Yeni Üyelik
3.
Bölüm

1.Kısım: Ebediyetten Fâniliğe 2.Bölüm

@allev

Tarih: 19 Ağustos 637, saat: 09:12. Konum: Ormanın derinliklerinde bir yerlerde. Bu dünyada gözlerimi açmama neden olan rüyadan sonra başıma birçok şey gelmişti. İstemsizce tekrar uykuya daldığım o mağarada, önceki gün gördüğüm rüyanın devamı gibi bir rüya daha yaşadım. Yine korkunç sahnenin ortasında buldum kendimi. Ancak bu sefer zaman biraz ileri sarılmış gibiydi ve o kıza seslenmeden önceki anı yaşıyordum. Her şey önceki anla aynıydı: Üzerindeki ceket, hareketleri ve etraftaki cisimlerin konumları. Bu sefer de ona seslenip seslenmemekte kararsızdım. Son yaşananlar pek hoş şeyler değildi. Ama kim olduğunu da içten içe merak ediyordum. Burada tek başına ne yapıyordu? Neden bir yüze sahip değildi ve yine de bir insana benziyordu?

Biraz düşündükten sonra bu sefer seslenmeden yanına kadar gitmeye karar verdim. Duruma farklı bir açıdan yaklaşmak istemiştim. Ona doğru yaklaşırken rüzgâr ara sıra şiddetleniyor ve tozlar ağzıma, yüzüme doluyordu. Tozları ağzımdan tükürerek çıkarmak zorunda kalıyordum. Neyse ki, beni fark etmiyordu. Yanına yaklaştığımda, elindeki demir çubukla yere bir şeyler çizdiğini fark ettim. Yaptığına odaklanmaya çalışırken, elindeki demir çubuk bir anda yere düştü ve kız ortadan kayboldu. Neler olduğunu anlamamıştım. Demir çubuğun yerdeki taşlara çarpmasıyla çıkan sesten irkilip etrafa bakındığımda yerdeki yazı dikkatimi çekti: 'Yeniden Doğuş’a inanır mısın?'

Bu yazıyı okuyup anladığım zaman, yazı toprağın içine doğru çökmeye başladı ve etrafımdaki her şeyi yutmaya başladı. Her şey çöküyordu ve nihayetinde her şey, karanlığa dönüştü. Anlamlandıramadığım sayıların gözümün önünden tekrar geçmesiyle gözlerimi açtım. Kendimi en son bıraktığım yerde buldum, şu an sönmüş olan ateşin yanındaydım.

‘Yeniden Doğuş’ ile kastettiği şey ne olabilirdi? Beni mi işaret ediyordu? Benimle iletişim kurmaya mı çalışıyordu? Tuhaf şeyler yaşamıştım. Neden bu rüyaları görüyordum? Kendime yeni gelmiş olmama rağmen kafamda pek çok soru vardı ve bunlara cevap bulmak şimdiden beni yormuştu. Gerçekten tuhaf bir durumdu. Yeniden doğuş…

O sırada ayak sesleri duymamın üzerine mağaranın sakinlerinin geldiğini fark ettim. Bir an önce buradan çıkmalıydım çünkü hızlanan bu sesler, geldiğim yönden geliyordu. Bu yüzden o taraftan gidemezdim. Odanın diğer tarafındaki incelemediğim kısımlara doğru ilerlemem gerekiyordu. Oradan bir çıkış bulup bulamayacağımı bilmesem de başka seçeneğim yoktu.

Hızla üzerimdeki kıyafeti düzgünce giyerek odaya son bir kez bakındım fakat o an yerde ayak izlerimin kaldığını fark ettim. Bütün gün boyunca toprak, çamur demeden etrafta yalınayak dolaştığım için mağaraya girince bastığım her yere ayak izleri bırakmış olmalıydım. Şu an ayaklarımın altı kuruduğu için pek bir iz çıkmayacak olsa da bu durum, buraya kadar beni takip edebilecekleri anlamına geliyordu. Hemen harekete geçerek arka bölgelere doğru ilerlemeye başladım.

Bulunduğum odayı terk ettiğim anda, onların konuşma seslerini duymaya başlamıştım. Ne yazık ki ne konuştuklarını anlayamıyordum, ama anlamsız bir şekilde merak etmiştim. Odanın diğer çıkışında, köşelerdeki yığıntıların arkasına saklanarak odaya giren insanları izlemek ve ne konuştuklarını dinlemek istedim. Gittiğim yolun bir çıkmaz olma ihtimali göz önüne alındığında, onlarla karşılaşmam gerekebilirdi. Eğer fark edilirsem, tüm gücümle buradan çıkmak için koşmayı planlıyordum.

Dikkatimi verdiğimde, ne konuştuklarını net bir şekilde duyabildiğimi fark ettim. Söylediklerine odaklandım. Üç kişiydiler ve oldukça sıra dışı, eski bir giyim tarzları vardı. Birinin kafasında kasket gibi bir şapka vardı. Kalın, krem rengi bir ceketi ve kahverengi, yamalı bir pantolonu vardı. Beş santimetre kadar uzun, aralarında beyazlıklar olan siyah sakalı ve bıyığının altından gözüken pörtlek dudaklarından çıkan sözler, ilk odaklandıklarımdı:

“İzler burada son buluyor. Etrafı iyice arayın. Buralarda olmalı.”

O kişi, diğer ikisine dönüp bu cümleleri sarf ettikten sonra, birkaç dakika önce bulunduğum odayı didik didik aramaya başlamışlardı. Bu kişilerin yüzlerinde yara izleri vardı. Oldukça derin olan bu yara izleri, birçok tehlikeli işe giriştiklerini gösteriyor gibiydi. Arşiv ve içinde bulduğum Analiz komutu sayesinde onları bu kadar detaylı ve bilgilendirici bir şekilde inceleyebilmiştim. Tabii, Arşiv'in beklediğimden de ilginç bir sistem olduğu kanıtlanmıştı. Vizör adlı bir komutla birleşme isteği sunan Analiz, bu kombinasyon sayesinde artık uzaktan da bir şeyleri inceleyebileceğimi gösterdi. Bu iyi bir gelişmeydi. Ne yazık ki daha fazla zamanım kalmamış gibi görünüyordu. Aralarından biraz daha yaşlı görünen, kafasında beyaz bir bandanayla kızıl kaşlara ve yemyeşil gözlere sahip, bir doksan boyundaki uzun adamın yerdeki kurumuş toprak izlerini fark etmesiyle yerimin açığa çıkacağını anlamıştım.

Arkamı dönüp bilmediğim taraflara doğru yolculuğuma devam etmeye çalışırken, üzerimdeki siyah ceketin yığıntıların üstünde duran küçük bir kutuya çarpması sonucu yerimi belli etmiş oldum. Sesi kesinlikle duymuşlardı. Koşmaya başladığım anda peşimden gelmeye başladılar. Onların ilerlemesini yavaşlatmak için yol üstündeki yığıntıları ellerimle hız kaybetmeden devirmeye çalıştım. Pek başarılı olduğum söylenemezdi ama yoluma devam ettim. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Önüme çıkan yol ayrımlarında bir sağa, bir sola saparak ilerledim ve sonunda bir yol ayrımında aydınlık fark ettim. Sanırım dışarıya çıkan bir yol bulmuştum.

Hemen o yola saptım ve aydınlığa doğru tüm gücümle koşmaya başladım. Sanki ulaşılması imkânsız bir yolculuktu. Ne kadar sürdüğünü hatırlamıyorum, ama sonunda dışarı çıkabilmiştim. Devasa ormanın bambaşka bir köşesine çıkmış gibiydim. Ağaçlar ve çevredeki bitkiler farklı türlerdeydi. Mağaraya geri dönüp baktığımda, peşimdeki kişilerin seslerini duyabiliyordum. Bir çıkış aradığımı biliyorlardı. Bu yüzden, bulunduğum yere ulaşmaları çok uzun sürmeyecekti. Onları atlatmanın bir yolunu bulmak için sadece on beş saniyem vardı.

O sırada, yakınlardan bir suyun hiddetle aktığını işittim ve aklıma bir fikir geldi. Hızla sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladım. Planım, o suyun hızını kullanarak bu insanları atlatmaktı. Tabii bir problem vardı. Şu an nefes alıp veren bir bedene sahip olduğum için suyun içinde bunu gerçekleştiremeyecektim. Yol boyunca Arşiv’in komut listesinden bu soruna çözüm olabilecek bir komut aramama rağmen, işime yarar bir şey bulamadım. Sanırım Kısıtlı Mod yüzünden bu komutlara erişimim yoktu.

Suyun kenarına ulaştığımda, oldukça geniş ve hızlı akan bir nehirle karşılaştım. Suyun hiddeti göz önüne alındığında, karşıya suyun içinden geçmem imkânsızdı. Başka bir çözüm aramalıydım. Suyun kenarındaki büyükçe taşlardan birine oturup tekrar komut listesini karıştırmaya başladım. İnsanların geniş ormanın içindeki bu alana gelmeleri biraz zordu. Fakat sayılarının sadece üç kişiden ibaret olmadığını düşünüyordum. Birbirleriyle iletişime geçerek mutlaka beni toplu bir şekilde aramaya başlayacaklardı. Bu yüzden, elimi çabuk tutmam gerekiyordu. Bunları düşünürken, Güç adlı bir komut dikkatimi çekti. Bedenimin herhangi bir kısmını kısa süreliğine güçlendirip daha verimli kullanmama olanak sağlıyordu. Ayrıca, Dayanıklılık komutuyla birleştirildiğinde hasar alma oranını seksen yedi kat azaltıyordu. Bu komut kombinasyonuyla bu nehri geçmem mümkün olabilir miydi?

Denemekten başka şansım yoktu. Taşın üzerinden atladım ve ağaçların arasına doğru ilerlemeye başladım. Nehirle aramda otuz metre olacak kadar uzaklaştım. Yeni planım aynen şöyleydi; güç ve dayanıklılık komutlarını aktifleştirdikten sonra öncelikle hızlanıp az önce üzerinde oturduğum taştan yükseklik ve güç kazanarak kendimi yaklaşık elli metre genişliğindeki bu hiddetli nehrin üzerinden tam karşı kıyıda bulunan nehrin sığ kesimine kadar fırlatmaktı. Zor olacağını biliyordum ama denemeye yetecek kadar cesaretim vardı.

Hesaplamalarımın doğruluğunu kontrol ettikten ve kendimi psikolojik olarak iyice hazırladıktan sonra, içimden geriye doğru saymaya başladım. Her saniye önemliydi çünkü komut sadece birkaç saniye boyunca çalışabilecekti. Üç, iki ve bir! Kombinasyonu aktifleştirmemle birlikte, çevredeki ağaçların ve bitkilerin yaprakları şiddetli bir fırtına gibi savrulurken, büyük taşın üzerinden uzun nehri boydan boya bir kuş gibi süzülerek geçmeyi başardım. Ancak sığ kısma ulaştığımda, kombinasyon birkaç milisaniye önce iptal olmuştu ve bedenim acı verici bir şekilde sert zemine çarptı. Bedenimin çarptıktan hemen sonra ivmelenen başımı da çarpmamla birlikte, kısa süreli bir bilinç kaybı yaşamam kaçınılmazdı. Fakat hiçbir şey olmadı.

Şaşırtıcı bir şekilde, şiddetli birkaç ağrı dışında bedenime bir şey olmamıştı. Sanırım, özünde sağlam bir bedene sahiptim. Yine de canım acımıştı. Bedenimi kaldırmaya çalıştım, fakat kısa sürede başarılı olamayacağımı anladım. Kendimi sürünerek karaya doğru çıkarmaya çalıştım; çünkü su, her ne kadar sığ olsa da akıntı nedeniyle sürekli ağzıma ve gözüme doluyordu. Bu durum oldukça rahatsız ediciydi. Ancak bir şeyi itiraf etmem gerekiyordu. Yanlışlıkla suyu ağzıma aldığım anlardan birinde, onu içime çekmiştim. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama bu, bana oldukça iyi hissettirmişti. Sudan çıkana kadar bu eylemi bilinçli olarak sürdürdüm.

Birkaç dakikalık yoğun çabanın ardından nihayet kıyıya ulaşmıştım. Bedenimi yüzüm yukarı bakacak şekilde çevirmeye çalıştım ve biraz zor da olsa başardım. Gökyüzündeki güneşin rahatsız edici selamını aldıktan sonra, gözlerimi kapatıp bunun kötü bir fikir olduğunu düşündüm. Adrenalin dolu anlardı. Biraz dinlenmem gerektiğini biliyordum. Komutlar ve aldığım darbe beni bitkin düşürmüştü. Uyumak istemiyordum fakat güneşin bedenimdeki ısıtıcı etkisi şu an iyi hissettiriyordu. O an üzerimde bir hafiflik hissettim; ancak bu, duygusal bir his değildi. Üzerimdeki kalın siyah ceket yoktu. Hemen gözlerimi açıp nehre doğru baktığımda suyun aktığı yönde bazı karaltılar gördüm. Sanırım atlayışım sırasında suya düşmüştü. İstemsizce başımı tuttum. O ceketi sevmiştim.

O sırada nehrin karşısındaki insan kalabalığı dikkatimi çekti. Az önce peşimden gelen üç kişiyle birlikte, sayabildiğim yirmi küsür kişi daha nehrin karşısından beni izliyordu. Nasıl karşıya geçtiğimi düşündükleri yüz ifadelerinden belli olmasa da tahmin edilebilirdi. Onları atlatmıştım. Yine de bu tarafta da olabileceklerini göz önünde bulundurarak harekete geçtim ve bedenimi bir kez daha kaldırmaya çalıştım. Ormanın bilmediğim taraflarına doğru yolculuğuma devam etmeliydim.

Hesaplamalarıma göre yaklaşık otuz dakikadır yürüyor olmalıydım. Su sesinin geldiği yeri keşfetmemin ardından yeni bir hedef aramış, fakat henüz dikkatimi çeken bir şey bulamamıştım. O sırada düşünmeye vakit ayırmıştım. O insanlar garip görünüyordu. Yaşadıkları yer de bir o kadar garipti. Nereye gittiğini bilmeden ilerlemenin tehlikeli olabileceği, adeta bir labirent gibi bir yerde yaşıyorlardı. İnsanlar hep böyle yerlerde mi yaşarlardı? Yoksa onlar kötü işlere bulaştıkları için mi orada kalıyorlardı? Cevaplarını bulabileceğim bir ses duymamla, bütün dikkatimi o yöne vermiş ve hızlanmaya başlamıştım.

Ormanın derinliklerinde sanki bir kuşun feryadı yankılanıyordu. Ne olmuş olabilirdi? Bu, o insanların yaptığı bir şey olabilir miydi? Üçüncü kuraldan ötürü onlardan uzak durmam için mantıklı bir sebep arıyordum. O sebebi keşfetmeme ise çok az kalmıştı. Sesin geldiği yere ulaştığımda, bir ağacın dalında acı çeken bir kuşun, düştüğü tuzaktan kurtulma çabasını gördüm. Ayağına, ağacı ve yerdeki otları kızıl renge boyayacak kadar keskin, metalden yapılmış bir tuzak takılmıştı. Bu tuzak, kuşun uçup gitmesini engelliyordu. Bu, insanların kurduğu bir tuzak gibi görünüyordu ve bana o sebebi vermişti.
Yaklaşık otuz santimetre boyunda, tüyleri kırmızı ve koyu yeşilin tonlarından oluşan bu güzel kuşun yardım istediği halinden belliydi. Ona yardım etmemek için bir sebebim yoktu, bu yüzden ağaca tırmanmaya başladım. Hayvana zarar vermeden o metal nesneyi nasıl çıkaracağımı bilmiyordum, ancak denemekten başka seçeneğim yoktu. Arşiv’den Güç komutunu çalıştırmayı denedim, ancak yalnızca bu komutun bir süre kullanılamayacağına dair bir bilgilendirme aldım. O halde bu hayvanı kurtarmam oldukça zordu. Metal nesne çok büyük değildi. Elimin içi kadar olmasına rağmen, metal olduğu için bu kırılgan bedenle onu parçalamam imkansıza yakındı. Ancak imkânsız değildi. Aklıma bir fikir gelmişti.

Güç komutu bekleme sürecindeyse, alternatif bir yol bulmalıydım. Hız adı verilen bu alternatif, bedenimin hareket hızını kısa bir süreliğine on kata kadar artırmamı sağlıyordu. Ancak Kısıtlı Mod yüzünden, bu artış şimdilik sadece on katla sınırlıydı. Eğer zincir kısmına yeterince hızlı bir darbe indirebilirsem, bu metal nesneyi parçalamam mümkündü. Denemek için sabırsızlanıyordum.
Metal nesneyi ağaca bağlayan bir metrelik zinciri, uzun ve düz duracak şekilde geniş dalın üzerine yerleştirdim. Şimdi tek yapmam gereken, komutu aktifleştirip tüm gücümle zincire bir darbe indirmekti. Darbenin etkili olabilmesi için en düşük yüzey alanıyla temas etmeliydim. Bu yüzden, elimi bir kürek gibi düzleştirip komutu aktifleştirdim ve elimin yan kısmıyla zincire sertçe vurdum. Zinciri kırmakla kalmadım; aynı zamanda ağacın dalını da kırdım. Hareket hızımın etkisiyle ileri doğru fırlarken kuşu da yere düşürdüm.

İkimiz de yerde yatıyor, gökyüzünü izliyorduk. O an kuş, bir anda görüş alanıma girerek saçlarımı kemirmeye başladı. Sanırım bu, onun bana teşekkür etme şekliydi. Acı dolu sesi artık eskisi kadar güçlü çıkmıyordu, fakat her hareket ettiğinde hala canının yandığı belliydi. Attığı her adımda hafif bir inleme duyuluyordu. Buna da bir çözüm bulmam gerekiyordu, ama çok yorgundum. Bugün Arşiv'i fazla kullanmıştım ve gözlerim ağırlaşmaya başlamıştı. Kuşun saçlarımla oynayışı, beni daha da gevşetiyor ve uykunun tatlı kollarına doğru çekiyordu. Çok geçmeden derin bir uykuya daldım.

Loading...
0%