@allev
|
Isabella denen insan çok geçmeden, on üç dakika otuz dört saniye sonra, yaptığı çorba ile bulunduğumuz alana geri gelmişti. İçeri girmesiyle elimi Malle’nin başından çekmiştim. İnsan içeri girdiği gibi alanı yoğun bir koku kaplamıştı. Rahatsız edici bir kokuydu. Malle’yi de rahatsız etmiş olacaktı ki bir dakika sonra kötü bir yüz ifadesiyle gözlerini açmıştı. Bilinci yerine gelmişti. Isabella denen insan, bu olayın üzerine konuşmaya başladı: “Ha! İşte çorbamın gücü budur! Kokusu ölü adamı bile yattığı yerden kaldırır!” Çok fazla ses çıkarıyordu ama yüzünde mutlu bir ifade vardı. Malle’nin bilincinin yerine gelmeyişi, içimde anlam veremediğim bazı hislere sebep olmuştu. Ancak o kendine geldikten sonra, hepsi kayboldu. Arkeolog da konuşmaya başladı: “Yaşa Madam Isabella! Çok teşekkür ederiz.” “Ne demek! Her zaman.” “Hanımefendi, iyi misiniz?” Malle’ye seslenmişti. Malle ise yeni bilinci yerine geldiğinden çok anlayamamış gibi görünüyordu. Hareket etmekte zorlanıyor gibiydi. Cevap vermemişti. Onun yerine bana bakmıştı ve gözlerinden sıvı parçacıkları dökülmeye başlamıştı. Ağlama eylemini gerçekleştirmeye başlamıştı. Hemen yanında, yatağın bir kenarında oturuyordum. Bana doğru bir hamle yapıp boynuma kollarını dolamıştı. Yine sarılma adı verilen eylemi gerçekleştiriyordu ve yine beni rahatsız etmişti. Her zaman yaptığım gibi öylece duruyordum. Neyse ki bu sefer çok sürmemişti. Sanırım yeterli gücü yoktu. Sarılma eylemini bitirip gözlerindeki sıvıları temizlemişti. Hasarı henüz tam olarak onarılmadığından olsa gerek, dayanamayıp bedenini geri yatağa uzatmıştı. Artık bilinci açılmıştı. Tehlike geçmiş gibi görünüyordu. Isabella adlı insan, Malle ile konuşmaya başladı: “Canım, nasılsın? Daha iyi misin? Çorbanın kokusu seni kendine getirdi herhalde.” Malle yorgun bir sesle cevap verdi: “Evet. Daha iyiyim.” “Bu çorbayı senin için yaptım. Benim özel çorbamdır. Her derde devadır. Bunu içersen hiçbir şeyin kalmaz.” Son dediği şeyden sonra çorbayı koymuş olduğu ağaçtan yapılma kaptaki ağaçtan yapılma kaşıkla biraz çorba almış ve Malle’nin ağzına doğru götürmüştü. Bedenini Arkeoloğun da yardımı ile biraz doğrulttuk. Malle mecbur kalarak kabul etmişti. Çorbayı biraz tükettikten sonra yüzünde daha önce görmediğim bir ifade oluşmuştu. Nasıl tarif edebileceğimi bilmiyordum, kötüydü sanırım. Bir süre sonra zorla da olsa çorbayı tamamen tüketmişti ama yüzündeki ifade öyle çabuk geçmedi. Isabella adlı insan, dinlenmesi için biraz daha yattığı yere uzanmasını istemişti ama yine zorla yattığı belliydi. Malle, gözlerini kapattıktan sonra Isabella denen insan, olanları sadece izleyen bana ve Arkeoloğa dönerek tekrardan konuşmaya başlamıştı: “Şimdi bana neden bu kızın bayıldığını anlatın bakalım.” Bu insanın ses tonu beni gerçekten rahatsız ediyordu. Kendini ne sanıyordu? Malle’den beterdi. Saçları ve gözleri siyah, derisi ise koyu bir renkteydi. Bedeni benim üç katım kadardı. Bedeni oldukça genişti. Görünüş olarak bir kadın olsa da ses tonu kalındı ama beni rahatsız eden şey sadece ses tonu değildi. Arkeolog mu erkekti yoksa bu mu? Anlamsızdı. O sırada arkeolog olanları anlatacak gibi durunca elimle ağzını kapatmıştım ve cevabımı söyledim: “Sana anlatmamı gerektirecek bir durum yok, insan.” Isabella denen insan şaşkın görünmüştü, benden bu cevabı beklememişti sanırım ama çok sürmedi: “O kızın şu an iyi olması benim sayemde. Ne olduğunu bana anlatacaksınız.” “Sen kim olduğunu sanıyorsun da bana emir veriyorsun?” Arkeolog, elimi ağzından indirip konuşmamızı bölmüştü: “Madam Isabella! Hanımefendi! Lütfen sakin olun. Hastamızı rahatsız edeceksiniz.” Malle’yi bir anlığına unutmuştum. Arkeolog haklıydı. Bu yüzden konuşma orada bitmişti. Isabella denen insan bana karşı duruyordu. Bir insanın bana böyle davranması kabulleneceğim bir şey değildi ama Malle için buna biraz da olsa katlanmalıydım. Isabella denen insan tekrar konuşmaya başlamıştı: “Tamam, demek ki çok da hoş bir şey anlatmayacaksınız. Sizi anlıyorum. Ancak sizi burada barındırabilmem için bu bilgiye ihtiyacım var. Anlatıp anlatmamak size kalmış. Yoksa şövalyelere haber vereceğim.” Eğer buradan gidecek olsaydık kalacak başka bir yerimiz olur muydu, bilmiyordum. Malle bu haldeyken bir yere de gidemezdik. Enerjim biterse eğer durum daha kötü olurdu. Mecburen, anlatmak zorunda olduğumu anlamıştım. Gerçekten akıllı bir insandı. Pislik: “Tamam, anlatacağım.” “Güzel, dinliyorum.” “Onun bir kardeşi vardı ancak artık yok. Arkeolog bize bazı bilgiler verdi ve bunlar sanırım onun kardeşi ile alakalıydı. Bilgileri öğrendikten sonra bilincini kaybetti.” “Hm… Anlıyorum. Ancak bu aldığı yarayı açıklamıyor.” Ne yaptığımızı da mı anlatmamız gerekiyordu? Bunu anlatmak doğru olur muydu, emin değildim. Fakat söylesek de söylemesek de şövalyelere haber verecekti. O sırada Arkeolog birden elimden kurtulmuş ve direkt olarak söylemişti: “Loncadakilerle savaştılar, Madam Isabella!” Arkeoloğun böyle bir hamle yapmasını beklemiyordum ama düşününce, oldukça mantıklı bir hamleydi. Biz onu zorlamıştık. Şu anda bizi şövalyelere verme ihtimali olduğunu öğrenince bizden kurtulmak istemesi çok doğaldı. Bunu nasıl gözden kaçırmıştım? Arkeoloğun bu cevabı üzerine şaşkın bir ifadeyle İnsan sordu: “Loncadakilerle mi dedin?” “Evet!” “Hm… Demek öyle oldu.” Şaşırtıcı bir şekilde sakin karşılamıştı. Tuhaftı. Başka bir amacı mı vardı? Yoksa şövalyelere haber vermek gibi bir niyeti yok muydu? |
0% |