Yeni Üyelik
19.
Bölüm
@allev

Suyun içinde, bedenimin yarısına kadar gelen bir derinlikte bulunuyordum. Saçlarımın çoğu, kulaklarım tamamen suyun içerisindeydi. Atmosferi görüyordum. Güneş artık yoktu. Diğer ışık kaynağı yerini almıştı. Etraf karanlıktı.

Suyun sesini duyuyordum. Bu ses çok diplerden geliyordu. Suyun hareketini sesle beraber hissetmek ayrı bir deneyimdi. Yalnız bir sorun vardı. Suyun bedenimde oluşturduğu etki artık pek iyi değildi. Güneş’in etkisinin tam tersine sebep oluyordu, hem de normal atmosferin verdiğinden çok daha fazlasına… İstemsiz hareketleri fark etmem çok sürmedi. Gözlerimi bir anlığına geri kapattım. Düşünmeye başladım. Bu duruma yine nasıl gelmiştim? En son hatırladığım kadarıyla ayaklarımın üzerinde durmaya çalışmış ve harekete geçmeyi hedeflemiştim. Tekrardan bir dürtüye yakalanmış olmalıydım.

Dürtü esnasında bir şeyler daha deneyimlediğimi hatırlamaya başladım. Birilerinin iletişimi miydi veya tamamen bir düşünce miydi? Anlam vermekte zorlanıyordum. Neler olduğunu canlandırmaya çalıştıkça dürtünün sebep olduğu etki katlanıyordu. Biraz dayanmaya çalışıp üstüne düşünmek istesem de başarısız oldum. Etki normalden fazlaca şiddetliydi.

Üzerine düşünemediğim için bu meseleyi kapatmak durumunda kalmıştım. En sonki amacımı hatırlamaya çalıştım. Birkaç dakikalık bir süreçten sonra ise başarılı oldum. Bir yer arıyordum. Güneş’in etkisi azaldığı zaman korunabileceğim, kötü durumlardan sakınabileceğim bir yer… Bunun için biraz geç kalmış gibiydim. Güneş çoktan atmosferden ayrılmıştı ve istemsiz hareketlerin başlamış olması bunu kanıtlıyordu. Yine de suyun bu hareketleri daha fazla etkilediğini fark ettiğim andan itibaren hemen sudan çıkmak için bedenimi kaldırmıştım.

Şu an suda sadece ayaklarım vardı. Su ile temasımı büyük çoğunlukla kesmeme rağmen istemsiz hareketler daha da artış gösterdi. Nedenini anlayamadım ancak su ile temas eden her bölgemde normalden fazla bir etki hissediyordum. Önceden atmosferin oluşturduğu etkiye alıştığımı söylesem de bu bambaşka bir olaydı. Buna dayanması neredeyse imkansızdı. Tek çözüm yöntemi etkiyi geçirebilecek bir ışık kaynağı bulmaktı. Bulunduğum bu büyük alanın bu bölgesine ilk defa gelmiştim. Bu yüzden bu yer ve çevresi hakkında bir fikrim yoktu. Ne yapacağım konusunda bir fikrim de yoktu. Sona mı ulaşmıştım?

Hayır. İlerlemeliydim. Hareket etmem gerekiyordu. Pes etmeyi sevmiyordum. Sonuna kadar çabalamalı ve bir sonuç çıkartmalıydım. Bu yüzden sudan tamamen çıktım ve bitkilerin olduğu kısma doğru ilerledim. Sudan uzaklaşınca o bölgede atmosferin akışının daha etkili olduğunu fark etmiştim. Daha fazla yöntem düşünmeye çalıştım. O sırada aklıma bitkiler geldi.

Bazı bitkiler akan vücut sıvılarını temizleyebiliyor ve etkilerini geçirebiliyorsa belki de bu etkiyi de geçirebilecek bir bitkinin olabileceğini düşündüm. Ancak karanlıkta öylesine bir bitkiyi nasıl bulabilirdim ki? Başka bir yönteme ihtiyacım vardı. Başka ne yapabilirdim? Öncelikle hareket etmeliydim. Beden hareketlerinin nispeten bu istemsiz hareketleri bastırdığını deneyimlerimle öğrenmiştim. Bu yüzden bir yön belirledim. Suyun bir sıvı olduğunu göz önünde bulundurarak aktığı yönün daha iyi bir noktaya çıkabileceğini düşündüm. Şu anda bir akışa sahipse eğer bir yere ulaşmaya çalışıyor olmalıydı. O yeri bulmalıydım. Belki de çözüm olabilirdi. Pek mantıklı bir çözüm olmasa da şu anda düşünebildiğim en olası yöntem buydu. Böylece suyun akış yönünde ilerlemeye başladım.

Tam olarak bir saat on dört dakika boyunca akan suyun doğrultusunda ilerlememe rağmen bana uygun olan herhangi bir yer bulamamıştım. Bedenimin istemsiz hareketlerine biraz da olsa alışmış olsam da durumum hiç iyi değildi. Gözlerimle görmekte sıkıntı yaşıyordum. Etrafta neredeyse hiç ışık kalmamıştı. Atmosferdeki daha az etkili olan ışık kaynağı sayesinde ağaçları ve bitkiler kısmen görebiliyordum. Bu sayede bir sorun oluşmadan aralarında ilerleyebiliyordum. Ancak enerjim bitiyordu. Bir süre sonra muhtemelen hareket edemeyecektim.

Ne yapacağımı bilemeden ilerlemeye devam ettiğim esnada suyun üzerinde bir şey gördüm. Ağaç parçasına benziyordu. Sadece onlara kıyasla çok büyüktü. Tam olarak ne olduğunu anlamamıştım. Yaklaştım. Suyun üzerini bir uçtan diğer uca kadar kaplayan, fazla olmasa da yeterli bir genişliğe sahip bir ağaç parçası olarak tarif edebilirdim. Suyun karşı tarafına geçmemi sağlayabilecek bir şeymiş gibi duruyordu. Açıkçası karşı tarafta ne olduğunu merak ediyordum. Problemlerimin çözümleri o tarafta olabilirdi. Bu ağaç parçasını kullanabilirdim.

Karşıya geçmek için hamle yapacakken suyun üzerindeki ağaç parçasının otuz derece sağında, suyun üzerinde bir ışık yansıması görmüştüm. Bu yansıma atmosferdeki ışık kaynağından daha farklı bir şeydi. Ağaçtan yapılma küçük ışık kaynakları gibi bir görüntüye sahipti. Daha dikkatli baktığımda ise suyun karşısında çok daha fazlasını görmüştüm. Önceden bu ışık kaynaklarını bu insanlar taşıyorlardı. Yine insanlar bulunduğum konuma doğru geliyor olabilir miydi?

Tedbir almalıydım. Yaklaşık yedi metre kadar önümde bulunan ağaca doğru ilerledim. Önünde durdum ve dört saniye içerisinde ağacın bir kısmına çıkmıştım. Suyun ve ağaçtan yapılma şeyin üzerinden iyi bir görüşüm vardı. Aşağısı yaklaşık olarak suyun orta kısımlarına denk geliyordu. Büyük ve geniş ağaç parçasına gerek kalmadan, şu anda üzerinde bulunduğum bu ağacı kullanarak da karşıya geçebileceğimi fark etmiştim. Odaklanmalıydım. Dikkatimi şimdilik insanlara yoğunlaştırmalıydım. Bu yüzden düşüncelerimin devamını getirmedim.

İnsanlar bu tarafa doğru geliyordu. Yapraklar görünmemi çoğunlukla engelleyecekti. Bir sorun çıkması halinde ise onların hayatlarını sonlandırabilecek enerjiye sahip miydim, bilmiyordum. Ancak öncelikle bu insanların neden burada olduğunu öğrenmeliydim. Sonuçta bilgi her şeydi. Onlardan daha fazlası varsa her gördüğüm insanın hayatını sonlandırmak hatalı bir hamle olurdu. Beni savunmasız yakalarlarsa hiç iyi sonuçları olmayabilirdi. Yine de bunlar birer insandı. Bir sorun çıkacağını pek de inanmıyordum.

Geldiğim yönde ilerleyip ağaçtan yapılma şeyin üzerine çıkmış ve durmuşlardı. Toplamda ellerinde on iki adet ışık kaynağı vardı ama toplam insan sayısı saydığım kadarıyla otuz ikiydi. Bir kısmı bazı hayvanların üzerinde gelmişti, birkaçının ellerinde tanımlayamadığım bazı metalik nesneler var gibi görünüyordu. Bazıları ağaç parçasının üzerinden altında akan büyük suya bakıyor, bazıları kendi aralarında iletişim kuruyor, bazıları da sürekli olduğu yerde hareket halinde bulunuyordu. İyice yaklaştıkları için birkaçının kendi aralarındaki iletişimleri duymaya başlamıştım:

“Ortam çok güzel değil mi sence de? Hafif bir meltem, şırıl şırıl akan suyun sesi, etraftaki cırcır böceklerinin senfonisi, tüm güzelliğiyle bize bakan ay…”

“Nesin sen? Ozan falan mı? Kendine gel!”

“Eskiden ozandım.”

“Bırak bu palavrayı! Herkes senin ne kadar sahtekâr olduğunu biliyor.”

Diğer bir grup insana odaklandım:

“Of! Bu kasalar çok ağır. Yoruldum taşımaktan. Atlara koysak olmuyordu muydu?”

“Ben de en başından beri bunu düşünüyorum ama…”

“Hem neden şu vakitte bu işi yapmak zorundayız. Normalde bugün benim evci iznimdi.”

“Ah ah…”

Bir diğer grup:

“Dostum, gece gece ne işimiz var burada?”

“Hiç bilmiyorum. Patron acil çözülmesi gereken bir problem var dedi.”

“İyi de nasıl bir problem bu?”

“Hiç bilmiyorum adamım. Gidip Patrona kendin sormak ister misin?”

“Yapma! Ne saçmalıyorsun sen? Hayatta sormam.”

“O zaman bekle de öğren. Birazdan söyler.”

Bütün iletişimler arasında en dikkatimi çeken ise en ortada, bir hayvanın üzerinde duran, görünüşü diğerlerinden nispeten farklı olan insanın ve onla iletişim kuranlarınkiydi:

“Patron. Sence biz neyin peşindeyiz?”

“Bilmiyorum. Çok tehlikeli bir canavarın peşindeymişiz gibi görünüyor.”

“Nasıl yani Patron?”

“Bilmiyorum dedim!”

O insanın bu eylemi üzerine herkesin çıkardığı sesler kesilmişti. Kısa süreli bir sessizlik oluştu. Ardından o insan diğerlerine doğru dönerek tekrardan iletişime devam etti:

“Dün bazı avcılar geri dönmedi. Bunun üzerine sabah birkaç adamı kontrole gönderdim ve geldiklerinde söylediklerine inanamadım. Çok vahşice öldürüldüklerini görmüşler. Ormandaki ayıların hepsini avlamış olmamız lazım. Ayı benzeri dışında da başka bir hayvanın tarif ettiklerine göre böyle bir şey yapması mümkün değil.”

Biraz durakladı ve devam etti:

“Her an tetikte olun. Aylak aylak da dolaşmayı kesin. Bu şey her neyse…”

Tam o sırada başka bir insanın iletişime dahil olmasıyla tüm dikkatimi o insana odakladım:

“Patron! Burada birkaç ayak izi var!”

İnsanlar bir anda en son iletişime geçen insanın bulunduğu yere toplanmıştı. O yer, benim şu an bulunduğum ağaca çıkmadan önce suyun üzerindeki ağaçtan yapılma büyük parçayı incelediğim yerdi. En son iletişime geçen devam etti:

“İzler şu taraftaki ağaca doğru gidiyor, Patron!”

İnsan benim konumumu göstermişti. Gerçekten de beni fark etmiş olabilirler miydi? Sanmıyordum. Henüz değildi ama beni fark edecek gibi görünüyorlardı. Ne yapmalıydım? Bir miktar enerjim kalmıştı. Bu kadar insanın hayatını sonlandırmama yeter miydi? Fark edilirsem başka bir seçeneğim yoktu. Ya ben ya da onlar benim hayatımı sonlandıracaktı. Patron denen insan ve onla beraber dört insan, ağaçtan yapılma büyük parçanın üzerinden inmiş ve bulunduğum ağaca doğru yaklaşmıştı. Yüksek sesle ağacın önünde duran insana cevap verdi ve iletişime devam ettiler:

“Ne izine benziyor, Aland?”

“Tam emin değilim ama insan ayak izlerine benziyor, Patron!”

“Hmm… Demek öyle.”

“Ağaçta biri var sanırım, Patron!”

Patron denen insan, sesli bir şekilde cevap verdi:

“Ağacın etrafını sarın!”

Diğer insanlar hepsi birden cevap verdiler:

“Emredersin Patron!”

Bunun üzerine hepsi ağacın etrafında toplanmaya başlamıştı. Gerçekten de benim peşimde gibi görünüyorlardı. Beni görmelerine ve ardından hayatta kalmalarına izin veremezdim. Kimliğimi korumalıydım. Bu insanların beni öğrendikten sonra neler yapabileceğini bilmiyordum. O yüzden tek seçenek vardı. Hepsinin hayatını sonlandırmak…

Ani bir şekilde ağaçtan aşağı, suyu bulunduğu bölgeye doğru bir hamlede bulundum. Burnumu sol elimle kapattım ve suyun içerisine girdim. Suyun derinliği tam olarak ölçemesem de tahmini olarak beden ölçülerimin iki buçuk katı gibi duruyordu. Gerekli hızı ve gücü alabilmem için yeterli bir derinlikti. İnsanların beni fark edeceklerini biliyordum. Ani yaşanan bu olaydan ötürü benim suya girdiğim tarafta, ağaçtan yapılma büyük parçanın üzerinde toplanmışlardı. Ben ise o sırada en derine kadar inmiş ve hızlanarak sudan çıkmak üzereydim. Sudan çıktığım anda gördüğüm şey ise arkası dönük on sekiz adet insan kafasıydı.

Üç saniye içerisinde beş tanesini kollarım, ellerim ve bacaklarımla yaptığım hareketlerle bedenlerinden ayırmış, ardından ağaçtan yapılma büyük parçanın suyun olduğu tarafına bakan diğer kısmında, arkam onlara dönük bir şekilde durmuştum. Kafamı geniş bir açıyla arkama çevirmiş, kendi türlerinden beş kişinin kafalarının bedenlerinden birkaç saniye içerisinde ayrılmasına ve üzerlerindeki o kişilere ait vücut sıvılarına tepkisiz kalan insanların, gözleri ve ağızlarıyla yaptıkları ifadeleri görmüştüm.

Geriye karşımda on üç kişi kalmıştı. Diğerlerinden ikisi benim Ayak İzlerim olarak nitelendirdikleri kalıntıların bulunduğu konumda, geri kalanlar ise ağacın önünde duranlardı. Patron denen insanın yanındaki insanlara ait yüksek sesli iletişimler duyuyordum. Benim hakkımda olduğunu düşünmüştüm:

“Bu kadın neden çıplak?”

“Her tarafında yaralar var.”

“Yoksa!”

“Ama bu nasıl olabilir?“

“Az önce beş adamımızın kafasını tek hamlede kesti! Hem de elleriyle!”

Patron denen, insanların bu düşüncelerini engelleyebilmek için hızlıca cevap vermişti:

“Neyse ne! Acele edip şunu öldürün çabuk!”

Bunun üzerine önümdeki on üç kişi çok kısa bir süredir durmalarına ve hareket etmemelerine rağmen Patron denen insanın komutları üzerine harekete geçmiş, üzerime doğru gelmeye başlamışlardı. Bunu bekliyordum. Hızlı tepki verdim. Arlarından sıyrılarak bana gelebilecek hasarlardan kaçınmaya çalıştım. Aynı şekilde bu on üç insanın kafalarını bedenlerinden ayırmam altı buçuk saniye sürmüştü. Ancak enerjimi oldukça harcamıştım.

Etrafla beraber benim bedenim de daha fazla insanlara ait vücut sıvısıyla kaplanmıştı. Algılarım bir anlığına duraklamıştı. Bu yüzden ayak izlerimin bulunduğu konumdan gelen iki insanı fark edememiştim. Birisinin elinde tuttuğu metal nesne bedenime hızlı ve oldukça kötü bir etkiyle temas etmiş, bedenimde saplanıp kalmıştı. Diğerinin elindeki uzun ağaç parçasının ucundaki sivri metal cisim de bedenimin içerisine girmiş, hareketimi oldukça kısıtlamıştı. Bunun üzerine bana doğru hamle yapan bu insanlar geri çekilmeye başlamış, yüksek sesle iletişime geçmeye çalışmışlardı:

“Bu… Bu imkânsız!”

“Demir kılıç ve mızrak onu öldürmeye yetmedi mi yani?”

“Patron!”

Onların ifadelerini görmek için kafamı çevirdim ve gözlerimle incelemeye başladım. İnsanlara ait olan vücut sıvısı yüzünden net bir şekilde göremesem de gözlerinde, benle alakalı bir his olduğunu anlamıştım. Bu ellerindeki şeyler her neyse bedenimde kötü bir etki oluşturmuştu. Fakat hayatımı sonlandırmaya yetmezdi. Bana yaptıklarının aynısını onlara kendi ellerimle yapmaya karar vermiştim. Aynı onların yaptığı gibi birer elimi bedenlerinin içerisine hızlıca soktum. Bu hamlem üzerine o iki insan da hareket etmeyi kesti ve kendiliğinden yere düştüler. Böylece ellerimi geri çıkarmak zorunda kalmamıştım. Geriye sadece on iki insan kalmıştı. Onlar da uzun bir süredir, yirmi saniyedir, hareket etmeden duruyorlardı. Ancak Patron en sonunda bir harekette bulunmaya karar vermiş gibi görünüyordu:

“Hemen… Hemen uzaklaşın! Bu şeyi yenemeyiz! Bu… Bu bir şeytan olmalı!”

“Bir insan olamaz!”

“Şeytan!”

Üzerlerinde tuttukları metal ve sivri nesneleri bırakıp benden uzaklaşmaya başlamışlardı. Görüşüm net olmasa da ellerinde tuttukları ışık kaynakları sayesinde onların konumunu kolaylıkla algılayabiliyordum. Böylece bedenime sokulmuş metal şeyleri çıkardıktan sonra hızlıca arkalarından onlara yetişmeye başladım. Görüşüm net olmadığından etraftaki ağaçlar ve bitkilere takılmamak için onların takip ettikleri rotalardan ilerliyordum. Bir insana göre oldukça hızlı ilerliyorlardı. Yine de yeterli değildi. Teker teker onlara yetişiyor ve onları, hızlı ve sert bir şekilde kollarımı kullanarak yere indiriyordum. Kimisi çevredeki ağaçlara takılıyor ve bedenleri parçalanıyor, kimisinin ise kolumun ilk teması sırasında çoktan hayatı sonlanıyordu.

Benzer şekilde on bir insanın daha hayatını sonlandırdıktan sonra geriye bir tek Patron dedikleri insan kalmıştı. Onun üzerinde bulunduğu hayvan, diğerlerinden daha hızlı uzaklaşmasını sağlıyordu. Ancak ben daha hızlıydım. Bu insan çevrede olup bitenlerle alakalı bir şeyler biliyor olmalıydı. Bu yüzden de ona birkaç soru yönlendirmeyi düşünüyordum. Onu daha yavaş bir şekilde yere indirmeye çalışmalıydım.

Ona yetiştiğim zaman bir hamlede hayvanın üzerinden yere indirdim. Dikkatli ve kontrollü olmama rağmen ne yazık ki çevredeki ağaçlardan birine başını sertçe çarpmış ve o anda hayatı sonlanmıştı. Yanına gidip incelediğimde başının bir kısmının içerisine doğru eğildiğini görmüştüm. Hayatta olmasının imkânı yoktu. Bu elde etmek istemeyeceğim bir sonuçtu. İnsanlar gerçekten güçsüzdü.

Artık kimse kalmamıştı. Hepsinin hayatı sonlandırılmıştı. Bitmişti. Yavaş bir şekilde suyun üstündeki ağaç parçasının bulunduğu yere doğru dönüyordum. Bu sırada görüşüm, her saniye azalmaya devam ediyordu.

Loading...
0%