@alfaedam
|
🌸 İnsan, bazı kişileri karşısına çıkıncaya kadar görmüyordu. Hatta onun varlığına bile inanmıyordu. Beni seven insanların sadece çıkarı için sevdiğini öğrendiğimde daha on sekiz yaşında genç bir kızdım. Yaşamayı sevip, hayatı normal yaşamak yerine benim hayatımı mahvetmelerine izin verdiğim birçok insanla karşılaştım. Hatta bazıları beni intihara kadar sürükledi. Ama anlamadığım bir şey vardı. Benim hayatım bu kadar kötüyken Minji'nin hayatı neden bu kadar iyiydi? Şu yaşadığım kısacık bir haftada birçok insanla karşılaştım. Tamam, birkaç kötü kişiyle karşılaşmıştım ama kötülerden daha fazla iyi insanlarla da karşılaşmıştım ben. Peki neden? Kim bilebilir ki? Kimse... Kollarımı bağlayıp dörtlüye doğru ilerlediğimde dördü de dikenlerin ve yaprakların arasından evimin içini gözetlemeye çalışıyordu. Hatta kendi aralarında tartışıyorlardı. Derin bir nefes vererek kapıya kadar ilerledim, anca o zaman ne konuştuklarını anlayabildim. "Burası olduğuna emin misin? Ben kimseyi göremiyorum." dedi Soo-oh. Shin-joo onu onayladı. "Evet, komşuları öyle söyledi." Ah, şu komşu. Annemi falcıya ikna ettiren de oydu. "Belki de komşu bir halt bilmiyordur." diye atıldı Donghyun. Derin bir nefes aldım. "Belki de gitmeliyiz ya da ziline basmalıyız." Soo-oh böyle söyleyince Jae-seon karşı çıktı. "Olmaz! Ailesi bilmemeli. Burada beklemeliyiz, yakında çıkacaktır." "Belki de polisi aramalıyım." dedim ellerimi ceplerime koyup derin bir nefes verirken. Soo-oh, "Polis mi? Ne alaka?" deyince ilk başta Donghyun bana doğru döndü. Sonra Jae-seon döndü. Beni görünce ikisinin de gözleri büyüdü. Sonra Donghyun elini alnına getirerek başını sallarken Soo-oh'un ve Shin-joo'nun hiçbir şeyden haberi yoktu. "Ben de anlamadım, polisi arayıp zorla mı kızı çıkartacağız ki?" deyince Shin-joo, gözlerimi kocaman açarak kaşlarımı kaldırdım. Ah, ben bunlardan ne zaman kurtulacaktım? Neden peşimi bırakmıyorlardı ki? Jae-seon ve Donghyun o ikisinin yakasından tutup bana çevirdiğinde ikisi de ilk önce arkadaşlarına homurdandılar, sonra da beni görünce suspus olup bana bakmaya başladılar. Derin nefeslerim artık ciğerlerimi patlatacaktı ama yine ve yine derin nefesler aldım. Öfkem ancak böyle dizginleniyordu çünkü. "Siz benim evimin önünde, evime bakarak ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" "Ben demiştim onun evi diye..." Shin-joo böyle söyleyince Jae-seon onu susturdu. "Biz... Şey..." "Şey, siz, ne? Birinin evini özel mülkiyetini gözetlemek suç haberiniz yok mu? En iyisi polisi arayayım, ona söylersiniz derdinizi." dedim eve doğru dönerken. "O zaman biz de polise başka şeylerde anlatırız." Donghyun, tehditkar bir şekilde beni durdurunca öfkeyle ona döndüm. Şuna bak! Hem evimi gözetliyorlardı hem de beni tehdit ediyorlardı. Ne güzel hayat ya! "Sen beni tehdit mi ediyorsun?" "Hayır," diye öne atıldı Jae-seon. "Biz sadece sana bir şey vermek istedik." Elinde bulunan ve daha önce fark etmediğim zarfı görünce kaşlarımı çattım. Bana ne vermek istiyorlardı ki? Hem de bir zarfın içinde. Ne kadar da şüpheli duruyor... "Bu ne ki?" "Bu bize yaptıkların için." Ne yapmıştım ki? Sadece bir haraççıdan onları kurtarmıştım. Aslında böyle söyleyince gerçekten de büyük bir şey yapmıştım. Elime zarfı aldığımda ne verdiler diye merakla içine bakarken hiç de bunu beklemiyordum. Ben konser bileti ya da sinema bileti verirler diye düşünüyordum. Elli milyon won mu? Öfkeyle kaşlarımı çatarak dörtlüye baktım, tamam çok zengin değildik ama biz de nasıl yaşayacağımızı çok iyi biliyorduk. Onların verdiği bu paraya ihtiyacımız bile yoktu. Beni bu kadar düşük gördüklerine inanamıyorum. Para vermek mi? Bunlar beni ne sanıyordu? Paragözlü mü? Bunu Donghyun'un düşündüğünü söyleyebilirim ama kanıtlayamam. Çünkü beni paragöz görecek tek kişi o? "Şaka mısınız siz? Bu da ne? Bana sadaka mı veriyorsunuz?" Öfkeyle zarfı Jae-seon'a uzattım. Donghyun hariç hepsi şaşırdı. "Neden kızdın ki? Bize yaptığın yardım için küçük bir hediye..." dedi Jae-seon. "Yoksa miktar mı az geldi? Daha çok arttırabiliriz." Ah, şimdi daha çok sinirlendim işte. "Ne diyorsun be! Senden para isteyen kim? Hem beni çok mu fakir görüyorsunuz da sizi para için kurtaracağımı düşündünüz? Benim paraya falan ihtiyacım yok! Eğer çok para dağıtmak istiyorsanız bir yerlere bağışlayın, biraz iyilik yapmış olursunuz!" dedim öfkeyle. Diğerleri şaşkınlıkla birbirlerine bakarken Kang Donghyun hiç beklemediğim bir şey yaptı. Bir anda kahkaha attı. "Ben demiştim sizi aptallar! Boş yere buraya geldik, gidelim." dedi. Dur bir saniye! Kang Donghyun onları geri mi döndürmeye çalışmış? Tuhaf! "Ya, biliyorsun madem niye geldin?" dedim tekrar kollarımı bağlarken. Omzunu silkti. "Bilmem, senin gerçek yüzünü görmek istedim." Rahat bir şekilde elleri ceplerinde beni izlerken ona doğru birkaç adım attım. Bu çocuğun bu halleri nedense hiç hoşuma gitmiyordu. Hatta boğazından tutup gırtlaklayasım geliyordu. Sonra da defalarca vurmak... "Peki ne gördün?" dedim meydan okurcasına. O da bana doğru yaklaştı. Ama benim sorumu cevaplamak yerine başka bir soru sordu. "Neden bu kadar korkusuz davranıyorsun Kim Minji?" Daha da yaklaşıp tam önümde durdu. "Benden korkmuyor musun?" Alaycı bir gülüş attım yüzüne doğru. Böyle dibime yaklaşınca ne kadar da uzun duruyordu. Boy olarak uzun olabilirdi ama aklı kısaydı. "Neden korkayım? Öcü müsün? Geceleri çocuk mu yersin?" Diğerlerinin kıkırdadığını duydum. "Bilmem, belki..." Bana doğru eğilince yüzü yüzüme yaklaştı. Nedense bir an nefesimi tuttum. "Ama bu korkusuz hallerin hiç hoşuma gitmiyor bunu bilesin." dedi nefesi yüzüme değince yüzüme kan akış etti. Neden bu kadar yakınlaştı? Neden hava bu kadar sıcak? "O zaman görmeye devam edeceksin." diye yüzüne söyleyip sertçe omzundan ittirdim. Geriye doğru sendelerken bana baktı. Bunu beklemiyordu. "Eğer burnuna kafa atmıyorsam bu şu an evin önünde olduğumdandır. Yoksa burnunu kırarım..." dedim sertçe. O da kaşlarını çatıp öfkeyle "Sihhss"lerken umursamadım. Tam bana doğru gelecekken babamın sesi mahallede yankılanınca geriye doğru gitmek zorunda kaldı. O zaman ne kadar keyiflendim anlatamam. "Minji!" Arkamı döndüğümde babam giydiği takım elbiselerle birlikte elinde birkaç çantayla bize doğru geliyordu. İşten geldiğini biliyordum, hem de tam bu saatte. Bu salaklar anca böyle giderlerdi çünkü. Babam yanımıza kadar gelip elini omzuma koyduğunda gözlerini onlardan ayırmıyordu. Sanki her an avına saldıracak bir kaplan gibi Donghyun ve arkadaşlarına bakıyordu. Ama en çok Donghyun'a baktığına yemin edebilirdim. "Minji," dedi sakinlikle. "Bunlarda kim?" Babama dönüp gülümsedim. "Bilmem, sapıklar herhalde." Hepsi kocaman gözlerle bana baktı. "Ne yapmamı istersin? Onları döveyim mi?" Gülümsedim. Bir insanın babası arkasında olunca ne güzel oluyordu. Kendimi güvende hissediyordum ister istemez... "Minji aman, biz sadece..." diye Soo-oh kendini açıklamaya çalışınca daha çok güldüm. "Şaka şaka," dedim gülerken. "Baba bunlar benim arkadaşlarım." "Arkadaşların mı? Hiç görmedim." Hâlâ dikkatle onları izliyordu. "Evet, çünkü yeni geldiler. Benimle aralarında bir gün var. O yüzden tanımaman normal. Neyse, onlar da gidiyorlar." Onlara dönünce hepsi başını salladılar. Ben bana yaptıkları gibi atarlı giderli konuşacaklarını sandım ama öyle olmadı. Hepsi sanki birer centilmen gibi eğilip babama saygılarını sundular. Hayretle onlara bakamadan edemedim. "Peki niçin geldiler?" Babam onlardan şüphelendi anlaşılan. "Bana aldığın ders notları için, değil mi Donghyun?" Gözlerine baktım. Beni onaylayıp "Evet, yarın bize getirirsin. Bekliyor olacağız." dedi. Bu adama yalan söylemek o kadar çok canımı yakmıştı ki. Ama diyemezdim onların hayatını kurtardım diye bana para teklif ettiler diye. Bu hem onları da endişelendirirdi hem de gururlarını kırardı. Bunu istemezdim. "Neden aramadınız peki? Telefondan da söyleyebilirdiniz." Hemen babama döndüm. Evet, doğru ama neyle? Benim telefonum yok ki! "Ama baba benim telefonum yok." Babam gözlerini kocaman açarak bana baktı. "Doğru ya, unuttum. Neyse güzel kızım sana güzel bir sürprizim var." Burnuma dokundu. Bu o kadar hoşuma gitmişti ki bir an yanımdaki insanları unutmuştum. Hem ne var ki! İlk defa mı bir baba kızını seviyordu? "Neyse efendim, biz gidelim. Size iyi akşamlar." dediler ve hepsi beni tek tek süzdükten sonra gittiler. Onlara babamla birlikte uzun uzun baktık. Benim korkusuz halimi görmüşlerdi, şimdi bu halimi görmek onları şaşırtmış olmalıydı. Evet, ben anne ve baba kuzusuydum ve bununla övünebilirim. Onlar benim her şeyim. Uzun süre babamla onları izledikten sonra babam bir anda, "Onlardan hoşlanmadım." deyince ona baktım. Hâlâ gözleri onları izliyordu. "Evet, evet baba. Ben de onlardan hoşlanmadım." dedim gülerken. Bana daha çok sarıldı. "Hatta en çok da o konuşandan. Neydi onun ismi?" "Hangisi? Kang Donghyun mu?" "Evet, o! Sana çok baktı, gözüm tutmadı." Gülümsemem daha çok arttı. "Evet, benim de tutmadı. Boş ver, hadi eve girelim." Benim bu sözümden sonra bir tanecik babamla içeriye girdim. Bazıları anlatırdı, kızların kahramanı babaları diye. Bu adamı tanıyınca bunu daha iyi anladım. Bu adam gerçekten de benim kahramanımdı. 🌸 Ah, güzel sevimli bir bölümdü. Haftaya görüşmek üzere... |
0% |