@alfaedam
|
🌸 Bu gözler ilk defa karanlıktan kurtulmak için büyük bir çaba içerisindeydiler. Açılmak için ısrarla gün ışığını yıldırımlar gibi göz pınarlarıma çaktırıyorlar ve ağrıyan vücudumla birlikte daha çok acı çektiriyorlardı. Ölümüm beni kollarına alması ne kadar zormuş diye düşündüm birkaç saniye. Sonra düşündüğümü fark ettim. Evet, ben şu an kendi irademle düşünebiliyordum. Demek ölüm düşüncelerimizi durdurmayı engellemiyormuş. Kulaklarımda anlam veremediğim şeyler fısıldanıyordu. Ne olduğunu anlayamıyordum ama bulanık sesler güçlü bir şekilde kulağımdaki davula vuruyor, durdurmama izin vermeden beynimin içine saplanıyorlardı. Başımda bu sayede öyle bir ağrıyordu ki sanki kıyamet başımda kopacak gibiydi. Belki de kopmuştu da beni bir ceset gibi diriltecek o anı bekliyordu. Çok geçmeden gözlerim istemsizce açıldı ve beyaz bir yer gördüm. Bu beyaz yer benim ya cennetimin kapısıydı ya da cehennemimin girişiydi. İkisi de değilse o zaman ben mezar taşımın beyazlığını görüyordum. Ama bu mümkün olabilir miydi? Bir ıslaklık göz pınarlarımı geçerek yanağıma oradan da kulağıma doğru aktı. Bu sıcak gözyaşı sanki derimi yakmıştı. Evet, gözyaşımın sıcaklığını hissediyordum. Damağımın susuzluğunu da hissediyorum. Yutkunduğumda boğazıma batan kuruluğu da hissediyorum. Dur bir saniye! Ben ölmedim mi? Ama o kadar emindim ki... Gözlerimi kırpıp tekrardan açtım. O beyaz yer şimdi hastane tavanına dönüştü. Ben ölmemiştim. Yaşıyordum. Nedense içimdeki kader bir an kayboldu. Ölmekten korktuğumu yaşadığımı fark edinceye kadar bilmiyordum. Belki de hayatta kalmamın sebebi buydu. Belki de son anda ölmekten vazgeçmiştim de gözlerimi dünyaya açabilmiştim. Ama neden? Demek ki öldürmeyen Allah öldürmüyor. Dudaklarımdan anlamsız bir hıçkırık kopunca başımın üzerinde öten cihazı fark ettim. Monitörde kalbimin ritimleri gözüküyordu. Her biri düzenli bir şekilde çiziliyordu. Elimi kalbime götürdüm. Kalbim atıyordu. Hem de anne rahmine düştüğümdeki ilk kalp atışım gibi canlı. Gülümsemek istedim ama içime amansız bir acı yayılınca vazgeçtim. Gözyaşlarım pes edercesine akmaya başladığında bir ses duydum. Güzel bir ses ve benim için haykırdı. "Uyandı!" Evet, uyandım. Gözlerimi tekrar dünyaya açtım. "Ben dedim, bizi bırakmaz dedim!" Bir adam sesi duyunca kaşlarımı çattım. Bu da neydi böyle? "Git hemen doktoru çağır! Çabuk!" O tatlı kadın sesi bir anda telaşa döndü. Derin bir nefes almaya çalıştım ama canlı atan kalbim sıkışınca nefesim ciğerlerimde kaldı. Sanki sert bir bıçak kalbime saplandı ve aniden vücudum kendini bıraktı. Artık rahattım. Bunun neden olduğunu anlamasam da yavaşça soluklanmaya devam ettim. Burnumun üzerinde duran hava makinesinin ağzını kaldırarak gözlerimi etrafa çevirdim. Tekrardan nefes almak ne güzeldi. Gökyüzü ışıl ışıldı. Güneş beni selamlıyordu. Yine gülümsemek istedim ama gülemedim. Çünkü en son hatırladığım şey boşluktan aşağıya düşüşümdü. Bu da canımı yakmaya yetti. Binanın tepesinden düşen bir kıza göre gayet sağ kalmıştım. Kendimden emince çıktım o tepeye ve kendimi bırakırken korku içindeydim. Tabii en çok da pişmanlık vardı ki bu berbat bir histi. Zaten en başta neden atlamaya kalkmıştım ki? Doğru ya! Defalarca ihanete uğramıştım. Babam annemin ölümünden sonra annemin parasının sefasını sürmeye başladı. Ama gerçeği öğrendiğinde de işkence etmeye başladı bana. Çünkü annem tüm mirası bana bırakmıştı. Tüm para bana kaldığı için babamın üzerinde hiçbir şey yoktu ve tüm parayı istediği için de bana hiç düşünmek istemediğim kötülükleri yaptı. Benden bunu istediği için nefret ediyordum. Ve artık bu işkencelere dayanamıyordum. Bu yüzden atmıştım kendimi binadan aşağıya... Ne kadar aptalım, onunla savaşmak yerine kaçmayı seçtim. Evet, her şeyin sorumlusu bendim. "Sonunda uyanmışsınız." dedi bir adam sesi. Başımı zar zor çevirip bana 'uyanmışsınız' diyen adamın suratına bakmamla kaşlarımı çatmam bir oldu. Bu doktor yabancıydı. Hatta belirgin çekik gözleri vardı. Yine de pek fazla bir tepki koymadım. Belki de hastaneye kısa süreli yeni bir doktor gelmişti. Yavaşça başımı salladığımda güler yüzüyle yaklaştı. Gülünce gözleri tek bir çizgi olmuştu. Bu nedense çok hoşuma gitti. Doktor yaşlı gibi dursa da aslında genç duruyordu. Yıllarca eğitim almış insanların yüzüne yaşanmışlık kırışıklıkları ekleniyordu. Bu da onları çok bilgili yapıyordu. Yani ben öyle düşünüyordum. Peki ama neden böyle düşünüyordum? Ben bu doktoru ne kadar tanıyor olabilirdim ki? Ama sanki tanıyordum, hem de uzun bir süre gibi... Çatık kaşlarım yine gözlerimi esir aldığında durumuma baktığını fark ettim. İyice bir kontrol edildikten sonra kalbim dinlendi ve doktor yanımdan kalkarak ilerledi. Büyük bir sessizlikle doktoru izlemeye devam ettim. Doktor yine gülümsedi. "İyi hissediyor musunuz?" Başımı salladım. Evet, çok garip ama kendimi iyi hissediyordum. Sadece biraz uykunun verdiği garip bir yorgunluk vardı. Onun haricinde iyiydim. Yüksekten düşen birisine göre gayet iyi durumdaydım. Ama içim bir garipti. Ruhum sıkışıyormuş gibiydi. Bu da içime bir bunaltı sokuyordu. Yine de bir şey demedim. "Çok garip ama iyisiniz." Yan tarafına dönene kadar orada duranları fark etmemiştim. "Kızınız düne göre tamamen sağlıklı. Bir anda bu kadar sağlıklı olması imkânsız ama öyle. Artık kalbi eskisinden de güzel atıyor." Bu sözler kulaklarımda yankılandı. 'Kızınız', dedi. 'Düne göre sağlıklı', dedi. 'Kalbi düzgün atıyor' dedi. Dur bir saniye! Az önce 'kızınız', mı dedi o!? Başımı kaldırıp konuştuğu kişilere baktığımda tanımadığım iki insan gördüm. İkisinin de gözleri bariz bir şekilde çekikti. Kadın, hayatta gördüğüm en güzel kadınlardan biriydi. Adam da hayatta gördüğüm en yakışıklı adamlardan biriydi. Ya da sadece ben onları böyle görüyordum. Neler oluyordu? Ben neredeydim? Bunlar kimdi? Yatakta doğruldum. Neden hiçbir yerimde alçı ya da acıma yoktu? Neden sapasağlamdım ben? "Siz kimsiniz?" dedim bir anda. Bütün gözler bana döndü. Kadın kollarını açarak gülümsedi. O haliyle sıcacık hissettim. Ama neden? Neden onun gülümseyen yüzünü görünce sıcacık hissettim? Onu tanımıyorum bile. "Kızım bizi bir günde unuttu mu?" dedi. Dili Türkçe değildi. "Unutmaz annesi o. Bizim kızımız en zekisi." Kaşlarımı çattım. O da Türkçe konuşmuyordu. Ama ben nasıl onun konuştuklarını anlıyordum? Dur bir saniye! Zaten ben de Türkçe konuşmuyordum. Yoksa ben... Ayağa kalktım. Bedenimde bir acıma olunca sarsıldım. Bu acı da neydi böyle? Ekşiyen yüzümle birlikte tüm kabloları çıkardım. Doktor ve diğerleri beni durdurmaya çalışıyordu. Ama ben o kadar inatçıydım ki onlara karşı çıkarak, lavabo olarak düşündüğüm odaya girdim. Gerçekten de oda lavabo çıkınca, yönümü direkt aynaya çevirdim. Aynayla göz göze gelince kızgınlığım şaşkınlığa döndü. Gerçeği anladığımda bir şeyin doğruluğu yüzüme sertçe çarptı. "Ama b-bu-bu ben değildim!" 🌸
Umarım ilk bölümü beğenmişsinizdir.
Yorumlarınızı bekliyorum.
İyi okumalar dilerim.
İnstagram:
alfa_sanatci
|
0% |