@alfaedam
|
Zamanım dolmuştu. Onların da öyle… Saatlerin aleyhime işlediği bir anda işittiğim telefonumun sesiyle, onu kısmadığım için kendime küfrettim. Bunca zaman beni aramamıştı ama şimdi tam vaktinde arıyordu. Ne harika! Bu çocukla ne yapacaktım ben? Hızlı bir şekilde yeşile kaydırdım ve hoparlöre alarak yola döndüm. Işık henüz yeşil olmamışken beklemeden kırmızıda geçtim. İşim aceleydi, eminim şu an beni takip edenlerinde işi aceleydi. Arabaların kornaları eşliğinde drift atarak sol yola doğru döndüm. “Sevgili avcım, nasılmış?” “Beni böyle çağırmaman için illa boğazını parçalara mı ayırmam gerek Mert?” Arabulucumun sesi bir anda ciddileşti. “Özür dilerim avcım ama alışkanlıktan vazgeçmek zor, biliyorsun…” Onu umursamadan arkamdaki siyah arabaya dikiz aynasından göz attım. “Ne yapıyorsun görüşmeyeli?” “Yine aynı şeyleri!” dedim vites atarken. “Harika! O zaman akşam buraya geliyorsun. Çok güzel bir iş var.” “Yine mi?” “Evet, ama bu seferki iş mükemmel. Eminim şimdiki geç kalınmışlığı telafi edecek.” “Demek öyle.” Derken önümdeki araçları hızlı bir şekilde solluyordum. Arkamdaki adamlar beni kaçtığım kafesten beri takip ediyorlardı. Onların beni kaçıranlar olduğunu söyleyebilirdim ama kanıtlayamazdım. Resmen benim peşime düşmüşlerdi ve bu sefer öldürmek istiyorlardı. “Yani ne düşünüyorsun? Gelecek misin?” “Bakarız.” dedim hazır cevap şeklinde. Sonra da önümdeki kocaman dorsesi olan tırı gördüm. “Söylesene,” dedim arabulucuma. “Yüklü bir tırı devirmek için ani fren yeterli mi?” Arabulucum aniden gelen bu soru karşısında duraklasa da benim yine bir şeylerin peşimde olduğunu anladığı için kısa bir süre içinde sorumu cevapladı. “Eğer aşırı hızlıysa…” “Evet,” dedim dudaklarımı yalarken. “Eğer aşırı hızlıysa…” Gözümdeki güneş gözlüğünü burnuma indirerek gaza asıldım ve altımdaki arabanın kükreyişini dinledim. İbre yüz seksenden iki yüze doğru yükselirken tırı sollamaya başladım.Ardından camı açtım ve tır şoförüne el sallamamayı ihmal etmedim. Üzgünüm ama bunu yapmak zorundayım. Peşimdekilerden anca böyle kurtulabilirdim çünkü. Sonra da tırın önünde geçtim ve “Şimdi onlardan kurtulacağım.” diyerek yavaşlamaya başladım. Tır yavaşladığımı gördü ancak ani firen yapacağımı düşünmüyordu. Evet, kırmızı bir araba kullanan aptal bir kadın sürücü olarak trafiği birbirine katacaktım. Üstüne üstlük burası bir otoyolken… Tırı süren şoför panikleyerek direksiyonu sağa sola çevirmeye başladı, ardından ilk önce ön dorsesi sonra da diğerleri büyük bir gürültüyle devrildi. Kocaman otoyol kapandı. Benim hız yapmam sayesinde arkamdaki siyah araba da hızlanmıştı. Ancak bunu ön görememiş olacaklar ki kısa bir süre sonra büyük bir patlama gerçekleşti. Alevler bir anda tırın dorsesini kaplarken diğer araçlarda onu takip etti. Şanslı olanlar kurtuldu. Olmayanlar ise yok oldular... “Baksana.” dedim bir süre arkadaki savaşı izlerken. “Sence bu durum Kunt’un kulağına ne kadar sürede gider.” “Bunu sorduğuna göre eminim onlardan kurtulmuşsundur.” “Hem de hepsinden.” “O zaman bir saat içinde.” Gülümsedim. “Bir saat yeterde artar bile. Sana daha önce mükemmel bir arabulucu olduğunu söylemiş miydim?” “Asla!..” “O zaman şanslı günündesin,” diyerek telefonu kapattım ve tekrardan yola koyuldum. Biliyorum, bu yaptığım hiç doğru bir hareket değildi hatta ‘bunu yapmasaydım ölecektim’ klişesini bile söylemek istemiyorum ama yine de söyleyeceğim. Çünkü gerçek buydu. Benim gibi bu dünyada hayatta kalmak istiyorsan bazı şeyleri feda etmek zorundaydın. Evet, bu yolu ben seçmiştim. Çünkü bir kadın kurt olarak ayakta kalmak için savaşmak zorundaydım. Sıradan bir insan değildim. Hiç de olmamıştım. İnsanların arasında yaşamayı denemiştim ama hiçbir zaman onların yanına ait olmamıştım. Kurt sürüleriyle yaşamayı denemiştim, onlara da ayak uyduramamıştım. Ben tamamıyla uyumsuzdum. Hiçbir yere ait olmayan, kimseyi umursamayan, utanması olmayan bir sürtüktüm. Altı yaşından beri de böyleydim. Bazen çok yoruluyordum ama buna alışmıştım artık. Fütursuzca yaşamak ve önüme gelen herkesi amaçsızca öldürmek. Avcı olmanın sonucu buydu işte. İstediğini öldürebiliyordun… Bu yola başladığımda aklımda tek bir şey vardı. O da babamla ablamın intikamını almaktı. O siyahlar içindeki adamı yani benim gelmiş geçmiş en büyük düşmanım olan Harry Johnson’u bulmaktı. O yüzden avcı olmayı seçtim. Ancak ne onu bulabildim ne de intikamımı alabildim. Sadece hayatta kalmaya odaklandığım için bir süre sonra da aramaktan vazgeçtim. Çünkü artık anlamsızdı. Onu yensem bile ablamla babam geri dönmeyecekti. Bu yüzden her şeyden vazgeçmiştim. Şimdi ise amacımı bırakarak bunu meslek belirlemiş ve böyle yaşamaya başlamıştım. Biliyorum, en akılda kalıcı sürtük bendim. Huyum kurusun ki herkes benim peşimdeydi ama yapacak hiçbir şeyim yoktu ki… Peşime adamlarıyla beni adım adım takip eden ve bana altı ay boyunca işkence yapan Kunt’ı bile mahvetmiştim. Evet, onun kardeşini öldürdüğüm için peşimdelerdi ve bu biraz da benim vazgeçmeden önceki amacıma benziyordu. Ancak ne yapabilirdim ki? Bu yine de onları öldürmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Önümde beliren ve bütün gece yerini tespit etmeye çalıştığım o şantiyeye geldiğimde hafifçe gülümsedim. Bir uyuşturucu mafyasına göre ideal bir yerdi burası. Uzun ilerleyen gri yapı kendini gösterdiğinde etraftaki adamlara göz gezdirdim. Burası eski bir alana benzeyen ama geniş olan bir araziydi. İnşaat bahanesiyle buraya kurulmuşlar ve insanları zehirlemeye başlamışlardı. Duyduğum kadarıyla Kunt’ın kardeşi de benim yattığım iş adamlarından birine yüklü miktarda borçlanmıştı. Borcu ödeyemediği için onu öldürmem istenmişti. Daha toy olduğum için hevesle kabul etmiştim. Eğer şimdiki aklım olsaydı asla kabul etmezdim. Çünkü bu kadarcık parayla o adamı öldürmek fazla ucuzdu. Kırmızı arabamı tam şantiyenin kapısına doğru çevirdim ve drift atarak arabayı durdurdum. Hafif sollu duran araba korumaların dikkatini çekmişti. Dışarıda dört adamı vardı. İçeride kim bilir ne kadarı vardı? Belime Hansel ve Gretel’i yerleştirdim ve gözlüklerimi geriye ittirdim. Sonra da arabadan inmek için kapıyı açtım. Siyah uzun ve sivri topuklu botlarımla yere sertçe bastım. Ağır bir şekilde arabadan inerken etrafıma küçük çaplı göz gezdirmeyi ihmal etmedim. Ve ardından arabanın kapısını kapattım. Kahverengi saçlarımı savurarak arabanın önüne doğru yürümeye başladım. Bana dikkatle bakan korumaları umursamadan arabanın diğer tarafına geçtim ve hafifçe cama yaslandım. Onlarca kez yaptığım gibiydi her şey. O kadar ucuz ve o kadar kolaydı ki artık her şeyin ön görebileceğini kestirebiliyordum. Karşımdaki dört adama göz gezdirdim.Hepsi iri yarı ve yakışıklılardı. Kunt’ın adamları zaten hep böyleydi. Nedense hep yakışıklı olanları tercih eder kusurları olanları yok ederdi. Bunu daha fazla sorgulamak istemiyordum çünkü biraz daha zorlarsam eğer aklımda tuhaf düşünceler belirecekti. “Merhaba beyler.” dedim hafifçe gülümseyerek. “Umarım işler mükemmel gidiyordur.” “Kimsin sen?” dedi uzun boylu ve kirli sakallı olan esmer çocuk. Dudaklarımı büzdüm. “Sizlerin arasında ünlüyüm sanıyordum, beni nasıl tanımazsın.” Sarışın olan çocuk mavi gözlerini kısarken arkadaşına yan gözlerle baktı. “Bu o.” dedi sakince. “Sahibiniz içerde mi?” Esmer çocuk sesini çıkartmasa da yüzündeki hareketlerden Kunt’ın burada olduğunu anladım. “O demek burada.” Gülümsedim. “Son bir şansınız var.” dedim dörtlüye karşı. “Ya buradan gidersiniz ya da sizin sonunuz da onun gibi olur.” Bu sözlerimden sonra aramızda soğuk bir sessizlik oldu. Sonra da esmer çocuk belindeki silaha uzandı. Ama ben ondan daha hızlıydım. Silahımı çıkarttığım gibi esmer çocuğun beynini patlattım. Sarışın çocuk daha silahını çıkartamadan arkadaşı yere yığıldı. Diğerleri de sarışın çocuk gibi oldukları yerde kaldılar. Hadi hareket edin bakalım, aynı onun gibi beyinlerinizi patlatmıyor muyum? Sarı çocuğun kafasına silahı dayadım. “Eğer buradan uzamazsanız sıradaki siz olursunuz.” Avcumu açtım, “Silahlar!” dedim sertçe ve onları izlemeye koyuldum. Tek bir hareket onların sonu olurdu. Bunu biliyorlardı, bu sayede kimse yanlış bir hareket yapmadan silahlarını yavaşça bana verdiler. “Şimdi buradan kaçın, yoksa içerdekiler gibi ölürsünüz. Emin olun aldığınız para sizin canınızdan daha değerli değildir.” Sarışın çocuk başını salladı ve arkadaşlarıyla birlikte adım adım benden uzaklaşmaya başladılar. Sarı çocuk tatlıydı, ölen esmer de öyle. “Yazık oldu…” Gözlerimi tekrar sarışına kaldırdığımda diğerleriyle birlikte çoktan alandan çıktıklarını gördüm. Sanırım erkeklikleri bu kadardı. Yine de yazık oldu, sarışın çocuk tam benim tipimdi. Saçlarımı savurarak Kunt’un bulunduğu yere doğru yürümeye başladım. Belimden diğer silahı da çıkartırken kocaman demir kapıyı sertçe tekme atarak açtım ve o an karşıma gelen herkesin beynini patlatmaya başladım. Silahlarımda susturucu olmamasına rağmen dışardaki sesi duymamaları içerdeki ağır yalıtımdan kaynaklıydı. Çünkü Kunt’ın işkencelerini kimse görmemeli ve duymamalıydı. Eh, bu da sanki onun sonu olmuş gibiydi. Avcıların arasındayken çok şey öğrenmiştim. Nasıl bir işkencecinin neler tercih edeceğini bildiğim gibi, bir kurdu yok edecek şeyleri de biliyordum. Hatta sadece benim türüm için değil, diğerlerine de neler yapacağımı biliyordum. Bunu seçmemin sebebi ne kadar haklı olsa da şimdiki durumum için geçerli değildi. Ben paralı bir silahtım, kim daha çok para verirse ona giderdim. Sorun şu ki artık ne yapacağımı şaşırmıştım. Yirmi bir yaşında olan biri için tamamen ipin ucunu kaçırmıştım ve komik olansa hiç gocunmuyordum. Karşımdaki insanların beyinlerini tek bir kurşunla patlatırken o kadar zevk alıyordum ki… Sanki yıllarımın hıncını avlarımdan çıkartıyordum. Sanki beni bu duruma sokanların onlar olduğunu hissediyordum. Kunt kötü bir adamdı, ama ben de ondan aşağıya değildim. Sanırım hiç aklanmayacaktım. En sonunda Kunt’ın odasına geldiğimde kapıyı sertçe açtım. Yerdeki kan kokusu ve kurşunların çıkardığı o sesleri umursamadan içeriye adımladım. Kunt elindeki silahıyla beni bekliyordu. Onu görünce altı ay boyunca çektiğim işkenceler ve o karanlık yerin ürpertisini tenimde hissettim. Ara sıra gelir bana türlü işkenceler yapar, benden faydalanırdı. Üstelik bunu ellerim bağlı yapardı. Şimdi ellerim salıktı. Hadi şimdi bir daha dene bakalım! Öfkeyle gözlerimi Kunt’ta gezdirdim. Ayaklarımın tabanına yapışan kanları umursamadan birkaç adım attım ve bana dikkatli bir şekilde bakan adamı inceledim. Yüzünde o iğrenç gülümsemelerinden biri belirdi. “Mira Ravanoski. Buraya geleceğini bilseydim karşılama töreni hazırlardım.” Yüzümü ekşiterek başımı salladım. “Gerek yok Kunt, ben zaten adamlarının kanlarından kendime bir kırmızı halı döşedim.” Şimdi ben gülümsedim. “Eee, o güzel işkencelerinden biri yok mu?” “Bu sefer yok.” “Yazık oldu o zaman,” Parmaklarımı silahımın üzerinde gezdirdim. Sonra da belime yerleştirdim. “Sen kolay ölmeyi hak etmiyorsun.” “Peki ne yapacaksın Ravanoski? Senin gibi bir it ne yapar. Isırır mı?” Adam kahkaha attı. “Hayatımda gerçek bir it görmemiştim. Hatta senin gibi bir sürtüğü de…” Başımı iki yana ağır ağır sallarken dudaklarımı öfkeyle birbirine bastırdım. Bunu yapmak istemiyordum ama hak etmişti. “Sen de Karl’dan daha çirkinmişsin. Ama sorun değil, sonuçta sen de onunla aynı cehennemi boylayacaksın.” “Kardeşimin adını ağzına alma!” diye kükredi. “Alırsam ne olur?” dedim sakince. O anda adam elindeki silahı kaldırdı ve bana sıkmaya başladı. İlk kurşundan sıyrıldım ve yere eğildim. Ardından saniyeler içerisinde ayağa kalktım ve Kunt’ın üzerine atladım. Silahı tutan bileği bir elimde sıkıca kavrarken diğer elimde boynunu tuttum ve sivri pençelerim ortaya çıktı. İlk önce sürekli ateş eden o eli parçaladım sonra da onun boğazını. Ama öldürmedim. Henüz değil… Elindeki silah düştüğünde onu bıraktım ve yüzüne okkalı bir yumruk indirdim. Dengesini kaybedip yere düşerken gözlerimin yandığını hissettim. Ofisin camındaki yansımama baktığımda gözlerimin kırmızı olduğunu gördüm. Evet, bu ve pençelerim bir kurt olduğumun kanıtıydı ancak sadece bundan ibaretti. Ben bir canavardım, ama kendime göre bir canavar… “Seninle daha işim bitmedi.” dedim yerdeki adama doğru bakarak. Gözlerimi görünce korkuyla geriye doğru sürünmeye başladı ama onu bırakmadım ve bacaklarından tutarak yerde sürüklemeye başladım. Bağırıyordu, benim bağırdığım gibi. Koridora çıktık, o benden kurtulmaya çalışırcasına çırpınırken kanlı koridorda yürüdüm. Adamlarının kanı ona bulaşmaya başladı. Adamlarının ölmesi onun suçuydu. Kardeşinin ölmesi de onun suçuydu. Beni bu kadar öfkelendirmesi de onun suçuydu. Şimdi hakkı olanı alma vakti gelmişti. Burayı basmadan önce bir sürü araştırma yapmıştım ve görgü tanıklarından nasıl bir insan olduğunu öğrenmiştim. Dolandırıcı, uyuşturucu baronu, işkenceci ve işgalciydi. Mahalle halkını tehdit ederek zorla ellerinden mallarını alırmış. Duyduğuma göre polisi de rüşvetle satın almıştı. Halk sesini çıkartamıyordu. Tabii bunların üzerine de büyük bir fuhuş ağını yönetiyordu. Bunlar yaptıklarının bir kısmıydı işte. Şimdi bende bu pislikten dünyayı kurtaracaktım. “Senin sorunun ne biliyor musun Kunt?” dedim işkence odasının kapısında dururken. Kapıyı açtım ve bir sürü işkence aletlerinin olduğu yere geldim. Bir sürü insanın kanı akmıştı burada. Yoğun kan ve leş kokusunu alabiliyordum. Bazıları birkaç günlükken bazıları daha eskiydi. Üstelik her şey yerli yerinde duruyordu. Benim üzerimde denedikleri de. Özellikle elektrikli olanları… “Hala sorumu cevaplamadın.” Tek kaşımı kaldırarak yerdeki adama baktım. Sırtı sürünmekten kan ve tahriş olmuştu. Sırt üstü dönerek ağır ağır yerde sürünmeye başladı. Bir it gibi… “Lütfen, bırak beni!” “Yanlış cevap.” diyerek ensesinden yakaladım ve ağır cüsseyi ayağa kaldırmak zorunda kaldım. “Senin sorunun,” Kulağına yaklaştım. “Bana bulaşmış olman.” Sonra onu elektrikli sandalyeye oturttum. Ardından bileklerini ve ayaklarını iyice bağladım. Bana delilerce yalvarmaya başladı. Umursamadım. Ben çığlık atarken o kahkaha atıyordu. Şimdi sıra bendeydi. Bu dünyada en çok nefret ettiğim şey, onlar bana cehennemi yaşattıktan sonra tekrar rahat yaşamaya çalıştıklarını görmem. Bu beni aşırı öfkelendiriyordu. Üstelik Kunt gibi adamlar sadece bunlardan biriydi. Hayatıma bir sürü insan girdi çıktı. Kimse benim gazabımdan kurtulamadı. “Bunun yanına kalacağını mı sanıyorsun?” Bu halde bile beni tehdit etmeye çalışıyor. Yazık! “Evet, çünkü dünya senin ne biçim bir manyak olduğunu görecek.” Elimi kotumun arka cebine attım ve oradan küçük bir bellek çıkardım. “Bu ne biliyor musun? Senin hayatın. Fuhuş ağı mı? küçük kızları satmak mı? Üstüne üstlük kokainle birlikte… komik!” Aslında komik değildi. Hatta nefret edilesiydi. “Sen…” “Ben bir avcıyım Kunt. İyi kolları olan bir avcı. Avımı öldürmeden önce tanırım.” Elimi elektrik jeneratörüne getirdim. “Keşke sen de benim ne kadar intikamcı olduğumu görseydin. En azından beni yakaladığın gibi öldürürdün.” Bu sadece ulaşabildiğim insanlar için geçerliydi. Tuşa bastım ve elektriğin kıvılcımlar atarak ilerlediğini gördüm. Saniyeler içerisinde çığlık yükseldi. Arkamı döndüm ve ona bakmadan kapıdan çıkıp gittim. Biri daha benim gazabıma uğramıştı. Ne yapabilirdim ki? İlk önce o bana bulaştı. Bir düşmanımdan kurtulmuştum. Sıra diğer düşmanlarımdaydı. ... |
0% |