Yeni Üyelik
47.
Bölüm
@allev

Bedenimin üzerinde yabancı bir ağırlık hissediyordum. Bazı vücut parçalarıma etki ediyordu. Rahatsız edici bir hisse sebep oluyordu. Başımı yavaşça yukarı doğru kaldırmaya başladım. O anda neler olduğunu öğrendim. Köyün Reisi ve askerleri, Malle’yi ve beni bulmuştu. Durum kötü gözüküyordu.

Başımı hareket ettirmeden, sadece gözlerimi kullanarak etrafıma hızlıca bakındım. Başımı mümkün olduğunca alçak bir seviyede tutmaya çalıştım. Toplamda yirmi bir insan vardı. Ellerinde çeşitli kesici aletlere sahiptiler. Bir kısmında, aynı zamanda festivaldeki oyunlarda da kullanılan, yay ve ok adı verilen aletlerden varken, bazılarında da daha önce gördüğüm kalkanlar ve kılıçlar vardı.

Tespitlerime göre üç tanesi, üzerimde ağırlıklarını kullanarak beni hareketsiz kılmaya çalışıyorlardı. Malle’yi ellerinden sıkı ama ince, ip adı verilen nesneyle bağlamışlardı. Bir ağacın uzantısına, hareket edemeyeceği şekilde bağlanan Malle, çaresiz gözüküyordu. Fakat bana pek inandırıcı gözükmemişti. Sanırım bir şeyler planlıyordu.

Köyün Reisi denen insan, hemen önünde onunla konuşuyordu. Sadece bir kişi Malle’nin iplerini arkadan tutuyordu. Bir nevi kaldıraç sistemine benzeyen bir teknik kullanıyorlardı. Bunun dışında ellerinde yay ve ok bulunan kişiler menzilli bir şekilde bazı küçük bitkilerin arkasında konumlanmış altı kişiden oluşuyordu.

Geriye kalan on kişiden üçü Köyün Reisi ve Malle’nin arasında duruyor, diğer altısı de benim yakınımda duruyordu. At ve getirdiğimiz malzemeleri ele geçirilmiş, daha doğrusu parçalamışlardı. Her şey parçalanmış bir şekilde etrafa dağılmış, ateş de söndürülmüştü.

Köyün reisinin Malle ile ne konuştuğuna odaklanmaya çalıştım:

“Malle… Bunu senden beklemezdim. Önce benim emirlerime karşı geldin ardından da hasat festivalini kan festivaline çevirdin. Köyümüzü altüst eden, birçoğumuzun yaralanmasına sebep olan, hatta birkaç kişiyi de öldürmüş olan bu cadıyla ne yapmayı planlıyorsun bilmiyorum ama bu senin için hiç iyi sonlanmayacaktı. Bunu biliyor olmalıydın. O iki küçük öksüze dersleri verildi. Şimdi sıra sizinkinde.”

“Onlara ne yaptın, seni kokuşmuş ihtiyar?”

“Bir haine yardım edenlerin suçu neyse cezasını çekecekler. Sizin cezanız ise ölümünüz olacak.”

Malle, mümkün olduğunca bedenini dik tutarak köyün reisine doğru sert bir anlamda bakmaya başladı ve konuşmasına devam etti:

“Siz de o masum çocuklara yaptığınızın cezasını çekeceksiniz.”

“Sen gerçekten kafayı sıyırmışsın. Deli! Ağzını kapatın şunun.”

Askerler herhangi bir hamle yapamadan Malle, bu zamana kadar benden oldukça ustaca saklamayı başardığı kısa kılıçlarını ortaya çıkarmıştı. İlk gördüğümde gerçekten fazlasıyla şaşırmıştım. Benden nasıl saklayabildi diye düşünmüştüm. Ancak bu çok sürmedi çünkü Malle kısa kılıçlarını çıkardığı gibi daha uzun kılıçlara sahip olmalarına rağmen etrafındaki insanları doğramaya başlamıştı. Hemen yakınında ağzını kapatmaya çalışan üç askeri, hayati noktalarından kesmiş ve durumu görüp üzerine doğru gelen iki askerin de birinin kılıcı tuttuğu eli, diğerinin de her iki kolunu koparmıştı. İkisi de yüksek sesler çıkararak yere yığılmıştı.

Bunları gördükten sonra durmamış ve üzerimdeki insan yığınını olduğu gibi tüm gücümle fırlatmıştım. Fırlattığım insanları, havada yakalayıp teker teker kafalarını topraktaki küçük taşların üzerinde ezerek etkisiz hale getirmiştim. O sırada yakınımda bulunan üç asker de aynı anda üzerime gelmiş fakat tek bir bacak hareketi ve hızlı bir dönüşle üçünün de kafasını bedeninden ayırmıştım.

Ne yazık ki Malle’nin eylemleri çabuk son buldu. Menzilli bekleyen askerlerden iki adet ok Malle’nin bacaklarına isabet etmişti. Hiç beklemeden iki adet daha gönderildi. Malle, köyün Reisine doğru bir hamle yapmış olsa da engellenmişti. Dizleri üstüne düşmesi üzerine kollarına da ikişer ok gönderilen Malle’nin kılıçları, ellerinden kendisiyle birlikte yere düşmüştü. Malle etkisiz hale gelince sıra bana gelmişti. Ancak hiçbir işe yaramıyordu. Fırlattıkları her oku elimle tutabiliyordum. Çünkü belli aralıklarla fırlatıyorlardı.

Hızlıca üzerlerine doğru koşmaya başlamıştım ki bir hata yaptım. Bir ok fırlatıldığını düşündüğüm sırada aslında üzerime oldukça ağır ve keskin olan bir metal geliyordu. Yanlış hesaplama ve analiz yüzünden bu fırlatılan nesne, yine tutmaya çalıştığım için elimi delip geçmişti. Daha sonrasında bunun üzerimde işe yaradığını gören insanlar dokuz adet daha fırlatmışlardı. Bedenimi delip içine yapışan bu nesneler hareketimi oldukça yavaşlatmıştı.

Enerjim de yüksek tüketim bedelli hareketler yaptığım için oldukça azalmıştı. Bu yüzden bir süre sonra durmak zorunda kalmıştım ancak ayaktaydım, yıkılmamıştım. Bunu gören askerler köyün reisi ile iletişime geçmişti:

“Reis, bu kadına ne yaparsak yapalım durduramıyoruz. Onu indiremiyoruz!”

“Görüyorum.”

“Ne yapmalıyız?”

“Şu an hareket etmiyor. Kazıkları kullanmaya devam edin ve onu ağaca çakın. Onlar üzerinde etkili olmuş gibi gözüküyor.”

“Anlaşıldı efendim!”

Köyün reisi ile konuşan insan, ok atanlara işaret verdi ve birkaç adet, kazık denilen şey de sırtıma saplandı. Aldığım hasar bir süre hareketsiz kalmama sebep olmuştu ve yere yığılmıştım. Bu fırsattan faydalanan insanlar beni iki ağacın arasına sürükleyip, ellerimden ve ayaklarımdan kazıklarla ağaçlara sapladılar, sonra da Köyün Reisi denen insanın yanına döndüler. Uçları sivri ve keskin, Malle’nin kısa bıçağı kadar büyüklükte ama daha kalın olan bu metal cisimler, acıtmıştı. Buraya geldiğimden beri ilk defa acı hissini hissetmiş oldum. Demek böyle bir şeydi, acı. Derinden, bir yerlerden oldukça olumsuz hissettiren bir duyguydu. İyi değildi.

Bu acı hissi önemsizdi ancak gittikçe etkisi artıyordu. Bu iyiye işaret değildi. Ellerim ve ayaklarım bir süre sonra hissetmez olmuşlardı. Bu sırada Malle’yi de iplerle ellerinden ve ayaklarından ağaca bağlıyorlardı. İnsanlar yine her zaman yaptıkları şeyi yapıyorlardı. Hiç değişmemişti. Benim o köye gitmem bile tamamen bir hataydı. Burada bize neler yapacaklardı? Hayatlarımızı öyle hemen sonlandırmayacaklarmış gibi görünüyordu. Çok geçmeden sorumun cevabını almıştım. Köyün reisi, adamlar bizi bağladıktan sonra onlara doğru dönerek birkaç bir şey söyledi:

“Size yarım saat veriyorum.”

İnsanların ne kadar iğrençleşebileceklerini hiç düşünmemiştim. Bana, yaptıkları şeyler sanki hep en iğrenci gibi gelirdi ama hiçbir zaman bu kadar olabileceğini düşünmemiştim. Askerler, rahatsız edici şekilde sesler çıkararak cevap vermiştiler. Bunun üzerine önce bilinçsiz Malle’nin kıyafetlerini kılıçlarıyla parçaladıktan sonra vücuduna garip, anlam veremediğim şeyler yapmaya başladılar. İğrençti. İğrenç! Bir hayvandan farksız canlılardı, insanlar… Pislik, adi insanlar…

Bu hareketler sonrasında Malle’nin bilinci yerine geldi ve hareket etmeye başladı:

“Çekilin üstümden, sizi pislikler!”

“İstediğiniz kadar bağırabilirsiniz, Malle Hanım.”

Aralarından bir tanesi bu durumdan iğrenç bir şekilde, fazlaca etkilenmiş gibiydi:

“Evet, evet! Bağırın Malle Hanım.”

Malle yüksek sesle konuşmaya çalışmasına rağmen adamlar ağzını kapattı ve durmadılar. Ne yapıyorlarsa devam ettiler. Malle ile gözlerimiz denk geldik. O an, içimde tuhaf bir his oluştu. Sanki ona yardım etmemi istiyordu. O sırada aklıma bir görüntü geldi. Bir kişi… Elini uzatmış bir şekilde bana bakıyordu ancak yüzünü göremiyordum. Yine geçmişimle mi alakalıydı? Benden yardım mı istiyordu? Malle de onun gibi benden yardım istiyordu. Fakat o kişiye yardım edemediğimi hissetmiştim. Fakat bu sefer karşımdakine yardım edebilirim diye düşünmüştüm. Ayrıca Malle, benim hakkımda fazla şey biliyordu. Benim hakkımda öğrendiği şeyleri hayatı sonlandırılmadan önce bu insanlara anlatması ihtimalinin gerçekleşmesine izin veremezdim.

Önce kendimi metal cisimlerden kurtarmalıydım. Bu sırada birkaç insan da benim üzerime doğru gelmeye başladı, bana da Malle’ye yaptıkları şeyleri yapacak gibi görünüyorlardı. Çabuk olmalı ve bir an önce harekete geçmeliydim. Arşiv’e bağlanıp bir komutu kullanarak buradan kurtulmalıydım ama enerjim yoktu. Kısa süreliğine aktifleşecek, basit bir komut olmalıydı. Ayrıca Arşiv komutlarının çoğu sessiz bir şekilde çalışmıyordu. Bu yüzden sesli bir şekilde söylemem gerekiyordu. Tüm gücümle bulabildiğim ilk işe yarar komutu dillendirdim:

“Arşiv! Direnç derecesini artır!”

Askerlerin hepsi bana doğru baktı. Kendi aralarında birkaç bir şey söylediler:

“Ne diyor bu?”

“Ha! daha bir şeye başlamadan bağırmaya başladı!”

“Biraz istemiyor galiba!”

Bu aşağılık insanlar yine rahatsız edici sesler çıkarmaya başlamıştı. Arşiv kısıtlı modda olduğu için her komutu anında gerçekleştiremiyordu. Yine kısıtlı modda olduğu için direnç derecesini artırmak beni tüm silahlardan korumayacaktı. Sadece aldığım acı hissini kısa bir süreliğine ortadan kaldıracaktı. Kalan enerjimi düşünecek olursam maksimum yirmi üç saniye yetecek kadar enerjim vardı. Bu, onları yok etmek için gayet yeterliydi. Onlar garip sesler çıkarmaya devam ederken komut aktifleşti ve acı hissi bir anda ortadan kalktı.

Hızlı olmalıydım. Metal cisimleri ağaçtan çıkarmadan, ellerimi ve ayaklarımı içinden geçirerek bedenimi ağaçtan kurtardım. Her tarafım vücut sıvısı olmasına rağmen komut sayesinde rahatça hareket edebiliyordum. Hızlı bir şekilde tüm o pisliklerin teker teker başlarını ellerimdeki sivri tırnaklarla bedenlerinden ayırmaya başladım. Onlar daha ne olduğunu anlayamadan on saniye içerisinde bu alanda bulunan beş kişi etkisiz hale gelmişti.

Kalan üç kişi yaylarını bırakmış ve kılıçlarını çekmişti. Onların da tek tek, ellerimle hayatlarını sonlandırdım. Sadece bir kişi kalmıştı, beni yenemeyeceğinin farkına varmış olmalıydı ki son gücüyle Malle’nin vücuduna kılıcı sapladı. Bunun üzerine Malle, büyük bir acıyla ses çıkardı. Hemen Malle’nin yanına gelip son kalanın da hayatını sonlandırdım. Ancak biraz geç kalmıştım. Bağlı olduğu ipleri, ellerimdeki sivri tırnaklarla kestim ama Malle’nin birçok yerinden kan akıyordu. Fazla hasar almıştı ve daha fazla yaşaması olanaksız gibi görünüyordu.

O sırada bana baktı. Sesi çıkmıyordu ama bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Sağ kulağımı, onun ağzına doğru yaklaştırdım:

“Teşekkür ederim.”

Demeye çalıştığı şey buydu. Tam olarak, gerçekten güvenmiyor olsam da ilk defa bir insana güvenebileceğimi düşünmüşken bu olanlara anlam veremiyordum. O an aklıma Arşiv’de Malle’yi kurtarabilecek bir komut olup olmadığına bakmak aklıma geldi. Bütün enerjime mâl olsa bile, birkaç gün boyunca bilincimi geri kazanamasam bile bir şeyler yapmalıydım:

“Çabuk olmalıyım, Malle’yi ne kurtarabilir? Kısıtlı modda çalışabilecek bir özellik var mıdır?”

Sonsuz sayıdaki komutu rastgele incelememe rağmen sadece bir tane kullanılabilir komut bulabilmiştim, Şifa. Kendi hasarını ve çevrendeki canlıların hasarlarını iyileştirmene yarayan bir özellikti. Ancak kısıtlı modda çalıştırmak imkansızdı ve enerjim dört saniye içerisinde bitecekti. Yönetici modu nasıl elde edebilirdim? Şu ana kadar pek ihtiyacım olmadığı için gerek duymamıştım. Fakat şu an oldukça önemliydi. Yönetici Mod’a geçiş panelini açtım. Erişim için bir şifre gerekiyordu. Ne olabilirdi ki? Bu şifre, ne olabilirdi? O an başımda, zihnimin içerisinde bir his algıladım. Bir mesaj iletilmişti. Karmaşık bir yapıya sahipti.

Enerjim bitmeden dayanıklılık komutunu kapattım. Zamana ihtiyacım vardı. Önce bu iletiyi çözmeliydim. Acı hissi yavaşça artmaya başlamıştı. Başımda da benzer bir his oluşuyordu. Fakat acısı çok fazlaydı. Bedenimi daha fazla kontrol edemedim. Gücümü kaybettim. Bedenim kendi kendine hareket etmeye başladı. Sanki uzaktan kontrol ediliyormuş gibi hissetmiştim. Şifreyi düşündüğüm esnada gökyüzüne doğru bakarak bedenimi sabitleme çalışıyordum. O anda bir ileti daha almamla beraber tüm her şey durdu. Tüm ağrı, acı, dürtü; ağaçların yarakları, rüzgârın esintisi, hayvanlar, zaman… Ve aklımda tek bir isim vardı, Ilja.

Loading...
0%