@alfaedam
|
🌸 Genç kızlığa adım atarken hayatının zorluklarını artık sırtlaman gerektiğini, yeri geldi mi de o zorlukları saklaman gerektiğini er geç öğreniyordun. En başta artık bir kadın olduğunu görüyordun. Bedeninin değiştiğini, duygularının, isteklerinin ve hayatın anlamının değiştiğini görebiliyordun. Artık bir çocuk değildin. Ve artık çocuk gibi de yaşaman gerekmiyordu. Liseye ilk başladığımda çevremdeki insanların bir tsunami dalgası gibi beni yutmaya çalıştıklarını fark etmiştim. Belki Minji gibi zorbalıklar görmemiştim ama Ayça olarak ben kendim olmayı reddetmiştim. O köşelerde oturan ve hayatı karanlıklardan ibaret olan sınıfın en sessiz çocuğu olmuştum. İlk defa beni ezmelerine de o zaman izin vermiştim. Okulun kantininden çay almak için uzattığım parayı, adını dahi bilmediğim bir çocuğun kapmasıyla başlamıştı her şey. Bana sadece şunu dediğini hatırlıyordum. "Sen zenginsin, sen de daha çok para vardır." Bomboş olan elime uzun uzun bakmıştım ve sonra o boş elimi alıp cebime geri sokmuştum. Sonra çayı da almadan yavaşça oradan uzaklaşmıştım. Ondan sonraki günlerde de bu durum devam etmişti. Sadece o çocuk gelmedi. Arkadaşları, onunda arkadaşları, onunda... derken bu hep böyle devam etti. Şimdi ise bambaşka bir bedenin içindeydim ve Minji'nin de yaşadıkları Ayça'da yaşadıklarımdan farklı değildi. Tek bir fark vardı, o da Minji'nin ailesi yanındaydı. Ve bugün de hafta sonuydu. Önümdeki defteri kapatarak aynama doğru ilerledim. Aynada duran yansımama baktım. Kısa saçlarıma dokunarak, minik yüzümü izledim. Her şey aynıydı, farklı olan sadece içindeki bendim. Bazen insanlar olduklarından farklı olurlar mıydı, diye düşünemeden edemiyordum. Şimdi ise o farkın içinde yaşıyorum. Belki bu hayatta ışıl ışıl değildi ama yine de mutluydum. Acaba gerçek Minji'de benim kadar mutlu muydu? Bunları düşünmekten vazgeçerek dolabımı açtım. Bugün biraz parkta dolaşsam ya da Tofu'yu görmeye gitsem bana iyi gelecekti. Belki de Büyükanneyi görmeye bile gidebilirdim. Bana nasıl lezzetli pirinç keki yapılır, onu öğretecekti. Evet, bence de ilk Tofu'yu görmeli sonra da Büyükannenin yanına gitmeliyim. Bugünün sıralaması bunlar olmalı, derken dolabımı görünce bütün hayallerim cam kırıkları gibi etrafa saçıldı. Çünkü giyebileceğim sadece iki kıyafet vardı. Onları da daha yeni giymiştim. Yani kısaca giyecek hiçbir şeyim yoktu. Olsun, bunun beni üzmesine izin veremem. Tam kıyafetlerimi alacağım sırada odaya annem girdi ve o güzel sesiyle adımı söyledi. "Minji, ne yapıyorsun?" diye sordu kapının ardından beri. Dolabımdan kıyafetlerimi alarak yatağın üzerine bırakırken yüzümde gülümseme vardı. "Giyiniyordum, birazdan dışarıya çıkacağım." dedim ve o anda kapı yavaşça açıldı. "Dışarıya mı çıkıyorsun?" "Evet anne, gelsene." Onu içeriye davet ettiğimde hızlı bir şekilde içeriye girerek gülümsedi. "Bende sana bugün bir şeyler almaya çıkalım diyecektim. Geçen dolabında hiçbir şey yoktu, bu yüzden babandan biraz para aldım. Kız kıza alışveriş yapalım, ne dersin?" Gözlerimi kocaman açarak annemin yüzüne baktım. "Sen ciddi misin?" Annem, başını kesik kesik sallayıp onay verdi. "Evet, benim güzel kızım güzel kıyafetler giymeli, değil mi?" Yüzüme yansıyan utanç kırmızılığıyla dudaklarımı uzattım. "Teşekkürler anne." Annem, yaklaşıp yanaklarıma dokundu ve saçlarımın diplerine bir öpücük bırakarak beni taçlandırdı. Sanki bir peri bana hayatın anlamını sunmuş gibiydi. Hayatın anlamıysa sevgiydi. O sevgiyi annem bana vermişti ve bende ışığın beni aydınlatmasına izin vermiştim. "Hadi, Minji. Hazırlan." dedi ve hızlıca kapıdan dışarıya çıktı. O dışarıya çıkarken yüzündeki mutluluğu ve huzuru gördüm. Sanki bir şeyi telafi etmek ister gibiydi hali. Biliyorum, o da bir anne olarak zor zamanlar geçirmişti. Bunu yüzünden anlayabiliyordum. Hiç vakit kaybetmeden dediği gibi yaparak kıyafetlerimi hızlıca üzerime geçirdim. Saçlarımı da tarayıp yüzüme son bir kez daha baktım. Gözlerimin kenarlarını temizleyip dışarıya çıktım. O sırada da annem kapıda, ayakkabılarını giyiyordu. Yürümeyi öğrenmiş küçük bir kız çocuğu gibi koşarak yanına gittim ve heyecanlı bir şekilde bugünkü anne kız alışverişini yapmak için yola koyulduk. Belki bu bazı kızlar için normal ve sıradan bir şey gibi gelebilirdi. Hatta bazıları için annesiyle alışverişe çıkmak utanç verici bir şey olabilirdi. Ama benim için hiç öyle değildi. Annesi olmayan bir insan ne demek istediğimi çok iyi anlardı. Çünkü bizim gibiler bırak alışverişe çıkmayı, onlarla bir saniyenin değerini çok iyi bilirlerdi. Ben annemi hasta yatağında yüzündeki hafif gülümsemeyle birlikte kaybettim. O yüzden bu alışveriş benim için her şey demekti. Annemle geçireceğim en güzel ve ilk zamanım olacaktı. Bu nedenle çok heyecanlıydım. Onun yüzüne baktığımda da kızıyla ilk defa bir yere giden anne sevincini görüyordum. Geçmişte Minji'yle ne yaşandı, bilmiyordum ama onun da buna muhtaç olduğu gözlerinin ışıltısından anlayabiliyordum. Bana ölen annemin sıcaklığını veriyordu. Buzlaşan kalbimi eritiyordu, sıcacık yapıyordu. İlk gördüğümüz mağazaya girdiğimizde hemen kendini kaptırmıştı. Bir o kıyafete ilerliyor, bir bu kıyafeti üzerime getirip olup olmayacağını tartışıyordu. Bende ona katılıyor hatta birlikte tüm kıyafetlerin üzerinden geçiyorduk. Demek böyle bir histi anneyle vakit geçirmek. Şimdi anlıyordum, bu gerçekten çok güzeldi. Tüm gün boyunca alışveriş yaptıktan sonra, sonunda dolabımı dolduracak kadar kıyafetler almıştım kendime. Tabii, annem olmasa asla bunun altından kalkamazdım. Hatta çiçek desenli kırmızı elbiseyi bile onunla birlikte seçmiştik. O kadar beğenmişti ki... Hepsini teker teker giymek için sabırsızlanıyordum. "Aaa Minji," dedi ve yolda giderken aniden durdu. "Bir tane ayakkabı gördüm ona da bir bakalım." "Ama anne, biraz fazla olmadı mı?" "Hayır, yıllardır düzgün bir kıyafetin yoktu. Hem önümüz kış ve bota da ihtiyacın var. Hadi!" dedi kolumdan çekiştirerek. İkimizin eli de doluydu. Ayakkabı dükkanından içeriye girerken elimizdekileri köşeye koyduk. "Bak bu güzelmiş," dedi sade ve şık bir botu eline alırken. Başımı sallayarak onayladım. "Bakar mısınız? Bunun 225 numarası var mı?" Kadın tezgahtar gelerek olduğunu ama depoda bulunduğunu söyledi. Annem de burada beklememi söyleyerek hızla tezgahtarla birlikte uzaklaştı. Etrafa şöyle bir göz gezdirdiğimde her yerde bir sürü güzel ayakkabı olduğunu gördüm. Bir zamanlar bu ayakkabıların iki katına sahiptim. Ama pek de mutlu olduğum söylenemezdi. Kıyafete de aynı şimdi ki gibi düşkün değildim. Bana kıyafet tutkusu biraz saçma gelirdi. Her gün diğer kızlar gibi sürekli kıyafet değiştirmek ve bir daha o kıyafeti giymemek ya da dolap dolu olsa da yarısını giymemiş olmak saçma gelirdi. Giymeyeceksem neden dolabımda yer kaplasın ki? Evet, biraz garip düşünüyorum ama bu cidden bana saçma geliyordu. Ayakkabıların arasında bulunan küçük banklardan birine oturdum ve annemi beklemeye başladım. O sırada kulağıma gür bir erkek sesi geldi, birine bağırıyordu. Duymazdan gelerek başka bir yöne baktım ama bir kız sesi duyunca kayıtsız kalamadım. Hatta bu sesin bizim okuldan tanıdık biri olması beni daha da meraklandırdı. Ayağa kalkarak sesin geldiği o tarafa doğru yürüdüm ve kapının önünde Pak Sunie'yi gördüm. Başında siyah örgü bir şapkası vardı, üzerinde siyah bir kapüşon ve altında pembe bir etek vardı. Buradan bakılınca çok sevimli duruyordu. Ancak yüzü tam tersini söylüyordu. Üzgündü ve yanakları kızarmıştı. Sarı saçları omuzlarından aşağıya düşerken, karşısındaki çocuğa bakamıyordu. Başı büküktü ve tırnaklarıyla parmaklarına işkence yapıyordu. Hayır, o karşısındaki adam tarafından aşağılanıyordu. "Sana bir kere dedim, hem şu haline bak. Kendini yetenekli mi görüyorsun?" Sunie, başını salladı. Ancak yüzünden ne kadar istekli olduğu belli oluyordu. Acaba ne hakkında konuşuyorlardı? Ah, dinlememem lazım ama meraktan ölüyorum. Karşısındaki çocuğun ses tonu değişti ve yalvaran bir hale döndü. "Bak Sunie, seni seviyorum biliyorsun ama İdol seçmelerine girersen ne elde edeceksin? Kendini komik duruma mı düşüreceksin? Düşünsene, okuldaki herkes benimle dalga geçer. Hem Sunieee," dedi son harfi uzatarak. O zaman ne kadar cringe olduğunu fark ettim. "Ben senin iyiliğini düşünüyorum. Eğer istediğini yapacaksan ve beni dinlemeyeceksen ayrılalım. O zaman sevgili olmamızın bir anlam olmaz." Hayretle kaşlarımı kaldırdım. Az önce yalvarıyordu. Şimdi de tehdit ediyor. Ben onun yerinde olsaydım çoktan bırakmıştım. "Hayır, beni yanlış anladın." dedi Sunie geri adım atarak. "Ben öyle demek istemedim." "O zaman anlaştık mı?" Sunie, mahcup olmuşçasına başını salladı. Bir süre daha konuştular, sonra çocuk uzaklaştı. Sunie, ruh gibi kalmıştı çocuk gider gitmez. Ten rengi beyazlamış, gözlerinin feri gitmişti. Yavaş adımlarla ona doğru ilerledim. Kollarımı bağlayarak yanına kadar geldim. "Demek idol seçmelerine katılıyorsun." Benim sesimi duyar duymaz gözlerini hızlıca kaldırdı. Yüzündeki şaşkınlığı açıkça görmüştüm. "Sen," dedi yutkunarak etrafına baktı. "Bizi mi dinliyordun?" "Hayır," Omuzlarımı silktim. "O kadar bağırarak konuşuyordunuz ki duymamak imkansızdı." Bir müddet yüzüme baktıktan sonra o ince kaşları çatıldı. "Sen karışma." "Karışmam zaten," dedim hızlıca. "Ama anlamadığım bir nokta var. Güzel bir kızsın, ortaokulda bildiğim kadarıyla da yetenekliydin. Neden birinin seni durdurmasına izin veriyorsun?" "O biri değil, benim sevgilim. İster beğen ister beğenme o benim iyiliğimi düşünüyor." Kaşlarımı kaldırarak yere baktım. "Bana öyle gelmedi. İyiliğini düşünseydi senin her kararını desteklerdi. Bildiğim kadarıyla sevgi böyle değil." Haklı olduğumu biliyordum. Eğer biri birini seviyorsa onun her kararını desteklerdi. Hatta onu kollar ve asla utanmazdı. Bana Sunie'yi kullanıyormuş gibi geldi. "Sen ne bilirsin ki? Senin hiç sevgilin olmadı." Öyle deyince olduğum yerde kalakaldım. Öyle mi dersin? "Bunca zaman doğru düzgün yürüyemiyordun bile. Şimdi gelmiş bana akıl mı veriyorsun? Mümkünse bir daha benimle konuşma." Tam arkasını dönüp gidecekken söylediğim sözle olduğu yerde kaldı. "Evet ama en azından ben özgürüm. Sen ise kötülerin kölesi olmuşsun. Böyle bir kişiliğe sahip olmak istiyorsan, hatta onlar gibi olmak istiyorsan, olabilirsin. Ama unutma bir idol olmak istiyorsan geçmişine dikkat etmelisin. Kimse zorba olarak anılmak istemez." Birkaç saniye öylece bekledi. Sonra da hiç arkasına dahi bakmadan hızla uzaklaştı. Onlar gibi olmak istemesini anlıyordum. Ama daha iyi biri olmak varken neden en kötüyü zorlamaya çalışıyordu? Üstelik hatırladığım kadarıyla -yani Minji'nin hatırladığı kadarıyla- kalbi temiz bir kızdı önceden. Onun kuşlar için camın kenarına ekmek kırıntıları bıraktığını hatırlıyorum. Peki onu bu duruma ne sürükledi de lisede bu olmayı seçti? "Minji, ne yapıyorsun burada?" diyen annemin sesini duymamla kendime gelerek ayakkabıcıya doğru hızla ilerlemem bir oldu. Başkalarından önce kendi dertlerimle ilgilenmem gerekiyordu. Ayakkabı da bunlardan biriydi.
🌸 Öğle vakti çabuk geçmişti. Eve vardığımızda annem yemek yapmaya ben de yeni kıyafetlerimi katlayıp asmaya başlamıştım. En sonunda kıyafet katlamayı bitirdiğimde geriye doğru ilerleyerek dolabıma baktım. İçi dolu gözüküyordu. Bilhassa yatağımın üzerine çıkarak, BTS posterinin olduğu yere kadar gelip odama geniş gözle de bakmaya çalıştım. Ardından postere bakarak aniden Jimin'le göz göze geldim. "Ne kadar güzel durdu değil mi? Düzenli ve harika." Sanki ondan onay almışçasına koşarak yataktan atladım ve dolabın kapaklarını kapattım. Sonra da kendimi tekrar yatağıma bıraktım. Ayça olduğum zamanlardan birine daldı gözlerim. Eski odamın ahşap gıcırtılarını hatırladım bir an. Sonra odada kendi kendime dans ettiğimi, ayaklarımın ahşap zemini döverken kendi kendime güldüğüm anlar geldi. Sonra da o anların beni yaraladığını fark ettim. Kendi kendine eğlenmeye çalışan bir kız çocuğuydum. Peki, şimdi benim o zamandan farkım neydi? O zamanda da hiç arkadaşım yoktu. Şimdi de pek bir arkadaşım olduğu söylenemezdi. Sadece ben ve duvarda astığım posterler vardı. Keşke benim de kız kıza sohbet edip kahkahalar atacak bir arkadaşım olsaydı, ne olurdu? Yatakta yuvarlanıp mızmızlanırken annemin sesini duydum. "Minji, baban geldi." "Tamam," diyerek cevap verdim, sonra da ayağa kalktım. Tam odadan çıktığım anda annemin babama kızgın kızgın bir şeyler sorduğunu duydum. "Kurutulmuş yosun ve soya fasulyesi al demiştim. Onları niye almadın?" "Unutmuşum hayatım." dedi mahcup bir ses tonuyla babam. Onun bu halini görünce hafifçe gülümsedim. Babam çok yakışıklı duruyordu. Üzerindeki takım elbiseyle tam bir CEO gibiydi. Ancak şirkette çalışan sıradan bir çalışandı. O kadar yoruyor olmalılardı ki onu... "Merak etme hayatım iki dakikaya alır gelirim." "Ben giderim." dedim hemen atlayarak. Babamla annem bana döndüler. "Emin misin kızım ben..." diyemeden babam hemen lafını kestim. "Ben giderim dedim baba. Hem zaten şurası. İki dakika bile sürmez." Sonra da dışarıya doğru yöneldim. Ayakkabılarımı giyerken babam elime biraz para tutuşturdu. Ardından annemde elime bir kâğıt tutuşturarak bana alacaklarımın listesini verdi. Buna gerek olmadığını söylesem de inat etti. İnadı inattı, babam bile savaşmamamı söylemişti. Ben de gülerek evden ayrıldım ve markete doğru yönümü çevirdim. Akşam olmuştu çoktan. Hava biraz serindi. Bu yüzden insan parmağın sayısını geçmeyecek kadar azdı. Bu yüzden neredeyse tek başıma gibi gözüküyordum. Sadece önümde bir çift vardı, bu da yoldaki yalnızlığımı bozuyordu. Gökyüzüne baktığımda ne ayı ne de yıldızları gördüm. Büyük ihtimalle bu gece yağmur yağacaktı. Zaten havanın tadından da anlaşılıyordu. Hafif serin ve durgundu. Cebime ellerimi sokup yürümeye devam ettim. Ancak önümdeki çift kendini sağdan ayrılan yola attığında yalnız kalmıştım. Ve o an, işte o an ensemde bir ürperti hissettim. Sanki takip edilme hissi gibi... Elime telefonumu alarak sanki fotoğraf çekiliyormuş gibi kaldırdım ve işte o an siyah giyimli birinin arkamdan geldiğini fark ettim. Sakince telefonu indirdim ve yavaş adımlarımı sanki hiçbir şeyi fark etmemiş gibi hızlandırdım. Ben hızlanınca onunda ensemdeki adımları hızlandı. O arkada ben önde ilerlemeye devam ettik bir süre. Ama gittikçe benim kalp atışlarım hızlanıyordu ve sanki kalbim sıkışıp orada kalacakmışım gibi hissediyordum. Aklıma bir hafta önceki olay ve dünkü öldürülen kızın etrafında çizilen çizgiler geldi. Sonumun öyle olmasını istemiyordum. Hızla ilerleyen ayaklarım bu sefer koşmaya başladı. Arkama iki saniye baktığımda o adamında koştuğunu gördüm. İşte, şimdi ciddi anlamda korkmalıydım. Bir müddet koştuktan sonra marketin parlayan ışığını görmemle birlikte adımlarımı oraya yönlendirdim. Sonra da hızla kendimi oraya attım. Marketten içeriye adımımı atar atmaz kasa tarafına döndüm. Tam yönümü kasiyere çevirip yardım isteyecektim ki karşımda elinde noodle ile ayakta duran Donghyun'u gördüm. Çubukları eline almış ve bir parça noodle ağzından aşağı sarkmış iki tanesini de çubuklarla birlikte tutmuş bir şekilde öylece duruyordu. Gözleri beni görmesiyle birlikte aniden irileşti. Ben de onu burada beklemiyordum. Şaşkın gözlerimiz birbirine bakarken beni kovalayan adam görüş alanıma girdi. Hızlıca bir şeyler yapmalıydım. Gözlerim kararmış bir şekilde koştum ve onun gövdesini kollarımın arasına alarak arkasını kapıya döndürdüm. Yüzüm göğsüne gömülmüştü, ellerimi de belinin etrafına sarılmıştım. Ona o kadar sıkı sarıldım ki tişörtünün içindeki kasların varlığını da hissetmiş oldum. Tanıdık bir yüzle karşılaşmak ve ondan medet umuyormuşçasına saklanmaya çalışmak içimdeki korkuyu bir nebze olsun silmişti. Tekrar nefes alırken onun varlığı beni kurtarmıştı. Nedense şimdi, çok rahatlamış ve güvende hissediyordum. Hem de çok...
🌸 Bir yeni bölüm daha geldi. Umarım beğenmişsinizdir. Yorumlarınızı bekliyorum. 😍❤️❤️
|
0% |