Yeni Üyelik
41.
Bölüm
@allev

Yemeklerin tüketilmesi bittikten sonra Amice ve Brishen, hızlıca Malle’nin yanına gitmişlerdi. Yüz ifadeleri ve hareketlerinden heyecanlı göründükleri sonucunu çıkarmıştım. Malle’nin ismini sıklıkla dile getirmeye başlamışlardı. Hatta üzerindeki kıyafeti çekiştiriyorlardı. Malle ise o sırada büyüklerle konuşuyordu. Tam olarak dört saniyede yaşanan bu olaylardan sonra Malle, dönüp çocuklara baktı ve cevap verdi:

“Ne oldu çocuklar?”

Çocuklar, hızlı ve karmaşık bir düzende sözlerini ifade etmeye başlamışlardı:

“Malle! Malle! Lily Ablaya büyücü gelmeden önce biraz oyunları gösterebilir miyiz?”

Oyun denen etkinliğin ne olduğunu biraz biliyordum. Bu oyun dedikleri şey, zekaya ve beceriye dayalı sınamalardı. Çeşitli ödüller de kazanılıyordu. Fakat ödül ne demek bilmiyordum. Açıkçası biraz merak etmiştim. Yeni şeyler öğrenebilirdim. Zaten büyücüyü görmek için mecbur insan kalabalıklarının arasında olmam gerekecekti. Bu oyunlar da kalabalığa alışmama yardımcı olabilirdi. Aslında insanların bu etkinlikte ne yapmaya çalıştıklarını merak etmiştim. Acaba neyi amaçlıyorlardı? Bu sorunun cevabını öğrenmek istiyordum.

Malle, çocukların sorusunun ardından biraz durdu ve düşündü:

“Hm, kendisine sormalısınız.”

Çocuklar bana bakıyorlardı. Benimle gitmek galiba çok istedikleri bir şeydi. Cevabımı verdim:

“Gidelim.”

İkisi birden yüksek bir sesle zıplama eylemi gerçekleştirerek:

“Yaşasın! O zaman önce Dustin Amca’nın oyununu oynalayım!”

Amice hemen sağ elimden Brishen de sol elimden tutarak beni hızlıca kalabalığın arasına doğru götürmeye başladılar. Çok ani gelişen bir olaydı. Tepki vermek istemiştim ancak onları yere fırlatmak pek iyi bir çözüm değildi. Özellikle bu kadar kalabalığın arasında… O yüzden gücümü mümkün oldukça insanlara değmeden ilerlemeye harcadım. Bir tanesi ile bile etkileşime girmek istemiyordum. Çok değil, dokuz saniye sonra oyun dedikleri şeylerden birinin önüne gelmiştik bile. Aydınlık bir mekandı. Tahta parçalarıyla çevrilmişti ve pek insan yoktu. Sadece oyunun bulunduğu yerde bir adet insan vardı. Bu insan, önceki gün çocukların yanına gidip konuştuğu, meydandaki insandı:

“Hoş geldiniz çocuklar! Su topu oyunu mu oynayacaksınız?”

Çocuklar aynı anda:

“Evet, Dustin Amca!”

“O zaman alın size birer adet ücretsiz top. Nasıl oynandığını hatırlıyorsunuz, değil mi?”

Brishen “Evet” cevabını verse de Amice, bana bakarak “Hayır” demişti. Sanırım benim bu oyunu bilmediğimin farkındaydı. Öğrenmemi istiyordu. Bu hareketi beni şaşırtmıştı. Zekice bir eylemdi. İnsan bu cevaplar üzerine açıklamaya başlamıştı.

Bu oyunun mantığı kısaca, verilen top dedikleri küresel cismi suyun üstüne fırlatarak seçili konumlara ulaştırabilmekti. Çok basit görünüyordu. Önce Brishen denemek istedi. Topu fırlattı ancak on metre uzunluğundaki su kütlesinin üzerinde mesafe kat etmesini sağlayabilecek kadar güce sahip değildi. Ardından Amice fırlattı ve o da pek başarılı olamamıştı. Sıra bana gelmişti. Denemek istemiştim. Ne kadar zor olabilirdi ki?

Topu elime aldım. Bu iki çocuk da yanlış teknik uygulamışlardı. Topu olduğu gibi fırlatmışlardı. Bu şekilde su, topu anında durduracaktı. Halbuki topu döndürerek atmaları gerekiyordu. Böylece topun dönüşü sayesinde suyun onu durdurmasını en aza indirilecekti. On metrelik oyun alanında sırasıyla beş, yedi ve on metre uzaklıkta üç adet kırmızı renkte çizgi bulunuyordu. O konumların üzerinde durmadığı sürece atış, geçersiz sayılacaktı. Dikkatli oynamak gerekiyordu.

Sanırım öncelikle hesaplama hatası yapmamak için Vizör komutunu çalıştırmalıydım. Sessizce komutun aktifleşmesi için gerekli sözleri söyledim. Beni duymamışlardı. Amice Brishen’nin ağlama eylemini durdurmakla meşguldü. Brishen’nin sesi benim sesimin duyulmasını engellemişti. Komut aktifleştikten sonra döndürme hızımı, atış gücümü ve açımı ayarladıktan sonra topu fırlattım. Top tam olarak istenen konumda durdu. Bunu gören Brishen susmuştu, Amice ve oyun sahibi insan şaşkın ifadelerle bana bakıyorlardı.

İlk topu başarılı şekilde fırlattığım için oyun sahibi bana ikinci topu verdi. Onun hesaplamalarını da önceden yapmıştım ancak bu topun ağırlığı farklıydı. Bu yüzden tekrar hesapladım. Fırlattım. Bu da hedefini başarılı bir şekilde bulmuştu. Son topu da fırlattım ve o da başarılı bir şekilde hedefini buldu. Çevremde insanlar toplanmaya başlamıştı. Amice ve Brishen çok heyecanlı görünüyorlardı. Oyunun sahibi, şaşkınlığından dolayı sadece toplara bakıyor ve hiçbir şey söylemiyordu. Arkamda toplanan iki ya da üç tane insan, beni destekleyen cümle kalıplarıyla sesleniyordu. Kalabalıkta fazla dikkat çekmiş gibi görünüyordum. Bu yüzden sonraki oyunları denememeye karar verdim. Hızlıca ödül denilen şeyi oyun sahibinden aldıktan sonra o alandan uzaklaştım. Çocuklar da arkamdan gelmeye başladı. Amice, tek konuşan oldu:

“Lily Abla! Harikaydın! Daha önce bu oyunu kazanabilen olmamıştı. Oyun çok zor. Nasıl başardın?”

Bu oyunun bu kadar zor olduğunun düşünülmesi, beni şaşırtmıştı. Gerçekten de ilginçti. Sanırım bu bölgedeki insanlar evrendeki belli kanunları bilmiyorlardı. Oyun sahibinin bildiğini düşünmüştüm ama hemen bu düşünceden vazgeçtim. Çünkü gerçekten aşırı şaşkındı. Oyunu o bulmamıştı. O sadece bir yerde görmüş ya da duymuş olmalıydı. Bayağı bir insanı inandırmış olmalıydı. Kendisi de bilmiyordu gerçi. Her kim bulduysa gerçekten de üstün bilgilere sahip biri olmalıydı. Acaba o insandan faydalı bilgiler öğrenebilir miydim?

Amice’in sorusuna cevap vermemiştim. Üzerinden biraz zaman geçtiği için, sonrasında da nasıl bir cevap verebileceğime karar veremedim. Neyse ki başka bir soru sormamıştı. Beni köşeye sıkıştırabilirdi.

Birkaç oyun alanına daha gittik. Hiçbirini oynamamıştım. Dikkatleri daha fazla üzerime çekmek istemiyordum. Çocuklar hiçbir oyunu kazanamamışlardı. Aslında bu oyunlar para adı verilen değerli bir birime karşılık oynanıyordu. Ancak deneme hakkı tanınıyor ve herhangi bir karşılık olmadan bir hak veriliyordu. Tabi genelde çocuklar için böyle bir kural vardı. Yetişkin insanlar için böyle bir durum söz konusu değildi. Ancak bana da parasız oynatmaları tuhaftı. Boyumdan dolayı beni çocuk mu sanmıştı? Pislik insanlar. Bunu geç fark etmiştim.

Son bir oyun kalmış gibi görünüyordu. Çocuklar denemek için oyun alanın önüne geçmişlerdi. Brishen tekrar başarısız olmuştu. Amice de bu sefer çok yaklaşmasına rağmen yine başaramamıştı. Brishen, bunun üzerine yine ağlamaya başlamıştı. Benim başarabildiğimi ama onun başaramadığını söyleyerek yüksek ve rahatsız edici sesler çıkarıyordu. Rahatsız ediciydi. Kendisi daha tam gelişmemiş bir insan çocuğuydu. Bedeni gelişmediği kadar zihni de gelişmemişti. Amice onu sakinleştirmeye çalışsa da başarılı olamadı.

Kafamı çevirip arkamdan gelen seslere odaklanmıştım. O sırada, kalabalık bir grubun bu tarafa doğru geldiğini fark ettim. Vizör komutunu kullanarak yakınlaştırdım ve kalabalık grubun tam ortasında buradaki tüm insanlardan daha farklı giyinmiş bir insan gördüm. Üzerindeki kıyafetler parlak renklerdeydi. Işıkları fazlaca yansıtıyor ve değişik bir duygu hissetmeme sebep oluyordu. Bir elinde kitap adını verdikleri yazılı bir kaynak, diğer elinde ise tahta ve kısmen uzun bir cisim bulunduruyordu. Brishen bu insanı görür görmez ağlama eylemini durdurmuş ve yüksek sesle seslenmişti:

“Büyücü!”

Gelen kişi büyücü denilen o gizemli şahıs mıydı? Yanında da Köyün Reisi denilen insan vardı. Bana doğru hiç iyi olmayan bir şekilde bakıyordu. O sırada büyücü dedikleri insanla köyün reisinin konuşmalarını, Vizör komutunun yan artısı sayesinde duymaya başladım:

“Şu an festivalde Dietrich. Sana onlardan biri olduğuna yemin edebilirim.”

“Önce yüzünü görmem lazım. Eğer onlardan biriyse, icabına bakılacak.”

“Şövalyeler! Bulun o yabancı kızı!”

Ellerinde tehlikeli uzun kılıçlarını kaldırarak bulunduğum konuma doğru, sekiz insan gelmeye başladı. Üzerlerinde benimkinin aksine sert ve dayanıklı olan, metalden yapılma koruma kıyafetleri var gibiydi. Tam o sırada en olmaması gereken şeyi, parazit sesi tekrardan duymuştum. Fakat bu sefer net ve direkt bir mesaj vermişti:

“Kaçamazsın! Kaçamayacaksın!”

Bu sefer oldukça açık bir şekilde ne demek istediğini anlamıştım. Hemen buradan uzaklaşmalıydım. Ne olursa olsun…

Her tarafım insan doluydu. Aralarından sıyrılmaya çalışmak bir işe yaramayacaktı ve enerjim, parazit yüzünden sıfırlanmıştı. Bir an önce bir çıkış bulmalıydım. En hızlı çözüm kendi yolumu kendim açmaktı. Dürtünün etkisiyle düştüğüm yerden kalkıp üzerime gelmekte olan iki insanın üzerine atladım. Ellerimin içi yüzlerini sertçe kavradı ve başlarını hızla yere vurdum. Kafaları yerle bütünleşmiş ve anında zeminin küçük bir kısmı ve ellerim insan kanlarıyla kaplanmıştı. Bunu gören çevredeki insanlar, benden oldukça korkmuş olmalıydı ki kaçmaya başladılar. Bu kendi kaçışımı oldukça zorlaştıracaktı.

Kalıp bu insanlarla mücadele etmek istemiyordum. Enerjim zaten yoktu, fiziksel gücümün ne kadar dayanacağını bilmiyordum ve bu büyücü denen insanın ne kadar tehlikeli olabileceği hakkında bir fikrim yoktu. Kötü bir şekilde de öğrenmek istemiyordum. Kararımı çoktan vermiştim. Amice ve Brishen’i orada bırakarak hızlıca büyücünün bulunduğu konumun tam zıttı yönde, tüm gücümle ilerlemeye başladım. Arkamdan Köyün Reisi denen insanın sesleri geliyordu:

“İşte orada! Tepeye doğru gidiyor, yakalayın!”

İnsanlar bana engel oluyorlardı. Bu yüzden önüme çıkan insanları hiç düşünmeden itmeye başlamıştım. Bu sebepten ötürü bazıları birbirlerine çarpıp yere düşüyor, bazıları etraftaki ağaçtan yapılma küçük yapılara çarparak yapıları yıkıyordu. Bu esnada belki de hayatını kaybedenler olmuştu ama bir insanın hayatı ne kadar değerli olabilirdi? Aslında bu dünyada olmamaları çok daha iyi olurdu. Yapılması gerekeni yapmış olmak benim iyi hissetmemi sağlamıştı. Bu tiksindiğim insanları yok etmek en iyisiydi.

Odaklanmalıydım. Öncelikle meydandan çıkmalıydım. Yapıtların üstüne çıkmak ve üzerlerinden ilerlemek bir çözümdü ancak çok fazla kendimi zorlamış olacaktım. Gücümü idareli kullanmalıydım. Fazla zamanım yoktu. Her an bilincim kaybedebilirdim. Bilincimi kaybetmek şu an en kötü durum olurdu. İnsanları ezerek ilerlemeye devam ettim. Meydandan çıkmak için bildiğim tek yön Malle’nin yapıtına giden yöndü. Tek seçeneğim bu olduğu için oraya doğru yönelmiştim.

Yapıtın aşağısında bulunan iki adet birbirine yakın olan ve aralarında büyük bir ağacın bulunduğu bölgeden yukarı çıkmaya başladım. Buralarda artık pek fazla insan kalmamıştı. Ağacın kenarında Malle’yi görmüştüm. Sesleri duymuş ve meydana doğru geliyor gibiydi. O da beni görmüş ve arkamdan seslenmişti. Durmamıştım. Bu konumdan itibaren olaylardan haberi olmayan insanlardı. O yüzden kaçmıyorlardı. Bu da onları önümde bir engel olmaktan kurtarıyordu.

Sonunda yapıta ulaşmıştım. Kapıyı açtım ve yatağımın üzerine yattım. Birkaç dakika boyunca öyle kaldım. Düşünüyordum. Ne olmuştu? Her şey bir anda gerçekleşmişti ama şu an insanlardan uzak olmak düşüncelerime odaklanmamı sağlamıştı. Az önce neredeyse kendi kontrolümü kaybetmiş gibiydim. Ellerim insan kanlarıyla kaplanmıştı. Onların iğrenç vücut sıvılarıyla… Temizlenmek istiyordum.

Bir dolap açtım ve içerisinden ilk gördüğüm kullanılabilir nesneyi çıkardım. Kıyafet parçalarına benziyordu. İşime yarayabilirdi. Kendimi tehlikede hissetmiştim. Bu his şimdilik geçmişti. Ancak tehlike durumu devam ediyordu. Dışarıdaki etkinlik son bulmuş olmalıydı ki sesler kesilmişti. O kadar insana zarar vermemden sonra devam edecek değillerdi tabi ki. O sırada Malle yapıtın kapısını hızlıca açarak içeri girdi:

“Lily iyi misin?”

Cevap vermedim:

“Köyün Reisi ve Büyücü Dietrich kargaşadan seni sorumlu tutuyorlar. Bu doğru mu?”

Yine bir cevap vermedim. Şimdilik böyle davranmak istiyordum:

“Her neyse! Buraya doğru geliyorlar. Hazırlan, gidiyoruz.”

Bir yere gideceğimizden bahsetmişti. Malle’nin amacı neydi? Onu konuşturmaya çalıştım:

“Nereye?”

“Bir süredir Başkent’e gitmemiz gerektiğini düşünüyorum. Senin hafıza problemin için orada daha donanımlı şifacılar bir çözüm bulabilirler.”

Hafıza problemim olduğu bir gerçekti. Fakat bir insanın bunu çözebileceğini sanmıyordum. Fakat zaten bu köyde daha fazla barınamazdım. Malle’yi takip etmek iyi bir seçenek olabilirdi. Bana faydalı olmaya devam edebilirdi. En azından Başkent denen yerde daha fazla bilgi edinebileceğimi düşünmüştüm:

“Kalk çabuk! Fazla zamanımız yok!”

Böylece yeni hedefim belirlenmişti. Bu arada bana hazırlanmam gerektiğini söylemişti ancak tam olarak hazırlanmakla ne ifade etmek istemişti? Bilmiyordum. Sadece yattığım yerden kalkmış ve ayakta duruyordum. O sırada yapıtın kapısı açıldı. İkimiz de tedirgin bir ifadeyle kapıya doğru baktık. Neyse ki gelenler Amice ve Brishen’di. Malle onları görünce hemen konuşmaya başladı:

“Amice, Lily’yi alıp arka tarafa götürür müsün?”

“Tamam, Malle!”

“Atı ve malzemeleri alıp geliyorum hemen!”

Amice elimden tutarak beni hızlıca yapıtın arka tarafına götürdü. Brishen de gelmişti. İkisi de normalden sessizlerdi. Merak etmiştim. Bu çocuklar hızlıca buraya gelebilmişken diğer insanlar neden hala ulaşamamıştı? Bu arada çocuklar ilk defa çok sessizdiler. Sanırım gözleri önünde iki insanın kafasını bir anda onlar için korkunç bir şekilde parçaladığım içindi. Amice, yirmi dört saniye sonra bana bakarak tek bir cümle kurdu:

“Özür dileriz, Lily Abla.”

Brishen de başını kaldırdı:

“Özür dileriz.”

Bu köyde öğrendiğim insani eylemlerden biri de özür dileme kavramıydı. İnsanlar, karşısındaki kişiye herhangi bir şekilde zarar verecek bir şey yaptıklarında söyledikleri bir cümle kalıbıydı. Fakat bu çocuklar neden özür diliyorlardı? Anlamamıştım. Amice devam etti:

“Sadece senle beraber oyun oynamak istemiştik ama sonucu kötü oldu. Böyle olsun istemedik.”

Bunun üzerine anlamıştım sanırım. Bütün bu olanlar için kendilerini sorumlu hissediyorlardı. Oysaki bu çocukların hiçbir sorumluluğu yoktu. Onları sorumu tutan insanlar asıl kötü olanlardı. O an içimde bir duygu oluşmuştu. Bu insana karşı ilk defa üzüntü duygusu oluşturmuştum. Sebebini bilmiyordum. İsteyerek yapmamıştım. Sanırım her canlının yavrusu yargılanmamalıydı. İnsanların yavruları da buna dahildi. Nasıl ki yavru bir hayvanın korunmaya ihtiyacı vardı, bu çocukların da vardı. Ağır sorumluluklar verilmemeliydi. Bu çocuklar üzülmemeliydi. O sırada dürtünün etkisine girerek düzgün düşünmeyi bırakmak benim hatamdı. Bu çocuklar masumdu. Bunlar yaşanırken Malle, yanımıza gelmişti:

“Hala gelmediler. Şanslıyız Lily! Gidelim!”

Malle çocukların ifadelerini anlamıştı. Birkaç söz de onlara söyledi:

“Hey! Çocuklar neden bu kadar üzgüm görünüyorsunuz? Görüşemeyeceğiz diye mi?”

Amice konuşmaya başladı:

“Lily Abla bizim yüzümüzden bu duruma düştü. Eğer onu bizimle oyun oynaması için zorlamasaydık böyle şeyler olmazdı.”

“Böyle düşünmeyin ama çocuklar.”

O sırada tek bir cümle söylemeye karar verdim:

“Özür dilemeyin.”

Bu çocukların kötü bir niyeti olduğunu düşünmüyordum. Aynı şekilde Malle’nin de… En azından çocukları üzmemeliyim diye düşünüyordum. Malle de araya girdi:

“Çocuklar kuşum bundan sonra size emanet. Ona iyi bakın olur mu?”

Çocuklar aynı anda “Tamam!” dediler. Ben de son olarak çocuklara karşı gülümseme eylemi gerçekleştirdim ve son kelimelerimi söyledim:

“Ödül sizin.”

Böyle bir şeyi ilk defa yapıyordum. Sadece… Sadece bu çocukların iyi olmasını istemiştim. İyi niyetlilerdi. Büyüdüklerinde o ahlaksız, hain, pislik, adi insanlar gibi olmalarını istemiyordum. Bu yüzdendi. Onlara zarar gelsin de istememiştim. Neden böyle düşünüyordum ki?

Yüzlerindeki üzgün ifade böylece ortadan kalkmıştı. Onlar da bana gülümseme eylemi gerçekleştirdiler. Malle de bu sırada son hazırlıkları bitirmiş gibi görünüyordu. At adı verilen hayvanın üzerine bindik. Ben önde oturuyor, Malle ise arkamda oturarak atın yön vermek için kullanılan, kalın tutamaçları tutuyordu. Malle elleriyle kısmen sert bir hareket yapıp hayvanı hareket ettirmesiyle yapıtının arkasındaki ormanlık alandan ilerleyerek, çocukların bakışlarıyla köyden uzaklaşmaya başladık.

Birkaç saniye olmuştu. Bilincimin yavaşça kapanmaya başladığını hissetmeye başlamıştım. Yaklaşık on iki saniye, başımı dik tutmak için çabalamadım. Ardından, anlık bir dürtüyle arkama bakmak istemiştim. Köyün Reisi ve Büyücü denen insanlar bizim arkamızdan geliyor olabilirlerdi.

Karanlığın ortasında ellerinde birer ışık saçan ağaç parçalarıyla arkamızdan bize doğru bakan bir grup insan görmüştüm. Vizör’ü kullandım ve yakından baktım. Bunlar Köyün Reisi ve askerleri olmalıydı. Amice ve Brishen’i yakalamışlardı. Biz bu köyden uzaklaşıyorduk. Peki onlara ne olacaktı?

Loading...
0%