalınca hepimiz yerimizden sıçradık. Arayan annesiydi ve tabii ki eve gitme zamanları geldiği için aramıştı.
Şevval ve Gürkan gittikten sadece bir saat sonra Nur'un da telefonu çaldı. Arayan Yare'nin annesiydi.
Yare'nin şarjı bitmişti bu sebeple telefon, televizyon altlığınında şarj oluyordu.
Telefonunun varlığını unutan Yare telefonunu almaya giderken Nur da eşyalarını toparlıyordu.
Nur ve Yare de gitmişti.
Evde sadece Hilal, Derya ve ben vardım.
"Damla abla, tabletin şarjı bitti!" diye bağırdı içerden Derya.
"Derya, içeriden bağıracağına gelsene buraya." dedim ve Derya salonun kapısında belirdi.
Çenem ile televizyon altlığının yanındaki prizi işaret ettim.
Derya eski tabletimi şarja takarken bende yeni bir konu anlatım videosu açtım.
Derya yanıma geldi, kulaklığımın tekini çıkardı ve kendi kulağına takıp benimle videoyu izlemeye başladı. Sadece beş dakika sonra sıkıntıdan kalkıp gitti.
"Derya, nereye?"
"Eve gidiyorum Damla abla."
"Tamam, görüşürüz."
"Görüşürüz Dama ve Hilal abla." dedi ve gitti.
Biz ise çalışmaya devam ettik.
Hilal'in de annesi arayınca onun da gitme zamanı gelmiş oldu.
Hilal ile vedalaştım ve evde yine tek kaldım.
Saat 18.26'ydı ve annemlerin gelmesine az kalmıştı, mutfağa gidip onlara küçük bir sürpriz yapabilirim diye düşündüm.
Mutfak önlüğümü takıp işe koyuldum.
Hızlı bir salata, pratik bir pilav ve nohut ile süprizimi tamamlardım.
Evet sürprizim yemek hazırlamak. Bence iyi bir fikir, hem glütensiz de.
Pirinçi dört tur güzelce yıkadığımdan emin oldum, sonuçta bulaş olabilir.
Tam pilavı ocağa koydum, kapı çaldı.
Gelenler annemlerdi. Yemeği birlikte yeme şansımız vardı.
Yemek kısmını anneme bırakarak masayı güzelce silmeye başladım.
Yemeklerimi odamda yiyorum çünkü aynı masada da bulaş olabilirdi. Sofra da bu kez glüten yoktu, bundan iyice emin olmak için masayı şakasız sekiz defa sildim.
Demiştim size takıntı yapmışım gibi görünebilirim diye. Oysa tek düşündüğüm şey bulaşa maruz kalmamak.
Okulda kapıyı, tahtayı vb. tuttuğum zaman ellerimi hep silerim.
Glüten genelde 30 ile 40 saat arasında vücuttan atılır denilsede bünyeden bünyeye değişen bir durum ve tamemen iyileşme altı ay sürüyor.
Eh bunun bir ilacı da yok tabii ki.
Yani glüteni vücuttan atmak için veya sindirebilmemiz için herhangi bir ilacımız yok.
Tek ilacımız yaşamımızın sonuna kadar yapacağımız bir diyet.
✓✓✓
Yemek yenmiş, masa toplanmış ve ben odama çekilmiştim.
Bir yandan müzik dinliyor diğer yandan tavanı izliyordum.
Evet sadece tavanı izliyordum. Sonra uykum geldi.
"Ne kadar tuhaf ama, vay canına uykum geldi çok tuhaf."
Kendi kendime söylene söylene uyumak için hazırlandım.
LGS'ye sadece iki haftamız vardı ki ikinci haftanın sonuna gelmiştik.
Yarın son haftaydı, yani hayallerimiz için gireceğimiz sınava son bir hafta kalacaktı.
Yeni bir hikaye başlayacaktı sonra. Belki iyi belki kötü yeni bir hikaye...
✓✓✓
Uykuya nasıl daldım bilmiyorum ama aynen şöyle uyandım: Alarmım çaldı hem de dört defa.
Uyandığımda çalan alarmın adına bakma fikri geldi aklıma çünkü okula gitmiyorduk.
Okula gitmiyorduk çünkü LGS'ye çalışabilelim diye okuldan izin aldık.
"Hastaneye gideceksin, uyan!" yazıyordu alarmın adında. Annemin içeriden sesini duydum.
"Damla, hadi kızım kalk artık."
Ah doğru ya, bugün gastroenterolojiye randevum vardı.
"Gastroenteroloji de ne?" diye düşünebilirsiniz.
Gastroenteroloji, biz çölyak hastalarının takipli olduğu bölümdür. Bu bölüm sindirim sisteminin dahili hastalıklarına bakar. Ve bugün kontrolüm var. Kan tahlili yapılacağını düşündüğüm için aç gidecektim. Hızlıca hazırlandık ve annem ile yola çıktık.
Hastaneye varmış, kaydımızı açmış ve sıra bekliyorduk. Neyse ki randevumuz ilk saatlerdeydi de çok beklemedik.
Boy ve kilo ölçümü, hızlı bir muayene ve bir takım sorudan sonra doktor kan tahlili istedi tam tahmin ettiğim gibi.
Kan alma sırası beklerken ayakta uyuyordum resmen.
Bu tip yolculuklar ve sıralar hep uykumu getirmiştir. Sonunda sıra bana gelmişti.
"Sonuçlar 15 gün sonra çıkmış olur, zaten çıkınca sizlere mesaj gelecektir. Cuma günü hariç herhangi bir gün sonuçlarınızı gösterebilirsiniz, geçmiş olsun." Demişti kanımı alan hemşire.
Açık konuşayım kan alınmasına ve hep aynı diyaloglara alışmıştım. Artık tüm adımları ezbere biliyorum.
Bu tahlillerin sebebi eğer ömür boyu uymanız gereken bu diyette bir kaçak varsa tespit etmek ve kaçağı oranını görmek.
Ve tabii ki çölyak olduğunuza dair alacağınız rapor için gerekliydi bu kan tahlilleri.
Evet biz çölyaklılar çölyak olduğumuza dair bir rapor alıyoruz.
Bu raporun süresi dolmamalı, dolmadan yenisi alınmalı.
Bu rapor bir yere kayıt olacağınız zaman "Ben çölyak hastasıyım." dediğinizde sizin sisteme öyle kaydolmanıza, çölyak olduğunuza dair kanıtınızın olmasına ve çölyak yardımından faydalanmanıza yarıyor.
Eve gelince hızlı bir kahvaltı yapıp derslerimin başına geçtim.
Annem ise bugün izinliydi.
Arada bir mola verip annemi kontrol ediyordum ki ne zaman geldiklerini çözemediğim misafirlerin ortasında buldum kendimi...
✓✓✓
Misafirler gitmiş, ben odamda yemek yiyordum. Her zamanki gibi...
Aniden telefonum çaldı. Arayan Hilal'di.
"Alo, efendim Hilal?"
"Damla, heyecanlı mısın?"
"LGS için mi?"
"Evet!" dedi heyecanlı bir sesle.
"Hem heyecanlıyım hem korkuyorum..."
"Bende, kendimi o lisede hayal edip duruyorum!"
"Ve yeni arkadaşlar ile." diye ekledim kendimce.
"Aynen öyle, ah biz ne ara ortaokulu bitirdik?"
"Zaman çok hızlı geçti, hiçbir şey anlayamadım."
"Bende, neyse nasılsın?"
"İyiyim sen?"
"Bende"
Böyle havadan sudan ve derslerden konuştuktan sonra kapattık.
Bu haftadan sonra LGS'ye girecektik ve bu beni geriyordu...
|
0% |