Yeni Üyelik
55.
Bölüm
@allev

Güneş henüz yeni batmıştı. Sadece birkaç dakika geçmiş gibi görünüyordu. Gökyüzündeki sarı renk, güneşin battığı bölgelerde hala yoğundu. Yakından da bazı sesler duyuyordum. Seslerin geldiği yöne doğru baktım. Malle bu tarafa doğru geliyordu. Sanırım aracın satımıyla alakalı işlemleri halletmişti. Doğruldum ve ön tarafa oturdum. Malle’nin yanında bir insan vardı. Erkek olanlardandı. Yanında da deminki çocuklar vardı. Sanırım Baba olarak nitelendirdikleri ve aynı zamanda Malle’nin aradığı kişiydi.

Malle aracın yanına geldiğinde aracı gösterdi. Bunun üzerine erkek insan aracın etrafına bakındı. Beni görmüştü fakat gözlerime doğru hiç bakmamıştı. Üzerimdeki yüzümü bile gizleyebildiğim kıyafet örtüsü yüzünden bakma gereği bile duymamış olmalıydı. Bakınmasını bitirdiğinde, Malle’ye bir deri parçası içerisinde dolu para verdi. İnsanla Malle ellerini birbirine uzattı ve sıktı. Bu selamlaşma veya anlaşma eyleminden sonra Malle bana doğru dönerek:

“Lily, inebilir misin? Arabayı onlara veriyoruz.”

Araçtan inerken aklıma bir şeyler gelmişti. Karmaşık şeylerdi. Bir türlü canlandıramamıştım. Görülerle alakalı birtakım şeyleri hatırlamaya çalışmıştım. Fakat başarılı olmadı ve araçtan indiğimde sağ elimi yumruk şekline getirip araca sertçe vurmuştum. Neden hatırlayamıyordum? Ben kimdim? Benle görülerimde iletişim kuran kişiler kimdi? Nasıl öğrenecektim? Nasıl? Alakasız zamanlarda beni etkisi altına alan bu görüler ve dürtüler… Canımı sıkıyordu. Bu sırada çocuklar, aracın arkasına geçmişlerdi. Ancak benim yumruğumu araca vurmamla durakladılar. Malle de neler olduğuna anlam veremedi ama gerçekten beni rahatsız ediyordu. Bilememek… Bilgisizlik… Bilinmezlik… Baba olarak nitelendirilen insan, benim bu eylemim nedeniyle can sıkıcı bir konuşma daha başlattı:

“Arabaya zarar verdi. Bunun sorunu ne Malle?”

“Tedaviye ihtiyacı var Bay Condes. Onun için başkente geldik.”

“Bunu fiyattan düşerim. Haberin olsun.”

“Tamam efendim. Ne kadar?”

“Yarım kese.”

Bu durum, Malle’nin hoşuna gitmemişti. İstemeyerek deri parçasını açtı ve içindeki paraların yarısını insana geri verdi. Ardından insan, çocuklarla birlikte aracın üzerinde, az önce Malle’nin gittiği yöne doğru hareket ettiler. Hemen ardından Malle, bana dönerek:

“Lily, neden öyle yaptın? Yarım kese altın kaybettik.”

Ona cevap verecek durumda değildim. İçimdeki hoşnutsuzluğu kontrol altına alamamıştım. Ona odaklanmıyordum. Neyse ki onu duymadım. Hala kendi durumumu düşünüyordum. Neden? Neden bilemiyordum? Artık Yönetici Mod’a da sahiptim. Neden? Daha ne öğrenmeliydim? Bu dünya hakkında bir şeyler öğrenmek bana bir şey öğretmiyordu. O zaman benim buradaki amacım neydi? Ben neden o ormanda uyanmıştım?

Bir amacı olmalıydı. Yoksa her şey çok mantıksızdı. O amacı bulmalıydım ama öncesinde sakinleşmeli ve düzgünce düşünmeliydim. Şu anda benim için öncelikli iki konu vardı. Birincisi Malle’yi takip edip bu hafıza sorunuma çözüm bulmaktı. İkincisi ise bu dürtüler neyi ifade ediyordu? Bana ne anlatmaya çalışıyorlardı? Bunların cevabını, birinci amacımı yerine getirebilirsem öğrenebileceğime inanıyordum. Çünkü tamamen bir bilinmezlikti.

Bunları düşündüğüm sırada Malle çoktan konuşmayı bırakmış, ilerliyordu. Ben de çoktan onun arkasından ilerlemeye başlamıştım. Güneş yeni battığından hava hala biraz da olsa aydınlıktı. Etrafı görmek zor değildi. Aşırı küçük taşların üzerinde ilerliyorduk. Zemin biraz alışılmışın dışındaydı. Fakat ayağımı koruyan nesneler, ayaklarımın zeminle birebir temas etmesini engelliyordu. Ayakkabı denen bu şeyleri sevmiştim. Aynı zamanda biraz dahi olsa düşüncelerimi toparlamıştım. Odaklanmıştım. Malle’nin bahsettiği işleri yerine getirmiştik. Şimdi sırada ne vardı? Bunu direkt olarak ona sormalıydım:

“Sırada ne var?”

Malle derin, içten bir ses çıkardı ve anlatmaya başladı:

“Öncelikle, bir özet geçelim. Satmamız gereken şeyleri sattık. Beklediğimden az kazanç elde ettik ama sonuçta kazanç, kazançtır. Şimdi yapmamız gereken geceyi geçirebileceğimiz bir yer bulmak. Bunun için bir tanıdığım var. Onun yanına gideceğiz. O bizi saklayacaktır.”

Bu konuda emin değildim. Winston dediği insan da tanıdıktı ancak yine de tehlikeliydi. Bu yeni kişi de öyle olabilirdi. Güvenmemek gerekiyordu. Fakat yapabileceğim bir şey şimdilik yoktu. Malle’yi takip etmeye devam ettim. On iki dakika boyunca bu küçük taşlık zeminde ilerledik. Sonunda daha büyük ve üzerinde ilerlemesi daha rahat olan taşlık zemine gelmiştik. Bu civarda yapıtların da yoğunluğu fazlaydı. Malle’nin dediğine göre bahsettiği kişi başkentin doğu girişine yakın bir yerde bulunuyormuş. Malle bu kasabaya daha önce defalarca gelmiş olmalı. Hem birçok tanıdığı vardı hem de kasabayı çok iyi biliyordu.

Birkaç dakika sonrasında kasabaya girdiğimiz bölgeye ulaştık. Kalabalık oldukça azalmıştı. Sadece tezgahlarını toplayan insanlar kalmıştı. Bu durum beni rahatlatan etkenlerden birisi oldu. Kalabalığa girmek istemiyordum. İnsan yoğunluğu, bendeki güvensizlik hissini kendi kontrolümün sınır düzeylerine getiriyordu.

Biraz daha ilerledikten sonra tezgahlar bitmişti. Onun yerine yapıtların altında biraz daha farklı bir mimariye sahip satış alanları vardı ancak hepsi kapalıydı. Bir tanesi hariç… Gökyüzü aydınlığını tamamen kaybetmek üzereydi. Renklerden sadece mor ve koyu mavi kalmıştı. Çok geçmeden koyu mavi galip gelecek ve gökyüzündeki yerini siyaha bırakacaktı. Tabi şimdiden üstünlüğünü sağlamış gibi gözüküyordu. Kasabada aydınlık pek bir yer kalmamıştı. Sadece o bir tane mekân hariç. Dikkatlice içerisine bakmaya başladım. Bütün herkes gitmişken o neden hala açıktı?

Daha dikkatli bakmaya başladım. İçeride kısa boylu bir insan vardı. Vizör’ü kullanmalı mıydım? Hayır. Enerji harcamamalıydım. Bu karanlıkta içeridekileri net bir şekilde görebilirdim. Daha da dikkatli bakınca içerideki kısa boylu insanın kasabaya ilk girdiğimiz sırada bana direkt olarak bakan insan olduğunu anladım. Bunun farkına vardığım anda kendimi tehlikede hissetmeye başlamıştım. Çünkü o insan, yine direkt olarak bize doğru bakıyordu. Özellikle bana baktığından emin değildim ancak bana doğru baktığı netti. Bu insan gerçekten de kimdi? Problemi neydi? Neden böyle bana bakıyordu? Bunu Malle’ye sormalı mıydım? Bu kasabadaki çoğu kişiyi tanıyor gibi gözüküyordu. Belki de onun kim olduğunu biliyordur diye düşündüm. Malle, ona sesleneceğimi beklemiyor olmalıydı ki irkilme eylemi denilen ani bir tepki verdikten sonra bana cevap verdi:

“Efendim Lily. Korkuttun beni. Ne oldu?”

“Şuradaki insan.”

“Neredeki?”

“Işıklı mekânın içerisindeki.”

“Hm, evet. Gördüm. Ne oldu?”

“Bana bakıyor.”

“Sana mı? Neden baksın ki?”

“Bilmiyorum.”

“O kadın, sanırsam Yaşlı Gratzel. Oldukça uzun zamandır burada yaşayan birisi. Eski büyücülerdendir. Uzun zaman önce emekli oldu diye biliyorum.”

Bu her şeyi açıklıyordu. O bir büyücüydü. Benim peşimde olmalıydı. Bir an önce uzaklaşmalıydık. Malle’nin önüne geçtim ve hızlı hızlı yürümeye başladım:

“Hızlan!”

“Neden?”

“Ondan uzaklaşmalıyım.”

“Sana bir şey yapmaz, Lily.”

“O bir büyücü.”

Malle ısrarla hala emekli kavramını belirtse de bu çok anlamsız bir dayanaktı. Her ne olursa olsun o bir zamanlar büyücü denilenlerdendi ve peşimde olan insanlara haber verebilirdi. Bu da tehlikeli demekti. Gözlerimi bir şekilde görmüş olmalı. Yoksa nasıl ben olduğumu anlayabilirdi ki? Saçlarım gözükmüyordu. Yüzüm de bedenim de gözükmüyordu. Birden Malle kolumu tuttu ve beni durdurdu:

“Lily! Sakin ol! Yavaşla.”

Zihnimde sadece uzaklaşmak olduğu için rotamızı kaybetmiştim. Ayrıca nereye gideceğimizi bilmiyordum. Ben neden hala Malle’nin önünden gidiyordum? Malle beni durdurmakla iyi yapmıştı. Farkında olmadan bir açıklığa gelmiştik. Ortada büyük, içerisi su ile dolu, bir havuz var gibiydi. Tam ortasında bir adet heykel vardı. Neye benzediği gecenin karanlığında pek belli olmuyordu. Havuzun içerisi parlıyordu ancak parlayan su değildi. Suyun içerisinde küçük parçalar vardı ve ışığı yansıtan onlardı. Gökyüzünde bulunan Ay’ın etkisiyle yansıma yapıyordu. O parlayan şeylerin de ne olduğunu tam anlayamasam da ilginç bir durum olduğu ortadaydı.

Malle, bulunduğumuz caddenin bir kenarına kendisini ve beni dayandırdı. Ardından açıklığa çıkan diğer caddelere ve daha küçük caddeler olan sokaklara bakınmaya başladı. Bir sorun olduğunu anlamıştım. Bu hareketlerinin başka bir açıklaması olamazdı. Ardından bana döndü:

“Lily. Varacağımız yere geldik. Şuradaki hanı görüyor musun?”

Malle, eliyle gecenin karanlığında oldukça aydınlık gözüken bir yapıt gösteriyordu. Önünde fazlaca insan bulunuyordu:

“Oraya gitmemiz gerekiyor. Geceyi orada geçireceğiz.”

Malle’nin söyledikleri beni hazırlıksız yakalamıştı. O insanların arasına girmek istemiyordum. Çok kalabalıktı. Bunu yapmamalıydım. Köyde olanlar gibi bir durum yaşanabilirdi:

“Biliyorum, gitmek istemiyorsun ama geceyi dışarıda geçiremeyiz. Şövalyeler bizi bulur. Oranın sahibi bir tanıdığım. Ters bir durumda bize yardım edecektir.”

Malle’ye güvenmeli miydim? Şu ana kadar ona güvendiğim için buraya kadar gelebilmiştim. Bu insanların arasında kendimi saklayabileceksem bu Malle sayesinde olacak. Ona güvenebilirdim ancak bu riskleri ortadan kaldırmayacaktı. Enerji durumumu kontrol etmeliydim. Malle’nin de dediği gibi ters bir durumda kendimi korumalıydım. Ancak şu an kontrol edemezdim. Malle fark edebilirdi. Ancak gün boyunca hiçbir şey için kullanmadığımdan bayağı bir enerjimin duruyor olması gerekiyordu. Yemek tükettiğim zaman da enerjim yenileniyordu. O han denen yerde kendi enerjimi yenileme ihtimalim de vardı. Malle de beni güvende tutabildiği kadar tutacaktı. Alınmaya değer bir riskti:

“Yanımdan ayrılma ve yüzünü sakla Lily.”

İlerlemeye başladık. Önce açıklık alana çıktık ve havuzun sağından, karışımızdaki açıklığın doğu kısmına doğru ilerledik. Malle hemen önümde, ben de onun arkasında, kendimi göstermeden ilerliyorduk. Çok geçmeden kalabalığa giriş yapmıştık. İnsanlar birbirinden farklı konuları farklı şekillerde konuşuyor, tartışıyordu. Kalabalığın ortasındayken içimdeki sesi tekrar duymaya başlamıştım. Baskılamak için kendimi zorluyordum. Tepki vermemeliydim. Gözlerimi sonuna kadar açmış bir şekilde yere bakarak ilerliyordum. Malle’nin sadece ayaklarını görüyordum. Ondan sonrasını pek fazla hatırlamıyorum. Bir anda içimdeki o ses kaybolmuştu ve fark ettim ki durmuştuk. Malle birisiyle konuşuyordu. Kalabalıktan uzaklaşmıştık ve han denilen yapıtın önüne çoktan gelmiştik:

“Cecily, beni mi bekliyordun kapıda?”

“Elbette! Malle o köyden kalkmış buraya kadar gelmiş kapıda karşılamam lazımdı.”

“Eski günlerin hatırına.”

“Eski günlerin hatırına.”

Malle konuşmaya beni göstererek devam etti:

“Bu Lily.”

“Lily mi?”

“Evet, Lily.”

“Senin kardeşin ölmedi mi Malle?”

Henüz yeni kendime gelmiştim ve Malle’nin bu soruya neden bu kadar garip bir cevap vermesini beklemiyordum:

“Ah! Malle ne zaman kabulleneceksin?”

“Onu hala içimde hissediyorum.”

“Tamam bunu konuşmanın yeri değil şu an. Sizi içeri alalım, lezzetli yemeklerimizden yiyin sonra da güzelce dinlenin.”

Malle sessizleşmişti. Malle’nin tam olarak neyi kastetmek istediğini anlayamamıştım. Ayrıca Malle’nin bir kardeşi mi vardı? Kardeş kavramı kendime çok yakın hissettiren bir kelime olmuştu. Belki de köydeki o iki çocuğa da bu yüzden kötü davranmamıştım. Kardeşlerdi. Yine de Malle’nin kardeşinin olması onun davranışlarını açıklamak için yeterli değildi. En başından beri neden benle bu kadar ilgili olduğunu düşünüyordum. Bir şeyler sakladığı belliydi. Bana hiç kardeşinden bahsetmemişti. Diğer insan, onun hayatını kaybettiğini söyledi ancak Malle bunu kabul etmemişti. Ortadaki gizemi çözmek istiyordum. Malle’nin bu ilgisinin sebebini öğrenmeden ona hiçbir zaman tam olarak güvenmeyecektim. Artık bir ipucu bulduğuma göre bunu Malle’den cevap almak için kullanabilirdim.

Cecily denen insanın ardından içeri girdik. Bize gösterilen yere oturduk ve önümüze tüketmemiz için yemekler getirildi. O sırada Cecily adlı insan başka bir yere gitti. İçerisi çok kalabalık değildi. Bu yüzden rahatlamıştım. Yemeklerimi tükettikten çok kısa bir süre sonra o insan tekrar yanımıza geldi ve birkaç geçmişe dair anlamadığım konuşmadan sonra Malle, eski haline dönmüştü. Malle eski haline döndükten bir süre sonra Cecily adlı insan bir soru sormuştu:

“Buraya ne yapmak için geldiniz?”

“Lily, yani onun hafıza kaybı var. Kendisini, burada ne yaptığını ve hatta insan olduğunu bile unutmuş durumda.”

“Bu çok ciddi bir durum. Onu Doktor Percival’e göstermek için buradasın o zaman.”

“Evet, onun için geldim. Durum beni aşıyor.”

“İyi o halde. Yarın erkenden kalkarsınız o zaman.”

“Aynen öyle yapacağız.”

Bu Cecily denen insan neden bizimle ilgili bilgileri öğrenmeye çalışıyordu? Başka bir amacımı mı vardı? Bu insana hiç güvenmemiştim. Kötü düşünceleri vardı. Bunu anlayabiliyordum. Malle bizi olabilecek en kötü yere getirmişti. Büyük bir risk altındaydık:

“Bu arada Malle, senin için bir görevimiz olabilir.”

“Cecily! Bu işleri bıraktığımı söylemiştim.”

“Ülken adına bir iyilik olarak düşünebilirsin. Çok da zor bir görev değil senin için.”

Benim duyamayacağımı düşünerek Malle’nin kulağına doğru konuşmaya devam etti:

“Yapman gereken Beyaz saçlı, kırmızı gözlü, oldukça güçlü, insana benzese de neredeyse ölümsüz bir yaratığı öldürmek. Bu başkentten gelen bir emir.”

Malle, aniden geri çekilerek tepki gösterdi:

“Ne?”

“Ne diyorsun? Elimizde senin kadar bu işe yakışan birisi yok.”

“Bu işleri bıraktım Cecily, üzgünüm.”

Malle, aniden kolumdan tutarak beni masadan kaldırdı:

“Yemek için teşekkür ederiz Cecily, biz şimdi biraz dinleneceğiz.”

“Hemen gitmeseydiniz, tatlı söylemedik daha.”

“Biraz yorgunuz, teşekkürler. O kadar yol geldik.”

“Peki öyleyse. Odanız ikinci kattaki sağdan üçünü oda.”

“Teşekkürler, Cecily.”

“Rica ederim. Her zaman.”

Hızlıca basamaklardan yukarı ilerledik. Dar alanlardı. Sağda ve solda bir sürü kapı vardı. Malle bunlardan bir tanesini göstererek içeri girmemi istedi. Dar alanlardan soldakine doğru ilerledim ve gösterilen kapıdan içeri girdim. Malle, tam kapatmadan girişin dışına doğru baktı ve hemen sonra kapıyı kapattı. Sonrasında kapanmış kapının önünde durarak bana baktı. Konuşmaya başlayacak gibi duruyordu ancak o başlamadan ben konuşmaya başladım:

“Ne oldu?”

“Seni birden oradan uzaklaştırdığım için özür dilerim. Cecily’ye güvenirim ama onun da başı derde girecek gibi.”

“Bu ne demek?”

“Cecily’nin bahsettiği kişi sendin. Senden başkası olamaz. Bu yüzden sana bir şey olmadan seni oradan uzaklaştırmak istedim.”

Cecily denen insanın sorduğu sorulardan ve hareketlerinden bunu zaten anlamıştım. Malle’nin söylediklerini, herkesin duyabileceği bir ses tonuyla sürekli tekrar etmişti. Birilerine işaret vermeye çalışıyordu. Bu belliydi. Fakat o insanların bana karşı herhangi bir şansı yoktu:

“Neden? O insanlar bana temas edemeden hayatlarını kaybederler.”

“Olsun, ben seni beladan uzak tutmak istiyorum ayrıca…”

“Gerek yok.”

“Evet, elbette ama…”

“Sen benim kardeşim değilsin, Malle.”

Malle sessiz kalmıştı. Hiçbir şey söylemedi ve bir süre bulunduğumuz odada sessizlik oluştu. Bu cevabı vermek belki de zalimceydi ama elimde fırsatım varken test etmeliydim. Az önce Cecily adlı insanla konuşurken ortaya çıkan bazı gerçekler bende birkaç fikir oluşturmuştu. Aklıma gelen fikirlerden ilki ise Malle’nin beni kardeşi ile özdeşleştiriyor olmasıydı ve sanırım haklı çıkmıştım. Malle beni ölmüş olan kardeşinin yerine koyuyordu. Doğru yolda olduğumdan sorulara devam etmeliydim. Beni neden kardeşi yerine koymuştu? Bunu öğrenmem gerekiyordu:

“Neden?”

Malle’den yine ses çıkmamıştı. Yere bakıyordu. Belki de anlamadı diye düşünerekten daha anlaşılır bir şekilde sormaya karar verdim:

“Neden beni kardeşinin yerine koydun?”

Malle yine bir cevap vermemişti ve hala yere bakıyordu. Bu durum beni rahatsız etmişti. Kabul edemediğim durumlardan birisi de cevapsız kalmaktı. Beni dikkate almıyor muydu? Kendini ne zannediyordu? Sadece bir insandı. Sesimi biraz artırarak tekrar sordum:

“Neden? Cevap ver!”

Malle bu sefer başını kaldırdı. Yüzü her zamankinden farklıydı. Yüzü, kırmızı rengine yakın bir renkle kaplanmıştı. Dudaklarını ısırıyordu. Gözlerinden göz sıvısı akıyordu. Düşük bir sesle konuşmaya başladı:

“Çünkü… Çünkü sen ona çok benziyorsun. Göz renginle, saç renginle görünüş olarak onu andırıyorsun. Ben onu kaybedeli çok oldu ve yaşasaydı, şu an senin bulunduğun yaşlarda olacaktı. Beni yanlış anlama lütfen. Sadece ona benzediğin için yanında olmadım. Onu kaybettikten sonra insanları öldürmektense daha fazla insan kurtarmalıyım ki benim gibi yalnızlık çekmesin insanlar diye düşündüm. Birçok insana, canlıya yardım ettim. Sen de o yardım ettiğim kişilerden birisin. Elbette ona benzediğin için daha fazla ilgi gösterdim ancak seninle ilgilenmemin tek sebebi bu değil.”

Söylediklerinin yarısına kadarı tahmin ettiğim şeylerdi ama diğer yarısı benim beklediğim gibi olmadı. Önümde, hayatını kaybetmiş kardeşine benzettiği için ve tüm bunları sadece benzettiği için yaptığından benden olumlu bir tepki bekleyeceğini düşünüyordum ama öyle olmadı. Malle konuşmasına devam etti:

“Senden özür dilemeyeceğim çünkü yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyorum. Benim ne düşündüğümü ben biliyorum ve gerçek içimde. İstersen bana inanmayabilirsin, ama ben sana inanıyorum. Senin yanında kalmak ve seni korumaya devam etmek istiyorum. Hafızanı geri kazanıp unuttuğun kişilerin yanına döndüğünde ben de kendi yoluma gideceğim.”

Malle beni şaşırtmıştı. Bir insan sahte duygular sergileyebilirdi. Seni kandırabilirdi. Ancak Malle’nin tamamen gerçek duygu ve düşüncelerle bunları söylediğini hissetmiştim. Kötü bir davranış sergilemiştim ama sonucunda Malle, benim güvenebileceğim birisi olduğunu kanıtlamıştı:

“Buna ben karar vereceğim.”

Malle bana bakarak gülümseme eylemi gerçekleştirdi. Yüzünden her türlü sıvının aktığını söyleyebilirdim. Malle yüzünü ve üzerini temizlemek için odanın içerisinde bulunan tahta nesnelerden içi su dolu olanı aldı ve temizlenmeye başladı. Ben de şüphelendiğim bu handaki insanları incelemeye karar verdim. Artık enerjim oldukça dolu olmalıydı. Komutları kullanmak için bir engel yoktu. Analiz’i aktifleştirdim ancak gördüğüm şey karşısında bir saniyeliğine tepkisiz kapılmıştım:

“Malle!”

Malle ne olduğunu anlayamamış ve birden elindeki su dolu nesneyi düşürmüştü:

“Ne? Ne oldu?”

“Buradan gitmeliyiz.”

“Neden?”

“Üzerimize doğru gelen otuz beş kişi var.”

Loading...
0%