@alfaedam
|
🌸 Güneş bugün benim için doğmayacaktı. Bugün kiraz çiçekleri benim için açmayacaktı. Büyük gösterişli malikanemizin bahçesinin ortasında bir tane kiraz ağacı bulunurdu. Her bahar çiçeklerini koklar, her yaza doğru da meyvesini yerdik. Bahçıvan Hulusi amca da her kış budar, ağacın daha güzel büyümesini sağlardı. Neden bahçemizde bir tane kiraz ağacı olduğunu bilmezdim. Ama sebebini öğrendiğimde artık benim de en sevdiğim ağaç oydu. Annemin en sevdiği çiçek kiraz çiçeğiydi. Bana derdi ki; bir kiraz çiçeğinin ömrü sadece bir gündür. Açar ve anında yapraklarından kurtulur. Sen ise sadece bir yıl beklediğinle kalırsın. Ama onu beklemek özeldir çünkü açtığında bahar gelir. Annemle her bahar kiraz çiçeklerinin açmasını beklerdik. Sebebinin sadece baharın habercisi olduğunu düşünürdüm. Birlikte ağacın altına oturur yere düşen çiçeğin taç yapraklarını yakalamaya çalışırdık. Bu hep böyle sürerdi. Onu kaybettikten sonraki her gün o ağaca ağlamaya başladım ve o ağaç benim için yalnızca baharda açan ve yazın meyvesini yediğimiz sıradan kiraz ağacı olmaktan çıktı. O artık benim annem oldu. Ve her baharda benim yanıma geldi. Yine her bahar birlikte taç yaprakları topladık. Sonra o gitti. Bir yıl boyunca tekrar onun gelişini bekledim. Ama artık bekleyemiyordum. Annemin varlığına çok ihtiyacım vardı. Her ağladığımda annemi özledim. Her sustuğumda onu özledim. Her korktuğumda ona sığınmak istedim. Ben sadece annemi istedim. Ona gitmek istedim... Gözler ruhun aynası derlerdi. Ne olursa olsun, dil anlatamaz ama göz anlatır derlerdi. Benim gözlerimde bana bir şey anlatmak için çırpınmaya başlamıştı sanki. Bir kiraz çiçeğini benim önüme koymuş, solmak üzere olan yaprakların tekrar canlanması için dua etmeye başlamıştı. Gözlerim benden daha inançlıydı. O çiçeğin tekrar canlanacağına inanıyordu. Bir parkın içinde uzun bir koridorda dolaşıyordum. Her yaprağın düştüğü ama yerine hemen yenisinin geldiği, kiraz çiçeklerle dolu bir ormandı burası. Huzur yüzüme dokunurken gülümsemeden edemiyordum. Ben cennetteydim sanki. Belki de öyleydim. Adımlarım yuvarlak bir göbeğe gelince durdum. Çünkü o göbekte beni ölüme gönderen kadın duruyordu. Üzerine giydiği tuhaf kıyafetlere anlam yükleyemiyordum. Bizim kültürde böyle bir kıyafet yoktu. Sanki, sanki uzak doğu kültüründeki gibi... Yaşlı kadın eline aldığı çim biçme makasıyla ne yaptığını izlerken homurdandığını duydum. Sanki sinirliydi de o sinirini başka bir şeyden çıkarmak için uğraşıp duruyordu. Duraklayıp ne yaptığını izlemeye koyulduğumda o büyük makası daha yeni açmış kiraz çiçeğine doğru getirdiğini gördüğüm. Hemen hareketlendim. Ama ben yetişemeden makası kullanarak çiçeği kesti. Yere düşen çiçek kurudu ve yaprakları bile uçuşamadan toprak oldu. O çiçek anında öldü. Bu sefer başka bir çiçeğe uzandı. Küçük bir ağacın çiçeğini kesmek için hareketlenmişti ki hemen koşarak makasın metal yüzünü tuttum. "Ne yapıyorsunuz siz?" dedim endişeli gözlerle. Çiçeğe baktığımda hala ilk günkü gibi taze duruyordu. Derin bir nefes aldım. "Demek geldin!" dedi yaşlı kadın bağırarak. "Şimdi ne olacak?" Başımı anlamadığımı gösterircesine salladım. Yaşlı kadın makası elimden kurtararak köşeye fırlattı. Şaşkınlıkla ihtiyarın mavi gözlerine baktım. O mavi gözler o kadar parlak ve güzeldi ki sanki içinde yeni bir hayatı barındırıyordu. Ama yüzü o kadar yaşanmışlıklarla doluydu ki gözlerinin güzelliğini örtüyordu. Yine de bu, ruhunun beyazlığının dışarıya vurmadığını göstermezdi. Elini kaldırdı ve mor damarların çıktığı beyaz tenli parmağını bana doğrulttu. "Sorumluluğunu alacaksın." Daha da hiddetlendi. "Sorumluluğunu alacaksın." Anlamamıştım dediğini. Üzerime doğru bir adım attı. O adım atınca bende geriye doğru adım attım. Sonra, "Neyin?" dedim. Yaşlı kadın yine bağırdı. "Sorumluluğunu almalısın." Bu sefer ben de bağırdım. "Neyin?!" "Senin olmayan bir canı almanın sorumluluğunu!" Eline ne ara uzun kalın bir değnek geçmişti anlamamıştım bile. Bir an o değnek bacaklarıma indi. Dizlerimin üzerine çöktüm. "Senin olmayan o canın sorumluluğunu, senin olmayan bir canla ödeyeceksin!" Kadının öfkeli sesi sadece kulaklarımda değil ruhumda da yankılanmıştı. O kadar etkili bir şekilde bağırmıştı ki zamanın karardığını düşündüm. Elindeki değnek anlıma doğru kalkarken de yaptığım suçu düşündüm. Ben ne yapmıştım? Anlıma inen değnekle birlikte gözlerim karardı. Yere düşen bedenimi ayağa kaldıramayacak kadar gücümün tükendiğini hissediyordum. Boşluğa düştüm tekrardan. Ve tekrardan o yaşlı kadının sesini duydum. Sorumluluğunu alma vaktin geldi. Senin olmayan canı kurtarmanın vakit geldi. İkinci şans, ölen kiraz çiçeği için tekrar dünyaya geldi. Bu ses kadının değil, benim suçumun sesiydi. Ve suçum yargısını vermişti... 🌸🌸🌸 |
0% |