@allev
|
“Lily, geldik!” Ayağa kalktım ve Malle’nin yanına, aracın önüne doğru ilerledim. Onun yanına geldiğimde Malle, aracı durdurdu. Durdurma sebebi, önümüzdeki diğer araçların da durmuş olmasıydı ama nedeni neydi? Sordum: “Malle, neden durduk?” Kafasını bana doğru çevirdi ve konuşmaya devam etti: “Kasabaya girmeden önce ufak bir kontrol noktası var. Orayı geçmemiz gerek. Şapkanı kapatmalısın. Saçlarını ve yüzünü görmesinler. Kasabada da sadece ikimiz olmadığımız sürece açmamalısın. Sadece yanımda sessizce otur. Bir sıkıntı olmayacak. Görevlileri tanıyorum.” Malle’nin dediği gibi hızlıca örtünün üst kısmını başımın üzerine geçirdim ve oturdum. Malle benim gizliliğimi neden bu kadar önemsiyordu? Düşünmeye başlamıştım. Önemli bir sebebi olmalıydı. Düşünüyordum. Ne olabilirdi? Başımıza gelenler… Köydeki festivalde başkentten gelen birileri vardı. Büyücü ve şövalyeler… Onlarla alakası olabilir miydi? Köyün reisinin başkentte bir vasfı olacağını düşünmüyordum. Yöneticilerin dereceleri olurdu. Köyün reisinin derecesi sadece o köyü kapsıyordu. Daha üstün bir güce sahip olamazdı ama üst derecelere bildirebilirdi. Kısacası Başkent, tehlikeliydi. Malle de bu yüzden önlem alıyor olmalıydı. Araç yavaş yavaş ilerliyordu. Önümüzde araçlar teker teker azalıyordu. Şu an sadece iki tane kalmıştı. Malle hayatlarını sonlandırdığımız insanlardan aldıklarımızı zaten güzelce gizlemişti. Tek gizlenmesi gereken bendim ve ben de görünmeyecek gibi bedenimi gizlemiştim. Son bir araç kalmıştı. Ondan sonra da sıra bize gelecekti. Köyde yaşananlar gibi kontrolü kaybedebilirdim. Henüz bir şeyler tüketmediğim için enerjim de az kalmış olmalıydı. Bu yüzden Malle’ye güvenmekten başka çarem yoktu. Kontrol noktasında sadece iki insan vardı. Biri aracın solunda diğeri ise sağında duruyordu. Malle ile konuşuyorlar ve aracı kontrol ediyorlardı. İlk Malle konuşmayı başlatmıştı: “Hey! Winston! Görmeyeli nasılsın?” “Malle, görüşmeyeli uzun zaman oldu. İki yıl oldu değil mi? İyiyim, işimizin başındayız. Sen neler yapıyorsun?” “Ben de Kome’deydim. Biliyor musun, bilmiyorum ama orada şifacılık yapıyordum.” “Evet, haberini Cecily’den almıştım sanki. Sen söyleyince hatırladım.” “Clark nerde?” “Clark, Doğu kapısını gönderildi.” “Aa!” “Evet.” Winston denilen adam Malle ile konuşuyordu ancak aynı zamanda aracı kontrol ediyordu. Diğer insan ise hiçbir şey dememişti. Benden şüphelendiğini hissettim. Bana bakmaya, yüzümü görmeye çalışıyordu. Tepki vermemeliydim ama bu baskıya dayanmakta zorlanıyordum. İçimden bir ses geldiğini hissediyordum. Ayaklan! Ayaklan! Ayaklan! Bu baskıya boyun eğmemem gerektiğini söylüyor gibiydi. Zorlanıyordum. Bu içimden gelen dürtüye karşı koymakta zorlanıyordum. O sırada Malle, elini bacaklarımın üzerinde koydu. Bunu yapmasaydı, bana bakmaya çalışan insanın kafasını bedeninden ayırabilirdim. Neyse ki Malle’nin bu hareketinden sonra insan benle uğraşmayı bıraktı ve aracı incelemeye devam etti. Bu süreçte Malle ile Winston denilen adamın da ne konuştuklarını takip edememiştim. İçimdeki his geçtiğinde tekrardan odaklandım: “Bu kim Malle?” “Bir hastam. Onu, Dr. Percival’a götürüyorum. Tecrübeli olsam da onun durumunu çözebilecek kadar tecrübem yok, maalesef.” “İyi yapıyorsun da neden yüzünü göstermiyorsun?” “Cilt sorunu var. Hastalığı o. Güneşle temas etmemeli.” “Hm… Anlıyorum.” “Maalesef Winston.” “Pekâlâ, sana inanırım Malle. Yalan söylemezsin sen. Bugünlerde Amura biraz karışık. O yüzden tedbirli oluyoruz.” “Teşekkürler Winston.” “Geçebilirsiniz. Sıradaki araba! Yaklaş!” İlerlemeye başladık. Sanırım sorunsuz bir şekilde geçmiştik ama emin olmalıydım. Bu yüzden arkama bakmak istemiştim. Ancak Malle, eliyle sağ bacağımı sertçe tuttu ve sessiz bir şekilde “Arkana bakma.” dedi. Demek ki emin olmak, bizden şüphelenmelerine sebep olacaktı. Fakat emin olmazsak da tehlikede olup olmadığımızı bilemeyecektik. Bir bilinmezlikle kasabaya doğru devam ettik. Malle’nin başkentle sıkı bir bağlantısı var gibi gözüküyordu. Bunu önceden tahmin etmiştim ama güvenlik görevlilerini bile alt etmesine yardımcı olacak kadar insanı tanıdığını düşünmüyordum. Daha fazlası olmalıydı. Malle’nin başkentte izleri vardı. Bu izler onun benimle olan ilişkisini de ortaya çıkartırdı. Bu yüzden şimdilik gizlenmeli ve Malle’nin dediklerini yapmaya devam etmeliydim. Biraz enerjim depolanmadan ve kapasitemi artıramadan kendi fikirlerimle hareket etmemeliydim. Çünkü bu bölgeyi bilmiyordum. Kasaba, köye göre oldukça yoğundu. Resmen sadece insan kalabalığından oluşuyordu. Rahatsız ediciydi. Birçok sesi bir arada duyuyordum ve bu, karmaşık bir etkiye sebep oluyordu. Kimi insanlar aynı köydeki gibi tahtadan yapılma tezgâh dedikleri küçük yapılarda, kendilerine ait olan veya olmayan ürünleri satmak adını verdikleri eylemi gerçekleştirmeye çalışıyorlardı. Anlam veremediğim kavramlardan birisiydi. Bu dünyanın para adını verdikleri bir sistemi vardı. Senin ne kadar çok paran varsa o kadar imkânın vardı. Para ile yaşamını devam ettirmen sağlanıyordu. Bu kadar az gelişmiş bir toplumda böylesine bir sistemin bulunuyor olması oldukça ilginçti. Yine de para kavramı gereksizdi. Kimi insanlar, bu para için hiçbir şey yapmıyor ve diğer insanlardan onlara para vermelerini bekliyorlardı. Oldukça acınası görünüyorlardı. Ne kadar da düşük bir hareketti. Bu insanların hiç onuru yok muydu? Aslında bu onlara daha çok yakışıyordu. Kimi insanlar da ya bu insanlara paralarını harcıyor ya da öylesine bakınıp geçiyorlardı. İnsan kalabalığı gerçekten fazlaydı. Bunu kaldıramayacak gibi hissediyordum. İçimden gelen sesi tekrar duyuyordum. Ayaklan! Ayaklan! Ama yapamazdım. Kendimi bastırmalıydım. Bu rahatsız edici duruma dayanmak zorundaydım. Başımı eğmeye çalıştım çünkü böyle yaptığım zaman beni rahatlatıyordu. Ancak o sırada, gözlerim bir insana takıldı. Kalabalığın arasından direkt olarak bana doğru bakan bir insan… Bütün kalabalığı bir anlığına unuttum. İlerleyiş yönlerimiz farklıydı ve aramızda, biraz mesafe vardı. Fakat yine de sanki beni biliyormuş, tanıyormuş gibi gözlerime doğru bakıyordu. Dişil insan görünümünde ama yaşlı bir insandı. Onun da üzerinde bende olan örtümsü şeyden vardı. Sağ elinde bir adet uzun tahta parçası ve sol elinde de bir adet kitap tutuyordu. Kısa boyluydu. Muhtemelen benden kısaydı ama bu yaşlı insan, bana neden böyle bakıyordu? Amacı neydi? Malle ilerlediğimiz esnada birden aracı durdurunca dikkatim, birkaç saniyeliğine dağılmıştı. Malle bana bakarak bir gülümseme eylemi gerçekleştirdi ve aracın daha da arka kısımlarına doğu ilerlerdi. Malle’nin arkaya doğru ilerlediği sırada, tekrar görüş alanıma girmesi gereken o yaşlı insanın olduğu yere doğru baktım. Ancak o, olması gereken yerde değildi. Az önce bana bakarken hareket etmeyi kesmişti ve sadece bana odaklanmıştı. Şimdi ise ortalıkta yoktu. İlerlemiş olabileceğini düşünerekten gidebileceği yerleri tahmin etmiştim ve bakınıyordum. Yine de görememiştim. Nereye gitmişti? Kendimi tehlikede hissetmeye başlamıştım. Malle de o anda konuşmaya başlamıştı: “Lily, şimdi sana neden durduğumuzu ve bundan sonra ne yapacağımızı açıklayayım.” O sırada arkadaki malzemeleri araçtan aşağı indiriyordu: “Dinliyorum.” Malle şaşırmış bir şekilde malzemeleri elinde tutarak bana baktı: “Lily? İyi misin?” Hiç beklemeden devam etmeli, durumu ona belli etmemeliydim: “İyiyim. Devam et.” Malle, pek de memnun olmamış gibi görünse de zorlamadı. Devam etti: “Öncelikle yapmamız gereken şey, para elde etmek. Bunun için bu aracı ve malzemeleri satacağız. Ardından elde ettiğimiz parayla birkaç geceyi geçirebileceğimiz bir yere geçeceğiz. Peşimizde olanlar şehre gittiğimizi biliyor olmalılar. Onları atlatmamız lazım.” “Anladım.” “Şimdi ben şuradaki satıcı ile konuşacağım. Ona bu ürünleri satmaya çalışacağım. Sen istersen arabada bekle. Hemen geleceğim.” Malle, çoktan araçtaki bütün malzemeleri aşağı indirmişti. Onu izliyordum. Önünde durmuş olduğumuz tezgâha doğru ilerledi ve oradaki insanla konuşmaya başladı. İşlem pek uzun sürmemişti ve insanlara malzemeleri vererek, bir adet hayvan derisinden yapılma saklama eşyasının içerisinde, dolu para ile geri döndü: “Şimdi sıra aracı satmakta, gidelim Lily!” Malle tek hamlede aracın üzerine atladı ve ön kısma oturdu. Ben de yanına oturdum ve ilerlemeye başladık. Bu sefer kalabalıktan uzaklaşmaya başlamıştık. Kasabanın yoğun olmayan, yapıtların az bulunduğu bölgelerine doğru ilerledik. Yaklaşık beş dakika sonra, neredeyse hiç yapıt kalmamıştı. Malle yine aniden durmuştu. Sanırım varmamız gereken konuma ulaşmıştık. Ancak Malle’nin bu ani duruşları bedenimi anlık olarak ileri doğru ittiriyordu. Neyse ki artık böyle sorunlar olmayacaktı. Kendime geldiğim anda Malle’ye başka bir araçtan söylenen insan, doğru şeyler söylemişti. Malle yine hızlı bir şekilde araçtan indi: “Yine beni bekleyebilirsin değil mi? Hemen şuradaki araziye gideceğim.” Malle yavaşça koşarak ilerlemeye başladı ve bahsettiği alanın sonundaki ufak yapıta doğru ilerliyordu. O yapıtın etrafında bizim de bulunduğumuz araca çok benzeyen başka araçlar vardı. Kimilerinin üzeri bir örtüyle kaplıydı. Aynı benim gibi kendilerini gizliyorlardı sanki. Diğer taraflara baktığımda geniş bir tarla gördüm. Uzun ve sarı bitkiler, sanırım adına buğday diyorlardı. Olgunlaşma evresine geçmiş ve çoğunu tamamlamış gibi gözüküyordu. Biraz daha dikkatli bakınca, o tarlada bazı hareketlikler fark ettim. Birisi veya birileri buğdayların arasında hızla hareket ediyor gibi görünüyordu. Güneş yavaş yavaş batıyor ve ışınları gözüme vuruyordu. Net bir şekilde göremiyordum. Köyden ayrıldığımızdan beri zaman algım biraz karışmıştı. Artık düzeliyor gibiydi. Yönetici Mod’un etkisi miydi acaba? Düşüncelere daldığımı fark ettiğimde, buğdayların hareketleri artmıştı. Üzerime doğru geliyorlardı. Uzaklaşmalı mıydım? Üzerlerine bir hamle mi yapmalıydım? Bunun kararını vermeye çalıştığım sırada, bana en yakın buğdayların içinden bir insan çocuğu çıkmıştı. Hemen ardından bir tane daha! Demek o hareketlerin sebebi bu çocuklardı. Biraz rahatlamıştım. Bedenim gevşemeye başlamıştı. Bu çocuklardan ilki beni görünce durakladı ve bana bakmaya başladı. Ardından gelen çocuk da beni gördü ama o duraklamadı ve önümden geçip devam etmişti ki diğerinin durakladığını görünce durup geri döndü: “Hey! Nisa! Ne yapıyorsun?” “Nida?” “Babam bizi bekliyor, hadi!” Nisa ve Nida, isimleriydi. Benzer isimlerdi. Görünüşleri pek birbirlerine benzemiyordu, hatta Nida adlı çocuk daha büyük gibi görünüyordu. İkisi de dişildi. Nisa adlı olan bana bakmaya devam ederek, ikisi de Malle’nin gittiği yönden koşarak ilerlemeye devam ettiler. Yapacak bir şey yoktu. Ben de Malle’yi beklemeye devam ettim. Güneşi incelemeye karar verdim. Direkt olarak bakamıyordum çünkü gözlerimde kötü bir etkiye sebep oluyordu. Vizör’ü kullanabilirim diye düşündüm. Yine, bu düşünceyi oluşturduğum gibi Vizör aktifleşmişti. Güneşe rahatça bakabilir duruma geldim. Öncesinde görüş alanımda, beyazımsı çemberler algılardım ve onlar sayesinde Vizör’ü kullanabilirdim. Ancak şimdi, yine Yönetici Mod’un etkisi sayesinde, her komutun görselliği, görüntüsü daha canlı renklerdeydi ve daha kapsamlıydı. Analiz’i merak ediyordum. Acaba onun etkileri nasıl değişmişti? Önceden de çok faydalı bir komuttu ama şimdi nasıldı? Sınırlı bilgilerle bile oldukça iyiydi. Sınırsız bilgilerle neler olurdu acaba? Peki bu enerji sorununu nasıl çözecektim? Gerçekten büyük bir sorundu. Yönetici Mod’a geçmiştim, evet ama enerjim yetmediği sürece ne anlamı vardı? İstediğim komutu istediğim gibi kullanamazdım. Tek komutta enerjim bitme noktasına gelirdi. Neyse ki Vizör, tarama yapmadığın zaman çok fazla enerji harcamıyordu. O yüzden şimdilik rahattım. Acil bir durum olması ihtimaline karşı enerjiye ihtiyacım olacaktı. Bu yüzden şimdilik merakımı da bastırmaya çalışıyordum. Güneş, büyük dağların arkasından yok olmaya başlıyordu. Yarısına kadar batmıştı. Etrafı turuncu ve kırmızı renklerin yoğunluğu kaplamaya başlamıştı. Gökyüzüne baktığımda ise renk gamasını gördüm. Çok ilginç değil miydi? Her gördüğümde şaşırmaya devam ediyordum. Mor ötesinden kızıl ötesine doğru ilerleyen bir renk skalası… Neden bu dünyada böyle bir şey vardı? Böyle bir sistem? Benim bildiğim dünyada bunların hiçbiri yoktu. |
0% |