Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Yekten Bir İlk - 3

@allev

Tarih: 24 Eylül 637, saat: 06:18. Konum: Artık tutsak olmadığım, insanlara ait oda. Gözlerimi açtığımda, uykuya ne zaman daldığımı hatırlayamıyordum. Hatırladığım tek şey, oldukça sıra dışı bir rüya gördüğümdü. Ne zaman olduğunu bilmediğim bir anda gözlerimi açmış ve kendimi hareket edemediğim, hissedemediğim bir boşlukta bulmuştum. Kim olduğunu algılayamadığım birinin bana sorular sorduğunu ve ona cevap verdiğimi hatırlıyordum. O kişiyle ilgili kurabildiğim tek bağlantı, sesinin önceki rüyalarımdaki kişilere benzemesiydi.

‘Bir şeyler hissetmek nasıl bir duygu?’ diye sormuştu. Seslerimizin nasıl iletildiğini anlamasam da zihnimden geçen her şeyin ona aktarıldığını anlamam uzun sürmedi. Kimden bahsettiğini sorduğumda sorumu görmezden gelip, ‘Şu ana kadar gördüklerin hakkında ne düşünüyorsun?’ diye sormuştu. Ne demek istediğini anlamadığımı söylediğimde, ‘Hissettiğin, gördüğün, duyduğun her şeyi biliyorum,’ demişti. Şaşırmıştım, ama o, ‘Benden bir şey saklamaya çalışman anlamsız,’ diye eklemişti.

Şimdi geriye dönüp düşündüğümde, oldukça uzun bir konuşma yapmıştık. Tüm detayları hatırlayamasam da bana yaşadıklarım ve verdiğim tepkilerle ilgili sorular soruyordu. Bunu ancak şimdi fark ediyordum. Rüyada kontrol tamamen onun elindeydi. Hiçbir şeyin farkına varmıyor, tüm zayıflıklarım onun önüne seriliyordu. Rüyalarımdaki kişinin hakkımda çok şey bildiğini anlamıştım. Başka bir açıklaması yoktu.

Kimdi o kişi? Ancak, kendim hakkında en ufak bir bilgiye bile sahip değilken bu soruyu sormam ne kadar mantıklıydı? Ama söylediklerine bakılırsa, beni sürekli takip ediyordu. Bana dair her şeyi biliyor gibiydi. Arşiv’i de biliyordu. Benden farklı olarak, Arşiv’i yüksek performansta kullanma yeteneğine sahip olmalıydı. Bu, onun için her şeyi mümkün kılardı. Bu Dünya’dan biri miydi, yoksa farklı boyutlara ait bir varlık mıydı? Dünya hakkında daha fazlasını öğrendikçe bazı cevaplar bulacağıma emindim.

Bu yüzden üzerimdeki örtüyü kaldırıp yastığa yaslanarak doğruldum. Odanın penceresinden gözlerime vuran Güneş'in rahatsız edici ışığına maruz kaldım. Rahatsızlık, yüzüme yansımış olmalı ki, yüz kaslarımın hareketlerini belirgin bir şekilde hissettim.

Bacağımın daha iyi olduğunu hissediyordum. Artık yavaş da olsa sağa ve sola hareket ettirebiliyordum. Vücudumun birkaç bölgesi dışında, çoğu yerimdeki sargılar çıkarılmıştı. Ağrılarım azalmıştı. Malle'nin tedavisi sayesinde yavaş yavaş toparlanıyordum. Malle demişken, o neredeydi? Güneş daha yeni doğuyordu. Herkesin hala uyuyor olması muhtemeldi. Güneş'in yüzüme vuran ışığına alıştıktan sonra odaya bakındım. Hemen sağımda, küçük bir sehpaya dayalı iki tahta dayanak gördüm. Boyuma göre ayarlanmış ve hareket etmeme yardımcı olacak bir alet olduğunu hemen anladım.

Enerjim azdı, ama hareket edebilme düşüncesi bütün gücümü toparlamama yetmişti. Ellerimle yaralı bacağımı kaldırarak yatağın dışına çıkarmayı başardım. Acı vericiydi, ama dişlerimle dudaklarımı sıkarak üstesinden gelmiştim. ‘Acaba bu seferki yüz ifadem nasıldı?’ diye düşünmeden edemiyordum. Dayanakları kollarımın altına alıp, sağ bacağımdan destek alarak bedenimi kaldırdım. Bu sefer fazla zor olmamıştı.

Ayağa kalktığım an, yavaşça kapıya yöneldim. Birkaç kez denedim, fakat açamadım. Biraz zorlasam açabilirdim, ama şu an gerekli değildi. Dışarıyı sonra keşfetmek daha mantıklıydı. Şimdilik, yatarken göremediğim nesneleri incelemek istiyordum.

Odanın sağ tarafındaki pencere boyunca uzanan küçük bir tezgâh vardı, üzerinde ise birkaç yemek artığı duruyordu. Bir ekmek arası ve peynir gibi yarım bırakılmış birkaç yiyecek dikkatimi çekti. Bu yiyecekleri görünce karnım guruldadı ve uzun bir ses çıkardı. Açlık duygusunu ilk defa burada öğrendim. Bu yiyecekleri yememek için kendimi zor tutuyordum. Bir insana ait bu yiyecekleri tüketmenin bana yarar mı yoksa zarar mı vereceğinden emin değildim.

Analiz etmek için sağ elimi uzattım ve gerekli komutları seslendirdim. Mavi bir ışık hızla bu yiyecekleri taradı. Yüksek besin değerine sahip olduklarını ve açlık anında tüketmem gerektiğini söyledi. Arşiv'in bu uyarıyı yapması bir bildiği olduğu anlamına geliyordu, bu yüzden bir ekmek parçasını ağzıma attım. 'Sanırım şimdi dişlerimi kullanmam gerekiyor,' diye düşünürken ekmeğin lezzetini almaya başladım. Dişlerim arasında ezildikçe lezzeti ağzıma dağılıyordu. Peynir ve diğer yiyeceklerden de alarak karnımı susturmak için birkaç lokma daha yedim.

Odadaki diğer merak ettiklerimi incelemeye başlayınca, enerji kazanmışçasına hoş bir his vücudumu kaplamaya başlamıştı. Bu, iyi hissettiriyordu. Daha sonra, yattığım yerin hemen arkasındaki raflar dikkatimi çekti. Çeşitli kitapların yanı sıra birkaç süs eşyası gördüm. Yatağa yaklaştım, kolumu uzatıp rastgele bir kitap almaya çalıştım ancak boyum yeterince uzun değildi. Dengemi kaybetmemek için tahta değnekleri de bırakamıyordum. Yatağı kullanarak rafa ulaşabilirdim, ama şu an yatakta ayağa kalkmak riskliydi. Oturarak da zaten aynı boyda olacaktım. Tam vazgeçip kolumu geriye çekerken Malle’nin sesini ve kapının tıkırtılarını duydum:

“Birileri çoktan kalkmış bile.”

Kapı açıldı ve elinde yemekler ile tedavi malzemeleriyle içeri giren Malle’nin yüzü, arkasındaki gün doğumu manzarasıyla birlikte içimde sıcak bir etkiye sebep olmuştu. Kapı hala açıktı, Malle elindekileri girişin yanındaki masaya yerleştirip yemekleri hazırlarken benimle konuşmaya başladı:

“Raftaki bir şey dikkatini mi çekti?”

Dışarıdan gelen hafif bir serinlik odayı kaplamaya başlamıştı. Hareket etmeden ve tek bir söz söylemeden, sadece onun hareketlerini izlediğimi fark ettim. Odağımı toplayınca ona doğru yavaşça yaklaşmaya başladım.
“Ne de güzel! Çabuk alışmışsın değneklerine.”

Yemeklerin kokusu ve yükselen dumanlar dikkatimi çekmişti. Onları yakından incelemek için yaklaşmıştım. Sıcak hissettiriyordu. Dışarıdan gelen soğuk esintiye karşı, bu sıcak dumanlar rahatlatıcıydı. Malle bunu fark etmiş olacak ki, endişeli bir ifadeyle hemen kapıyı kapattı:

“Hiç üşüyebileceğini düşünmedim. Şimdi daha iyi misin?”

Kendimi daha iyi hissediyordum fakat herhangi bir cevap vermedim. Yatağa doğru yöneldim ve ulaşınca üzerine oturdum. Değnekleri sağ tarafıma konumlandırdım. Malle de niyetimi anlamış olmalıydı; masayı ve üzerindekileri yatağın kenarına getirdi. Sandalyesini de unutmadı. O sırada tezgâhtaki dağınıklığı fark etti. İyice yerleştikten ve her şey hazır olduktan sonra, Malle sırasıyla açıklamalara başladı:

“Tezgâhı iyice karıştırdığına göre artık bir şeyler yemek için hazırsın, değil mi? Öyle olmasa bile yemek zorundasın. Vücudunun buna ihtiyacı var. Sana destek olması için özel sebzeler seçtim.”

Haklı olabilirdi ancak konuşma şekli hoşuma gitmemişti. Bu da yüzüme yansımıştı. Malle yüzümdeki ifadeyi görünce kendini düzeltmeye çalıştı:

“Yani senin iyiliğini düşünüyorum. Bunlara ihtiyacın var ve ben de elimden geldiğince sana yardımcı olmaya çalışıyorum. Bu yüzden lütfen inat etme.”

Aslında en başından beri bu yemekleri yemeyi düşünüyordum. Cüretkâr konuşmadığı sürece sorun yoktu. Tam o sırada karnımdan gelen gurultu tekrar duyuldu. Yüzümdeki ifade, yerini utanmış ve küçük düşmüş bir hale bırakmıştı. Ancak çabuk toparladım ve hiçbir şey olmamış gibi davrandım. Malle birkaç alaycı söylemde bulunsa da duymamazlıktan geldim.

Önce menemene uzandım. Domatesten yapılan bu yemek oldukça sulu ve lezzetliydi, ancak çok sıcaktı. Malle, yemeden önce birkaç öneride bulunmuştu. Ekmeği menemene bandırıp yememi ve ağzıma atmadan önce mutlaka üflememi söyledi. Yoksa çok sıcak olduğu için ağzımı yakabilirmiş. Denedim fakat menemen, düşündüğümden de sıcaktı. Yemek, önce ağzımı ardından iç organlarımı yakarak hissedemediğim bir yere kadar ilerledi. Malle bu kıvranışımı görmüş ve hemen bir bardak soğuk su hazırlamıştı. Neredeyse yarım litre suyu içmem iki saniyemi aldı. Acı geçmese de hafiflemişti. Kendimi yetersiz hissetmiştim ve bu beni oldukça rahatsız etmişti.

Peynir, zeytin, yeşil otlar ve birkaç meyveden biraz alarak yemeklerimi yeterince yediğimi düşünüyordum, çünkü karnımda bir şişme hissi oluşmaya başlamış ve sanki durmamı söylüyordu. Malle de ısrar etmemiş ve daha fazla yiyemediğimi görünce yiyecekleri toparlayıp tezgâha götürmüştü. Sonrasında yanıma gelip ilk geldiğinde sorduğu soruyu tekrarladı

“Raflardan bir şey mi almaya çalışmıştın?”

Aslında kitaplar dikkatimi çekmişti; kitap demek bilgi demekti. Bu dünya hakkında bilmediğim şeyleri öğrenmemi sağlayabilirdi. Başımı salladım. Malle, ‘Hangisini istiyorsun?’ diye sordu. Öncelikle ince bir kitaptan başlamalı ve dilini çözmeliyim diye düşünmüştüm. Bu yüzden soluk, mavi kapaklı küçük bir kitabı işaret ettim. Malle, benim için o kitabı aldı ve bana verdi. Üzerinde çeşitli semboller vardı. Bu dünyadaki insanların konuştuğu dilde yazıldığı oldukça açıktı. O sırada aklıma tuhaf bir soru gelmişti. Bu dünyada insanların ne dediğini anlayabiliyor ve cevap verebiliyorken, onlar da beni anlıyordu; peki neden bu kitapta yazılı olanları anlamıyordum? Etraflıca düşünüldüğünde mantıklı bir soruydu, ancak cevabını bulmak mümkün görünmüyordu. Malle, bir ikilemde kaldığımı anlamışçasına hemen konuşmaya girdi:

“Bu kitap, bir zamanlar diyarları gezmiş bir gezginin hikayesini anlatıyor. Akademik amaçlar dışında kalın kitaplar nadiren basılıyor, ama yine de bu kitabı okumak beni çok mutlu ediyor. Bütün o diyarları gezen gezgin, her şeyi tüm detaylarıyla anlatmış. Sen de seveceksin, eminim.”

Tam da aradığım kitabı bulmuştum. Bu dünya hakkında edinebileceğim tüm bilgiler bu kitapta vardı. Şimdi tek yapmam gereken, hiçbir harfini anlamadığım bu kitabı çözmeye çalışmaktı. Büyük ihtimalle burada kaldığım sürede bu sorunu çözebilirdim. Ben kitabı incelediğim sırada, Malle yeniden söze girdi ve kısa bir süre sonra, önemli şeyler anlattığını fark ettiğim andan itibaren dikkatle dinledim:

“… Senin sağlık durumuna gelecek olursak, çok hızlı iyileşiyorsun. Bedenindeki bütün kesikler iyileşti. Sol bacağın ve beline ağır darbeler aldığın için onların iyileşmesi biraz daha uzun sürecektir ama bana soracak olursan bu hızla sen muhtemelen birkaç güne rahatça dolaşabileceksin. O zaman işte sana bütün köyü gezdirmek istiyorum. Fakat şimdilik maalesef ki bu odayı keşfetmekle sınırlısın.”

Bu iyi bir haberdi ve köyü keşfetme fikri bende büyük bir merak uyandırmıştı. Ancak Malle, öyle bir şey söylemişti ki aklımı karıştırmıştı ve kendimi toparlamakta zorlanıyordum:
“Hiç aynada kendine baktın mı? Üzerindeki kıyafet sana çok yakışıyor.”

Ayna, yabancısı olduğum bir nesneydi. Malle, bu sözünden sonra her zamanki oturduğu sandalyeden kalktı ve yan tarafta duvara yaslı duran aynayı alıp getirdi. Masanın önüne koyduğunda, işte o an kendimle tanıştım. Bembeyaz saçlara ve kıpkırmızı gözlere sahiptim. Bedenim zayıf ve kısaydı; keskin yüz hatlarımla ilgili söylenecek çok şey vardı. Ancak en önemli ve en garip olan, bir insan bedeninde olduğumu fark etmekti.

Şok olmuştum. Elimdeki kitabı bilincinde olmadan bırakmış ve yere düşerken çıkardığı sesle irkilmiştim. Malle, durumun garipliğini anlamıştı ama ne olduğunu çözemiyordu:

“Ne oldu? İyi misin? Sorun ne?”

İnsanlara duyduğum tüm öfkeye rağmen gördüğüm bu görüntü beni derinden sarsmıştı. Şu ana kadar kurduğum tüm temeller bir anda yıkılıvermişti. Nasıl bir insan olabilirdim? Aynadaki yansımamdan gözlerimi ayırmadan, masayı sola doğru ittirdim. Koltuk değneklerini unutmuş olmalıyım ki kendimi yere bırakıverdim; acı içinde ve endişeli bir yüz ifadesiyle zorlanarak aynanın yanına kadar süründüm. Ellerimle yüzümü çekiştiriyor, gördüğüm şeyin gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Bedenim donmuş gibiydi, düşünemiyordum. Gördüklerim her geçen saniye daha büyük bir şok dalgası yaratıyordu.

Bir süre sonra gözümden yaşlar süzülmeye başladı; birkaç damlanın yanaklarımdan aşağıya doğru kaydığını izliyordum. Bir insan gibi ağlıyor muydum gerçekten? Göğsümde sıkışan bir his belirmişti ve artık nefes almakta zorlanıyordum. Malle, olan biteni kavrayamıyordu; sürekli bir şeyler söylemeye çalışıyor ama söyledikleri bana ulaşmıyordu. Gözlerim kararmaya başladığında, göğsümdeki baskı daha da artmış, içeriden bir şey çıkmaya çalışıyormuş gibi hissettiriyordu. Dengemi sağlayamaz hale geldim ve sağ yanıma, Malle’nin kucağına düştüm. Gözlerimden akan yaşların yanaklarımda bıraktığı serinliği hissederken bilincim, insan olduğum gerçeğinin tokat gibi yüzüme çarpmasıyla kendini bir süreliğine kapatma kararı aldı.

Loading...
0%