@alfaedam
|
🌸 Aşk, istediği zaman istediği kalbe konabiliyordu. İlk başta zararsız bir kelebek gibi etrafta süzülüyor, sonra da bir çiçeğe konuyormuş gibi kalbe konuyordu. Ondan sonrası da tamamen senin kontrolünden çıkıyordu. Ayça'da aşık olduğumu zannettiğimde Minji ile aynı yaştaydım. Erkan ansızın içeriye girmiş beni kendine hayran bırakmıştı. On sekiz yaşımda da aşkımın gerçek olmadığını gördüm. Evet, ona aşık olmadığımı bir gün gizlice çalıştığı yere gittiğimde farkına varmıştım. Hayran gözlerim etrafta onu ararken, aşkımı fısıldamak istediğim sözcükler onu görmemle canlılığını yitirmişti. İlk başta her şey normaldi. Elinde telefon ofisinde biriyle konuşuyordu. En son kapatırken "Merak etmeyin Kemal Bey, Ayça'yı istediğiniz kıvama getireceğim." dediğini duydum. O an içimin yandığını hissettim. Hayır, sıcak bir volkanın içine fırlatıldım böyle. Derim yandı, gözlerim karardı, dünya toza dönüştü. O an ben bittim her şey bitti. Bu oyundu. Hayatım oyundu. Sonra bir kız çıktı başka bir odadan. "Kimdi o sevgilim?" dedi Erkan'a sarılırken. Bir anda gelmişti benim kalbime Erkan. Ve bir anda da bitti, kül oldu. "Patron. İstediği gibi kızını kendime aşık edip mirası bırakmasını sağlamamı tekrar edip durdu. Karısını zehirlediği yetmedi şimdi kızını da mahvetmeye çalışıyor." Bu kelimelerden sonra çıkmıştım binanın tepesine. İhanet, acı, gözyaşı... İşte bu yüzden ikinci bir şans istedim ben. İşte bu yüzden yeni bir hayat istedim. Tekrar canımın yanmasını istemiyorum. Tekrar ağlamak istemiyorum. O yüzden kaçıyorum bazı gerçeklerden. Belki de çoktan kaçmıştım. Belki de çoktan kendimi Minji'nin hayatına esir etmiştim. Arkamı dönüp sınıfın girişine bakıp dururken omzuma birinin çarpmasıyla savruldum. Kendime gelmeye çalıştıktan sonra çarptığım kişiye baktım. İri yarı biriydi. Ona çarpmak benim suçum olduğu için yavaşça eğilerek özür diledim. Onun da dilemesini beklerken bana sertçe çıkıştı. "Önüne baksana!" dedi. Hiç beklemiyordum. Tekrardan eğilip kalktığımda şimdi yüzünü net bir şekilde görmüştüm. Bu Sun-ie'nin sevgilisi Ha-ru'ydu. Minji, bu çocuğu iyi tanıyordu çünkü o da diğer herkes gibi ondan korkuyordu. Kaba biriydi, kendinden küçüklere zorbalık yapar, büyüklere de sert çıkışırdı. İstediğini yapan okulun kabadayısıydı. Evet, herkes ondan korkardı ama ben ondan korkmuyordum. Çünkü ben Ayji'dim. Tamam, bu biraz komik durdu ama yine de bunlarla başa çıkabilirdim. Bir tarafım Ayça'ydı, bir tarafımsa Minji'ydi. Bu da beni daha cesur yapıyordu. Bunu düşünürken çoktan Ha-ru'nun gittiğini gördüm. Ben de omzumu silkerek kızlar tuvaletine doğru ilerledim. Belki de bundan sonra düşünmek yerine harekete geçmeliydim. Kim bilir, belki de başka şeylerde yapmalıyım. "Yeni hedefler gibi mesela..." 🌸🌸🌸 Zil çalıp sınıfa geldiğimde elimdeki telefonu sırama bırakıp kitaplarımı çıkartmaya koyuldum. Ders matematikti, benim de o derste pek başarılı olduğum söylenemezdi. Ben oldum olası yazmayı ve çizmeyi seviyordum. Ama Minji benim tam tersimdi. O matematikte başarılı, bilimde bilgili ve sosyal çalışmalara aklı yatan biriydi. Tabiri caizse tam bir inekti. İster istemez ben de onun gibi oluyordum. Kitaplarımı hazırladıktan sonra mesaj geldi mi diye telefona bakmak için açtığımda mesaj kutumun bomboş olduğunu gördüm. Sadece mesaj kutum değil rehberim de boştu. Daha sosyal medya hesaplarımı saymıyorum bile. Hiçbirinde profil fotoğrafım yoktu. Eskiden sosyal medya kullanmazdım. Ama şimdi kullanmak istiyordum. Tabii arkadaşım olmayınca bu saçma bir şeymiş gibi geliyordu. Boş boş telefona bakarken arkamdan bir ses yükseldi. "Ne yapıyorsun?" Boş rehberimi kapatmak isterken annem ve babamın numaraları gözüme takıldı. Tek arkadaşım onlardı. "Beni duymazdan mı geliyorsun?" Başımı salladım ve Tofu'nun resimlerine bakmak için rehberden çıkmaya çalıştım. "Beni umursamıyorsun, vay, bu zoruma gitti... " Yine onu duymazlıkdan gelmeye çalıştım ama bu mümkün gibi durmuyordu. Telefonumu hızla parmaklarımın arasından alırken de sabrımın sonuna gelmiştim. Sinirle arkama döndüm ve yanan gözlerimle ona baktım. "Ne yaptığını sanıyorsun? Ver telefonumu!" "Rehberin bomboş. Hiç arkadaşın yok mu senin?" dedi kışkırtıcı bir şekilde yüzüme bakarken. Öfkem daha da arttı. "Yok! Ne olmuş yani?" Dudaklarını burktu. Sonra da telefonuma bakarak hızla bir şeyler tuşladı ve telefonu gerisin geri bana uzattı. "O zaman ilk arkadaşın benim." dedi rahat bir tavırla. Öfkem yerini şaşkınlığa bıraktı. İlk arkadaşım mı? O mu? Telefonumun ekranına baktım ve orada annemin ve babamın yanında başka bir numara daha olduğunu gördüm. Donghyun yazıyordu büyük harflerle. Bu ne güzel bir histi. Komik, çünkü biri rehberinde var diye insan neden mutlu olsun ki? Ben olmuştum. Küçük bir çocuk gibi sırıtarak gülümsedim. "Teşekkür ederim arkadaşım." Bakışları bende donarken gözlerini üst üste kırpıştırdığını gördüm. Ardından rahat tavrını değiştirerek bana doğru yaklaştı. "Arkadaş?" dedi. Yüzüne aniden bir hayal kırıklığı yayılsa da sonra da gülümsedi. Gülümsediğini ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Farklı görünüyormuş. "Nereden arkadaşın oluyormuşum? Başka bir şey olamaz mıyım?" Kaşlarımı çatıp ona baktım. "Ne olmak istiyorsun ki?" Yüzüme uzun uzun baktı. Sonra da başını salladı. "Arkadaşın, arkadaşın. Şimdi önüne dön." dedi eliyle beni savuşturmak istercesine. Kızgınlığı ses tonuna yansımıştı. Neden bir anda kızdığını anlamamıştım. Tam bir gıcıktı. Sanki regl döneminden geçiyormuş gibi bir öyle bir böyleydi. Ne garip bir çocuk bu böyle? Bir anı bir anıyla tutmuyor. "Merhaba, neler yapıyorsunuz?" diyerek gelen üçlüyü asık suratla karşılaşınca üçü de önümde durdu. Hepsi tek tek bana baktıktan sonra elleri cepte gülümsediler. "Ne bu halin Minji? Az önce iyiydin." dedi Soo-oh. Omzumu silktim. "Sizin bu arkadaşınız gıcıklık mertebesinde seviye atlayıp duruyor. Artık sınıra dayandı." "Hop, ben buradayım ve her şeyi duyuyorum." Aynı şekilde arkamı dönerek onu taklit ettim. "Bin biuriadayım ve hir şiyi duyuyorum." O kadar sinir bozucu yapmıştım ki dişlerinin arasından nefesini içine çekti. Tuhaf bir ses sınıfta yükseldi. "Benim taklidimi yapma, bak sonra bozuşuruz." "Binim tiklidimi yipma." dedim çirkin bir şekilde konuşarak. "Ne yaparsın?" "Yapınca görürsün." Suratım daha da asıldı. Bu çocuk nasıl başarıyordu her defasında tehdit etmeyi? Hayır anlamıyorum, tehditsiz konuşmayı bilmiyor sanki. "Gıcık!" "Korkusuz korkak!" "Serseri!" "Ukala!" "Tehditçi!" "Aaa, bakın.." dedi ayağa kalkarken. "Ben mi tehdit ediyorum seni?" "Evet! İki kelimenin üçü tehdit. Bir kere de tehdit etme be!" Neden kavga ettiğimizi bilmiyordum ama bu hoşuma gitmişti. Tüm sinirim stresim azalmıştı. Hem onu böyle çocuk gibi görmek beni mutlu ediyordu. Her ona baktığımda annesi yüzünden çocukluğu mahvolmuş birini görüyordum. Biliyorum, bu normal bir şey değil ama benim çocukluğum da babam yüzünden mahvolmuştu. Ebeveynler yaptıklarının suçunu hep çocuklara yıkıyorlardı ve en ağır olayları bizim gibi çocuklara yaşattırıyorlardı. Keşke bir gün herkes yaptıklarının sorumluluğunu alsa... "Neye bakıyorsun öyle?" dedi Donghyun bana avanak avanak bakarken. Az önce bir şeyler demişti ama ben dalmıştım. Omzumu silkerken daha oturmamış olan Jae-seon'a ve diğerlerine baktım. Üçü de olayı anlamaya çalışıyorlardı. "Bir şeye değil. Sadece seninle muhatap olup olmasam mı diye düşünüyordum." Sonra da diğerlerine dönerek, "Arkadaşı olduğumu söyleyerek telefonuma adını kaydetti sonra da oyun bozancılık yaptı." "Ne o? O arkadaşında biz değil miyiz?" dedi Soo-oh. Jae-seon yerine daha kurulmadan Donghyun'la bana göz gezdirdi. "O ilk arkadaşın mı oldu?" "Evet, ben özel bir insanım." Egosunun sesi tavana kadar yükseldi. "Hee, ne özelliği? Gıcık olmak ne zamandan beri özellik olmuş." Gözleri benimle buluştu. "Seni var ya!" O sırada bir anda hem Donghyun hem de Jae-seon ayaklanınca ne olduğunu anlamadım. İkisi de aniden masamın üzerindeki telefona saldırdı ve kalbimin ritmi korkudan değişti. Sanki ikisi de benim telefonum için yarış yapmıştı. Ama neden? Telefonumu kapan Jae-seon olmuştu. Donghyun kaybettim dercesine yerine otururken Jae-seon zafer gülümsemesiyle birlikte numarasını tuşladı. Sonra yetmedi kendini de çaldırdı. "Artık ikinci arkadaşında benim." Telefonu sallayıp bana uzatırken yan gözle kaybetmiş Donghyun'a bakmayı da ihmal etmedi. Sanki sevinç nidasını onun gözüne doğru yapıyordu. Arkadan iki ses daha yükseldi. "Üçüncü ve dördüncü de olmasın mı?" Gülümsemem çoğalırken ikisi de numarasını tuşladılar. Aniden bir arkadaşımın, sonra da iki arkadaşımın numarası telefonumda oldu. Sonra da üç ve dördüncü eklendi. Ardından devamı geldi. Sınıftakiler onlardan destek alarak tüm rehberimi doldurdular. Sınıfın grubuna ekleyip beni yavaş yavaş aralarına almaya başladılar. Bu ne demekti biliyor musunuz? 'Bu ben artık varım,' demekti. Ben artık diğerlerinden biriydim. Artık benim de arkadaşlarım vardı. 🌸 Uzun süre sonra yeni bölüm geldi. Umarım eğlenceli ve güzel bölümleri seversiniz. Hüzün azaldı şimdi gülümseme vakti. Yeni bölümde görüşmek üzere...🥰
|
0% |