Yeni Üyelik
33.
Bölüm

🍁30.Bölüm🍁

@alfaedam

 

 

🍂Donghyun🍂

Hani küçük bir kar küresinin içine sığınmış bir perinin dışarı çıkıp kalbine dokunmasını beklersin ya, işte onun arkasından bakarken de öyle hissediyordu. Sanki kar küresindeki peri çıkıp onun kalbine dokunmuş ve tüm sihrini hislere dönüştürmüştü. Şimdi ise soğuk havanın altında onun adım adım uzaklaşmasını izlerken bir kez daha anlıyordu.

O bambaşka biriydi. Kalbine dokunan biri...

Yüzündeki gülümseme ile onun gözden kayboluşunu izledi. Sonra da arkasına döndü ve dediklerini hatırladı. Havanın güzel olduğunu söylemişti, şimdi bakınca gerçekten de hava güzeldi. Ekim ayının en masum dönemlerindeydi.

"Ah, güzel..." dedi temiz havayı tüm iliklerine kadar çekerken. Sonrada yavaş adımlarla ilerlemeye başladı.

Sabahki yaşadıkları aklının bir köşesine tekrar düştüğünde kalbine yine o keder düştü ama bu sefer canını yakmadı. Belki de Minji'nin dedikleri onu gerçekten etkilemişti. Bilmiyordu ama bildiği tek bir şey vardı. O da eve gidip o adamla yüzleşmek...

Sabah, aslında her şey normal bir şekilde başlamıştı. Gözünü yatağında açtığında dağınık odasını umursamadan yataktan kalkmış ve kendine gelmeye çalışmıştı. Çalışanlardan birinin onu kahvaltıya çağırdığını duyduğundaysa elini yüzünü yıkayıp, üzerine tişörtünü geçirdikten sonra hızla kahvaltı masasına oturmuştu.

Önünde her zamanki gibi tek bir tabak vardı. Babası hafta sonu bile oğluyla kahvaltı yapmıyordu. Hoş, zaten en son onunla ne zaman görüşmüştü ki. Aaa, şimdi hatırladı. Onu Bay Yi'ye satmaya çalıştığında görmüştü. Ondan sonra yüzünü dahi görmemişti.

Tabağına dokunmadan ileriye ittirdi ve kaçan iştahıyla birlikte hizmetliye seslendi.

"Bayan Go, artık yemeyeceğim. Kaldırabilirsiniz."

Yaşlı hizmetli Bayan Go tabakları hızlıca toparlarken Donghyun'un gözleri kadının üzerinde gezdi. Uzun yıllardır burada çalışan bu kadın, babasının yüzünden daha çok görür olmuştu. Kendisi hiçbir zaman oğluyla vakit geçirmiyordu ki. Onu hep bu masada tek başına bırakıyordu.

Her zamanki gibi gözlerini devirerek Bayan Go'ya döndü.

"Bay Kang efendiler neredeler?" dedi ukalaca sorarak.

"Küçük Bey, kendileri bugün erkenden çıktılar. Toplantıları varmış..."

"Toplantı...?" dedi başını sinirli bir şekilde sallarken. Sinirini yatıştırmaya çalışırken dilini de yanağını şişirmek için kullandı.

"Hafta sonu bile oğlu için vakti yok. Harika!" dedi elini çok güçlü olmayacak bir şekilde masaya vururken. Bayan Go ağır gözlerle Donghyun'a bakıp bu çocuğun yalnız kaderine karşın iç çekti.

Bayan Go'yu görmezden gelen Donghyun, ayağa kalkıp daha fazla bu masada duramayacağını düşünerek tekrar odasına çıktı. Ne zaman bu evde tek kalsa sıkıntıdan patlıyordu. Odasına girdiğinde gözleri telefonunu aradı. Dağınık odada bir sağa bir sola bakarken sonunda aradığı şeyi bularak yatağa doğru ilerledi ve dağınık yorganların arasında kalan telefonunu eline alarak açtı.

Rehbere girmeden önce Soo-oh'u arayacaktı ama oradaki yabancı numarayı görünce duraksadı. Sanırım onu daha rehberine kaydetmemişti. Dudaklarını büzerek sayıların üzerine bastı ve onu nasıl bir adla rehbere eklemesi gerektiğini düşündü. En sonunda "Korkusuz Korkak" yazdı. Yüzüne eklediği o garip gülümsemeyi neden eklediğini bilemese de devam etti.

Bu kız garip bir şekilde onu güldürüyordu. Oysa onunla her karşılaştığında kavga etmenin üzerine bile çıkıyorlardı. Hatta polislerle karşılaştıkları o günde bile...

O günü düşündükçe aklına polislere kafa tuttuğu o an geliyordu. Nasılda bilmiş bilmiş konuşuyordu. En azından fazla ileriye gitmediler de sonu hapiste bitmedi. Eğer bitseydi huysuz Kang'a laf anlatamazdı çünkü. Bir de bu kadar olayın arasında ihtiyarla uğraşmak en son isteyeceği şeydi.

Ama o gün orada olan şeyi de unutamazdı. Bir fidye çetesi peşindelerdi. Kaç kere onu yakalamaya çalışmışlardı ama hiç başarılı olamamışlardı. Şimdi ise işi ileri seviyeye taşımışlar hatta bir öğrenciyi bile öldürmüşlerdi. İşler iyice tehlikeli bir hal almaya başlamıştı artık. Daha dikkatli olmalılardı artık. Çocukları uyarmalıydı ancak bugün değildi. Onların hafta sonlarını mahvetmek istemiyordu çünkü.

Saçlarını eliyle dağıtarak ofladı. İçinde artan bunaltıyla birlikte tekrar doğruldu ve dağınık odasına baktı. Bugün galiba hiç geçmeyecekti. O yüzden kalkıp kendine sıkıcı olmayan bir iş bulmalıydı.

Bütün gününü böyle sıkıcı geçirirken, babasının özel çağrısı yüzünden oflaya puflaya aşağıya indiğinde onu yine her zamanki gibi, pencerenin önünde ellerini arkada bağılı bir şekilde durduğunu gördü. Derin bir nefes alarak şimdi 'ne istiyor bu ihtiyar' dercesine nefesini tekrar dışarıya saldı. Belli ki yine onun adına bir şeyler yapmıştı. Yine neler yapmıştı acaba?

"Beni çağırmışsın."

Bay Kang, ilk defa dışarıyı izlediği camdan uzaklaşarak oğluna baktı.

"Benim tek evladım. Nasılsın?"

Donghyun beklemediği bir soruyla karşılaşınca kaşlarını çattı.

"Bu ne? Yeni konuşma biçimi mi?"

Bay Kang ellerini arkada bağlayarak ona doğru birkaç adım atıp onu gülümseyen bir ifadeyle süzdü. Kendinden emin bakışları oğlunun üzerindeydi.

"Oğlumu merak ettim. Okul nasıl gidiyor? Duyduğuma göre bir sorun çıkartmamışsın. Bu ilk..."

Donghyun, böyle bir ilginin nedenini anlamasa da babasının oyununa ayak uydurdu. Bay Kang'ın böyle davranmasının bir sebebi olmalıydı. O hiçbir zaman Donghyun'la gerçek anlamda ilgilenmezdi.

"Evet, şu anlık iyi. Alıştık. Öyle de ilerliyor."

"Güzel güzel. Okulunun bitmesine birkaç yılın olsa da sorunsuz halledeceğine inanıyorum oğlum. Okulun bitince sen annenin vasiyeti üzerine şirketin başına geçeceksin."

Donghyun yıllarca ona söylenen şeyi tekrar duyduğu için başını salladı. Yavaş yavaş geliyordu, hissediyordu. Aynı bu adamın bir sonraki hareketini bildiği gibi...

"Bu şirketi annenle ben büyük emeklerle kurduk. Diğer ortaklarla birlikte Kore'nin en iyi şirketlerinin arasına girmeyi başardık. Bizden sonra da sizler geçeceksiniz. Buna inanıyorum ki siz en iyi seviyeye taşıyacaksınız şirketlerimizi. Daejeon Birleşik Şirketler sadece Seul'de değil tüm dünyada duyulacak." dedi gülümseyerek.

Donghyun umursamaz bir şekilde onun bu anlattıklarını dinlerken sadede ne zaman geleceğini düşünmeye başladı.

"Fakat bu şirketlerin daha uzun ömürlü olmaları için bizimde hisselerimiz arttırmamız gerek, değil mi oğlum?"

Donghyun, duraklayarak babasına baktı.

"Sen şu an tam bilmiyorsun ama üniversiteden sonra şirketin başına geçtiğinde anlayacaksın. Üstelik bu birleşim olduğunda seni başkan seçmek durumunda kalacaklar." dedi Bay Kang. Başını onaylarcasına salladı. "Geleceğin için bunu çok iyi anlayacaksın oğlum."

"Bir saniye!" dedi Donghyun babasının lafını keserken. "Dediğin şeyi doğru mu anladım? Birleşim derken? Bu birleşim olduğunda başkan seçilme garantisi mi? Lütfen düşündüğüm şey olmasın!"

Donghyun itinayla babasının gözlerinin içine bakarken aslında kararın çoktan verildiğini anlamıştı. Başını hızlı ve onaylamayan bir şekilde salladı.

"Hayır baba! Bana bunu yapamazsın. Seninle konuştuğumuzu ve anlaştığımızı sanıyordum." Bir adım geri attı. "Bana hiç sormadan... Nasıl?"

Hayal kırıklığı ağır ağır bedenine yayıldı Donghyun'un.

"Oğlum biliyorum ama," Anlayışlı olan ifadesiyle birlikte Donghyun'a yaklaştı ama onun yaklaşmasıyla birlikte Donghyun geri çekildi. "Mecburdum. Hisseleri yükselişteydi. Geleceğini emniyet altına almalıydım."

"Geleceğimi emniyet altına almak mı? Baba sen benim geleceğimi korumadın sen onu sattın!" Ellerini saçlarına getirdi. "Bana sevmediğim bir insanla zulüm gibi bir hayat yaşamaya mahkûm ettin. Neden?"

Bu sefer sesini yükseltmekten geri durmadı.

"Yi Ma-ri nasıl bir insan biliyor musun sen? Onu hiç tanıdın mı? Peki ya Bay Yi? Onların nasıl insanlar olduğunu bildiğin halde beni nasıl onlara mahkûm edersin!"

Bu sefer Bay Kang'da ona sesini yükseltti.

"Donghyun! Bu senin içindi. Neden anlamıyorsun?"

"Bunun nesini anlayayım! Beni daha fazla para kazanmak için sattın! Sırf kendini daha iyi bir gelecek diye kandırdığın gibi..." Geriye döndü ve kapının önüne kadar geldi. O kadar kızgındı ki bu evi ve tüm dünyayı yakabilirdi şu anda.

"Donghyun, benimle düzgün konuş! Ben senin babanım ve ne diyorsam o!"

Donghyun bir hışımla arkasına döndü.

"Babam mı? Babamsan o zaman neden beni istemediğim bir kaderin içine atıyorsun. Ben, sen değilim baba. Senin gibi istemediğim bir evlilikle hayatımı geçiremem!"

Sinirden alt dudağını dişledi. Nasıl böyle bir şey yaptığını anlayamıyordu. Önceden böyle değildi bu adam. Annesi öldükten sonra çok değişmişti. Önceden ona gizli gizli yemek getiren merhametli adam şimdi onu bu yaşında istemediği biriyle evlendirmeye çalışıyordu. Kendi yaşadığı kaderi bu sefer oğluna yaşatmaya çalışıyordu.

"Kang Donghyun! Bu senin iyiliğin için. İster onayla ister onaylama, her şekilde bu olacak!"

"Neden?" dedi babasına baktıktan sonra tekrar arkasına dönerek. Sonra yanındaki koltuğu tekmeledi.

"Neden? Ya neden? Neden! Neden!"

Sesi ve öfkesi tüm evde yankılandı. Öfkeden kızaran yüzü ve dolan gözlerini tutmaya çalıştı. Bu ev ve onun yanı artık zulüm gibi gelmeye başlamıştı.

"Neden ben bunu yaşıyorum?"

Babasına baktı ve suçlayıcı parmağını ona doğru uzattı.

"Ben senin yüzünüzden sürekli şiddet gördüm. Annem bana vururken hep izledin sen! Bir kere bile durdurmadın! Ben günlerce karanlık odada tek başıma yaşarken birinin beni kurtarmasını bekledim. Bir kere bile yanıma gelmedin!"

Gelmişti aslında... Hem de defalarca. Ama hiç onu, o kabustan kurtarmamıştı.

"O ölünce kurtuldum sandım ama şimdi sen çıktın! Sende beni diri diri ölüme gönderiyorsun! Bıktım artık sizden! Senden de o çocuk döven aşağılık kadından da!"

"Annen hakkında doğru konuş!" dedi Bay Kang oğlunun üzerine doğru yürürken. Donghyun onun tehdidine karşı geride durmadı.

"Neden? Doğru değil mi baba? Beni mahvettiğiniz günleri ne çabuk unuttun. Hadi onu geçtim." dedi az önceki öfkesini yutarak. "Sen sevmediğin ve nefret ettiğin bir insana neden bu kadar bağlı kalmaya çalışıyorsun? Sonuçta o kadın senin de hayatını mahvetmedi mi?"

"O senin annen!"

"Benim annem falan değil o! O aşağılık biri!"

Sesi yine yükseldi ve o sesi yüzüne inen sert bir tokatla sustu. Başı tokadın etkisiyle sol tarafa döndü. Uzun zamandır gözünde tuttuğu yaşlardan biri sol gözünden beri yanağına aktı ve oradan acılarının ortasına düştü.

Gözlerini tekrar babasına çevirdiğinde onun şaşkınlıktan irileşmiş gözlerini gördü. Kendisi zamanında alıştığı için tepki bile vermemişti. Başını ağır ağır salladı.

Bir adım ondan uzaklaştı ve babasının ne yaptığını sorgulayan yüzüne baktı. O an kalbinde kopan fırtınaları durdurmak istiyordu ama yapamıyordu. Bunca zaman sonra yanağına inen tokadın yine eskileri ortaya çıkaracağını düşünmemişti.

Bunun bir daha olmayacağını düşünüyordu ama yine oldu. Yanağına inen tokat onun bedenine zarar vermedi, ancak ruhuna zarar verdi. Ve babasına ilk defa annesine baktığı gibi baktı.

"Sende mi?"

Bu hayal kırıklığı ona hayatında ilk defa vuran adama karşıydı. Arkasına dönüp giderken de tek güveninin uçup gittiğini hissetti. Babasına duyduğu o büyük saygı bir anda yok olmuş, geçmiş yaralarına tuzla biber olmuştu.

Hiçbir şeyini almadan kapıdan çekip giderken de kendini kaybolmuş hissediyordu. Bu hayatta sığındığı tek bir insan bile yoktu artık.

Şimdi ise o cehennemi yaşadığı eve bakıyordu. Ruhu yaralı bir çocuk ne isterdi hiç bilmiyordu ama Minji'nin dedikleri kalbinin köşesini doldurmuştu. Onun dediği gibi yapmalıydı, çünkü haklıydı. Hayat herkese karşı öfkeli olarak yaşanmıyordu. Hem öfkeli olmak için fazla yorgundu.

O yüzden tekrardan o demir kapıyı açtı. Gecenin karanlığında boş evinden içeriye girerken ruhuna inen tokadı düşündü. Sonra da sessiz evin ıssızlığını umursamadan kendi kafesine girmek için merdivenleri tırmandı.

Babasına çok kızgındı ama sonra ona sarılan kolları düşündü. Sanki ansızın biri onu kaybolduğu yerden çıkartmıştı.

Evet, gerçekten de biri onu kaybolduğu yerden çıkarttı ve o kişi de Minji'ydi. Belki Minji'nin annesi ve babası gibi bir aileye asla sahip olamayacaktı. Ama kendisi gelecekteki evladı için öyle bir hayata sahip olmak için savaşacaktı.

Hizmetlilerin topladığı düzenli yatağa kendini bırakırken sıkıntılı bir nefes aldı. Rahatlamak isterken gözlerini kapadı ve kolunu gözlerinin üzerine koydu. O an zihninde Minji'nin gülen yüzü canlandı. Sevinci, mutluluğu ve sevimliliği kendini gösterdi. Sonra da dediği söz aklında yankılandı.

"Hayat birine kızgın kalmak için çok kısa. Hatta o kişi sana işkence etse bile..."

"Biliyorum," dedi kendi kendine. "Ve bunun için savaşacağım."

Kendine bunu peşin peşin söylemiş ve sözünü vermişti. Ne olursa olsun mutlu yaşayacaktı. Hayat ona işkence etse bile durmadan savaşacaktı.

Belki onu seven bir annesi, bir babası yoktu ama onu seven arkadaşları vardı. Ne olursa olsun hayatını güzelleştiren bir güneşi vardı. Bir şekilde atlatacaktı bunları. Bulutlu bir havaya sahip olsa bile baharı bekleyecekti.

O bahar Minji olsa bile...

 

 

🍁🍁

Herkese merhaba.

Umarım yeni bölümü beğenmişsinizdir. Evet biraz üzücü bir bölümdü.

Yorumlarınızı bekliyorum.

İyi okumalar dilerim.

 

Loading...
0%