Yeni Üyelik
68.
Bölüm
@allev

Analiz ile tükettiklerimizden arta kalanları incelemek istemiştim. Isabella adlı insan hala tehlikeli olabilirdi ve yemeklere bir şeyler karıştırmış olabilirdi. Fakat yemeklerde herhangi bir sorun görünmüyordu. Analiz bir şey bulamamıştı. Ayağa kalktım. Malle’ye doğru dönüp yolu göstermesini söyledim. Bunun üzerine Malle de ayağa kalktı. Önde Malle, ortada ben, arkada Conrad olmak üzere, bulunduğumuz yapıtın önce ana bölgesine geçtik. Oradan da girişinden dışarıya çıktık. İlk dikkatimi çeken şey ise etrafta çok fazla insan olmasıydı.

Buradaki insanlar gecenin aksine gündüzleri dışarı çıkıyor olmalıydı. Bu kadar insanın arasında görünmeden ilerlemek kolay olacaktı. Malle sağa döndü ve ilerlemeye başladı. Tam o sırada Isabella adlı insan kapıdan dışarı çıkıp Conrad’a seslendi. Bunun üzerine Conrad, hemen geleceğini söyleyip yanımızdan ayrıldı. Biz de kalabalıktan sıyrılıp bir yapıtın gölge kısmına geçip beklemeye başladık.

Aramızda on beş metre olmasına rağmen ne konuştuklarını duyamamıştım. Kalabalığın oluşturduğu ses çok fazlaydı. Isabella, Conrad’a yaklaşarak bir şeyler söylemişti. Ardından Conrad’ın eline bir bez parçası vermişti. Sonrasında ise Conrad, onun yanından ayrıldı. Isabella adlı insan da yapıtın içerisine girdi. Conrad hızla yanımıza geldi ve konuşmaya başladı:

“Evet, artık anlatabilirim. Yaklaşın.”

Conrad’ı ortamıza aldık, Malle solunda ben ise sağında duruyordum. Sağ tarafta durma sebebim insan kalabalığından biraz daha uzakta durmaktı. Gerçi artık yavaşça alışıyor gibiydim. İnsanların bu kalabalığını kullanmak, oldukça faydalıydı. Alışmam gerekiyordu. Bu sırada Conrad, çoktan anlatmaya başlamıştı:

“Dün gece Madam Isabella’ya her şeyi anlattım.”

Malle, tedirgin bir şekilde, aniden araya girdi:

“Ne? Her şeyi anlattın mı?”

Conrad devam etti. Ben etrafımızı incelerken aynı zamanda da dinliyordum. Başta konuşmaya dahil olmadım:

“Evet. Sizin kim olduğunuzu ve senin neden yaralandığını sordu. Ben de söyledim.”

“Bunu neden yaptın? Saçma sapan bir şey uydursan daha iyiydi. Seni…”

“Ama bu iyi oldu.”

Conrad’ın ne demek istediğini merak ettim ve onların konuşmasına odaklandım. Malle devam etti:

“Nasıl yani?”

Elindeki bez parçasını açtı ve bize gösterdi. Bez parçasının içerisinde bir simge vardı:

“Bu, bizim kapıdan girişimizin anahtarı olacak.”

Bu simgenin işlevi neydi ki? İlginçti. Malle’den önce ben sormuş oldum:

“Nasıl olacak?”

Malle de bunun cevabını merak ediyor gibiydi. Sessiz kalıp dinlemeye başladı. Conrad heyecanlı bir şekilde devam etti:

“Dün gece olanları anlattıktan sonra Madam Isabella, bize yardım edeceğini açıkladı. Bu mühür onun işareti. Kalenin kapılarından kolayca girmemizi sağlayacak.”

“Neden bize yardım etmek istiyor?”

“Sanırım Malle’nin hikayesinin bir benzerini kendisi de yaşamış.”

Malle olanlara anlam veremeden dinlemeye devam ediyordu. Haklıydı da. Benim cadı olarak nitelendirilebileceğimi biliyorsa neden yardım etmek isteyebilirdi ki? Başka bir amacı olabilirdi:

“O mu?”

“Evet. Ben de sonrasında senden bahsettim. Bizle ilgilenirken senin Cadı Avı Fermanı’ndaki tariflere uyduğunu o da fark etmiş. Bunun üzerine yardım edeceğini söyledi.”

“Amacı ne? Neden istesin?”

“Kendisi oldukça varlıklıymış. Fermandan önce kalenin içerisinde yaşıyormuş fakat sonra kalenin dışına sürgün edilmiş. Sanırım o olayla tüm bağlantılı kişiler uzaklaştırılmıştı. Bildiğim kadarıyla kale içinden sürgün edilenler cadılara yardım edenlerdi.”

Malle, derin bir nefes alarak araya girdi:

“Evet… Tam anlamıyla öyle oldu.”

Bütün bunlar, Isabella adlı insanın bizi şövalyelere bildirmemesini açıklıyordu. O insanla düşman olmaktansa onu kullanmayı tercih ederdim. Bu gelişme, beklenmedik ve iyiydi. Conrad ciddi bir ifade ile devam etti:

“Şimdi tek yapmamız gereken batı kapısına ilerlemek. Orada Madam Isabella’nın tanıdığı bir kapı görevlisine bu mührü gösterecekmişiz. O da bizi kalenin içerisine sokacakmış.”

Malle tedbirli bir şekilde konuşmaya başladı:

“Bu sabah Cecily’den bir güvercin geldi. Cecily’nin gönderdiği nota göre Baş Şifacı Percival, Amura Kalesinin içindeki Sağlık Tesisi’nde. O tesise daha önce gitmiştim. Yolu biliyorum.”

Conrad, şaşkın bir ifade ile araya girdi:

“Ne? O tesise gittin mi? Hani şu krallığın en kapsamlı sağlık fakültesine? Yoksa…”

Son sözleri ben söyledim:

“O zaman ilerleyelim. Vakit kaybetmemeliyiz.”

Böylece kalabalığın arasına tekrar karıştık ve batı girişine doğru ilerlemeye başladık. Batı girişine doğru giden yolu Malle biliyordu ancak Conrad, simgeyi taşıdığı için olsa gerek, en önden gitmeyi tercih etmişti. Böylece bir sıra oluşturduk. En önden Conrad, arkasından ben ve en arkadan, bizi koruyan Malle… Kalabalığın içerisinde ilerlemek ve gizlenmek gerçekten kolay gibiydi. Conrad’ı takip ederken Analiz’i aktifleştirmiştim. Vizör ile kombinledikten sonra çevremde olup bitenler incelemeliydim. Ayrıca peşimizde birileri olursa bunu fark edebilirdim. Bu sefer Analiz yerine Vizör komutuna ağırlık verdim ve böylece, daha az dikkat çeken bir arayüze sahip oldum.

Normalde Analiz ağır bastığı zaman, haritalandırılmış arayüz, oldukça belirgin bir şekilde havada asılı kalıyormuş gibi gözüküyordu. Arayüzün parlaklığı gibi özel ayarlar yapılsa bile Arşiv ile bağlantısı olabilecek diğer insanlar tarafından görülmesi olasıydı. Gizlilik söz konusu olduğunda Vizör komutunu baskın kullanmak daha mantıklı olmuştu. Bu sayede haritalandırılmış ekran önümde kuşbakışı olarak değil de sadece sol gözümle baktığım yerlerde birincil bakış olarak inceleniyordu. Sol gözümde küçük bir renk değişiminden başka bir görüntü yoktu. Bu sayede de gizlilik sağlanmıştı.

Sol gözümdeki renk değişimi gözümün yapısını değiştirdiği için meydana gelmemişti. Bu haritalandırılmış ekran gözümün yarım santimetre ötesinde birer milimetre aralıklarla üst üste gelen retinalardan oluşuyordu. Bu retinalar, Arşiv’in kendine has olan doğal rengine, yani maviye yatkın olduğundan kırmızı gözlerimin önünde bir renk filtresine sebep oluyordu. Bu renk filtresi de kırmızı gözümün rengini dışarıdan bakıldığında bir nebze mora çeviriyordu. İnsanlar direkt olarak gözlerime bakma eğiliminde olmalarına rağmen önümdeki uzun Conrad sayesinde onların bakışlarından saklanabiliyordum. Gizlenmem oldukça başarılıydı. Bu sırada taramalarımda belli başlı insanlar dışında birileri görünmüyordu. Kalabalığı ve kıyafetlerimizi kullanarak gizlenmekte de sorun yaşamıyorduk.

Taramalarım sırasında Dükkân adı verilen, insanların para karşılığı bir şeyler edindiği yerlerden birisi gözüme takıldı. Dükkânın adı, Geçmişinden Geleceğine Her Şey’di. Vizör’ü ayrıca tekrar aktifleştirip ikinci Vizör ile dükkânın içerisine bakmaya karar verdim. Yönetici Mod’da bazı komutları birden fazla kullanma avantajına sahiptim. Dükkânın içerisinde, tam ortada, yerde gözleri kapalı bir şekilde, yaşı oldukça fazla olan bir dişi insan oturuyordu. Analiz komutunu da sadece dükkânın içerisini kapsayacak şekilde ayarladıktan sonra çalıştırdım. Fakat dükkânın içinde Analiz’in ne olduğu anlayamadığı birçok şey vardı. O insana biraz daha yakından bakmak istedim, onda bir gariplik hissetmiştim. Bir insan neden bu kadar garip nesnenin ortasında gözleri kapalı bir şekilde bekliyordu? Neyi bekliyordu?

Tam o sırada gözlerini birden açtı. Bana bakıyordu. Gözleri gökyüzünün maviliğini kapatan bembeyaz bir bulut gibi görünüyordu. Hemen bağlantıyı kestim. Beni fark etmiş miydi? Eğer ettiyse bu nasıl mümkün olabilirdi? Verimsiz, kabiliyetsiz bir insanın beni algılaması imkansızdı. O sırada o insanın daha öncesinde beni fark eden aynı yaşlı insan olduğunu hatırladım. Bu dükkân da önceden gördüğüm, Güney Girişi’ne yakın olan dükkânın aynısıydı. Bu dükkândan birkaç tane mi vardı? Hayır. Mantıken şu an hala güney bölgesindeydik. Bu insanın benden istediği neydi? Şövalyelerle bir bağlantısı var mıydı? Mümkündü. Ancak beni bu kadar net bir şekilde algılayabilmesi… Mantıksız geliyordu.

Malle, benim bu tedirgin halimi görmüş gibiydi. Sağ omuz bölgeme elini koydu ve kulağıma eğildi. Sessiz bir şekilde fısıldadı:

“Lily, iyi misin?”

Aynı şekilde cevap verdim:

“Geçen ki kadın, yine bana bakıyor.”

Ardından Malle’ye o dükkânın yerini gösterdim. O da içeriye doğru baktı ve camdan yapılma pencerenin önüne gelen o kadını gördü:

“Yaşlı Gratzel’i mi diyorsun? O kadının sana bakmasına imkânı yok ki Lily. Geçen sana açıklamış olmam lazım.”

“Bakıyor.”

“O kör. Göremez.”

Bu olayı daha da tuhaflaştırıyordu. O insanın görme yetisi yoksa eğer, beni nasıl fark edebiliyordu. Arşiv’de bunun için bir komut vardı. Bundan emindim. Tek mantıklı açıklama bu olabilirdi. Ancak bu sefer daha da tedirgin edici bir soru meydana gelmişti. O insan, Arşiv’deki komutu nasıl kullanabiliyordu?

O dükkânın önünden geçtiğimiz birkaç saniyelik süre boyunca o kadın, bana bakmaya devam etti ve bir süre sonra dükkân, algılama mesafesinden çıkmıştı. O kadın çok şüpheliydi. Bir terslik vardı. Malle’nin o insan hakkında bir zamanlar büyücülük yaptığını söylediğini hatırlıyordum. Büyücülük dedikleri kavram Arşiv’i kullanmaksa eğer büyük bir sıkıntı içerisinde olabilirdim.

Bu dünyadaki insanlar Arşiv’e erişime sahipse gerçekten çok ciddi bir sorundu, çünkü Arşiv demek, her şey demekti. Kontrolü eline almak demekti. Büyük bir güce sahip olmak demekti. O insanın dikkatini çekmemeliydim. Şu anda peşimizde herhangi birileri de gözükmüyordu. Bu yüzden de yolun devamında bir daha komutları kullanmama karar verdim. Gizli kaldığımız sürece bir sıkıntı olmayacaktı. Arşiv’e erişime sahip olsalar bile Yönetici Mod’da olmalarına imkân yoktu. Muhtemelen Kısıtlı Mod’u kullanabiliyorlardı. Bu da onları oldukça güçsüz yapıyordu. Halledebilirdim. Sadece herhangi bir tuzağa düşmemeye dikkat etmeliydim. Böylece, önce Güney Girişi’ne oradan da Batı Girişi’ne doğru Amura Kalesi’nin etrafındaki kasabalarda otuz yedi dakikalık bir yürüyüşün ardından, kafamdaki bu sorular ve düşüncelerle beraber aniden durduk. Zamanın bu kadar çabuk geçtiğini fark edememiştim.

Durmamızın üzerine Malle hemen konuşmaya başladı:

“Gelmiş olmamız gerek.”

Conrad arkaya geçti. Onu gören Malle hemen devam etti:

“Bay Conrad, mühür sizde. Arkaya neden geçiyorsunuz?”

Muhtemelen korkmuştu:

“Şey… Buyur.”

Simgenin bulunduğu bez parçasını Malle’ye verdikten sonra Conrad, birkaç bir şey daha söyledi:

“Siz halledersiniz. Ben arkanızdan geleceğim.”

Haklıydım. Bu tarz şeylerde korkuyordu. Onun cesaretini anlayamamıştım. Çok değişik bir karaktere sahipti. Cesur mu ödlek mi, çözemiyordum.

Onun bu hareketlerini gören Malle, birden Conrad’ın elindeki bez parçasını aldı ve uzun bir nefes verme sesi çıkardıktan sonra Batı Girişi olarak kastedilen yere, kontrol noktasında bulunan birkaç insanın yanına doğru ilerledi. Ben onun arkasından, Conrad da benim arkamdan gelerek kontrol noktasına doğru ilerledik. Ancak bir sorun vardı. Bu simgeyi kime göstereceğimizi bilmiyorduk. Eğer yanlış kişiye gösterirsek pek iyi şeyler olmayabilirdi. Tahminlerime göre bu simge, Isabella’nın kalenin içerisinden atılma sebebiydi. Bu yüzden bu simgenin görevlilere gösterilmesi bizi tehlikeye sokabilirdi. Mutlaka doğru kişiye göstermeliydik. Rastgele birine gösteremezdik. Conrad’a döndüm ve ona bu konu hakkında birkaç soru sormaya karar verdim:

“Conrad.”

Tedirgin bir şekilde bana bakarak cevap verdi:

“Efendim?”

“Bu bez parçasını kime vereceğimizi biliyor musun?”

Conrad bir anlığına durakladı. Tedirgin hali bile hareket belirtisi göstermiyordu. Beş saniye sonra cevap verebildi:

“Hayır.”

“Ne demek, hayır?”

“Bilmiyorum.”

Hemen hızlıca Malle’ye yönelmeliydim. Kontrol noktasına henüz pek yakın sayılmazdı. Aradaki mesafeyi artırmıştı ancak yetişebilirdim. Hızlandım ve Malle, kontrol noktasına on beş metre yakındaki büyük tahta parçalarından oluşan kutuların bulunduğu kısma geldiğinde onun kolundan tutabilmiştim. Ne olduğunu başta anlayamadı. Birden tepki verdi:

“Lily, ne yapıyorsun?”

Sessizce Malle’nin kolundan tuttum ve tahtadan kutuların arkasına, kontrol noktasındaki insanların bizi göremeyeceği bir yere geçtikten sonra durumu ona açıkladım:

“Malle, o aptal hangi insana göstereceğimizi bilmiyor.”

Malle şaşırmış bir şekilde benim verdiğim tepkiyi verdi:

“Ne?”

“Evet. Kime göstereceğimizi bilmeden rastgele girişe yönelmek çok tehlikeli.”

Malle, düşünceli bir ifade takındı. Bir elini çene bölgesine yerleştirdi. Elinin devamındaki kolunu ise diğer kolu tutuyordu:

“Ben de tam olarak görevlilerden rastgele birine göstermeyi düşünüyordum. Bahsettiğin durum aklıma gelmemişti. Nasıl halledebiliriz o halde? Ya risk alacağız ya da geri döneceğiz.”

“Aklımda bir fikir var.”

Uzakta bizi görmüyormuş gibi davranan Conrad’a doğru keskin bir bakış attım. Bunu gören Conrad, korku dolu bir ifade ile yanımıza doğru hızla gelmeye başladı. Gerçekten de o tam bir aptal gibi görünüyordu. Yanımıza geldikten sonra ona sormam gereken birkaç soru vardı. Planımı ona göre şekillendirecektim:

“Şimdi bana cevap ver, işlevsiz.”

Conrad yine her zamanki ifadesiyle birlikte cevap verdi:

“Ne oldu?”

“En azından sana tarif etmiş olması gerek. O insan senin gibi aptal değil. Düşün.”

Conrad, Malle gibi düşünceli bir ifade takındı. Sanırım şimdi beynini kullanmaya başlamıştı. Onun hakkında emin olduğum tek bir şey vardı. Çift karaktere sahipti. Birisi fazlasıyla korkak ve aptal biriyken diğeri tam tersi cesur ve oldukça zekiydi. Şu an diğer karakterine geçiş yapmış gibi gözüküyordu. On üç saniye boyunca düşündü. Malle de ben de sesimizi çıkarmadık. Ardından konuşmaya başladı:

“Sanırım, hatırladığım kadarıyla kapıdaki görevlilerden birisinin kolunda bir işaret vardı.”

İşte aradığım bilgiye ulaşmıştım ancak biraz detay gerekiyordu:

“Nasıl bir işaret?”

“Bir yıldızı simgeleyen bir şey olduğunu söylemişti. Zaten mühür de bir yıldızı andırıyordu. Ancak aynı şekil değildi. Mühre göre perspektif farkı vardı. Otuz derecelik bir sapma söz konusu. Hangi yönde olduğunu bilmiyorum.”

“Yeterli.”

İhtiyacım olan bilgilere ulaşmıştım. Şimdi tarif edilen özellikleri Analiz ile taramam gerekiyordu. Vizör’ün baskın olduğu kombine edilmiş Analiz’den çıkış yapmama gerek yoktu. Vizör ile işaretleme işlemi yaptıktan sonra Analiz’i kullanacaktım. Hemen ilk olarak sol gözümü, Malle’nin ve Conrad’ın şaşkın gözleri eşliğinde, kutuların arasındaki küçük bir boşluktan kontrol noktasındaki insanları görebileceğim bir konuma getirdim. İncelemeye başladım. Girişin önünde birkaç araç duruyordu. Kasabanın girişinde olduğu gibi araçların incelemesini gerçekleştiriyorlardı. Ayrıca girişteki insanları daha detaylı bir şekilde araştırıyorlardı. Görevlilere odaklandım. Toplamda yedi kişi vardı. Bir dişi altı erkek birey vardı. Şimdi Analiz ile taramaya başlama zamanıydı.

Desislava, oldukça güçlü bir yapısı olan bir dişiydi. Girişin hemen önünde bir alanın içerisinde ayakta duruyordu. Boyu uzundu. Saçları kısaydı. Kolları gayet açıktaydı. İki koluna da hızlıca tarama uyguladım ancak Conrad’ın tarif ettiği gibi bir iz yoktu.

Adney, diğerine göre çok kısaydı. Daha zayıf görünüyordu. Araçları inceleyen iki kişiden birisiydi. Kolları açıkta değildi ancak bu, Analiz’i engelleyemezdi. Hızlıca onu da inceledikten sonra onda da herhangi bir iz görmedim.

Odo, diğer ikisinden daha da güçlü gözüken bu insan neredeyse iki insan boyundaydı. Aracı kaldırıyor, altını inceliyordu. Saçları yoktu. Ancak hareketlerine bakılırsa zekâ olarak pek ileri seviyede değil gibiydi. Onun da kolları açıktaydı ancak herhangi bir iz yoktu.

Ladislao, hepsinden geride duran, girişin diğer tarafında, ortalama bir boy ve güç yapısına sahip bir insandı. Bir elinde duman çıkartan bir nesne tutuyordu. Arada onu ağzına götürüyor, dumanı içine çekip bırakıyor ve nesnenin ucunda küçük bir ateşin yanmasına sebep oluyordu. Herhangi bir kontrole karışmıyor gibiydi. Kolları açıktaydı ve aradığımız işaret, tam da sol üst kolunun ortasında, açıkça belliydi.

 

Hedefimizi bulmuştum. Şimdi tek yapmam gereken başka bir komutu kullanmaktı. Onun zihnine girecektim. Kutuların arasından çekildim ve Ladislao denen insanı rahat görebileceğim daha geniş bir alana çekildim. Daha öncesinden dikkatimi çeken bir komutu kullanmaya karar vermiştim. İsmi Telepati olan bu komut, hedefinin zihnine kısa mesafelerde bir nevi girebilmeni sağlıyordu. Onu kontrol etmek tabi ki bu kadar basit değildi. Fakat onun herhangi bir konuma yönelmesini sağlayabilirdim. Pozisyonumu ayarladıktan sonra tek yapmam gereken şey komutu aktifleştirmekti ancak Malle ve Conrad ne olduğunu anlayamadıkları için bana sürekli bir şeyler sorup duruyorlardı:

“Lily, ne yapıyorsun?”

“Hangisi olduğunu nasıl anlayabilirsin ki? Kollarındaki işaretleri görmek için çok uzaktalar.”

Sessiz olmaları gerekiyordu. Yoksa odaklanamazdım. Telepati komutu Yönetici Mod’da olmama rağmen oldukça dikkat isteyen bir komuttu. Odaklanmadan başarıyla gerçekleştirilmesi oldukça zordu. Bu yüzden onların sessiz olması gerekiyordu:

“Sessiz olun.”

Conrad hemen sessizleşse de Malle, hala ne olduğunu anlamakta zorlanıyor gibiydi:

“Açığa çıkma, Lily. Bunlar tehlikeli. Diğerleri gibi değiller.”

“Malle. Sessiz ol.”

Bunun üzerine sessizleşmişti. Hemen odaklanmaya başladım. Gözlerimi kapattım. Aramızdaki mesafeyi düşünüyordum. Yürüyerek Ladislao denen insana yaklaştığımı düşünmeye başladım. Bacaklarımı kullanarak adım atıyordum sanki. Bu işlem onun zihniyle bağlantı kurmam için gerekliydi. Ancak pek hızlı bir işlem değildi. Gerçekten de yürüyerek o insana yaklaşmam ne kadar sürecekse bağlantı kurmam, o kadar sürmüştü. Bu sırada Malle’nin beni tehlikelere karşı olan uyarısını tabi ki dikkate almıştım. Sonuçta kontrol noktası gibi bir yere on beş metre yakınlıktaki kutuların arasında birisi, ayakta durmuş ve onlar tarafından anlaşılmayacak şeyler yapıyordu. Oldukça şüpheli bir hareket olduğunu biliyordum ama Ladislao denen insanla iletişim kurmalıydık. Bir şekilde diğer insanları halledebilirdik.

Ladislao adlı insandan önce, tam da tahmin ettiğim gibi kontrol noktasındaki insanlardan birisi, Desislava isimli olan dişi, beni görmüştü ve diğerlerine sesleniyordu. Şüphelenmişlerdi. Adney adlı olanın bana bir şeyler söylediğini duymuştum ancak önemsememiştim. Ladislao ile aramdaki bağlantıya odaklanmam gerekiyordu. Tabi her şey olurken Ladislao da beni fark etmişti. Buraya doğru geliyordu. Beklenmedik bir anda Conrad ortaya çıktı ve konuşmaya başlamıştı. Malle ise sessizdi. Sadece Conrad’ın söylediklerini onaylayan ifadelerde bulunmuştu:

“Hey! Hey! Sen! Ne yaptığını sanıyorsun? Kargo bölümüne nasıl girdin?”

“Ee… Biz Ladislao’nun akrabalarıyız da. O burada beklememizi söylemişti.”

“Ne saçmalıyorsun sen?”

“Evet, evet! Onun kuzenleriyiz.”

“Ladislao kimsesizdir. Amacınız ne? Burada ne işiniz var?”

“Ee…”

Ve işte o anda bağlantı kurulmuştu. Üzerimize doğru geldiğinden olsa gerek beklenenden iki saniye daha erken sağlanmıştı. Conrad’ın oyalama çabaları sonuna geliyor gibiydi. Hemen Telepati komutunun mesaj istemini çalıştırdım. Hedefim Ladislao’ydu. Hedefimi belirledikten sonra sadece ikimizin fark edebileceği bir an yaşanmıştı. Gözlerimi olabildiğinden daha parlak olduğunu hissettiğim bir an yaşamıştım. Kırmızı renkteki gözlerim Ladislao’nun gözlerine ulaşmış ve iletişimi göndermeye hazırdı. Onun da bunu fark ettiğini hemen anlamıştım. Vakit kaybetmeden iletişime başladık:

“Bu da ne? Neler oluyor? Neredeyim ben?”

Beklendiği gibi şaşırmıştı. Ona hemen komutları iletmeliydim:

“Beni dinle. Gözlerime doğru iyice bak.”

“Sen kimsin?”

“Senin beklediğin kişi benim. Bize yardım edeceksin.”

O sırada Odo adlı insan da çoktan yanıma kadar yaklaşmıştı. Bana dokunmaya cüret etmişti. Hem de aşağılayıcı bir şekilde. Ellerini boğazıma yerleştirmişti. Nefes almamı engelliyordu. Benim odağımı bozduğu için Ladislao ile bağlantımızı kaybetmiştim. Gerçekliğe geri döndüm. Odo adlı pisliğin ellerindeki tüm parmakları yerinden çıkarıp gözlerine sokmak istemiştim ki tam o sırada Ladislao, mesajı almış olsa gerek, hemen olaya müdahele etti:

“Hey! Odo! Onlar benim uzun zamandır beklediğim değerli misafirlerim, ne yaptığını sanıyorsun sen? Seni ahmak!”

“Baş Yardımcı! Anlaşıldı.”

Ladislao’nun emri ile bu mankafa beni bırakmıştı. Bedenimi hemen doğrultmamıştım. Vücudumun direnç seviyesinin göründüğü gibi olmadığını biliyordum. Daha fazla şüphe çekmemeliydim. Tam olarak beş saniye boyunca bir zavallı gibi yerde durduktan sonra ayağa kalktım. Malle ve Conrad, Ladislao’nun yanına geldiler. Ben de Malle ve Conrad’ın arasında duruyordum. Ladislao ise görevlilerle konuşuyordu. Hiçbir şekilde başımı kaldırmamalıydım. Saçlarımı ve gözlerimi görmemeliydiler. Bizim hakkımızdaki konuşmalarının üzerine, Desislava adlı insan da yaklaşmıştı ve Ladislao’nun onu ikna etmeye çalışmasını dinledim:

“Neler oluyor burada Ladislao? Bu insanlar da kim?”

“Uzaklardan gelmiş misafirlerim. Onları Kale’nin içerisindeki akrabalarına götüreceğim Baş Muhafız.”

“Onları nereden tanıyorsun?”

“Aynı memleketten efendim.”

“Öyle mi dersin?”

Desislava adlı olan, son sözünden sonra Ladislao’nun yanından ayrılıp benim tam da önüme gelmiş ve eğilmişti. Gözlerimi göremiyordu ancak direkt olarak içine bakıyormuş gibi hissediyordum. Neden böyle hissediyordum? Bu insanda ne vardı? O an bütün bedenimi kaplayacak bir soğukluk hissetmiştim. Nefes alamaz hale gelmiştim. Sadece tek bir cümle… Tüm bedenimde hissettiğim sözlerdi. Ses, Desislava’dan gelmişti. Fakat ses, onun sesi değildi:

“Seni… Buldum.”

Loading...
0%