Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm: Yeni Yer

@aley1alos1

"Ee, burası çok kötü! Daha iyi bir yer seçemediniz mi?"

 

"Umarım Yönetici'ye karşı da böyle davranmazsın..."

 

"Hey hadi ama ahbap, sadece soru soruyorum!"

 

"Efendim, lütfen sesinizi alçaltın."

 

"Sende bir benli senli, bir sizli bizli, bir de efendili konuşuyorsun. Karar ver sende."

 

"Bu da benim kişiliğim efendim."

 

"Of, sıkıldım. Ne kadar kaldı?"

 

"Şu ilerideki eski hastaneyi görüyor musunuz?"

 

"Yok ya körüm ben. Herhalde görüyorum!"

 

"İşte orası."

 

"Yanındaki diğer iki poliklinik binası ne peki?"

 

"Onlar da üyeleri iki gruba ayırdığımız binalar. Sağ taraftaki bina Öldürücüler, sol taraftaki bina ise İntikamcılar."

 

"Ne farkları var?"

 

"Öldürücüler, genellikle kendi çaplarında belli bir hedefi olanlardır. Öldürmeye meyillidirler. İntikamcılar ise yetenekleri olan... eh inan o grup ne işe yarıyor bilmiyorum."

 

"Benim nereye gideceğim belli, Öldürücüler."

 

"Hedefiniz belli mi ki?"

 

"Ah, aradığım kişi kim bilmiyorum..."

 

"O zaman İntikamcılar'a gideceksiniz efendim."

Bu eleman neden sürekli farklı konuşuyor ki? Bir efedim diyor, bir sen diyor, bir siz diyor.

 

"Umarım işime yarayacak bir yoldayımdır..."

 

"Merak etmeyin efendim, Yönetici kimseyi geride bırakmaz, herkesi hedefine götürür."

 

"Umarım dediğin kadar vardır..."

 

☽☽☽

 

Yol bitmiş, ortada duran büyük hastaneye girmiştik. Asansörlerin ve ışıkların çalışması, daha doğrusu elektrik, su ve doğalgaz gibi şeylerin hâlâ aktif olarak kullanılması beni şok etti. Dışarıdan hiçbir işi kalmamış bir harabeye benzese de içerisi gerçekten hastaneye benziyordu.

"Bu taraftan efendim." Diyerek beni asansörlere yönlendirdi. Kat 6'ya bastı. Asansör çalıştı ve biz yukarı çıktık. Doktor odalarının, ofis gibi yerlerin ve bazı bekleme odalarının olduğu bir kattı burası. Tüm odaları geçerek 100 numaralı kapıya ulaştık. Bu numaralar tabii ki bu elemamlar tarafından konulmuştu ama neden? Neyi temsil ediyordu bu sayılar?

 

Beren, aman diyim kafanı dağıtma şimdi!

 

"Buyurun efendim, Yönetici içeride sizi bekliyor."

 

"Öyle mi ya? Hiç söylememiştin!" Dedim alay ederek. O ise sadece gözlerini devirdi. Eleman bana kapıyı açarken ben açılan kapının ardındaki odayı inceliyordum.

 

"Hoşgeldin Kanlı Zambak. Seninle sonunda tanışabilmek beni çok mutlu etti." Dedi karşımdaki masada oturan kişi.

Onun yüzü kapalı değildi. Anlaşılan saklanmak ona göre değildi. Yeşil ve çok da iri olmayan gözlere sahip, hafif dolgun kırmızı dudaklı, açık kestane kahvesi renginde saçları olan biriydi bu kişi. Evet kadındı.

Siyah giyinmesi daha mantıklı olacakken kendisi kırmızı giyinmişti. Hemde parlak kırmızı! Gizli bir işin patronusun ve göze batıyorsun, nasıl bir mantık bu? Yok, ben artık mantık filan aramıyacam!

 

"Hoş buldum, siz Kurucu olmalısınız."

 

"Ordan başka kime benziyorum ki?" dedi alaycı bir sesle.

 

"Suikast yöneten birinden çok, gösteriye giden biri gibi görünüyorsunuz."

 

"Ah, suikast bizler için bir şovdur tatlım,"

 

"Benim içinse suikast sadece hedefim için yaptığım bir iştir."

 

"Her neyse, peçeni çıkartsana, neden peçe takıyorsun?"

 

"Gizliliğime önem veririm."

 

"Tatlım, benim amacım kötü değil. Bu odada yaşananlar, konuşulanlar, görünenler sadece bizim aramızda. Sana yemin ederim ki bilgilerin benimle güvende."

 

Derin bir nefes aldım ve peçemi indirdim.

 

"Ah, çok tatlı birine benziyorsun. Masum görünüyorsun. Peki ne yaşadın da bu yola girdin?"

 

"Yaşadıklarım bende kalsın, sadece şunu söyleyebilirim; üç defa yetim bırakıldım ve amacım beni yetim bırakan kişileri bulmak."

 

"Henüz hiç mi bir bilgi bulamadın?"

 

"Ne bir isim, ne bir ipucu. Hiçbir iz bulamadım."

 

"Sende her ne kadar Öldürücüler potansiyeli olsa da hedefin belli olmadığı için seni İntikamcılar'a alıcam tatlım."

 

"Eh, peki adınız nedir?"

 

"Bana adımla sadece baş başayken seslenebilirsin. Adım Melike, peki senin adın nedir tatlım?"

 

Her ne kadar söylemek istemesemde içimden bir ses "Söyle!" Diyordu.

 

"Benim adım Beren, Beren Yıldız.

 

"Melike, Melike An."

 

"Memnun oldum Kurucu." Dedim gülerek.

 

"Bende Kanlı Zambak, şimdi seni ekibine yerleştirelim. Kapıdaki arkadaş seni ekibinin olduğu yere götürecek, istediğin zaman evine gidip gelebilirsin. Ekibin sana her şeyi açıklar. Ara sıra görüşücez merak etme."

 

"Peki, tamam o zaman."

 

"Sonra görüşürüz Berencim."

 

"Görüşürüz Melikecim." Dedim aynı şekilde.

O ise güldü. Kapıdaki eleman ile yine baş başa kaldık. Umarım bu adamdan kurtuluşum vardır. Sol binaya, İntikamcılar'ın binasına girdik. Allah aşkına, hastaneyi nasıl ev gibi kullanabiliyorlar? Yok gerçekten mantık denen şeyi öldürmüş bunlar.

Asansör ile kat 6'ya çıktık. Sağdan 29 numaralı odanın kapısında durduk. Eleman kapıyı çaldı. Bense peçemi çoktan düzeltmiş, elemanın arkadında dikiliyordum. Kapıyı benim yaşlarımda bir erkek açtı. Boş boş benim önümdeki elemana bakıyordu. Evet, artık o kişinin adı bence eleman olmalı.

 

Eleman beni kolumdan tutup çocuğun önüne çekince bir anlık şok yaşadım. İnsan geçmem için yer verir, çekiştirmek ne alaka? Sinirlerime zor hakim oluyordum.

Çocuk beni görünce hiç tepki vermeden geçmem için yer verdi bana.

 

Heh şöyle olacan işte.

 

Kapıdan geçerken ayakkabımı çıkartmayınca kapıdaki çocuk biraz rahatsız oldu. Eh napiyim ben? İçinde bıçak sistemi olan canım ayakkabılarımı dışarıda bırakamam. İçeri girince kapının kenarındaki duvardan destek alarak ayakkabılarımı orada çıkarıp kenara koydum. Kapıdaki çocuk hâlâ eleman ile konuşuyordu.

 

"Hey, salona gel yeni kız!" Dedi bir ses.

 

Salon? Bunlar deli galiba. Hastane odasını üst kattaki oda ile birleştirerek iki katlı bir alan elde etmişler. Sadece buda değil, sağ ve soldaki ilk üç odayı da bu alana eklemişler. Bu sebeple sayı atlaya atlaya ilerliyordu kapılar. İleri koridordaki odalara geçiş vardı, bunlar koridora iç koridor eklemişler! Bir saniye, ne dedim ben? Bende anlamadım ki. Neyse geç buraları Beren, salonu bulman lazım senin. Aniden biri kolumdan tutarak beni çekiştirmeye başladı. Kestane kızılı saçlara sahip bir kız koluma girmiş beni salon dedikleri yere götürüyordu. Salonda başka bir erkek daha vardı.

 

"Kartal, bak bu yeni ekip arkadaşımız!"

 

"Açelya, kızı salda rahatça yerleşsin!" Dedi.

 

Sanırım suikastçı adı Kartal'dı. Ve kolumdaki anormal kızda Açelya. Kartal denilen çocuk sarı saçlı ve yeşil gözlüydü. Ya tanıdığım herkes renkli gözlü olmak zorunda mı? Bu arada kolumdaki kız da mavi gözlü.

Bense koyu kahverengi saçlara, açık kahverengi gözlere sahip normal biriydim.

 

"Açelya, Kanlı Zambak'ı bırakır mısın artık?" Dedi arkadan gelen ses.

Ah bu kapıdaki çocuktu. Kahverengi saçları, parlak kahverengi gözleri vardı.

 

"Ah, yüzünü göstersene!"

 

"Açelya!" Dediler aynı anda.

 

Allah'ım, nerelere düştüm ben?

 

"Alın şu kızı benden! Elimden bir kaza çıkacak şimdi."

 

Arkamızdaki çocuk bir eli ile Açelya'nın kolunu, öteki eli ile de benim kolumu tuttu. Açelya'yı koltuktaki Kartal'ın yanına doğru ittirdi. Açelya biraz döndükten sonra Kartal'ın karşısına oturdu. Tanımadığım çocuk ise benim kolumu bıraktıktan sonra ortadaki tekli koltuğa geçti.

 

"Ben Karga, sende Kanlı Zambak olmalısın. Ekibe hoşgeldin ama bize gerçek adını ve suratını göstermen gerek."

 

"Önce siz başlayın bence."

 

"Kartal suikastçı adım, Onur Usul gerçek adım."

 

"Açelya, Lina Merak da adım!" Dedi heyecanla.

 

"Karga, Karaca Yener."

 

"Kanlı Zambak, Beren Yıldız." Dedim ve peçemi çıkardım.

 

"Oha, çok tatlısın!" Dedi Lina.

 

"Allah bilir neden bu yoldasın. Hiçte şüpheli gözükmezsin ha." Dedi Onur.

 

Karaca'nın gözü ise gözlerime kenetliydi.

 

☽☽☽

 

Biraz sohbet ettikten ve hangi günler buraya geleceğimi konuştuktan sonra Karaca bana odaları gezdirdi. Yatak odaları üst kattaydı. Diğer odalar ise iç koridorlara bağlıydı.

 

"İşte burası senin odan, tam karşındaki oda ise benim, odanın sağında kalan Lina'nın ve onun karşısında benim odamın yanındaki de Onur'un odası."

 

Odamın kapısını açtı ve birlikte içeri girdik. Odam baya güzledi, genişti ve rahat görünüyordu. Hastane yatakları yerine gerçek baza yatak vardı.

 

"Teşekkürler, haftaya geldiğimde bazı eşyalarım ile gelip yerleşirim. Şimdi müsaadenizle gideyim artık."

 

"Haftaya görüşmek dileğiyle Zambak."

 

"Bana kısaca Kanlı de. Zambak deme." Dedim ve diğerleri ile hızla vedalaşıp ezberlediğim yoldan çıktım. Ormanda kaybolmamak imkansızdı ki ben bunu unutmuştum. Ormanda biraz yürüdükten sonra bir ses duydum.

 

"Ee, kim var orada?" Çatırtı sesleri.

 

"Hey, çık ortaya!" Cevap yok.

 

"Belki de hayal görüyorum." Ah keşke hayal olsaydı.

Karşı çalıdaki tanımadığım adamın bana silah tutmasından daha iyi şeyler de vardı değil mi? Hızla elimi arka cebime götürdüm, silahımda mermi olduğundan emin olarak bende adama silah çektim ama arkamda hissettiğim sızı ile şok yaşadım. Sırtım... Sırtım ısınıyordu.

Arkama döndüğümde başka bir adamın elindeki bıçağı ve üzerinde kalan kana baktım, benim kanıma...

Sonra koşma sesleri.

 

"Kanlı!" Bu Lina'nın sesiydi.

 

Bense seslere odaklanmak yerine hançerimi çektim ve beni arkamdan bıçaklayan adamın önce kalbini sonra boğazını kesmek için atakta bulundum.

Adam boştaki elini beni engellemek için kullansa da o kolu da keserek tuttum ve ense kısmına kesik attım. Hemen ardından kalbine sağlam bir yumruk ve adam yerde. Ayağa kalmasını engellemek için ayakkabı bıçaklarımı açtım ve sağ ayağım ile adamın üzerine baskı uyguladım. Sol ayağımı havaya kaldırdığımda tüm ağırlığım sağ ayağım ile adamı eziyordu. Sol ayakkabımda ki bıçağı adamın çenesine dayadım ve sağlam bir tekme atarak bıçağı çenesinden içeri sapladım. Ayağımı çekerken boğazına bir kesik atıp Kalbine baskı yaptım ve ayağa kalkmaya çabalamadan ölsün diye de bacaklarını derince kestim. Ben bunları yaparken Onur ve Karaca silahlı adamı öldürmüş, Açelya ile beni izliyorlardı. Lina benim işim bitince yanıma koştu ama ben ona yaklaşmadan önce ağaçlardan birinin dibinde gördüğüm zambaklardan biraz kopardım ve bir kısmını artık ölmüş olan kendi öldürdüğüm adama ötekini de silahlı adama bıraktım.

 

Zambaklar kana bulanmıştı.

Sonra dudaklarımdan bir söz çıktı ben fark etmeden...

 

"Hayatımda beyaz olan tek şey zambaklar... Onlar kadar beyaz, masum, güzel ve temiz bir hayatım olsaydı keşke ama kanlar sıçramıştı benim zambaklarıma..."

 

Aniden omuzumda bir el hissettim. Karaca'ydı bu.

 

"Sırtındaki kesik çok büyük. Bizimle gelmek zorundasın..."

 

Sessizce başımı salladım. Lina sırtımdaki pelerini çıkardı ve tişörtümün yırtıldığı kanama bölgesine pelerinimi bastırarak kanamayı durdurmaya çalışıyordu. Omuzumu tutan Karaca pelerinimi Lina'dan aldı ve sırtıma bastırmaya başladı.

 

☽☽☽

 

Tekrar 29 numaralı "daire"den içeri girdik.

 

"Ben sana temiz kıyafetler getireyim, Karaca'da sırtını diksin, sonra duş almana yardım ederim!" Dedi ve odalardan odalara koşmaya başladı.

 

"Ben ilk yardım çantasını getiririm abi, siz Beren'in odasına çıkın." Dedi Onur.

Karaca başını salladı ve benim merdivenleri çıkmama yardım etti.

 

Odama vardığımızda beni yatağa oturttu.

 

"Sırtını aç,"

 

"Açamam."

 

"Aç."

 

"Açamam."

 

"Dalga mı geçiyorsun?"

 

"Yoo,"

 

"O zaman açsana sırtını!"

 

"Açmam!"

 

"Neden?"

 

"Canım istemiyor."

 

"Mal filan mısın?"

 

"Sensin mal, zorla sırtımı açmam için ısrar ediyorsun!"

 

"Sırtında yara olduğu için olabilir mi?"

 

"Sana ne benim yaramdan?"

 

"Ya sabır, aç şu sırtını."

 

"Offf off."

 

Söylene söylene üzerimdeki tişörtü çıkarttım ve atletimi yukarı doğru sıyırarak yarayı, daha doğrusu yaralarımı görünür hale getirdim. Omuzlarımda son bulan fakat kolumda da biraz olan yara izlerini gören Karaca şok olmuş gibiydi. Onur kapıyı tıklatıp içeri girdiğinde, sırtım onu da şok etmişti.

 

"Hadi, ne duruyorsunuz?" Dedim hüzünlü bir gülümseme ile. Nedense gözlerim dolmuştu. Kafamı arkama çevirdiğimde Onur ilk yardım çantasını Karaca'ya verip çıkıyordu. Onur çıktığında Karaca yanıma yaklaştı. Yatağa çıkarak sırtını yatak başlığına verdi. Bense önüne geçerek sırtımı ona çevirdim ve esas yarayı iyice ortaya çıkardım. Karaca önce elini yavaşça yarada gezdirdi. Eli tenimi okşuyordu. Sonra nedensizce derin bir iç çekti. İlk yardım çantasından biraz pamuk aldı ve yatağın yanındaki komodinden su alarak pamuğu ıslattı. Pamuğu tenimde hissettiğimde suyun soğukluğu ile irkilmiştim.

 

"Canın yanarsa özür dilerim..."

 

"Alışkınım."

 

"Neye?"

 

"Canımın yanmasına,"

 

"Kimse acıya alışamaz."

 

"Acıya alıştım demedim, kast ettiğim şey bu değildi."

 

"Neyi kast ettin?"

 

"Canımın sürekli yanmasına, yani sürekli acı çekmeye."

 

Uzun süre konuşmadı, bende konuşmadım.

Uzun sessizliğin ardından konuşan o oldu.

 

"Hazır olduğunda söyle," sadece kafamı salladım ve ekledim.

 

"Hazırım..."

 

Karaca derin bir nefes aldı ve sırtımdaki yarayı en rahat dikebileceği şekile getirdi beni. Sonra dikmeye başladı yavaşça.

 

Evet canım yanıyordu ama en çok acıtan yaradır, yarayı almaktır. Tedavisi yaradan daha az acıtır.

Bunu biliyordum ve bu yüzden dişimi sıkacaktım. Hem ayrıca bu daha hiç, art arda aynı yere aldığım yaralara ne demeli? Dediğim gibi, bu daha hiç.

Dikme işi bittiğinde Karaca hızla dağılan eşyaları toparlayıp bana döndü.

 

"Lina'yı çağırıyorum, duş almana yardımcı olur..."

"Peki." Dedim ve omuz silktim.

 

Aniden Karaca üzerime doğru eğildi. Ben yataktan inmek için yatağın kenarına gelmiştim ama o bunu engelliyordu! Bu çocuk deli mi? Ellerini sağıma ve soluma koyarak kalkmamı engelliyordu manyak!

 

Gözleri ise gözlerimin derinlerindeydi sanki...

Kendine gelmiş gibi aniden doğruldu ve yaptığına inanamıyormuş gibi bir ifade ile "Özür dilerim... Ne oldu, neden yaptım anlamadım..." Dedi.

 

Beren, hadi kızım zamanı geldi. Daha fazla sinirini tutma.

 

Kaşlarım sinirle çatıldı ve tüm gücümle ayağa kalktığım an çenesine sağlam bir yumruk indirdim. Neye uğradığını şaşırmış bir şekilde bana döndü. Şok olmuştu.

 

"Salak, mal, beyinsiz!" Diye sıralamaya başladım. Oysa boş boş ve... Etkilenmiş bir şekilde bana bakıyordu. Yok bu çocuk harbi mal. Allah aşkına hangi yarım akıllı çenesine yumruk geçiren bir kıza etkilenmiş gibi bakar? Yüzünde tuhaf bir sırıtış ile hiçbir şey demeden gitti. Birkaç dakika sonra Lina daldı odaya.

 

"Hadi hazırlan, güzel bir duş zamanı!"

 

"Bende ne zaman geleceksin diyordum."

 

"Ah hadi!" Dedi ve üstümü çıkarmamı beklemeye başladı. Hazır olduğumda her odada olan banyo kısmına geçtik.

 

Size odaları şöyle açıklıyayım; Bir hastane odası düşünün, kapıdan içeri giriyorsunuz ve sizi kapının kenarında bir lavabo karşılıyor. Odanın içinde iki yatak, komple cam olan ayrı bir duvar ve küçük bir buzdolabı ile giysi dolabı. İşte o alanda sadece iki kişilik bir yatak, çalışma masası, büyük ve aynalı bir dolap, camları kapatmak için kocaman bir siyah perde vardı. Kenarda küçük bir buzdolabı ve yanında bir sehpa. Yatağın yanında bir komodin, odanın cam tarafına doğru ise bir yemek masası. Dolap yatağın karşısında ve yanında bir boy ayna, boy aynanın yanında ise kirli sepeti. Banyo ise aynı hastane banyosu, duş kısmında herhangi bir cam kapı yok. Klozet ile duş kısmını duvarın kolonu ayırıyor. Klozetin az önünde kapıya yakın bir şekilde el yıkama kısmı vardı. Aynalı, raflı ve dolaplıydı. Bizim banyoda bir adet kapalı dolap vardı. İçi bornoz, havlu, peçete, diş fırçası, diş macunu, saç kurutma makinesi gibi şeyler ile doluydu. Dolabın üstünde ise ilaçlar, kremler ve sargı bezleri vardı...

 

Loading...
0%