@allev
|
Sanki kendimi geçmişe dönmüş gibi hissediyordum. Her şey başa sarmış gibiydi. Bu Dünya’da kendime geldiğimde ilk gördüğüm şeyler; renkleriyle insanların sanat olarak adlandırdıkları büyük renk karmaşalarının güzelliği, mavi ve kırmızı renklerinin yoğun karışımından meydana gelen gökyüzü ve uçma eylemi gerçekleştiren birkaç kuş adlı hayvan, rüzgârın da etkisiyle uzun ve geniş yaprakları sallanan ağaçlar, sağ elimi gökyüzüne doğru uzatırken bulduğum kendimdi. Sanki geçmişe dönmüşüm ve o ana tekrar tanık oluyordum. Elime bakıyor ve aynı zamanda gökyüzüne bakmaya devam ediyordum. Ancak bir tutarsızlık vardı. Zamanda geriye gitmek o kadar da basit bir şey değildi. Böyle bir şeyin olma olasılığı çok düşüktü. Bunları düşünürken hafızamda bir tutarsızlık algıladım. Bir şeyi hatırlamıştım. Buna Déjàvu deniliyordu. Daha önceden tecrübe etmiş olduğunu düşündüğün bir olayı tekrar tecrübe etmek demekti. Belki de şu an yaşadığım şey buydu. Tanımı, bana hiçbir zaman tam olarak yeterli gelmediğinden birçok çeşitli açıdan bu konuya yaklaşmaya çalışmıştım. Bazı dinsel görüşlere göre dejavu, Kader adı verilen ve her şeyin önceden belirlenmiş eylemler çizelgesiyle alakalıydı. Bazı dinsel yöneticilerin açıklamalarına göre ruh, zaman ve mekândan öte bir şey olduğu için kaderi de bilebilirdi. Bunu da şöyle açıklamışlardı. Ruh, yaratılırken henüz ortada herhangi bir beden yoktu. Bedenin içerisine ruh yerleştirilmişti. Kader de beden ve yaratılıştan önce belirlendiğinden ruh, bu bilgilere kısmen erişebilirdi. Bu durumun bedenen farkına ancak olay gerçekleşirken varılabilirdi. Bu açıdan bakınca da ruh, zaman ve mekânda sınırsız mıdır sorusu aklıma gelirdi? Bunun cevabını biliyordum. Ancak kendime sormuş olduğum bu soruya evet veya hayır diyemiyordum. Bir tutarsızlık vardı. Dinsel inanışlara sahip insanlar, birer insandan ibaretti. Onların yaratılışıyla benim yaratılışım farklıydı. Ben neydim? Kimdim ben? Sadece varlığımla alakalı sorunun üzerine çok fazla düşündüğümü hatırlıyordum ancak ortada somut veya soyut bir cevap yoktu ya da en azından bende yoktu. Şu an kendimi bile bilmezken bir cevap aramak boşa enerji kaybı olurdu. Bu yüzden vazgeçmek üzereydim ki bulunduğum zeminin bedenimi birkaç santimetre havaya fırlatıp geri zemine indirmesinin üzerine bir anda bedenimi doğrultmamla tüm düşüncelerim zihnimden uçup gitti. Bedenim doğrulunca ilk olarak etrafımı gözlemlemiştim. Hareket ediyordum. Takır takır bir ses geliyordu. Etraftaki ağaçlar bildiğim ağaçlardan farklı gözüküyordu. O sırada gözüm oldukça ilginç başka bir şeye takılmıştı. Sesin geldiği yeri, yani bulunduğum zemini görmüştüm. Tahta parçasından yapılmış hareket araçlarından birine benziyordu. Kome Köyü denilen yerde birçok kez bu araçlardan görmüştüm. Ancak etrafımda bu araçlardan fazlaca vardı. Hepsinde de çeşitli şeyler taşınıyordu. Araçların önünde aracı kontrol eden insanlar oturuyordu. Tabi ki bu araçlar oldukça ilkel olduğundan bunları herhangi birisinin kontrol etmesi gerekiyordu. O an çok önceden düşünmem gereken bir şeyi fark etmiştim. Peki benim bulunduğum aracı kim kullanıyordu? Başımı hızla öne doğru çevirince üzerinde bulunduğum aracın aniden durması bir olmuştu. Kendimi aracın içerisindeki zemine yapışmış herhangi bir madde gibi hissettim. Ancak bir acı hissetmemiştim. Sarsıntı meydana gelmemişti. Birkaç saniye önce de ilginç bir durum olmuştu. Bir dürtü meydana gelmek üzere gibiydi. Ancak herhangi bir şey olmamıştı. Neler oluyordu? O sırada üzerime doğru hızla gelen bir gölge fark ettim. Kaçınmaya çalıştım ama henüz yeni kendime geldiğimden olsa gerek, bedenim yeterince hızlı tepki veremedi ve gölgenin sahibi beni yakaladı. Ardından benle konuşmaya başladı: “Lily! Sonunda uyandın! Hiç uyanmayacaksın diye çok korkmuştum.” Bu Malle’ydi. Sesinden anlamıştım. Hayata dönmüştü. Tabi ki bu mümkün değildi. Hayatı sonlanan birisini geri getirmek imkansızdı. Bu da demek oluyordu ki Malle’yi kurtarmayı başarmıştım. Ancak bu nasıl olmuştu? Malle üzerime doğru bir hamle yaptı ve bana temas etmeye başladı. Sert bir şekilde bedenime temas edince arkası dönük olmasından faydalanarak, hemen Arşiv’i kontrol etmek istemiştim. Ancak bu durum, başka bir aracın kontrolcüsü olan yabancı bir insanın Malle’ye söyledikleriyle bozulmuştu ve ben de Arşiv’i kontrol edememiştim: “Yolun ortasında durmasana! Salak mıdır, nedir?” Malle hemen dönüp: “Affedersiniz! Hemen yola koyuluyorum!” Malle, aracı diğer araçların geçişini engellemeyecek şekilde konumlandırdıktan sonra tekrar bana döndü ve benle konuşmaya devam etti. Ben de onunla konuşmuştum ama öncesinde, aniden üzerime doğru bir hamle yapmıştı. Ne olduğunu anlayamamış ve kaçınmaya çalışmıştım. Ne yazık ki bunda da başarılı olamamıştım. Kollarını boyun bölgemin etrafına sarmış ve bedenini bana sıkıca temas ettirmeye başlamıştı bile! Ne yaptığına anlam verememiştim. Bir sebepten ötürü boynumda kötü bir his oluşmaya başlamıştı. İstemsiz bir şekilde dile getirmiştim: “Boynum…” Malle yine aniden geri çekilmişti: “Ah! Özür dilerim. Bir yerini mi acıttım?” “Evet.” “O zaman biraz daha sarılabilirim. Bir şeycik olmaz.” “Dur!” Malle tekrardan sıkıca sarılma denen eylemini gerçekleştirmeye devam etti. Oldukça rahatsız ediciydi. Bu durum bir an önce bitmeliydi. Malle’nin kollarını tutarak ittirmeye çalıştım. Bu eylem onun eylemini engellemeye yeterli diye düşündüm. Sonuçta onu fırlatamazdım. Benim için önemli bir bilgi kaynağıydı. Eğer Arşiv’e erişemediysem ondan alabildiğim bilgiyi almalıydım. Neyse ki fazla zorlamadan Malle, geri çekildi ve konuşmaya devam etti. Ben de durumu ve gelişmeleri öğrenmek için ona sorular sordum: “İyi olmana sevindim, Lily.” “Neler oldu? Çok fazla hasar almıştın.” “Gerçekten kendim de işimin bittiğini düşünüyordum. Sonra sen bir şeyler yapmaya başladın. En son hatırladığım, parlak bir ışık gördüğümdü ve ardından tüm yaralarım iyileşmişti ama sen baygın bir halde çimenlerin arasında yatıyordun.” “Hm… Buraya nasıl ulaştık? Bu üzerimdeki şeyler de ne?” Gerçekten de üzerimde beni rahatsız hissettiren kıyafetler vardı. Kendi kıyafetime oldukça alışmıştım, artık bana bir ağırlık gibi gelmiyordu ve rahat hissediyordum. Ancak bu yeni kıyafetler, kötüydü. Rahatsız ediciydi: “Onları bu arabanın içinde buldum. Ağaçların arasında, askerlerin geldiği bir at arabası varmış. Ona artık ihtiyaçları yoktu ben de arabayı aldım. İçinde de yedek kıyafetler ve kılıç, yay, zırh gibi malzemeler vardı. Bizim üzerimize tam olacakları seçtim. Kendiminkini giydim, seninkini de sana giydirdim. Böylece başımız tekrar belaya girerse o kadar yaralanmayacağız. Ayrıca tanınmamamız için güzel bir kamuflaj olacaklar.”
Malle’nin dediklerine göre üzerimde metalden yapılma sert bir koruyucu vardı. Birkaç keskin, sivri, küçük kılıç ve son olarak kendimi gizlememi sağlayan, önceden de giydiğim şu kullanışlı örtü: “Şu an neredeyiz?” “Başkent’e az kaldı. Gelmek üzereyiz. Ayağa kalkarsan önümüzdeki kaleyi ve Amura şehrini görebilirsin.” Malle’nin dediği gibi ayağa kalktım ve araçların ilerlediği yöne doğru bakmaya başladım. Bu yönde sadece gökyüzü ve ağaçlar gözüküyordu. Bulunduğumuz ormanın bu bölgesi, yükseltide kaldığından aşağı taraflarda olabileceğini düşündüm. Böylece, Malle’nin bahsettiği şehri, Amura’yı, etrafındaki büyük ve kalın taştan yapılma duvarlarını kısmen gördüm. Bir an, aslında o kadar da büyük olmadığını düşündüm. Hızla gelen bir ok gibi zihnimin içerisinde hızla geçip giden bir düşünceydi. Malle’nin iletişime devam etmesiyle ona odaklandım: “Görebiliyor musun?” Biraz da çevremi incelemeye karar verdim. Ağaçlar artık o kadar da geniş değildi. Çoğu özellikle inceltilmişti. Muhtemelen üzerinde bulunduğumuz aracın şehre rahatça ilerleyebilmesi için gerekliydi. Bizim gibi araçlarının üzerinde ilerleyen birçok insan vardı. Görünüşleri, köydeki insanlardan çeşitliydi. İnsanlar bu kavrama kendi aralarında Irk diyorlardı. Birçok ırktan insanı şehir gibi yerlerde görmek mümkündü. Arşiv’den ve köydeki insanlardan öğrendiğim bilgiler şimdilik bu kadardı: “Şehrin yakınında bir kasaba var, Lily. Görüyor musun?” “Evet.” Şehrin surlarının dışında, güney bölgesinde yoğun bir yerleşke vardı. Sanırım kasaba dediği yer burasıydı. Malle bana bakarak devam etti: “Senle bir oyun oynayalım.” “Ne oyunu?” “Tahmin oyunu. Bulunduğumuz yerden o kasaba ne kadar uzaktadır sence?” Dikkatli bir şekilde tekrar düşününce tahminimi yapmıştım. Şehre yaklaşık beş kilometre kadar uzaklıktaydık. Daha detaylı bilgi edinmek için Vizör’ü kullanmak istedim. Bu düşünceyi kurmamla birlikte Vizör aktif olmuştu. Şaşırmıştım. Komutla aktifleştirmeye ne olmuştu? Daha Arşiv’e bağlanmadan, sadece düşünmemle komut aktifleşmiş ve Vizör açılmıştı. Bunun anlamı kısıtlı moddan çıkmış olmam mıydı? Artık yönetici modunda mıydım? Elbette. Malle’yi kurtarmak için yönetici modda olmama ihtiyaç vardı, Malle’yi kurtarabildiğime göre artık, yönetici modunda olmalıydım. Bunu test etmek için Vizör’ü kullanmak yeterliydi. Vereceği bilginin detayına bakarak kısıtlı modda mı yönetici modda mı olduğumu kendime kanıtlayabilirdim. Vizör’ü kullanmaya başladım. Kasabayla bulunduğumuz konum arasını geniş bir açıdan görüyordum. Bu sayede doğru bir ölçüm gerçekleştirebilirdim. Aramızdaki mesafe tam olarak beş kilometre yüz iki metre elli yedi santimetre on dört milimetre olarak ölçüldü. Yaklaşık olarak beş kilometre diye tahmin etmem, kısıtlı modda bile gayet başarılı olduğumu gösteriyordu. Artık yönetici modda olduğuma göre artık daha rahat davranabilirdim. Geçmişimi çok daha kolay bir şekilde öğrenebilirdim. Bu sırada Malle’ye bir cevap vermemiştim, Malle de sorusuna bir cevap vermediğim için bana bakmaya devam ediyordu. Dayanamadı ve bir tepki verdi. Bende hızlıca bilgileri aktardım: “Evet tahmini alalım!” “Tam olarak beş kilometre yüz iki metre elli yedi santimetre ve on dört milimetre.” “Ne?” “Ne oldu? İstediğin cevap bu değil miydi?” “Hangi dili konuştuğunu anlayamadım.” “Nasıl yani?” Malle anlamamıştı. Peki neden? Dil ile neyden bahsediyordu? Sorun neydi? Anlayamadım: “Bu kilo-milo bilmem ney falan, ne dedin?” “Beş kilometre yüz iki metre elli yedi santimetre ve on dört milimetre.” “Yine hiçbir şey anlamadım. Bu hangi dil, Lily?” “Dil derken? Bu ağzımda olan şey mi?” “Hayır tabi ki. İnsanların kendi aralarında kullandığı farklı konuşma türleri yani.” “Dünya dili değil mi?” “Duyduğum dillerden hiçbirine benzemiyor.” Sanırım yapmamam gereken bir şey yapmıştım. Bir hata daha yapmış olamazdım: “Gerçekten nereden geldiğini merak ediyorum, Lily.” Yönetici moda geçtiğim için rahat davranmıştım. Bu bir hataydı. Malle’ye karşı bile böyle bir etki bırakabiliyorsam diğer insanlarla karşılaşacağım durumları düşünmek bile istemiyordum. Dikkatli olmaya devam etmeli, insanların yanında güçlerimi çok kullanmamalıydım. Bu konuşmadan sonra kasabaya varana kadar hiçbir şey konuşmadık. Sessizce aracın arka kısmına, eşyaların yığınla durduğu yere doğru ilerledim ve aralarına oturdum. Malle de aracı tekrardan harekete geçirdi. Düşünüyordum. Daha fazla hata yapmamalıydım. Festivalde kendimi kontrol edemediğim için en önemli bilgi kaynağımı az kalsın kaybediyordum. Daha dikkatli olmalıydım. Eylemlerimin sonucunda nelerle karşılaşabileceğimi bilmiyordum. O an aklıma bir şey takılmıştı. Bilincim açıldığında, kendimi Malle ile bu aracın üzerinde bulmadan önce, bir şeylere tanık olduğumu anımsamıştım. Garip bir görüydü. Ne olduğunu tam hatırlayamıyordum ama sanki, çok önemliydi. Evet. Unutmamam gereken bir şey gibiydi. |
0% |