@alfaedam
|
🌸 Bu mümkün değildi! Bu gerçek değil! Hayır! Hayır! Hayır! Böyle bir şeyin olması imkânsız. Şu an karşımda duran Ayça Öztürk değildi. Şu an karşımda olan ben değildim. Şu an karşımda olan bambaşka biriydi ve ben o gözlerin içine bakıyordum. Kahverengi gözlerim vardı. Çekik gözlerim iriydi ve küçücük burnum, küçücük dudaklarım, küçücük yüzüm vardı. Saçlarım omzumdan aşağıya düz bir şekilde düşüyordu. Belime kadar geliyor ve üzerimdeki hasta önlüğünün bariz yerlerini kapatıyordu. Dur bir saniye! Benim göğüslerim küçülmüş. Boyum kısalmış ve... ve! Ah! Neler oluyor böyle!? İçimde kalan nefesimle birlikte tüm çığlığımı boşalttım. Boğazım yanana kadar bağırdıktan sonra gözlerim tekrardan karanlığa kavuştu. Düşmeden önce havada yakalanmıştım, ondan sonrası da boşluktu. 🌸 Uyanmak istemiyordum, çünkü bir gerçek öyle bir şekilde bana vurmuştu ki resmen çarpılmıştım. Ben şimdi ceza mı çekiyordum? Hem de yaşarken! Bu nasıl bir şeydi böyle de beni bulmuştu? Son anda pişman olmuş olabilirdim ama kendi bedenimde olmayı yeğlerdim. Neden şirin bir kızın içindeydim ki? Neden hiç duymadığım ve görmediğim bir yerdeydim? Gözlerim sımsıkı kapalıydı, ancak onların konuştuklarını duyuyor ve nerede olduklarını hissediyordum. Yine hastane yatağındaydım ve yine o kız gibiydim. Sahi kimdim ben? "Ani bir şoka girdi." dedi doktor. "Böyle durumlarda kendini toparlamasını beklemeliyiz. Yaşadığı çok büyük bir şeydi." "Artık bizi hatırlamayacak mı doktor bey?" dedi kadın titrek sesle. Ağladığını hissetmiştim, bu da içimi kavurmuştu. Neden ben tanımadığım bir kadına bu kadar değer veriyordum? "Tanıyacak, yavaş yavaş. Bu zamanda ona dikkat edin. Çok zorlu bir döneme başlıyoruz. On altı yaşında genç bir kızın kanı kaynar. Kendini çok zorladığında yine kalbi tetiklenebilir, lütfen dikkatli olun." dedi nazikçe. Ben neden burada olduğumu bilmezken bir de bunları çekmek zorundaydım. Benim bir sağlık sorunum yoktu ki! Yoksa... Dur bir saniye! Ben buradaysam, o zaman gerçek Ayça neredeydi? Gözlerim aniden açıldı ve yatakta doğruldum. Sanki tabutta doğrulan bir ceset gibi karşı tarafa donuk gözlerle baktım. Bu hareketlenmemi gören adam olduğu yerde sıçradı. "Ash!!! Korktum! Aptal kız!" Sadece o değil, diğerleri de korkmuştu. Yavaşça başımı onlara doğru çevirdim. "Eve gitmek istiyorum." Evet, gerçekten eve gitmek istiyordum. Kendi evime, annemle birlikte oturduğumuz kiraz ağacının dibine. Oraya gidip hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Ama onlar beni yanlış anladılar. Eve gelemedim. Bambaşka bir eve geldim. Küçük tek katlı müstakil bir ev, beyaz duvarlarla etrafı çevrili, o beyaz duvarların üzerinde süslü sarmaşık bitkileri doluydu. Demir bir kapı vardı bahçeye girişte, o kapının üzerinde de gülden bir sarmaşık vardı. Pembe güller, kapının tepesine mülkiyet hakkına sahip gibi kurulmuşlardı. Sağa baktım, uzun bir asfalt yol vardı. Sola baktım, uzun bir yol bir sürü küçük dükkân vardı. Her bir dükkânın adı tek bir dildi. Bu dili anlamak için uğraşmam gerekecek diye düşünüyordum. Yoksa zihnimin bir yerinde bu harfler zaten kazılı mıydı? "Kızım," dedi kadın benim dalgınlığımın farkına vararak. "İçeri gel" dedi nazikçe. Başımla onayladım. Üzerimdeki gri eşofman takımını düzelterek o güllü kapıdan içeriye adımımı attım. Taşlı bir yol karşıladı beni. Birkaç metre ötede de yeşil evin kapısını gördüm. Benim yaşadığım malikaneye göre bu ev minicik kalıyordu. Tedirginlikle adım attım. Bahçesi küçüktü, ama yemyeşildi. Üzüm çardağı vardı ve altında masa sandalye duruyordu. Orada yemek yediğimizi gördüm. Adam, kadın ve ben... Başımı sallayarak bu görüntüyü sildim aklımdan. Bunlar benim anılarım değildi. Bir adım daha attım. Taşlı yolların kenarlarında duran renk renk çiçeklere baktım. Hepsi çok güzeldi. Sonra daha hızlı ilerledim ve yeşil kapıdan içeriye adım attım. O kadar yabancı gelmişti ki bana bu ev. Tek bir çekyat vardı. Acı yeşil rengindeydi. Çekyatın sol tarafında da iki tane tekli koltuk vardı. Yerde de sıradan bir halı vardı. Çekyatın tam karşısında televizyon, televizyon ünitesi ve iki küçük bonzai ağacı kenarda duruyordu. Birkaç adım atmak istediğimde kadın beni aniden durdurdu. "O ayaklarla basmıyorsunuz küçük hanım." dedi nazikçe uyararak. Arkasından poşetlerle gelen adam yüzüne eklediği kocaman gülümsemeyle karşılık verdi kadına. "Kızım, belki unuttun ama annenin en ince noktası ayakkabılarla içeriye girmek. Eğer ayakkabılarla girersen bütün evi sana temizletir, aman dikkat." Adamın neşeli sesine anlam veremesem de donuk bir şekilde başımı salladım. Kendime not: Eve ayakkabıyla basma. Dur bir saniye! Neden ben kendime not alıyordum ki? Burada yaşamayacağım bile. Hem buraya ben neden gelmiştim? Doğru... Ayakkabıları çıkartır çıkarmaz hiç beklemeden içeriye girdim. Koşmak istedim ama vücudum buna izin veremeyecek kadar yorgundu. Derin nefes alıp vererek etrafa baktım ve tam karşımda duran odanın, vücuduna sahip olduğum kızın odası olduğunu anımsadım. Direkt oraya ilerledim. Odaya adımımı atar atmaz masanın üzerindeki laptopa koştum. Hiçbir şeye dikkat etmeden direkt laptopla yüz yüze geldim. Klavye Türkçe değildi. Ama ne yazdığımı çok iyi biliyordum. 🔎Google: Ünlü Türk iş adamının kızı Ayça Öztürk "Arat." Karşıma çıkan ilk habere tıkladım. Ah, hayatım değişmiş olabilirdi ama dünyada sosyal medya aynıydı. Bu yüzden derin bir nefes alarak haberi okumaya başladım. Başlığı görünce yutkundum. - "Ünlü İş Adamın Kızı İntihar etti!" Doğruydu... Ben gerçekten de intihar etmiştim. Ve bu olanların hepsi gerçekti. Ben gerçekten de başka bir bedenin içerisindeydim!!! 🌸
Bir bölüm daha son buldu. Biliyorum, bölümler kısa ama merak etmeyin yavaş yavaş artacak ve daha eğlenceli olacak. Umarım beğenmişsinizdir.
Yeni bölümde görüşmek üzere...
|
0% |