@alfaedam
|
🌸 Adımlarımı sayarak ilerlemek artık yeni hobim olmuştu. Tabii sayarken de düşünmeden edemiyordum. Neydim şimdi ben? Bir kahraman, okulda ezilen bir kız, kalbi sorunlu olan, korkusuz... Hiçbiri... Çünkü hiçbirine kendimi yakıştırmıyordum. Minji bu değildi, benim yaşadığım hayattaki Minji daha özel biriydi ve neden özel olduğunu bulacaktım. Bunu hissediyordum. Yalnız başıma evin yolunu yürürken okulda olan biteni düşünüyordum. Öfkeme yenik düşmüş, düşünmeden hareket ederek saçımı kesmiştim. Şimdi ise saçımın yarısı yoktu ve bunu anneme nasıl anlatacağım onu düşünüyordum. Hayat zordu, ama yaptıklarımız daha zordu. Minji'nin hayatı benim hayatımdan daha kolay zannediyordum ancak gelen gideni aratır edebiyatı burada da böyle işliyordu. Yapacak bir şey yoktu, bu kaderi çoktan kabul etmiş bulunuyordum. Anın tadını çıkartarak yürürken sırayla dizilmiş kuru ağaçlara baktım. Ne kadar tanıdık gelmişti bu ağaçlar. Sanki bir yerde görmüşüm gibi... Yolu uzatmak için bu yolu kullanmam iyi olmuştu. Yeni şeyler görmüştüm. Sıra sıra dizili güzel ağaçlar, altlarında manzarayı izlemek için koyulmuş banklar, kesik taşlarla döşenmiş yol... Ne kadar güzel bir yer. Resmen saçımın acısını unutturdu. Huzurla derin bir nefes alırken arkamdan birinin yaklaştığını hissetmemle bu huzur kısa sürdü. Arkamdaki daha da yaklaşınca yumruğumu sıkıp hızla arkama döndüm. Tam yumruğumu arkamdakinin suratına geçirecektim ki gelenin Jae-seon olduğunu fark etmemle yumruğum havada asılı kaldı. Jae-seon yüzüme korkak gözlerle bakarken, ben de ona şaşkın gözlerle bakıyordum. Bir süre sonra da kendime gelerek hemen yumruğumu indirdim. "Ben... Şey... Seni sapık sandım." dedim kendimi toparlarken. "Buralarda çok sapık bulunmaz ama..." dedi. O da benim gibi kendini toparlıyordu. Az kalsın çocuğun yüzünü dağıtacaktım. "Ne olur ne olmaz diye ben şey etmiştim..." Ellerimi önümde birleştirirken hafifçe gülümsedim. "Üzgünüm." O da gülümsedi. "Önemli değil, nereye gidiyorsun?" "Eve gidiyorum." dedim gideceğim yönü gösterirken. Arkama doğru baktı. "Sanırım uzun yolu tercih etmişsin. Birlikte yürüyelim mi?" Başımı sallarken yürümeye başladık ikimiz de. Bu sefer tekti. Ne Kang Donghyun ne Soo-oh ne de Shin-joo vardı. Onlarsız ilk defa görüyordum. "Arkadaşların seninle gelmediler herhalde." Omzunu silkti. "Donghyun'un akşama misafiri olduğu için erken gitti. Shin-joo ve Soo-oh karaokeye gittiler. Anlayacağın yalnız kaldım." dedi gülümseyerek. Ona bakınca gülümsemesinin tekrar parladığını gördüm. Sanırım bu çocuk kızları gülüşüyle etkiliyordu. İyi niyetli ve gülüşüyle kalbi eriten çocuk, üstelik zenginde... Genç kızların hayali... Başımı sallarken tekrar ağaçlara baktım. Sıra sıra dizilmiş ağaçların sırrını çözmek istiyordum, bugün yanıma gelen Donghyun'un da. Benim yanıma gelmesi şaşırtıcıydı. Ben onun Ma-ri'nin yanına gider diye düşünüyordum. Ama o benim yanıma gelmeyi tercih etti. Peki neden? "Onlar kiraz ağaçları." "Efendim?" dedim onu anlamayarak. Parmağıyla işaret ederek o tarafa dönmemi sağladı. "Onlar kiraz ağaçları, baharda açtıkları zaman burada festivaller yapılır." Ağaçlardan bahsettiğini anlayınca heyecanla başımı salladım. Bunlar kiraz ağaçlarıydı, ben de diyorum bunlar nereden tanıdık? "Gerçekten mi?" Başıyla beni onayladı. "Şu an sonbaharda pek bir önemi yok ama... Burada festival yapıldığını bilmiyor muydun?" Başımı olumsuz anlamda sallarken yürümeye devam ettim. "Festivale ya da diğer etkinliklere hiç gitmedim." Omzumu silktim. "Sanırım daha çok yer gezmem gerek." "Ne zaman istersen yanında olurum." Kaşlarımı çatarak ona döndüm. Ne demek istemişti o? Tepkimi anlamış olacak ki hemen ardından başka bir şey söyledi. "Yani sana göstermek için." Derin bir nefes alarak gülümsedim. Sonra tekrardan kiraz ağaçlarına baktım. Bunlar baharda ne güzel açarlardı. Mis gibi kokularını şimdiden hissedebiliyorum. Belki bu sefer yeni annemle yakalarım yaprakları ya da benim hayatımda güzel yere sahip olan biriyle... Saçma, ama düşünmesi güzel... "Kiraz ağaçlarını çok mu seversin?" Heyecanlı şekilde başımı salladım. "Onlar benim için çok değerli," Gökyüzüne doğru baktım. "Bana bazı kişileri hatırlatıyor." Annemi... Demek isterdim. Ama sustum. Sustum ve geçmişi yokladım. Topladığım kiraz dallarını koşarak anneme verirken yüzünde açan çiçekleri görebiliyordum. Bana o kadar güzel bakıyordu ki... Sonra onları alıp vazoya koyardı. Birlikte kahvaltı yaparken de dalların güzel anlarımıza şahit olduğunu düşünürdüm. Onları kaydederlerdi, sonra da sonsuza kadar orada saklarlardı. "Saçına olanları duydum." dedi Jae-seon sessizliği dağıtmak istercesine. Ona doğru döndüğümde ceketimin içine sakladığım saçlarıma baktığını gördüm. Huzursuzca nefes aldım ve üzüntümü belli edercesine konuşmaya başladım. "Evet, bugün hiç güzel bir gün değildi." Omuzlarım bugünü hatırlamamla düştü. Anneme ne diyecektim şimdi ben? Benim zorbalığa uğradığımı biliyor ama böyle bir şeyin başıma gelmesi onu daha çok üzecek. O üzülecekse ben üzüleyim daha iyi. "Ma-ri hiç değişmiyor." Başımı hızla ona doğru çevirdim. Ne demek Ma-ri hiç değişmiyor? Daha yeni geldiler, ne ara Ma-ri'yi tanıdılar? "Ma-ri'yi tanıyor musunuz?" Başını mahcup bir şekilde salladı. "Evet, çocukluk arkadaşımızdı." Dur bir saniye! Bunların hepsi tanıdık mı? Peki ben bu hikâyede ne oluyorum? Yanan? "Bizim babalarımız aynı şirkette çalışıyorlardı. Beş büyük ortak şeklinde... Ama Ma-ri'nin babası illegal işlere adım attı. Hisseleri düştü ve Donghyun'un babası onu ortaklar şirketinden çıkardı. Ma-ri'yi de ondan önce tanıdık. Ara sıra toplantı yaptıklarında gelirlerdi. Şımarık bir kız olduğu için hiçbir zaman aramıza almadık. Şimdi de bunun acısını çıkartıyor. Öfkesi de bu yüzden." 'Peki benim suçum ne?' diye haykırmak istedim ama sadece sustum. Sanırım Ma-ri ailesinin öfkesini bizim gibi dar gelirli ailelerden çıkartıyordu. Hah, aptal! Ben de zor zamanlardan geçtim ama kimseyi paramla ezmeye çalışmadım. Bu insanlar ne kadar aptal! "Ortakların çocuklarısınız yani. Demek böyle sıkı arkadaş oldunuz." "Evet," diyerek beni onayladı. "O günden sonra hep birlikte okula, eğlenceye falan gitmeye başladık. Gittikçe de kardeş gibi olduk." Ne güzel. Benim hiç böyle bir arkadaşım olmadı. "Hepiniz hem zenginsiniz hem de arkadaşsınız. Üstelik yakışıklısınız da." Bunu söylememle kızardığını fark ettim. "Ama neden zengin gibi davranmıyorsunuz? Ben birçok zengin gördüm ama hiç sizin gibi değillerdi." Omzunu silkti. "Biz hiçbir zaman fazla yüksekte olmayı sevmedik. Diğer sıradan gençler gibiydik. Daha çok serseri ve yaramaz. Şu ana kadar üç okuldan kovulduk. İlk başta babalarımız zengin diye bize iyi davranıyorlardı. Ama babalarımız okula destek vermeyi kestikleri an kovulmaya başladık." "Üç okul mu? Fazlaymış. Ama neden babalarınız yardım etmedi? Sizi çok rahat bu durumdan kurtarabilirlerdi." "Kulağa komik gelecek ama bizim babalarımız biraz sertler. Onlar bu günlere zar zor geldiler diye bize de aynısı yapıyorlar. Tabii bu durum pek işlemiyor ama..." Derin bir nefes aldı. "Donghyun haricinde... Onun durumu bizden daha farklı." Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Nasıl yani?" "Onun babası değil, tam tersine annesi kuralcı ve sert bir kadındı. Donghyun ondan gizli nefes bile alamazdı. Çok sıkar ve onu boğardı. Kadın çok zor bir insandı. Biz bile ondan korkardık. Benden duymuş olma ama Donghyun'u döverdi." O an kulaklarımın uğuldadığını hissettim. Vücudumda kemerin sesi yankılandı sanki. Sonra karanlık bir okyanus gibi her tarafımı sardı. "Ama annesi ölünce Donghyun bir anda özgürleşti. Şimdi babası bile önünde duramıyor." Bu hikâyeyi duyunca aslında ne kadar farklı hayatlar olduğunu bir kez daha kabul ettim. Donghyun, aynı benim yaşadığım şeyleri yaşamıştı ama bir farklılık vardı. Onun annesi hayatının kötü karakteriydi. Benim hayatımdaysa babam kötü karakterdi. Onun annesi öldü, hayatı düzeldi. Benim annem öldü, hayatım cehenneme döndü. Aslında aynı hikâye fakat izlediği yol farklı... Tekrardan gözlerimi gökyüzüne çevirdiğimde hüzünle gülümsedim. Eninde sonunda mutlu bir sonumuz olacaktı. Tüm insanlar için... Ve o gün huzura kavuşacaktık. Ama şu an ben hiç huzurlu değildim, hatta kaşınan ensemde buna şahitti. Elimi cebimden çıkartıp ensemi kaşıdığımda Jae-seon bana bakıyordu. Yine o aydınlatıcı gülümsemesi yüzündeydi. "Saçlarını örmemi ister misin?" dedi bir anda. Olduğum yerde durarak yüzüne baktım. "Saç örmeyi biliyor musun ki?" "Evet, kız kardeşim sayesinde öğrendim." Bana doğru yürüdü. Arkama geçti ve saçlarıma dokundu. Saçlarımı ceketimin altından çekerken sakince onu izledim. Tüm saçlarımı kurtardıktan sonra o ince kemikli parmaklarıyla saçlarımı örmeye başladı. Ne olduğunu anlamamıştım ama bu durum beni heyecanlandırmıştı. İlk defa biri saçlarıma bu şekilde dokunuyordu. İlk defa derken Minji'nin babası ve annesi harici başka biri dokunuyordu. "Be-benim tokam yok ama..." dedim kekeleyerek. Neden kekeledim ki şimdi ben? Neden bir garip hissettim. Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. "Sorun değil, sıkı örünce çabuk çözülmez." Başımı salladım. Saçımı örmeyi bitirdikten sonra önüme doğru geldi. "İşte, oldu. Şimdi nasıl hissediyorsun?" "İyi," dedim sesim sanki çıkmamıştı. Sesimin çıkmama sebebini sonra kendi kendime tartışacaktım. Ama önce ona teşekkür etmeliyim. "Teşekkür ederim Jae-seon." Yine o sıcak gülümsemesini yüzüne ekledi. "Önemli değil Kim Minji. Hadi, eve geç kalmak istemeyiz." Başımı sallayarak onunla birlikte yürümeye başladım. Hayatımın ilerleyen zamanlarında ne olacak bilmiyordum ama şu an kendimi mutlu hissediyordum. Ama bu mutluluğun eve gidene kadar olacağını adım gibi de biliyorum, hazırsan Minji eve gidiyoruz... 🌸 Bir bölümün daha sonuna geldik. Artık hafta da bir bölüm atacağım. Umarım çok özletmem sizi... Haftaya görüşmek üzere.
💜💜🌸 |
0% |