@alfaedam
|
🌸 Yeni bir gün yeni başlangıçlar demekti. Gerçekten de öyleydi. Yani başıma gelenlerden sonra artık buna tamamen inanır olmuştum. Annem yapmadığım kahvaltımı avcuma tutuşturarak gözlerimin içine baktı. Saçımı hafifçe okşarken en güzel gülümsemesini takındı. Bu kadına bakarken gerçekten mutsuz olmak imkânsızdı. Şimdi babamın neden ona bu kadar aşkla baktığını anlayabiliyordum. Bu kadın çok güzeldi. "Dikkatli ol, tamam mı? Kötü çocuklardan uzak dur. Yine dünkü olanlar başına gelmesin." dedi nazikçe. Beni uyarması bile nazikti. Gülümsedim, bugün ki yaşayacaklarımdan habersizce. "Merak etme annem. Kötü insanlardan uzak duracağım." dedim onu rahatlatmak istercesine. Ah, ona her baktığımda kendimi beş yaşındaymışım gibi hissediyordum. Belki de yaşayamadığım çocukluğumu onunla yaşıyordum. Vedalaşıp evden uzaklaştığımda sonbaharın son güzel havasını izlemeye başladım. Gökyüzü son kez maviymiş gibi duruyordu. Yakında yağmur yağacaktı, belki de o yüzdendi gökyüzünün bu ıssızlığı. Belki de o yüzdendi çıplak ağaçların yalnızlığı. Ama ben yalnız değildim, değil mi? Annem vardı babam vardı. Onlar yeterdi. Bu hayatta yaşamaya başladığımdan beri sanki zamanın çok hızlı geçtiğini hissediyordum. Sanki anneme ve babama doyamayacakmış gibi, zamanın hızına yeniliyordum. Oysa daha çok gençtim, onlarla çok zamanım olacaktı. Biliyordum ama neden korkuyordum? Buranın sokakları sanki İstanbul'un sokakları gibiydi. Bazı yerler dar, bazı yerler bayır, bazı yerlerde düzdü. Binalarını da bazen eski tek katlı görüyorduk, bazen de büyük gösterişli gökdelenler olarak görüyorduk. Neredeyse Seul, İstanbul'un yansıması gibiydi. İkisi de birer inciydi. Burayı da kendi şehrim gibi sevmiştim. Dar sokaklardan birini geçtiğimde kendimi geniş bir yolda buldum ve hızlı bir şekilde ilerlemeye başladım. Ancak ağlak bir köpek sesi duyunca hemen olduğum yerde durdum. Bir yerde köpek ağlıyordu ve ben ağlayan hayvanlara dayanamazdım. Yürürken sesin nereden geldiğini dinlemeye çalıştım. Çöpün oradan geliyordu. Yavaş adımlarla oraya gittiğimde küçük, beyaz ve pofuduk tüylere sahip olan bir köpek gördüm. O kadar çaresiz ve aç gözüküyordu ki dayanamadım onun o haline. Daha da yaklaştım. Elimi ona doğru uzattım. Çok ürkekti, biri onu korkutmuş olmalıydı. Teslim olmuşçasına avcumu çevirdim ve biraz daha yaklaştım. Boş avcumdan ilk önce kaçtı ama sonra başını avcumun içine koydu. O kadar sevgiye ihtiyacı vardı ki, anlatılmazdı. Yavaşça o ürkekliği kayboldu ve bana daha da yaklaştı. Hemen ayağa kalkarak çantamı çıkarttım, annemin bana kahvaltı olarak hazırladığı sandviç ekmeğini ortadan ikiye kırdım. Yarısı onaydı, yarısı bana. Önüne koyarken ilk bir kokladı, sonra da afiyetle yemeye başladı. Ben de kaldırıma otururken diğer yarısını yemeğe başladım. Artık bir arkadaşım olmuştu. Ne güzel... İkimiz de ekmeğimizi yedikten sonra oturup etrafı izlemeye başladık. Ben de kendime bulduğum yeni arkadaşı kutluyordum kendi kendime. "Ne güzel, yeni arkadaşım oldun." Derin bir nefes aldım. "Bu yalnızlığıma iyi geldi. Hoş, ailem bana yeterdi de senin de benimle olman güzel oldu." Mavi gökyüzüne baktım. "Bugün hava güzel. Acaba okulda ikinci günüm de güzel olacak mı? Bence olacak çünkü bu sefer beni ezmelerine izin vermeyeceğim. Aynı Ayça da yaptığım hatalar gibi olmayacak. Sen şimdi Ayça kim diye soracaksın, o benim asıl bedenim. Biraz karışık ama bunu ilk defa birine anlatıyorum." İç çektim. "Sanırım son da olacaksın." Ayağa kalkarak etrafa baktım. "Karnın doyduğuna göre benim okula gitmem gerek. Kendine iyi bak tamam mı...?" Onu nasıl çağıracaktım ki? Ona bir ad vermeliydim. "Bence adın Tofu olmalı. Tofu, sonra görüşürüz." dedim başını okşarken. O da ismini beğenmiş gibi karşılık verdi, o pofuduk kuyruğu heyecanla sallanmaya başladı. Ne güzel, ilk defa biri benim için heyecanlanıyordu. Oradan ayrılırken, Tofu'yu arkamda bıraktığım için üzülsem de yoluma devam etmem gerekiyordu. Okula geç kalıp bir de ceza alamazdım. İkinci günden bıraktığımı düşünmelerini istemiyordum. Ancak başka bir gürültü duymamla olduğum yerde kalmam bir oldu. Bu bir bağrış sesiydi, hayır bir kavga! İlk başta yürüyüp gitmek istedim ama içimde yanan merak hiç de peşimi bırakacak gibi durmuyordu. Bu sesler az ilerdeki ara sokaktan geliyordu. Dar bir sokak olduğunu ve çıkmaz sokak olduğunu anımsıyorum ama pek emin değilim. Hızlıca duvarın arkasına girerek kavgayı görmeye çalıştım. Ancak bu mümkün değildi. Sonra da yavaş yavaş yolun ağzına doğru ilerledim. Başımı uzattığımda bunu hiç beklemiyordum, kafamı nasıl uzattıysam geri çekmemde bir oldu. Bir adam vardı, birine bağırıyordu ama kime bağırdığını görememiştim. Bir kez daha şansımı denedim ve kafamı uzattım. Adam bağırıyordu, hem de dört kişiye. Dört kişi mi? Daha dikkatli baktığımda dört öğrenci gördüm. O dört öğrenci bizim okulun üniformalarını giyiyordu. Evet, gerçekten de bizim okuldandı. Peki bu adam onlardan ne istiyor olabilirdi ki? "O kadar zenginsiniz! Bu kadar mı para çıkıyor sizden? Babanızdan alamadınız mı?" Eli bir çocuğun yüzüne indiğinde kendimi geri çekerek nefesimi tuttum. Dört çocuk, haraç kesen bir adamdan dayak yiyordu. Buralarda hep böyle şeyler mi olurdu? Hangi k-dramanın içindeydim ben? Polisi aramalıydım ama telefonum yoktu. Başkasından yardım istesem desem burası ıssız bir yerdi. Kimse bu saatte buradan geçmezdi. Ne yapacaktım ben? Allah'ım, ne yapmalıyım? Tekrar kafamı uzattığımda bu sefer adamın elinde silah geçmişti. Bu adam bu çocukları öldürecekti, buna izin veremezdim. Kim olduklarını tanımasam da genç yaşta ölmenin ağır bir şey olduğunu biliyordum. Bir şeyler yapmalıydım. Düşün Minji... Düşün. Düşünmeye çalışırken adamın bu sefer tehdit ettiğini gördüm. Yapacak hiçbir şeyim yoktu. Tek bir şey vardı, o da tüm gücümle dalmak. Ya da basit ama zeki bir doğaçlama. Polis gibi düşün! Adam benden tarafa arkasını dönünce bana da fırsat doğmuştu. Tüm cesaretimi bir araya toplayarak yürümeye başladım. Adımlarım bir gölge gibi ilerlemeye devam etti. Adam o kadar çocukları hırpalamaya kendini kaptırmıştı ki beni görmemişti bile. Bu zamanda kimsenin burada olmayacağını düşünüyordu, ama ben vardım. Çocukların üçünün hep boynu eğikken biri dimdik adamın yüzüne bakıyordu. "Ne kadar cesaretli?" dedim kendi kendime. Çoktan adama saldırır, al aşağı ederdi bu çocuklar. Ama o silah onları korkutuyordu. Bu yüzden hiçbir şey yapamıyorlardı. Bunu çok iyi anlayabiliyordum. Adam da ona güveniyordu ya zaten. Elindeki silah olmasa o yüzlere kalkan el çoktan başka tarafına girerdi. Daha da yaklaştığımda çocuklardan biri beni fark etti. Arkadaşını dürttü, o da beni fark etti. Sonra diğerleri de beni fark edince yüzümün aksiyondan alev aldığını hissettim. Yine de belli etmemeye çalışarak işaret parmağımı 'susun' dercesine kaldırdım ve fermuar çektim dudaklarıma. Onlar da beni anlamışlar gibi hemen adama döndüler. Ah, iş birliği tam vaktinde kuruldu. Tabii bu durum da onda şüphe oluşturdu. Sanırım fark edildim. Adam, çocukların bakışlarından bir şeylerin ters gittiğini anlamış olmalıydı. Tam bana doğru dönmek üzereydi ki o an aklıma ilk gelen şeyi yaparak adamı durdurdum. Parmaklarımı birleştirip adamın beline sapladım. "Önüne dönersen bağırsaklarını deşerim!" Ne yapıyordum ben!? Cidden? "Sen de kimsin?" "Ecelin!" Cidden hangi dizide oynuyorum da bunlar benim başıma geliyor? "Bana bak seni..." diye sözünü devam ettiremeden parmağımı daha da sert bastırdım beline. Sanırım üzerindeki ceket sayesinde gerçekten de silah doğrulttuğumu sanıyordu. Ben de az iyi rol kesmiyor değildim ha! "Arkanı dönersen mideni paramparça ederim, ben buraların en iyi dedektifiyim. Asla acımam!" Çocukların gözleri kocaman olmuştu, yani çekik olsa bile yerlerinden fırlayacak gibi duruyordu. Gerçekten sınırlarımı çok zorlamıştım, haklılardı. Ne yapmam gerektiğini ben de bilmiyordum ve sadece paniklemiştim. Eğer bu adam ölmekten korkuyorsa büyük ihtimalle bu tuzağa düşecektir, umarım... "Silahını at! Hemen!" dedim bağırarak. Adam ilk bir çekinsede sonra silahı yere bıraktı. Cidden yemişti avanak. "Geriye doğru sürükle!" Elleri havada ayağıyla bana doğru gönderdi. Tanrım, çok Arka Sokaklar da izlemedim ama... Neler oluyor? Bana doğru gelen silahı elime aldım ve tetiği çekerek adama doğrulttum. Bu sefer diğer çocuklar da korkmuştu, yani bir kısmı. Adam bana döndü, gözleri dehşetle açıldı. Sonra kahkaha patlattı. "Ah, siz veletler. Neden sana kandıysam? Hadi, oynama benimle. Ver şu silahı!" Tabii ya! Benim alnımda da geri zekâlı yazıyordu (!). "Nedenmiş o? Kendi ellerinle verdin, hiç geri alınır mı öyle?" Diğerlerine kafa işareti yaptığımda onlar da yavaştan adamın gasp ettiği eşyaları toplamaya başlamışlardı. Adam onları görünce dişlerinin arasından nefesini çekti ve bana doğru öfkeli bir adım attı. "Seni velet!" "Hey! Bir adım daha atma sakın!" dedim gözümü kırpmadan. Kendimi güvende hissetmem normal miydi? Evet, kendimi hem güçlü hem de güvende hissediyordum. Sanki elimdeki bu silah olması gereken yeri bulmuş gibiydi. "Sen bana ateş edemezsin. Korkak bir veletsin." "Öyle mi? Beni zorlama sakın!" "Ya, hadi sık! Sık! Hadi!" Ve elimdeki silah büyük bir gürültüyle patladı. O an tüm zaman etrafımda benimle birlikte dondu... 🌸 Oww, aksiyonlu bir bölümdü. Umarım beğenmişsinizdir. Çünkü bunlar son hızla devam edecek. Sonraki bölüme görüşürüz. İnstagram: alfa_sanatci
|
0% |