Yeni Üyelik
16.
Bölüm

🍁14.Bölüm🍁

@alfaedam

 

🍁

 

🍂 Donghyun 🍂

Sonbaharın habercisi yağmur yere ilk damlasını bırakırken Seul'un sokakları sessizliğe bürünüyordu. Hafif rüzgârın sesi kulaklarda duyulurken, dört arkadaşın sessiz adımları hafif esen rüzgâra eşlik ediyordu.

Uzun uzun sallanan dallara baktı, ardından derin bir iç çekerek sağ tarafında boynu bükük bir şekilde yürüyen arkadaşına seslendi.

"Hey, bence ona bunu dememeliydik." Yanındaki arkadaşı birkaç saniye ne dediğini anlamasa da sonrasında az önce gerçekleşen olayı hatırladı. Başını ağır ağır sallarken yere yeni yeni düşen damlaları izliyordu.

"Kim Minji'nin böyle biri olabileceğini kim bilebilirdi? "

"Elli milyon wonu kim bulmuş ki bu zamanda?" dedi Shin-joo.

"Bayağı iyi paraydı." diye onayladı Soo-oh. Donghyun arkadaşlarının bu konuşmasına gülümseyerek karşılık verdi. Onlara göre her şeyi para çözerdi ama aslında para zamanı geçiştirirdi. Başka hiçbir şey değil.

"Hâlâ anlamıyorsunuz. Mesela para değildi." Jae-seon mahcup bir şekilde başını salladı.

"Onu küçük düşürdük, aptalız." Soo-oh arkadaşının omzuna elini koyarken konuyu değiştirmeye çalıştı, çünkü bu konu onların canlarını daha çok sıkacaktı. Biraz eğlenmeleri gerekiyordu.

"Bence onu değil de yaptığını konuşsak daha iyi olmaz mı?" Jae-seon arkadaşına döndü.

"Neyi? Parmağıyla adamı yere serdiğini mi?"

"Hah! Onu ben de yapardım. Sadece açıklık bekliyordum." dedi Donghyun gerinirken. Shin-joo hemen atladı.

"O kadar dövüldükten sonra neyin açıklığını bekliyordun acaba? Kız gelmeseydi bal gibi ölecektin."

"Siisshhh, şuna bak hele!" diye gözlerini büyüttü Donghyun. Sonra da elini kaldırarak, "Sana fikrini sordum mu?" diye bağırdı. Shin-joo da aynı şekilde elini kaldırdı.

"Siisshhh, asıl sen şuna bak! Biz kıza yardım etmeye çalışıyoruz, sen kızı tehdit ediyorsun. Buna ne demeli?" diye Donghyun'un boynunu yakaladı. Aynı şekilde Donghyun'da onun boynunu yakaladı. Artan yağmurun altında birbirleriyle şakalaşmaya başladıklarında ortam bir anda sıcacık olmuştu. İkisi birbirleriyle uğraşırken Jung Soo-oh kolunu Jae-seon'a attı.

"Çok havalıydı, o silahı alışı..."

"Sonra havaya sıkışı... Sence de yıllardır silah kullanıyormuş gibi değil miydi?"

"Öyle gibiydi." diye onayladı Soo-oh. "Acaba önceki hayatında polis miydi?"

"Onu bilmem," diye bağırdı Donghyun arkalarından. Boynunda Shin-joo'nun kolu varken zar zor konuşmaya çalışıyordu. "Sanırım bu adamlar bizi babalarımıza tehdit amaçlı haraca kestiler. "

"Nasıl yani?" diye sordu Jae-seon olduğu yerde dururken. Arkasına dönüp onları altlı üstlü buldu. Suratını ekşitirken Donghyun bunu gördü ve Shin-joo'nun elinden kurtuldu. Onu kimse bu zamana kadar yere serememişti. Bu saatten sonra da seremezdi. En yakın arkadaşı olsa bile...

"Şöyle," dedi yakasını düzeltirken. "Sadece haraç için değil, fidye içinde yakalamışlardı bizi." Yürümeye devam etti. Onunla birlikte arkadaşları da devam etti.

"Sence haraç kesen biri neden yanında silah dolaştırsın? Ya bıçak olurdu ya da herhangi bir kesici alet." Ellerini tekrar cebine koyarken devam etti.

"Etrafımızda güvenlik olmayınca bizi kolay lokma sandılar."

"Ama öyleydik." dedi Soo-oh. "Gerçekten kolay avlandık."

"Minji olmasaydı belki de çoktan öl..."

"Şu konuyu artık kapatın." diye Jae-seon'un lafını böldü Donghyun. "Ölmedik ve bundan sonra önlemimizi ona göre alacağız. Babalarımıza bundan bahsetmeyelim. "

"Ya peşimize tekrardan takılırlarsa?"

"Bu bundan sonra bu kadar basit olmayacak. Eğer denerlerse o zaman yapacaklarımızdan korksunlar." dedi kendinden emin bir şekilde. Donghyun küçük yaştan beri bunlarla uğraşmaya alışmıştı. O yüzden küçük bir fidye çetesi onu durdurmazdı.

Yağmur daha da şiddetlenirken dört arkadaş birbirleriyle vedalaşıp evlere dağılmıştı. Donghyun'ta sırılsıklam bir şekilde evinin kapısına gelmişti. Büyük demir kapıyı açıp içeriye girerken ona yaklaşan takım elbiseli adamı görünce birkaç saniye olduğu yerde kalmış sonra da yürümeye devam etmişti.

Yanına gelen adam şemsiye açınca içten içe sinirlendi. Görmüyor muydu? Zaten sırılsıklam olmuştu. Bahçeyi aşarken de kendi kendine söylenmeye başladı. Bahçe o kadar büyüktü ki artık iç çamaşırlarına kadar ıslanmıştı. Şemsiye tutan adama da söyleniyordu, Çünkü onun yüzünden daha çok ıslanıyordu ama yine de bir şey demedi. Havuzu geçtikten sonra evinin kapısına geldiğinde yanındaki adam zili çaldı. Çok geçmeden de kapı açıldı.

Onu karşılayan hizmetliyi gördüğünde başıyla selamladı ve içeriye girdi. Her yeri ıslattığı için mahcup olsa da bunu göstermek gibi bir huyu olmamıştı bunca zaman. O yüzden odasına gitmek için ilerledi ama hizmetlinin, "Babanız sizi içerde bekliyor," demesiyle olduğu yerde kaldı. Hizmetliye doğru dönerken derin bir nefes aldı.

"O ne zamandan beri burada?"

"Birkaç saattir." Donghyun başını salladı. Yine bir ton laf işitecekti, bunu istemese de salona doğru ilerledi. Her yerinden sular damlıyordu.

İçeri girdiğinde yağmuru izleyen babasını görünce ellerini birleştirerek eğildi.

"Beni çağırmışsın," Tekrardan doğrulurken adamda oğluna doğru dönüyordu. Oğlunu sırılsıklam görünce kaşlarını çattı.

"Yine arabaya binmedin mi sen? Boşuna para veriyoruz arabaya." Elini kaldırıp oğlunu fırçalarken Donghyun başıyla ona hak veriyordu. En sonunda, "Tek çaremiz bu okul, eğer buradan da atılırsan seni şirketin başına geçirmem." diye söylenince Donghyun tüm sessizliğini bozdu.

"Zaten şirketin başına geçmek isteyen kim?"

"Tek çocuk olduğun için sen! Ah, rahmetli annen bu halini görseydi çok üzülürdü. Ah ah, şimdi burada olsaydı. Hem bu şirketi onunla birlikte bu zamanlara kadar getirdik."

"O olmasaydı ben olmazdım, biliyorum baba. Her defasında bunu söylüyorsun, artık izin verirsen üzerimi değiştirmek istiyorum." dedi yukarıya doğru çıkarken. Babası arkasından seslense dahi duymadı. Odasına girince direkt kendini banyoya attı. Sıcak bir duştan sonra saçlarını kurutarak odasına girdi ve boy aynasından kendine baktı.

Zenginlik, para, şirket... Bunlar hiçbir zaman onu mutlu etmemişti, şimdi de her fırsatta yaşlı babası bundan bahsediyordu. Zaten peşindeki adamlarda bu yüzden onun peşinde, değil miydi? Seul'un en zengin adamlarından birinin oğlu olmak hiç kolay değildi. Hem de daha bu yaşındayken.

Aklına anlamsızca Minji'nin babası gelmişti. Babası kolunu kızının omzuna atıp hepsinin gözlerine tek tek bakmış en çok da onda durmuştu. Adam zengin olmasa bile güçlü duruyordu. Bu da nedensizce kendi babasını aklına getirttirmişti. Kendi babası güçlüydü ama hiçbir zaman oğlunun yanında öyle durmamıştı. Dursaydı eğer şimdi o bu halde olmazdı.

Omzunu kurularken aklına Minji'nin onu sertçe itmesi geldi, sonra da ettiği tehditler bir bir zihninde yankılandı.

"Aptal kız." dedi kendi kendine. Silahlı birine kafa tutan korkusuz ama aptal kız. Onun gibi birini ilk defa görüyordu. Genelde tüm kızlar onun peşinden koşar, sürekli âşık oldukları hakkında hayıflanıp dururlardı. Onlar da yılların verdiği bu özgüvenle artık kızları umursamamaya başlamışlardı. Ama bu kız öyle değildi.

Akılda kalıcı...

Baş belası...

Cesur...

"Cesur mu? Tıh, ben ondan daha cesurum bir kere. Sihhss..." Söylenerek arkasına döndü ve giyinmeye başladı. Yarın okul tatildi. Ama ertesi gün, o kıza bir ders vermesi gerekiyordu.

Bakalım kim daha cesur?

🍁

Evet, karakterlerimizlerle daha derinden tanımak için hem oyuncuları hem de rollerini anlatan bir karakter listesi paylaşacağım. Takipte kalın...

Bir bölümün daha sonuna geldik. Umarım küçükte olsa Donghyun'un hayatına değinmemi seversiniz. Bakalım yeni bölümlerde neler olacak?

Yeni bölümde görüşmek üzere.. ❤️❤️

Loading...
0%