@alfaedam
|
🌸Minji🌸 Bazı volkanları içimde yıllarca saklamıştım. Sırf etrafı yakmamak için, sırf içimdeki alev kasırgalarını yıkmak için... Ama artık son noktaya gelmiştim. Minji'nin anılarının kapıları zihnimde aniden yankılanınca aslında onu bu hayattan nefret ettirenlerin içinde Ma-ri olduğunu da gördüm. Fen laboratuvarının içinde saçımı avuçlarken gözlerinin içine bakmam için zorlandığımı hatırlıyordum. Gözlerim ağlamaktan kızarmış, parmaklarım yalvarmaktan yaralanmışlardı. Israr ettiğim halde durmuyordu. Bana acı çektirmekten geri kalmıyordu. "Sen, bu dünya da bir hiçsin. Küçük bir toz kadar değerin yok. Yaşamaya hakkın yok!" Sesi kulaklarımdan girip kalbime vurmuştu. Beni öyle bir yaralamıştı ki sanki bir daha nefes alamayacakmış gibiydim. Korkuyordum, hem de ölesiye... Ve o an ilk defa Ma-ri'ye hak vermiştim. Benim bu dünyada yaşamaya hakkım yoktu! Şimdi ise saçıma yapıştırdığı sakıza bakıyordum. Bu sefer nedense ona karşı tam tersini hissediyordum. O zaman acayip korkuyordum. Belki bu gerçek Minji'nin korkusu olabilirdi, ama şimdiki yeni Minji yani Ayça, ondan bir gram korkmuyordu. Ben her gece bana eziyet eden bir adamla yaşadım, sen kimsin ki(?). "Yi Ma-ri!!!" O kadar şiddetli bağırmıştım ki sanki sesim okulun her yerinden duyulmuştu. Ayağa sinirli bir şekilde kalkarken de oturduğum sıra ve Donghyun'nun sırası yere devrilmişti. Sınıfta duran birkaç kişi korkuyla bana bakarken Ma-ri pis pis sırıtıyordu. Etrafında duran arkadaşları benim sesime ayaklanıp uzaklaşsalar da o hiç istifini bozmadan aval aval suratıma bakmaya devam ediyordu. İşte bu beni daha çok sinirlendirdi. "Bunu nasıl yaparsın!" Bu sorudan çok sorguydu ve tüm öfkemi ona kusmak için gırtlağıma toplamıştım. Her an ona öfkemi kusmaya hazırdım. "Ne yapmışım?" Bir de soruyor! Bir de soruyor ya, şuna bak! Saçımı gösterdim. "Beni bununla mı korkutuyorsun Yi Ma-ri?" Ayağa kalktı. "Bu Donghyun'a yakınlaştığın içindi. Asıl korkunç yüzümü daha göstermedim." Öfke artık bedenimde durmuyordu. Saçını tutup koridorda sürüklemek vardı şimdi ama yapmadım. Düşüncesi güzel ama yaparsam aileme bunun açıklamasını yapamazdım. Onları hayal kırıklığına uğratmak en son istediğim şeydi. Sınıf başkanının masasında sırf afişleri kesmek için kullandığı makası gözüme kestirmemle masadan alıp aniden Ma-ri'nin üstüne yürümem bir oldu. Makasın sivri tarafını onun boynuna doğrulturken üzerine yürümeye de devam ettim. O da geri geri gitmeye devam etti. Gözlerindeki korku, işte o kokuyu görmek bana yetmişti. Ama dahası vardı. "Beni saçlarımla tehdit ettin!" Korkunç bir şekilde gülümsedim. "Ben de seni neden canınla tehdit etmeyeyim?" Gidecek yeri kalmayınca gözlerimin içine yalvarırcasına bakmaya başladı. "Sen ne yapıyorsun? N-ne yaptığını san-nıyorsun?" Titreyen sesi hoşuma gitmişti. Aynı yakalanan bir suçlu gibi. Çaresiz, korkulu... "Ne mi yapıyorum?" Makası ondan uzaklaştırdım ve tuttuğum gibi sakızlı saçımı kestim. Saçlarımın yarısı gözlerimin önünde gitti. İçim yandı, hatta yanmak ne kelime kurudu, kül oldu. Ama yine de kendimden ödün vermedim. "Ben saçımın gitmesinden korkmam Yi Ma-ri! Ama sen benden kork! Senin bu dünyada bir yerin olmayacak çünkü! Hatta bir toz zerresi kadar değerin olmayacak!" Makası arkasındaki sıraya sertçe koyduğum sırada, olduğu yerde korkuyla sıçradı. Daha çok korksun diye gözlerinin içine baktım, dişlerimi bir yırtıcı gibi gösterdikten sonra aniden döndüm. Etrafıma göz gezdirdiğimde tüm okul beni izliyordu. Sınıftakiler korkuyla ve korkunun verdiği gerilimle bir köşeye geçmiş bana bakıyorlardı. Onları umursamadım. Ancak biri gözüme çarptı. Bana endişe ile bakan Donghyun. İkimiz de göz göze geldik, işte o an yutkunduğunu gördüm. Sanki bunun suçlusunun bir nevi kendisi olduğunu anlamış gibi. Derin bir nefes aldım ve onu da görmezden gelerek sınıftan çıkıp gittim. Çıkar çıkmaz tüm kalabalık benim hakkımda dedikodu yapmaya başlamıştı bile. Onları da umursamadım, çünkü içim acıyordu. Hatta kalbim çok kötü yanıyordu. Kestiğim saçıma baktım. Nasıl duruyordu biliyor musunuz? Sanki biri saçımın ortasından kare bir parça almış gibi. Yanları düzgün bir şekilde duruyor ama tam ortası koca bir boşluktu. Ağlamamak için koşarak okuldan çıktım ve kendimi en sessiz köşede bulunan banklardan birine attım. Sonra da aniden gözyaşlarımı saldım. İçim çıkmışçasına ağlamaya başladım. Neden ağladığımı bilmiyordum. Belki de gece uyurken annem saçlarımın tüm telini sevdiği için, belki de babamın uzun saçlarıma sevgiyle bakıp taradığı için. Belki de bana gerçek beni hatırlattığı için... O kadar şiddetli ağlamıştım ki burnumun akacağını düşünmemiştim. Eyvah! Peçetemde yok! Burnumu çektiğim sırada yanıma birinin oturduğunu fark ettim. Yavaş yavaş bana doğru yaklaşırken de onun kim olduğunu bulanıklaşmış gözlerimden gördüm. Bu Donghyun'du. "Benimle uğraşmak için geldiysen," Hıçkırdım. "Hiç sırası değil." Sessizce bir süre bekledi, o beklerken de ben ağlamaya devam ettim. Elinden şekeri düşmüş beş yaşındaki bir çocuk gibi hıçkırıklar içerisinde ağladım. Sonra da yorulduğumu hissederek biraz sakinleştim. O da en sonunda sessizliğini bozdu. "Şimdi iyi misin?" dedi nazikçe. Bu ses tonunu onda ilk defa duyuyordum. Başımı salladım yanağımdaki göz yaşımı silerken. "Çok şanslısın..." diye devam etti. "Ben senin gibi böyle dolu dolu ağlayamıyorum." Burnumu köküne kadar çekip ağzımı araladım. "Buna şans denir mi bilmem ama," Bir daha göz yaşımı sildim. "İçim çok acıyor." Tekrardan gözyaşlarım şiddetlendi. "Sen de saçlarını kestiğinde böyle hissediyor musun?" Başını olumsuz anlamda salladığını gördüm. Belki de kendi saçını önemsiz gördüğü içindi. Ama benim için bu saçlar önemliydi. "Saç bu, eninde sonunda tekrar uzayacak. Benim bir ay olmadı bayağı bir uzadı. Merak etme tekrar eskisi gibi olacak." "Bu mu?" dedim arkamı dönerek. "İçinden bir tren geçmediği kaldı." Saçıma baktı, sonra da gülümsedi. "Bence de öyle ama çok gitmemiş ya. Düzgünce kesildi mi iyi olur?" Nedense böyle söylemesi beni biraz rahatlatmıştı. Derin bir nefes alarak tekrardan önüme döndüm. Gözyaşlarım dursa da etkisi kalıyordu ve tabii sümüklü burnunda... "Ona gerçekten de dersini verdin bence." dedi Donghyun. Mahcubiyetle ellerini birleştirdi. "Artık sana bulaşmayacaktır." "Sanmam," dedim gökyüzüne doğru bakarken. "Ma-ri bana bulaşmaktan keyif alıyor." "Sana neden böyle davranıyor ki?" Kime öyle davranmıyor ki? Sadece bana davranışında biraz daha acımasız. Tabii hastalığımı bahane olarak gördüğü içinde bana böyle davranıyor olabilir. Hoş, şu anda kalbimde sorun yok ama bu olmayacağı anlamına da gelmiyor. "Bilmem, tanıdığımdan beri öyle." Ona asıl gerçekleri anlatmanın erken olduğunu düşünerek konuyu değiştirdim. "Ama hiçbir kiraz çiçeği yere düşerken savrulmadan edemiyor, değil mi? Belki de Ma-ri bu dünyadaki imtihanım." "Vay, bilgece bir konuşma..." dedi hayretle. Ben de daha neşeli bir tonda, "Evet, değil mi?" dedim gülümseyerek. "Sanırım büyümeye başladım." Bir yaprak gözüme çarptı, ağır ağır yere düştü. Onu izlerken sakinleştiğimi hissettim. Az önce o geçirdiğim şiddetli ağlama artık yerini terk etmişti. Ağlamanın iyi geleceğini kim tahmin edebilir ki? Resmen kendime gelmiştim. Ancak içime aldığım huzurlu nefesi geri salmamla birlikte hiç olmaması gereken bir şey oldu. Hem de Donghyun'nun yanında. Sümüğüm aktı. Hemen elimle kapattım. "Olamaz," dedim panikle. İğrenç bir şeydi bu. İğrenç! "Ne oldu?" dedi aynı benim verdiğim panikli tepkiyi vererek. "Peçeten var mı?" "Hayır," Sesinin tonundan daha da endişelendiğini duydum. "Yoksa burnun mu kanadı?" "Hayır!" dedim ona arkamı dönerken. "Diğeri!" Ah, şu anda kendimi yerin dibine sokmak istedim. "Tamam, anladım." Sonra aniden yanımdan kalktığını hissettim. Rezil olmuştum çocuğa. İnanmıyorum, neden ağlayacağım zaman yanımda peçetem olmaz ki? O yanımdan uzaklaşırken gözlerimle gittiği yeri takip ettim. En sonunda yan yana yürüyen iki kızı durdurduğunda şaşkınlıkla onu izlemeye devam ettim. Kızlardan biri cebinden bir şey çıkartıp Donghyun'a uzatınca gözlerimi kıstım. Düşündüğüm şeyi yapmıyordu değil mi? Kız neredeyse bayılacak gibi olmuştu. Yakışıklı ve havalı bir erkek bir kızdan bir şey isteyince kızlar hep böyle mi oluyor? Yoksa fazla mı abartı? Donghyun yanıma gelip peçeteyi bana uzattığında ben hala kızı izliyordum. Donghyun'a bakıp aşkını haykırırken peçetenin bana veriliğini görünce o kıskançlık krizinin bıçaklarını bana doğrulttuğunu gördüm. Sonra da ayaklarını yere vura vura okula döndü. Peçeteyi alırken Donghyun'a baktım. "Sanırım peçeteyi aldığın kız seni fena kıskandı. " "Alışkınım." dedi yanıma otururken. "Hadi sen şey yap!" Yüzünü ekşitti. Ne dediğini anlamıştım. "Kulaklarını tıka, çünkü bu iğrenç olacak!" Ve bunu yaptıktan sonra tekrardan düzgün nefes alabildiğimi hissettim. Eh, Donghyun olmasaydı artık adım kalpsiz Minji'den sümüklü Minji'ye çıkacaktı. Bunun olmasındansa kalpsiz olmayı yeğlerim daha iyi. 🌸 Sonunda küçük bir komiklik olsa da Minji'nin başına gelenler çok kötü bir şey. 🥺 Umarım sevmişsinizdir. Görüşmek üzere ❤️
|
0% |