@alfaedam
|
🌸 İlk ergenliğime girdiğim yıllarda aynada sürekli kendimi incelerdim. Ne kadar anneme benzemeye çalışsam da babama benzerliğim daha çok olmuştu. Annem gül kokulu, gül yüzlüydü. Gülüşü bahar getirirdi. Bu yüzden hep onun gibi gülmek isterdim. Ama hiç gülemedim. Her defasında baktığım aynalardan nefret ettim, çünkü annem gibi gülmüyordum. Onun gibi neşe saçmıyordum. Ben asla onun gibi olamayacaktım. Şimdi ise kendime aynadan bakıyordum. Şu anda da asla annem gibi olmayacaktım. Çünkü ben tamamen farklıydım. Her bakımdan... Saçlarımı avuçladım. Gür siyah saçlarımın yerini ince kahverengi saçlar almıştı. Çekik ama iri gözlere sahip olmuştum, oysaki benim gözlerim iri ve yuvarlaktı. Dudaklarım, küçüktü ama gülümsediğimde çok farklı oluyordu. Evet, dolmuş gözlerimin arasından gülümsedim. Gülümsemem kime benziyordu biliyor musunuz? Dışarıda, gülünce güneş açan o kadına benziyordu. Saçlarım o kadına benziyordu. Dudaklarım, burnum, duruşum, daha birçok şeyim ona benziyordu. Ben kendi anneme hiçbir zaman benzeyememiştim ama o benziyordu. Bedenine sahip olduğum kişi tıpkı annesi gibiydi. Tıpkı onun gibi güzel gülüyordu. Benim aksime o çok şanslıydı. Gözümdeki dolu damla yanağımdan akıp kaydı gitti. Az önceki okuduğum haberden sonra kendimi toparlayamamıştım. Ünlü iş adamının kızı kendini sekiz katlı binanın tepesinden attı. Durumu ağır... Komada... gibi gibi abartılı birçok haber. Bu ne demekti, biliyor musunuz? Bu tekrardan uyanacağım anlamına geliyordu. Evet, bir gün kendi bedenimdeki gözler açılacak ve ben tekrardan eski halime geri dönecektim. Ya da belki de benim bedenime şu an bedenini kullandığım kız geçecekti. Bu ne kadar çılgıncaydı böyle. Düşüncesi bile... Delirmek üzereydim... Evet, gerçekten kafayı yiyeceğim. Ben şu an hangi filmin içindeydim de bunları yaşıyordum. Başımı ellerimin arasına alarak ağlamaya başladım. Bu delilikti. Bu çılgınlıktı. Kime bu durumu anlatacaktım ki? Kimse asla bana inanmayacaktı. Beni deli sanacaklardı. Beni deli hastanesine kapatıp ilaçlar vereceklerdi. Kendimi yatağa bıraktım, dizlerimi karnıma doğru çektim. O kadar garip duygular içerisindeydim ki ne yapacağımı bilemiyordum. Korkuyordum, bu korku dağ olup beni ezecekti. Kendimi koca bir okyanusta gibi hissediyordum ve her çırpındığımda daha da batıyordum. Beni dibe kadar çekiyor, boğuluyordum. Kendimi yine yalnız hissediyordum. "Sorumluluğunu almalısın!" Yaşlı bir kadının sesi kulaklarımda yankılanınca olduğum yerde sıçradım. Bu da neydi böyle? Biri zihnimde konuşuyordu, ya da ben gerçekten de delirmiştim. Derin bir nefes alıp verdim. Yavaşça gözlerimi kapattım. "Deli değilsin, bu sadece saçma bir kabus. Korkma, uyanınca her şey geçecek." Bir değnek bacaklarıma vurunca olduğum yerde sıçrayarak ayağa kalkıp yanan bacaklarımı ovdum. "Assshhh! Şu yaşlı kadın!" Tepkilerim bile değişik çıkıyordu. Derin bir soluk verdim. Bacaklarımın yangını geçince anlamamış bir şekilde saçlarımın diplerini kaşıdım. Çok garip şeyler oluyordu. O bana vuran yaşlı kadını hatırlamıyordum ya da hatırlıyorum. Bilmiyorum! Galiba deliriyorum... Belki zihnimden hayal etmiş olabilirdim ama o zaman canımın yanmaması gerekiyordu. Ayağa kalkarak etrafımda döndüm. Belki hızlı dönersem kafam yerine gelirdi. O zaman kendi bedenimde olurdum. Dönmeye hiç durmadan devam ederken kapının açılmasıyla dönme işinin sonu yerde bitti. Dünya dönüyordu ama ben olduğum yerde duruyordum ve hala o kızın içerisindeydim. "Kim Minji... İyi misin? Tuhaf sesler geliyordu odandan..." dedi adam meraklı gözlerle bana bakarken. O meraklı gözlerin değişip şaşkınlığa döndüğünü gördüm. Adam başını sağ tarafa yatırıp beni ağır ağır süzdü. Sonra da derin bir nefes alıp başını salladı. "Min Seo bizim bu kızda cidden bir sorun var." dedi dışarıya doğru bağırarak. Çok geçmeden kadın hızlı adımlarla odaya girdi. "Minji! İyi misin?" Yüzündeki panik hali beni şaşırtmıştı. Yavaşça başımı salladım. Sanırım gerçeği tam öğrenene kadar buradaki oyuna ayak uydurmalıydım. Belki o zaman hayatta kalırdım. Ah, ne ironi ama! Şimdi de hayatta kalmaya çalışıyordum. Min Seo, beni dikkatli bir şekilde süzdükten sonra arkasında duran ve sırtını kapıya yaslayıp bizi izleyen adama döndü. Gözlerindeki hiddet adamın gülümsemesini sağlamıştı. "Niye beni korkutuyorsun? Ben de bir şey oldu sandım." dedi ve bana dönerken yüzüne tekrardan o şefkatli gülümsemesini yerleştirdi. "Güzel kızım, hadi bir şeyler yiyelim." diyerek yanıma çöktü. O kadar güzel bakıyordu ki sanki cennet onun gözlerindeydi. Bu şefkat ona o kadar çok yakışıyor ki kendimi daha da hüzünlenmiş buldum. Bana aynı annem gibi bakıyordu. Yüzüm ekşidi, bu ekşime o kadar garip bir şekilde olmuştu ki ben bile böyle bir tepki beklemiyordum yüzümden. Sonra yaşlar döküldü yanaklarımdan aşağıya. İlk defa kendimi birinin karşısında çırılçıplak hissediyordum. Hatta içimdeki bir şeyin beni terk ettiğini ama yine de o geride kalan yerinin sızladığını, sızlayan yeriminse merhemini bulmuş gibi hissediyordum. Ama neyin beni terk ettiğini tam olarak bilmiyordum. Bana daha da yaklaştı ve elini yanağıma koymak için uzandı. Fakat ben, bana dokunmasını istemedim. Daha kim olduğumu bile bilmezken, ben bile bu yüze dokunamazken olmazdı. Kadının üzüldüğünü gördüm, içim parçalandı. Ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. O da bunu anlamış olacak ki oturduğu yerden doğruldu. Hüzünlü bir şekilde gülümseyerek, "Hadi, elini yüzünü yıka. Birlikte yemek yiyelim." dedi. Elimin tersiyle gözyaşlarımı silerken başımı salladım. Kadın da buruk bir tebessümle birlikte başını sallayarak odadan çıktı. Halime üzüldüğünü o güzel gözlerinden anlamıştım. Bu beni paramparça etmişti. Neden bu kadına karşı bu kadar hassastım? Gözlerimin önünde küçük bir anı canlandı. Küçük bir kız çimenlerin içinde koşarken ayağı takılıyordu. Küçük dizi kanamaya başlıyordu. Sonra bu melek kadın geliyor ve onu çabucak iyileştiriyordu. O, küçük çocuğun kurtarıcı meleğiydi. Başımı sallayarak görüntüyü silmek istedim aklımdan. "Bu benim anım değil!" Benim olmayan hiçbir anıyı zihnimde istemiyordum. Kapıda yüzümü izleyen ve bir çözüm arayan adamı umursamadan ayağa kalktım. Odadan dışarıya çıkarak lavaboya doğru ilerledim, çeşmeyi açarak yüzüme su çarptım. Soğuk suyu yüzüme çarptıktan sonra biraz da olsa kendime gelebilmiştim. Yüzümü silmek için havluya uzandığımda aynadaki yüzümle karşı karşıya geldim. Ne kadar solgun ve umutsuz bakıyordum. Oysa bu küçük yüze gülmek yakışıyordu, değil mi? Sanki bunun için yaratılmıştı. Bu kız gülmek için yaratılmışsa peki o kıza ne olmuştu? Neden ben onun bedenindeydim? O niye kendi bedeninde değildi? Kafamda o kadar cevapsız soru vardı ki hangisinin cevabını arayacağımı bilemiyordum bile. Sanki başım bir saat, yelkovan her döndüğünde de yeni bir sorunun imgesi açılıyordu. Bunların cevabını alamamaksa süreyi uzattırıyordu. Lavabodan çıkıp salona ilerlediğimde onların fısıltıyla konuştuğunu duydum. Kadın, endişeli bir sesle kocasına endişelerini anlatıyordu. "Kızımızın durumu seni korkutmuyor mu Hyo?" "Korkutuyor tatlım, ama doktorun dediğini duydun. Kendine gelmesi zaman alacak." "Biliyorum, biliyorum ama..." "Sevgilim, biliyorsun ki kızımız kalp krizi geçirdi. Onun kalbi durdu ve biz oradaydık. Tüm doktorlar öldüğünü fısıldıyorlardı ama biz kızımıza inandık ve o geri döndü. Bir daha bunu yaşamak istemiyorum, tatlım. Kızımızın ölümündense birkaç huy değişiklini yeğlerim daha iyi..." Adamın hüzün dolu sesini ve anlattıklarını duyunca olduğum yerde kalakaldım. Elim istemsizce kalbime gitti. Demek ki Kim Minji böyle ölmüştü. O kalp krizi geçirmişti. Hem de benim aksime!
🌸 Devamını okumak için takipte kalmayı unutmayın. |
0% |