Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. Bölüm: Mezarlık Anısı

@aley1alos1

İşte yıllar sonra yine buradayım... Sanırım buradan kaçışım yoktu.

 

Mezarına bakacağımız kişi ise Çağalar ailesinden olmalıydı.

İpucunu doğru anladıysam aradığımız kişi iyi ruhlu biri olmalıydı.

Bunu nasıl anlayacağımızı sorarsanız, bilmiyorum... Ailemi bile tanımıyorum ben!

İyi ruhlu kim nereden bilebilirim?

 

"Ah bir de görsem isimleri!" Diye sitem ettim.

 

"Hayır hangi akla hizmet gecenin yarısı çıkmak için inat ettin ki?"

 

"Ha sabah çıkıp mezarı parçalardık, çok zekice!"

 

Belki mezarı kırmamız gerekebilir değil mi?

 

Gecenin en kör saatinde mezarlıkta Çağalar yazan mezar taşı arıyorduk.

 

Defter ise sırtımdaki çantamda.

 

Bilerek tam takım giyinmiştik çünkü bu saatlerde mezarlıkta olmak dikkat çeker, birileri illa peşimize düşerdi.

 

Aniden bişi fark ettim.

 

Karaca'nın peçesinde ve kapüşonunda bir karga sembolü vardı.

Bu sembol fazla dikkat çekmeyecek bir gri tonundaydı.

 

Benim peçem ve kapüşonum ise dümdüz siyahtı...

 

El fenerini önümüzdeki yola tuttuğum sırada bir parıltı gözüme çarptı.

Bu saatte, bu karanlıkta nasıl bir parıltı olabilir derken başımı o tarafa çevirdim.

Mezar taşlarının birinde, bir kolye asılıydı. Nereden yansıdığını anlamadığım bir ışık kolyeye vuruyor ve bizim yolumuza düşüyor, daha doğrusu benim gözüme geliyordu!

 

"Kara... Karga, şurada bir şey var..."

Neredeyse adını söylüyordum.

 

"Ne var?"

 

"Bir kolye..."

Kolye beni kendine çekiyordu...

 

"Zambak dur, o tarafa gitme bir bekle!"

Oysa ben çoktan o mezar taşına doğru yürümeye başlamıştım.

 

Feneri taşa tuttuğumda "Betül Çağalar" ismini görmeyi beklemiyordum.

 

Kimdi bu Betül?

 

Karaca çoktan yanımda bitmiş ve hatta mezarı incelemeye başlamıştı.

Bense kolyeyi elime aldım.

 

Ne tuhaftır ki kolye zambak şeklindeydi... Zambağın sap kısmı bir iğne kadar sivriydi.

 

Ucuna bir kağıt takılmıştı.

Bu şey, bugün buraya gelmiş olamaz değil mi?

Bu korkutmaya başladı.

 

Notu alıp sesli bir şekilde okumaya başladım.

 

"Tebrikler Beren, ilk ipucunu çözerek kolyeye ulaştın.

 

Betül Çağalar yani annen, bu ailenin en masumu ve en iyi ruhlusuydu. Sadece bir yalanı onun hayatına mâl oldu. Bu yalan ise Satır ailesi ile yaptığı anlaşma ile ilgiliydi.

 

Beren, bunlar kafanı karıştırabilir.

 

Benim kim olduğumu henüz bilemezsin ama söz yakında öğreneceksin.

 

Seni bulduğumdan beri hep yakından takip ettim ki hâlâ ediyorum.

Girdiğin bu Kanlı Zambak yolu çok tehlikeli, ama bu sana güvenmediğim anlamına gelmez.

 

Sana güveniyorum ve inanıyorum.

Sen bu iki aile için bir savaş sebebisin adeta.

 

Sadece sen değil, ben ve ablam da aynı tehlike içerisinde ama bizim senin gibi olduğumuzu bilmiyorlar.

 

Sana gerçekleri direk söylemek istemiyorum, bu sebeple ipuçlarını çözmen gerek...

 

Babanın mezarı burada değil ki baban ile bir işin olmayacak. O kısımları ben hallettim.

 

Senin kısmın annen ile ilgili.

 

Beren, senin gözlerin ne renk? Gerçek adın gözlerinden geliyor sanma lütfen... Senin gözlerin açık kahverengi, sadece güneşte tam ela oluyor. Bu durumda gerçek adının Ela olması tuhaf değil mi? Dikkatli ol...

Biri işte."

 

Bu da neydi?

Kimdi bu?

Neyden bahsediyordu?

Beni nasıl bu kadar iyi tanıyordu?

Adım neden onu bu kadar ilgilendiriyordu?

 

Kafam allak bullak olmuştu...

 

Biri işte yazan yerin altında bir anahtar vardı.

Bu defterin anahtarı olmalıydı!

 

Hızla defteri çantadan çıkarttım ve anahtarın üzerindeki bantı söküp aldım.

Defterin kilidini bulup anahtarı soktum. Tam uymuştu!

 

Çevirdim ve... Açıldı! Açılmıştı!

 

"Oldu!" Dedim heyecanla Karaca'ya dönerek. Karaca rahat bir nefes alarak yanıma geldi.

 

Defterin içini inceleme işini sona bırakarak evimin yolunu tuttuk.

 

Sabah öğlen saatlerine doğru hastaneye gideceğimiz için Karaca bana oradan kaçmak benzeri bir eylemde bulunduğum zaman beni yaralayan kişileri anlatıyordu.

 

Ah onları unutmuştum!

 

O hastane suikastçı eğitim yeri tarzı bir alana dönüştüğünü ve bu kişilerin de mantıken düşman edindiğini ele alırsak, o kişiler hastanedeki suikastçıların düşmanları oluyordu.

 

Bu beni geriyordu açıkçası.

Çünkü bunun anlamı o ormanın her yerinde düşman olduğuydu.

 

Mezarlığın çıkışına az yolumuz kalmıştı ki el fenerimin ışığının yansıdığı bir mezar taşı gözüme çarptı.

 

Bu onun, beni ilk evlat edinen kişinin mezarıydı. "Mehmet Akar" yazan mezara doğru gittiğim sırada Karaca benim bu ani yol değişimim karşısında bir müddet dursa da sonra peşimden geldi.

Bu mezarın etrafı diğerlerinden daha genişti.

 

Ama o gün benim için yeteri kadar geniş değildi işte...

 

Yere, tam mezarın karşısına oturdum. Karaca da yanımdaki yerini alarak baktığım yere bakmaya başladı. Sonra bana döndü.

 

"Bir sorun mu var?" Dedi.

 

Bense göz yaşlarımı daha fazla tutamadım... Ağlarken bir yandan kendimi zorlayarak anlatmaya başladım...

 

"O gün doğum günümdü... 9 yaşıma girmiştim o gün... Onu bekliyordum. Evde tektim. Beni hep tek bırakırdı, sonuçta tüm gün uyuyordum. O gün gelmesi gereken saatte gelmemişti. Geç gelir sandım, beklemeye devam ettim. Gelmedi... Saat ilerledikçe endişem artıyordu. En sonunda kapı çaldı."

 

Durdum, hıçkırdım ve nefes alıp devam ettim.

 

"O geldi sandım, kapıyı açtım ama gelen o değildi. Onunla aynı üniformaya sahip iki polis kapıdaydı... Bir şey demeden beni kolumdan tutarak bir yere götürdüler.

Konuşmadılar hiç...

Yetimhaneye götürdüler beni.

Bir gece orada kaldım.

Evvelki gün uyandığımda beni çağırıyorlardı. Sayar ailesi beni evlat almak istemiş...

Onay belgesini imzalayarak beni aldılar, evlerine gittik. Beni simsiyah giydirdi Sıla Sayar.

Sonra birlikte mezarlığa, buraya geldik.

Mehmet Akar'ın mezarının önü çok kalabalıktı o gün.

O gün anladım ne olduğunu.

Ölmüştü, bana aile olan ilk kişi ölmüştü...

Saatler geçti, herkes gitti.

Serkan Sayar gitmişti ama eşi Sıla Sayar hâlâ benimleydi.

Serkan Sayar'ın işi çıkmıştı.

Bense Sıla Sayar'a bir müddet yalnız kalmak istediğimi söylemiştim.

Beni anlayışla karşıladı ve mezarlığın çıkışındaki güvenlik kulübesinin orada olacağını söyleyerek gitti.

Bu mezarın karşısında dizlerimin üzerine çöktüm ve şiddetle ağlamaya başladım o gün.

Sadece birkaç dakika sonra bir hışırtı, adım sesi duydum.

Sıla Sayar sandım ama değildi...

Arkamı döndüğümde bir adam bana geliyordu. Kalkıp kaçacaktım ki adam kolu..."

 

Demiştim ki Karaca sözümü keserek devam etti...

 

"Kolunu tuttu önündeki küçük, zayıf kızın.

Kız kendini adamın ellerinden kurtarmak için debeleniyordu ama bu bir işe yaramıyordu... Adamın arka cebinde bir silah vardı ama o bıçak kullanmayı tercih etmişti.

Kızın vücuduna bakınca bile narin olduğu anlaşılıyordu, nasıl bir güç uygulayabilirdi ki kendini kurtarsın?

O an bir cesaret ile adam kızla uğraşırken sessiz ama hızlı adımlar ile adamın arka cebindeki silahı kaptım ve saklandığım ağacın arkasına geri döndüm.

Daha 11 yaşımdaydım ama silah nasıl kullanılır az çok biliyordum.

Silah, küçük bir tabancaydı. Tabancayı yukarı tuttum ve tetiğe bastım.

Adam şaşkınlıkla arkasına baktığında küçük kız kolunu kurtardı ama adam ayık biri olacak ki hızla kızı yakalamak için atıldı.

Kız ise sağa, benim bulunduğum ağaca doğru manevra yapınca adam afalladı.

Elimdeki tabancayı kızın önüne atarken bir yandan da kullanabilmesi için dualar ediyordum. Kız tabancayı görür görmez kaptı ve adamdan biraz uzaklaşarak silahı adama doğrulttu.

Adam kıza bir şeyler söyledi ama duyamadım. Küfür eder gibi sayıyordu laflarını küçük kıza.

Kız, adamın sözleri bitince bir müddet donakaldı. Gözleri doldu ve tetiğe bastı.

Art arda üç el sıktı ve adam yere yığıldı...

Kız ise arkasına bakmadan kaçtı..."

 

Loading...
0%