Yeni Üyelik
10.
Bölüm

🌸8.Bölüm🌸

@alfaedam

 

🌸

Okul hayatım hiç parlak değildi.

Zengin çocukların birbirleriyle yaptığı sidik yarışlarını izleyerek tüm günü geçiştirir, sonra birbirlerine yaptıkları atarlı giderli konuşmalarını dinlerdim.

Lise benim için ölüm kalım savaşı gibiydi.

Ben her zaman ölen tarafta olurdum.

Çok içime kapanık olduğum için kimseyle arkadaşlık kurmadım, benimle arkadaş olmak isteyenler de benim param içim yanıma sürterdi. Erkekler de benimle değil paramla ilgilenirdi ve bu yüzden hep yalancı aşklardan korunmak için sessiz bir köşede durmak zorunda kalırdım.

Ezildim.

Hayır!

Beni ezmelerine izin verdim.

Evet, susup beni ezmelerine izin verdim ve buna da pişman oldum. Ben asla ezilecek bir insan değildim. Eğer geçmişte pişman olduysam bu durumdan, ikinci şansımda da asla bu pişmanlığı tekrardan yaşamayacaktım.

Yani banyonun aynasından kendime öyle cesaret veriyordum.

Yeni bir hayata başlamak sandığım kadar da güzel değildi. Tamam, anneme ve babama sahip olabilirdim ama arkadaş edinmek mi? İşte bu beni acayip korkutuyordu.

Banyodan çıkıp odama gittiğimde asılı olan formamla göz göze gelmem bir oldu. Derin bir nefes alarak formamı elime aldım. Ekoseli bir etek, beyaz bir gömlek ve ekoseli bir kravata sahipti. Yutkunarak kıyafetleri yatağa bıraktım. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Sanki okul beni yutacak gibiydi. Yutacak ve bir daha güneşi göstermeyecek gibi...

"Merak etme Ayça, ilk defa okula gitmiyorsun." Ama bu Minji için geçerli değildi. "Minji, bu senin için yeni bir adım olacak biliyorum ama dayan! Lütfen!" Kaşlarımı çatıp beni izleyen yakışıklı erkek gruplarına döndüm.

"Neye bakıyorsunuz siz? İlk defa mı gergin okula başlayan genç bir kız görüyorsunuz?" Başımı ellerimin arasında aldım. Harika! Şimdi de fotoğraflarla konuşuyorum. Galiba tamamen kafayı sıyırdım.

Küçük bir çocuk gibi huysuzlanarak gömleği aldım ve giydim. Sonra ekoseli eteği giyip hiç bağlamayı beceremediğim kravatı elime aldım. Gerçekten de ben bunu yapmayı beceremiyordum. Ne Minji olarak ne de Ayça olarak... Arkamı dönüp odadan dışarıya çıktım.

"Anne!" Ah, annemin olması ne güzel bir şey. O her şeyi başarıyor, kravatımı da bağlamayı biliyordur kesin.

"Evet!" diye çıkınca aniden odadan, bir an nefesimi tuttuğumu hissettim. Neden dona kalmıştım ki ben? Sadece alt tarafı kravatı bağlamayı öğretecekti.

"Gel buraya şapşal kız." dedi bana dolu dolu gülümserken. Rahat bir nefes alarak yanına gittim. Bana tek tek kravat nasıl bağlanır onu öğretti. Tabii ben bir âşığa bakıyormuş gibi annemin güzel yüzüne bakmaktan dinleyemedim de orası ayrı.

"Benim güzel kızıma forma ne güzel yakışmış." Sanki bir çocuğu avutuyordu.

"Tabii ya! Bir de bana sor. Hem bu etek niye bu kadar kısa? Daha uzun tasarlayamamışlar mı?" Karşımda tatlı bir şekilde kıkırdadı.

"Bazı kızlar uzun diye şikâyet ediyor, bizim kız da kısa diye şikâyet ediyor."

"Bak sen!" diye babam odadan çıkınca gülmeden edemedim. "Benim kızım uzun etek istiyormuş, hemen alırım ben kızıma." dedi, o an içimde tatlı bir heyecan koptu. 'Benim kızım' dedi. Ah, ne güzel dedi. İçim bir hoş oldu.

"Bu etek güzel. Yenisini sen biraz daha büyüyünce alırız, küçük hanım." diye burnuma dokundu annem. O dokunduğu yerde güller açtı.

"Tamam, ben büyümeyi bekleyeyim o zaman." deyip odama gittim. Artık heyecan tümüyle yok olmuştu.

Yani ben o zaman öyle düşünüyordum.

Ama bu, ben okulun kapısına gelip binayı izlemeye başlayana kadar sürdü. Yutkunarak büyük okula bakmaya devam ettim. Sanırım benim sonum buraya kadardı. Bu okul beni yutacak gibiydi. Hatta yutmak ne kelime yeryüzünden tamamen silecek gibiydi.

Evet, bundan sonra artık yeni bir fobim vardı.

O da okuldu.

"Hey! Öğrenci!" diye biri bağrınca gözlerim bağırana döndü. "Daha ne kadar orada bekleyeceksin. Ders zili çalmak üzere!" Başımı salladım ve hızlı adımlarla okulun merdivenine tırmandım. İçeri girdiğimde her tarafa giden koridorlar ve merdivenler vardı. Burası gerçekten de çok büyüktü. Sadece Ayça değil Minji de bu büyüklükte kaybolurdu.

"Öğrenci!" dedi yine sert bir ses. Bu sefer bakışlarım sertçe bana çağırana döndü. Öğrenci mi? Burada başka bir şekilde çağırmazlar mı?

"Sen yenisin galiba! Seni müdürün odasına götüreyim."

Takım elbiseli adamı onaylayarak kabul ettim ve onunla birlikte müdürün odasına gittim. Sınıfımı ve diğer absürt kurallarını öğrenerek sınıfıma ilerledim. 'Pat' diye içeri girdiğimde daha öğretmen gelmemişti ama bana avanak gibi bakan birçok çocuk vardı. Kaşlarımı çatarak orta sırada bulunan arkadan bir önceki sıraya oturdum. Solumdaki sıra ve arkamdaki üçlü boştu. Neden boş olduğunu umursamadan olduğum yere kurulmaya başladım. Tabii o sırada bana atılan lafları da umursamamaya çalışıyordum.

"Bu kız kalbi hasta olan değil mi?"

"Bu Minji!"

"Ölmemiş miydi bu?" Kıkırdamalar koptu.

"Demek ki ölmemiş."

Derin bir nefes alıp verip rahatlamaya çalıştım. Nefesimi geri bırakırken de okul hayatımın kolay geçmeyeceğini anlamış oldum. Burada bir dakika bile kalmak istemiyordum ama mecburdum.

Öğretmen geldiğinde sonunda herkes sesini kesmişti. Ama bu yine de bunların son bulacağı anlamına gelmiyordu. Öğretmen sınıfa göz gezdirip bakışları bende durunca bir şeylerin bana patlayacağını hissettim. Sanki bugün bela beni çekiyordu.

"Kim Minji!" dedi sesi kütle kütle sınıfta yankılanırken. O kütleler beni kalbimden vurdu sanki. "Aramıza aylar sonra geri gelmişsin. Seni görmek güzel." Ayağa kalkarken diğerlerinin garip bakışlarını üzerimde hissettim. Bunun sonucunu çok iyi biliyordum ama yine de eğilerek övgüsünü kabul ettim.

"Teşekkür ederim, efendim." Yerime ağır ağır otururken bakışlarımı sırama kilitledim ve dersin sonuna kadar da öyle bakmaya devam ettim. En sonunda zil çaldığında kıyametim de zille birlikte başlamış oldu.

"Vay, vay, vay... Kimler gelmiş? Kim Minji..." Başımı kaldırdığımda Yi Ma-ri'nin ve çetesinin olduğunu gördüm. Yi Ma-ri'nin iki tane peşinden hiç ayrılmayan köpeği vardı. Bir de aralarına giren güzeller güzeli Park Sun-ie vardı. O ise iyi bir kızdı ama yanındakiler ve sevgilisi o kadar da iyi biri değildi. Bunu nereden mi biliyorum? Sağ olsun Minji hepsini adı gibi kodlamıştı. Bütün sessiz ve yalnız kaldığı zamanlarda onları gözlemlemiş olmalıydı. Yoksa ben nasıl hatırlayabilirdim ki?

Onun anıları artık benim de anılarım...

"Ah, biz de bu kalpsiz nerede kaldı diyorduk." dedi Yoo-Jung. Buna güldüler. Oysa çok saçmaydı. Bir şey demeden önümdeki deftere odaklanmaya devam ettim. Onlarla muhatap olmamak daha iyiydi.

"Demek kalbin iyileşti hah! Artık geri geldiğine göre..." dedi önüme birkaç won bırakırken. "Bize meyve suyu al, çok susadık." Bir paraya baktım bir de Ma-ri'ye.

"Kendin al!" dedim kestirip atarken. O da bunu beklemiyor olacak ki şaşkınlığı ses tellerine vurdu.

"Ne? Ne dedin? Almayacağım mı dedi o?" Yanındakilere baktıktan sonra bana döndü. "Deli misin sen? Geçmişi çabuk unuttun anlaşılan." Geçmiş kim, unutmak kim? Burada herkesten çok ben bilirim geçmişi. O yüzden bunu sorgulamaya hakkı yok.

"Anlama kıtlığımı çekiyorsun? Doktora görün."

Oturduğum yerden kalkarken peşimden geleceklerini biliyordum ama bu kadar ileri gideceklerini bilmiyordum. Evet, tam tahmin ettiğim gibi bir ilk gün geçirmiştim. Ma-ri ve diğerleri bana sürekli sataşacaklardı ve bu, ben dur diyene kadar da devam edecekti.

Bugün bir şey yapmayacaktım ama yarın... İşte yarın yeni bir gün olacaktı.

Eve geldiğimde annem beni kapıda karşılamıştı. Gözlerindeki ışıltı en uzaktan bile gözüküyordu. Ne güzel kızını evinde bekliyordu. Ama kızı perişan haldeydi.

Başımdan aşağıya meyve suyu dökülmüştü, okul kıyafetim boydan boya çöp olmuştu ve çöp gibi kokuyordum. Sabah atkuyruğu yaptığım saçımdan aşağıya belirsiz cisimler sarkıyordu ve onlara bakmamaya kendime şart bellemiştim. Her gördüğümde midem bulanıyordu.

"Kızım bu ne halin?" dedi annem endişeli gözlerini bana dikerken. Ona bakıp da beni çöpe çevirdiler diyemedim. Sadece, "Bir şey yok, sadece oyun oynarken çöpe düştüm." diyerek içeriye girdim. Ve yüzüme en sıcacık gülümsememi ekleyerek güldüm. Annem bu gülümsememe içerlenerek benim gülümsemem gibi bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Sonra da saçımı sevmek için elini saçıma koydu.

Bunu yapmasa her şey daha güzel olacaktı.

Yüzü hemen ardından ekşidi.

"Bu da ne?" dedi elini koklarken.

"Çilekli süt karışımı portakal suyu. İkisi birleşince hiç güzel olmuyormuş, bu yüzden kimseye tavsiye etmiyorum." dedim durumu şakaya vururken. Annem hemen banyoyu işaret edince onu kırar mıydım hiç. Hemen koştum banyoya.

Merak etme annem, yarın her şey çok güzel olacak...

 

🌸

Güzel gelen bir bölüm daha . Her şey kaldığı yerden devam ediyor. Lütfen takipte kalın ve yorumları unutmayın

Eklemek istediğiniz bir şey varsa söyleyebilirsiniz. her zaman yorumlara açığım.

İnstagram: alfa_sanatci

 

Loading...
0%