Yeni Üyelik
14.
Bölüm

🌸12.Bölüm🌸

@alfaedam

 

🌸

Bir haftanın sonunda yepyeni bir hayatım, yeni ailem, yeni okulum ve yeni bir evim olmuştu. Hatta silahlı bir adam yakalamış, yakışıklı erkekleri etrafımda toplamış, bana zorbalık yapan kızlara hakkettikleri gibi davranmaya başlamıştım.

Evet, yakışıklı erkek demek onlar için biraz övgü gibi durdu ama uzaktan bakılınca gerçekten yakışıklılardı ve sanıldıkları kadar da havalı değillerdi. Sıradan klasik insanlar.

Donghyun hariç...

O katıksız gıcık ve huysuz, hatta serseri... Daha birçok şey derdim ama, neyse. Şimdi aklımda başka şeyler var.

Keşke diyordum bazen...

Keşke bana işkence eden o adamın karşısında da silahlı adamın karşısında durduğum gibi durabilseydim.

"Bir baba nasıl olmalı?" diye sormuştum Minji'nin babasına. O da düşünmüş, düşünmüş bir şey bulamamıştı. Sanki o da kızının kalp rahatsızlığından sonra öğrenmeyi bırakmış, sadece kızının yaşaması için çırpınmaya başlamış ve ondan sonra da nasıl bir baba olacağını unutmuş gibiydi.

Ama dediklerini hatırlayınca aslında doğru bir baba onun gibi olmalıydı. Ailesi için endişelenmeli, onları sevmeli ve el üstünde tutmalıydı. Evet, şöyle bir düşününce aslında o iyi bir babaydı.

Marketten istediklerimi aldıktan sonra kasada ödeme yapmaya durmuştum ki daha önce hiç böyle alışveriş yaptığımı hatırlamadığımı fark ettim. İlk defa tam olarak bir marketten alışveriş yapıyordum ve inanın bu işten bir şey anlamıyordum.

Kasiyer şapkasının altından beri bakarak, parayı istediğini gördüğümde ise paranın hangi cebimde olduğunu dahi unutabilmiştim. Yani o kadar parayla alakam yok...

Hemen ceplerimi karıştırarak bir miktar para çıkartıp kasiyere uzattım. O da aldıklarımı kasadan geçirip paranın üstünü verdi. Bozuklukları bana uzatırken suratıma bakıyordu, bende aptal aptal ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. En sonunda, "Hanımefendi paranızın üstü!" diye avcuma sertçe bırakınca ne demek istediğini anlamıştım.

Başımı sallayıp avcumdaki paraya boş boş bakmaya devam ettim. Alışveriş yapmak, demek böyle oluyormuş. Zengin olunca genelde herkesin kartla bir şeyler aldığını düşünürdüm, demek ki öyle değilmiş.

Başım buzdolaplarının olduğu yere döndü istemsizce. Sonra teneke kutunun içinde sıra sıra dizilmiş içkilerin olduğunu fark ettim. Kasiyere dönerken, "Şunlardan alabiliyor muyuz?" diye sordum. Kasiyerde gösterdiğim tarafa doğru baktı. Bana tekrardan dönerken baştan aşağıya her yerimi süzdü.

"Kaç yaşındasın sen?" Az önceki resmiyet nereye kayboldu?

"On sek..." diyecektim ki bir anda Ayça olmadığımı hatırlayarak kendime geldim. Ben Minji'ydim ve on altı yaşındaydım. Bunu nasıl unutabilirim ki?

"Kimliğini göster!" dedi sanki diyeceğim sayıyı anlamış gibi. Bunu görünce oflayarak eşyaları aldım.

"On altı yaşındayım, oldu mu? Lise öğrencisiyim daha!" dedim ve kapıya doğru döndüm.

Evet, ara sıra böyle garip şeyleri unutup hatırlayacaktım ama böyle böyle alışacaktım, değil mi? Sonuçta bu benim yeni hayatımdı.

Marketten çıktıktan sonra aldığım tatlı ekmeklerden birini çıkartıp yemeğe başladım. Tadı ekmek gibi olsa da tatlı ve güzeldi. Sanki kek gibi. Harika...

Ekmeği kemire kemire yerken etrafa baktım. Buradan çok araba geçmiyordu. Güzel, en azından fazla gürültü yoktu. Uzakta gözüken gökdelenlere baktım.

Herkes ne kadar işine aşkla sarılmıştı böyle. Şu şirketlerin, gökdelenlerin büyüklüğüne bak. Ah, bir zamanlar benim de büyük bir şirketim vardı ama mutsuzdum. Şimdi küçük bir evim var ve mutluyum. Demek ki çok para huzur sağlamıyordu.

Omzumu silkip yoluma devam ederken elleri dolu yaşlı bir teyzenin önümden geçtiğini gördüm. Tatlı kadın zorlukla yürümeye çalışıyordu. Elindeki poşetler ağırdı, belli ki tekti ve kimse ona yardım etmiyordu. Kimse etmiyorsa, neden ben etmeyeyim?

"Durun, ben size yardım edeyim." dedim yanına koşarken. Uzun saçlarım uçuşuyordu. Bu hoşuma gitmişti. Dur bir saniye, hoşuma giden saçlarım mı yoksa bir kadına yardım edecek olmam mı?

Bilmiyorum, ama iyi hissediyorum.

Poşetleri elinden aldığım gibi yürümeye başladım. Yarım kalan ekmeğimi de poşetime geri koydum. Kadın ilk bir dondu, sonra gülümseyerek yardım etmeme izin verdi.

"Teşekkür ederim kızım." Tüm dişlerimi göstererek gülümsedim.

"Rica ederim, size yardım etmezsem bu benim ayıbım olurdu."

"Ay ay," dedi tatlı yanakları kızarırken. "Ne kadar da iyi bir kızsın sen." Bu sefer ben kızardım.

"Teşekkür ederim, efendim." dedim büzüşürken. Ardından da kendime gelerek, "Nereye gidiyorsunuz?" diye sordum. Elini kaldırıp az ilerideki dükkânı gösterdi.

"Oraya yavrum."

Orası küçük tatlı bir dükkandı. Adı da 'Büyükannenin Pirinç keki' idi. Pirinç keki mi? Daha önce hiç tatmamıştım, lezzetli gibi duruyor.

"Çok güzel bir dükkanınız var, efendim."

"Lütfen," dedi yanımda yürürken. "Bana büyükanne diyebilirsin." Başımı salladım ve mahcup bir çocuk gibi boynumu büktüm.

"Tamam, Büyükanne."

Ne kadar ilginçti, değil mi? Ne benim hayatımda ne de Minji'nin hayatında büyükannemizin olduğunu hatırlamıyordum. Acaba iki hayatta da onlarla karşılaşmadık mı?

Ayça'nın hayatında görmedim, Minji'nin hayatında da olduğunu sanmıyorum. Of, insanın iki hayatı olunca düşünecek çok şeyi oluyordu. Bunu da düzgün bir zamanda anneme sormalıyım.

Dükkâna doğru ilerlerken Büyükanne bana hayat hikayesini anlatmaya başladı. Kocasını, oğlunu ve gelinini bir trafik kazasında kaybetmiş geriye sadece kendi ve torunu kalmıştı. O da kocasından yadigâr kalan bu pirinç dükkanıyla torununu büyütmüştü.

Torunu da kendi hayallerinin peşinden gidince yaşlı kadın burada tek başına kalmıştı. Onun bu haline üzülmeden edemedim. Yalnızlık kötü bir şeydi. Bunu ben de tatmıştım, bu yüzden bu yaşlı kadını anlayabiliyordum.

"Peki torununuz şimdi nerede?"

Büyükanne dükkânı açarken bana doğru tatlı bir gülümseme bahşetti.

"Bunu söylememem gerek ama sen iyi bir kızsın..."

İsmimi söylemesi gereken yerde susunca bu sefer ben devam ettim.

"Minji. Benim adım Kim Minji büyükanne."

"Kim Minji. Ne güzel isim. Evet Minji. Torunum kimseye söyleme dedi ama o bir yıldız olmak istiyor."

"Yıldız?" dedim şaşkınlıkla. Dükkândan içeriye girerken devam etti.

"Evet, o dans ediyor ve çok güzel bir sesi var. Aynı dedesi gibi. Ama bizim zamanımızda dans edilmezdi. Şimdiki nesil nasıl eğleneceğini biliyor."

Işıkları yakarken dediklerini düşündüm. Doğruydu, gerçekten de eğlenceli şeyler yapıyoruz.

"O şimdi bir şirketin altında stajyer. Yakında ünlü olacak." dedi kendi kendine kıkırdarken. Torunuyla gurur duyuyor olmalıydı.

"Ara sıra yardıma geliyor ama ben ona izin vermiyorum. Burayı yıllarca tek başıma idare ettim, bundan sonra da ederim. Ah, yavrum! Poşetleri şu köşeye koy."

Büyükanneyi dinlerken ne ara daldığımı bilmiyordum, o uyarınca hemen kendime geldim. Poşetleri dediği yere koyduktan sonra yavaşça eğildim.

"Başka bir şey ister misin büyükanne?"

"Yok evladım." Tekrar doğrulup büyükannenin yüzüne bakarken ondaki o huzur dolu yüzü görmeyi hiç beklemiyordum. Aslında hayata ne kadar da umut dolu bakıyordu böyle. Bir gün acaba bende onun gibi olabilecek miydim?

"Sen iyi bir kızsın Minji, torunuma çok yakışırsın." Bunu hiç beklemiyordum. Utanarak başımı eğdim.

"Aman büyükanne, daha kendime bir hedef bile bulamamışken..."

"Hedef? Hayat her zaman sonuna varacağın bir nokta değildir sevgili kızım. Hayat hep devam eder, sadece ilerlemeyi bildiğin sürece. Gideceğin yolu bulmadan önce hayal etmeyi öğrenmelisin. Al," dedi bir kap uzatarak. "İçine azıcık pirinç keki koydum. Ailenle birlikte yersin."

"Ama yanımda yeterli param yok!"

"Bu benim ikramım. Al evladım." Gülümseyerek nazik teklifini kabul ettim. Biraz daha sohbet ettikten sonra da oradan ayrıldım.

Eve doğru yürürken büyükannenin dedikleri aklımdan bir türlü çıkmıyordu.

Gideceğin yolu bulmadan önce hayal etmeyi öğrenmelisin...

Hayal etmeyi nasıl öğrenecektim ki ben? Bunca zaman hep hayatın gerçeklerini görerek büyüdüm, bundan sonra nasıl hayal edeceğim?

Belki bir gün bunun cevabını öğrenecektim ve ona göre yaşayacaktım. Bilmiyordum, belki de büyükanne gibi hayata umut dolu bakmalıydım artık. Sonuçta iyi bir ailem vardı ve artık acılı günlerim geride kalmıştı. Hem bu ikinci şansı en iyi şekilde değerlendirmeliyim, değil mi?

Evin kapısına doğru baktım ve annemi düşündüm. Ama sonra düşünmeme bile fırsat vermeyecek bir şey oldu. Evet, umut dolu bakmam gerekirdi hayata ama, şu an hiç umutlu değildim. Hatta şu an öfke tüm bedenime yayılıyordu.

Bu nasıl olur ya?

Yine mi?

Bu dört aptalın benim evimin önünde ne işi var?!

🌸

Bir bölümün daha sonuna geldik. Umarım beğenmişsinizdir.

Yeni bölümle görüşmek üzere...

Loading...
0%