@allev
|
Alanın içerisine giren insanın sesinden dolayı gözlerimi açmıştım. Etrafta ışık yoktu. Sanırım güneş yine ortadan kaybolmuştu. İnsan, alanın içindeki küçük, ışık yayabilen cisimleri aydınlattı. Artık bedenimi doğrultmuştum. Ona bakmaya devam ettim. İnsanın ellerindeki biraz geniş olan küçük tahta parçasının üzerinde bulunan yemekler, gözüküyordu. Bu sefer üzerlerinden gazlar çıkmıyordu. Alanı aydınlatma işlemlerini bitirdikten sonra hızlıca yanıma gelen insan, yemekleri yere bıraktı. Önüme, önceki yemek deneyimlerimi gerçekleştirdiğim geniş ve tahtadan meydana gelen büyük nesneyi getirdi. Daha sonra tekrar yemekleri aldı ve tahta parçasının üzerine tek tek konumlandırdı. Şimdi fark etmiştim. Bilincim kapanmadan önce bir zaman diliminde tekrar geleceğinden bahsetmişti. O zaman gelmiş olmalıydı. Yemekleri konumlandırdıktan sonra iletişim kurmaya başladı: “Güzelce uyumuş ve dinlenmişe benziyorsun. Yemeklerini bu sefer sıcak getirmedim. Rahatlıkla yiyebilirsin.” İnsan tam olarak karşımda duruyor ve benden bir cevap bekliyordu. O sırada alanın açıklık kısımlarından dışarı bakıyordum. Bulunduğum alanın diğer tarafında açık ve geniş bir alan olduğunu algılayabiliyordum. Fakat bir beşerî nesne dikkatimi çekmişti. Bulunduğum alanın boyutları ve iç görünüşünü değerlendirdiğim zaman, oldukça birbirlerine benzediklerini fark etmiştim. Konumumun tam karşısında sanırım başka bir iç alan daha vardı. Beşerî nesnenin açıklıklarından içine doğru bakmaya başlamıştım. Bir insan yemek yeme eylemini gerçekleştiriyordu. Bu insan, yanımda bulunana kıyasla oldukça küçüktü. Ağzı ile değişik bir eylem yapıyor ve benim beceremediğim üzerinden gazlar çıkan yemekleri kolaylıkla hem de yanında su bile almadan bedenini içerisine alabiliyordu. Yanımdaki insan bana bu tekniği göstermemişti. Enerji elde ettiğimi bildiğim için bu yemekleri bedenimin içerisine almalıydım. Bu yüzden işlemlere başlamaya karar verdim. İnsanın önceden gösterdiği gibi bir parça birinden bir parça da diğerinden alarak ağzımın yakınına yaklaştırdım. Bundan sonra ise diğer alanda gördüğüm küçük insanın uyguladığı tekniği kullanarak yemeği bedenimin içerisine başarıyla alabildim. Bunu gören yanımdaki insan bir tepki göstermişti: “Harika! Nasıl yediğini hatırlamış olmalısın. Bu iyiye işaret.” Bu yeme eylemini hatırladığım falan yoktu. Tek yaptığım gözlem ve analizden sonra uygulamaya geçmekti. Sistematik bir prosedürü takip etmiştim. Başka bir şey değildi. Bunu anlayamayan insana anlatmaya çalıştım: “Hayır.” “Ne? Ne demek istiyorsun?” “Hatırlamadım.” “Hatırlamadın mı? Nasıl yani?” “Gözlem ve analizle öğrendim.” “Ne? Ana- ney? Ne dediğini anlamadım.” Basit bir şeyi bile anlayamayan düşük yaşam formundan başka bir şey değildi. Neden kendimi bunun için zorlamıştım, bilmiyorum: “Siz insanlar gerçekten bilgisizsiniz.” “Öğrendiğini söyledin. Daha önce hiç yemek yemedin mi?” “Hayır.” “Nasıl olur?” İnsan tuhaf bir ifade oluşturmuştu. Yüzündeki ifadeyi kötü olarak algıladım. Daha fazla dikkat çekmemem gerektiğini düşündüm. İletişimimi sonlandırdım. Bir hata yapmıştım. Bundan ona bahsetmemeliydim. Kim olduğumu bilmiyor olsam da bana yabancı olan şeyleri bilmesine gerek yoktu. İnsanlara kendimle alakalı bilgi vermekten kaçınmalıydım. Sızdırılan ufak bir bilgi bile büyük tehlikelere sebep olabilirdi. İnsan ifadesini biraz düzelterek tekrar devam etti: “Gerçekten hiç yemek yemedin mi şu ana kadar?” Bu sefer cevap vermeyecektim. Sessizce yemekleri bedenimin içerisine almaya devam ettim. O da iletişim kurmak için çabalamaya devam etti: “Gerçekten mi? Benimle alay etmiyorsun değil mi? Bu söylediğin şey mümkün değil.” İnsan, cevap vermediğim için her geçen süre daha da rahatsız edici oluyordu. O an yeni bir düşünce oluşturmuştum. Ona cevap vermezsem eğer gidip yöneticilere benden şüpheli olarak bahsedebilirdi. Ancak aynı durum ona bahsedersem de geçerliydi. Her şekilde yöneticilere bir bilgi gidecekti. En azından iletişime geçerek bu insanı manipüle etmeyi deneyebilirdim. Başarılı olursam eğer tüm kötü sonuçlardan kurtulabilirdim. Bu yüzden daha fazla sessiz kalmamaya karar verdim ve açıklamaya başladım: “Evet. Yemedim.” “Nasıl hayatta kaldın?” “Bilmiyorum.” “Hafıza kaybın olduğu için hatırlamıyor olabilir misin?” “Muhtemel.” “Ne kadarını hatırlıyorsun? Kendine geldiğinde neredeydin? Ormanda mıydın?” Birden yemekleri bedenime alma işlemini durdurmuştum. Bu sorular tehlikeli sorulardı. Dikkatli cevap vermek istiyordum ama verilebilecek bir cevap vardı. Bekleyerek şüphe oluşturmamalıydım. Hızlıca cevap vermeli ve yeme eylemine devam etmeliydim: “On üç döngüdür bilincim yerinde.” “Ne?” İnsan bahsettiğimi anlamamıştı. Bu döngü kavramı doğru olmalıydı, bunu biliyordum. Fakat insanlar, sanırım başka bir kavram kullanıyordu: “Siz insanlar başka bir kavram mı kullanıyorsunuz?” “Ne demiştin az önce?” “Döngü.” “Onun ne demek olduğunu anlamadım. O yüzden bilemeyeceğim ama on üç sayısıyla ilgili bir tahminim var.” “Ne?” İnsan faydalı bilgiler vermeye başlamıştı: “On üç; bir gün, hafta, ay veya yıl olabilir. Tabi en mantıklısı gün olmalı. Yoksa hiçbir şey yemeden hayatta kalman imkânsız.” İnsanın bahsettiği kavramlar bu evren ile alakalı terimler olmalıydı. Bu kullandığı kavramları öğrenmeliydim. Sırayla açıklamasını istiyordum. Bu sırada az bir miktar kalan yemeği de bedenime almaya çalışıyordum: “Sırayla bu kavramları açıkla.” “Bunların ne demek olduğunu bilmemen bile epey şaşırtıcı.” “Anlamsız şeylerden bahsetme.” “Tamam tamam, sakin ol. Açıklıyorum hemen.” “Dinliyorum.” “Öncelikle gün dediğimiz şeyi sana şöyle anlatabilirim…” İnsan, on beş dakika boyunca süren karşılıklı anlatma yöntemiyle bana bu dünyada kullanılan zaman kavramlarını açıklamıştı. Gün denilen kavram güneşin bir kere yok olup geri gelmesiyle geçen zaman dilimine verilen addı. Bu arada atmosferdeki ışık kaynağının adının güneş olduğunu da teyit etti. Ayrıca Güneş’in gözüktüğü atmosfere de Gökyüzü diye bir ad koymuşlardı. Etraftaki ışık kaybolduğunda gökyüzünde ortaya çıkan, etrafı daha az aydınlatan ışık kaynağına da Ay adı verilmişti. Ayrıca Ay’la birlikte, aynı zaman diliminde gökyüzünde birçok küçük nokta gözüküyordu. Onlara da Yıldız adını koymuşlardı. Güneş’in ortaya çıktığı zaman dilimine Gündüz, Ay’ın ortaya çıktığı zaman dilimine de Gece diyorlardı. Bununlar birlikte bazı özel zaman aralıkları seçilmişti. Yedi günden oluşanı Hafta, yaklaşık otuz gün veya dört haftadan oluşanı yine Ay, üç yüz altmış beş gün yani elli iki hafta veya on iki aydan oluşanı da Yıl olarak ifade ediyorlardı. Açıkçası buradaki zaman kavramı olan Ay ile gökyüzündeki cisim olan Ay’ı bağdaştıramıyordum ve bağdaştırmamam da gerekiyormuş. İkisi birbirinden farklı şeylermiş. Anlamakta zorlandığım bir diğer yer bu kısımdı. Bunun dışında bir günün yirmi dört saat olduğundan bahsetmişti. Saat, dakika, saniye gibi zaman kavramlarını hatırlamama rağmen ötesini unutmuştum. Geri kalan zaman bilgilerini de insanın verdiği bilgiler sayesinde hemen hemen hatırladım. Hatırlamış olmam, hafızamı kaybetmeden önce biliyor olduğum anlamına geliyordu. Demek ki öncesinde de bu kavramların kullanıldığı bir evrendeydim. Bütün bu bilgi iletişimi içimde tarif edemediğim bir his oluşturuyordu. Gerçekten de bu bilgiye olan ihtiyacımı hissetmiştim. Bunun çok iyi bir hisse sebep olduğunu hatırlamıştım. Bu bilgi iletişiminin geçmişimi öğrenmemde de faydalı olduğunu gördükten sonra artık her şeyi sorma, ne olduğunu öğrenme ve geçmişimle bağdaştırmaya çalışmaya başlamıştım. Artık ona güvenmeye başlamıştım: “Bu üzerinde bulunduğum yumuşak nesne ne?” “Yatak.” “Bu yemekleri getirdiğin şey?” “Tepsi.” “Bu yansımalara sahip olan nesne?” “Ayna.” “Peki bu…” |
0% |