Yeni Üyelik
72.
Bölüm
@allev

Son köşeyi de döndükten sonra gökyüzündeki güneş, bulutların arkasına geçmişti. Bir süredir yüzüme doğru vuran güneş ışınları görüşümü engelliyor, acı hissi oluşmasına sebep oluyordu. Görüntü açısından biraz rahatlamıştım. Güneş bulutların arkasına geçince ulaştığımız yeri gördüm. Muhtemelen üç insan boyunda, yaklaşık beş metre olan metalden yapılmış büyük bir kapının önünde durmuştuk. Herkes bekliyordu ve kimse konuşmuyordu. Ben ise başka bir şey düşünüyordum. Haura ve Kral arasındaki bir kısma aklım takılmıştı. Malle, metal kapının önünde sağ elini yumruk yaptı ve üç kere kapıya vurdu. Hemen ardından içeriden bir ses geldi:

“Kimsin?”

Malle beklemeden cevap verdi:

“Katra’dan Malle!”

Ardından bir sessizlik oluşmuştu. Kapının diğer tarafında bazı hareketlenme sesleri geliyordu ancak kapıya herhangi bir eylemde bulunmamışlardı. Bir süre sonra sesler tamamen kesildi. Beklemeye devam ediyorduk. Bu sırada Malle, benim düşünceli olduğumu anlamış olmalıydı ki bana bakmaya başladı. Aklıma takılan konuyu ona söylemeye karar verdim:

“Katra’nın sadece kraldan emir aldığını söylemiştin.”

Başını kaldırıp kısaca düşündü ve cevap verdi:

“Evet.”

“Kral kimseden emir almayan mutlak hükümdar, değil mi?”

“Evet.”

“Ancak Haura Dini Temsilcileri, Krallıkta istediğini yapabiliyor. Değil mi? O halde kral… Bu temsilciler kralı yönlendirebiliyor.”

Malle cevap vermeyince Conrad, araya girdi. Malle yerine o cevap verdi:

“Evet, muhtemelen krallıkta yaşanan durum bu.”

“O zaman Malle, Cecily hala kraldan emir alıyorsa krallık benim peşimde olmalı.”

Malle düşünüyordu. Conrad bu yaşananları bilmediği için kısa bir süreliğine sessiz kalmıştı. Malle birkaç saniye sonra cevap verdi:

 

“Muhtemelen. Bunu Cecily’nin söylediklerinden yola çıkarak tasdikleyebilirim. Kral, peşine loncadakileri gönderdi. Belki birkaç tane benim bilmediğim Katralı… Beni seninle gördükten sonra böyle bir karar vermiş olabilir.”

Conrad araya girdi:

“Ancak bu Cadı Avı’na kral emir vermemişti ve seni aramasının tek mantıklı açıklaması ise senin Cadı Avı’ndaki kurbanlara benziyor olman.”

Devam ettim:

“Kral sadece bir kişiden emir alabilir değil mi?”

“Kimseden alamaz.”

“Hayır, kimseden değil. Sadece bir kişiden emir alabilir.”

Malle şaşkın bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. O sırada Conrad olayı anladı ve cevapladı:

“Haura’dan alabilir!”

“Evet, Haura’dan başkası ona emir veremez.”

Malle’nin anlamadığı yerler vardı sanırım. Kabullenmiş gibi görünmüyordu hala:

“Ama Haura’nın bunu yapması nasıl mümkün olabilir? Yüzyıllardır mabedinden çıkmadı. Kimseyle konuşmadı.”

Cevapladım:

“Malle, eğer Haura bu dünyanın oluşturucusuysa mabedinden çıkıp konuşmasına gerek olmazdı.”

Malle Conrad’a döndü ve Conrad’ın da onayladığını görünce bu düşünceyi kabullenmişti:

“O zaman peşinde olan kişi kral değil Haura mı diyorsun?”

“Evet, bu olabilir.”

Conrad ve Malle bu konuyu daha sonra detaylı bir şekilde konuşabileceğimizi söylediler. İkisi de bu teoriye oldukça şaşırmıştı. Tabi şu an burada bunu konuşmak riskliydi. Herkes sessizleşti ve ben de tekrar düşünmeye başladım. Geçmişimden hatırladığım o isim, Ilja…Eğer bu düşünce tarzı doğruysa görülerimdeki Ilja’nın kendisi, Haura olabilirdi. Ancak daha kötüsünün olma ihtimali de vardı. Benim hafızamın kaybolmasına ve şu anda üzerimdeki virüse sebep olan kişi Ilja olabilir, Haura ve Ilja beni tamamen ortadan kaldırmayı planlıyor olabilirdi. Haura, eğer en son beklenmedik bir şekilde bağlantı kurduğum kişilerden biriyse diğeri de Ilja olabilirdi. Ancak bunu Haura ile tanışmadan kesinleştiremezdim. Teorilerle sadece önlem alabilirdim. O sırada düşüncelerim, metalden kapının ağır ağır açılmaya başladığını ifade eden bir sesle bölündü.

Metal kapı yavaş bir şekilde açılıyordu. Karşımızda bir grup kılıçlı insan duruyordu. Sesi Malle’nin konuştuğu insana benzeyen kişi, öne çıkıp onu takip etmemizi söyledi. Bu insanlara güvenmek doğru bir hamle miydi, emin değildim. Diğer insanlar kılıçlarını bize doğru doğrultmuş ancak herhangi bir eylem de bulunmamıştı. Bizi içeri aldıktan sonra harekete geçebilirlerdi. Bir şey olması durumunda hazır bekliyordum. Algılarıma odaklanmıştım, malum Arşiv’i kullanamıyordum. Metal kapı yavaş bir şekilde tekrar kapanırken biz de o seslenen insanı takip etmeye başladık.

İlerlerken kapının açılışı esnasında az önce düşündüğüm teoriyi tekrardan ele almaya başladım. Bu teorinin doğru olma ihtimali vardı. Ancak ne kadarlık bir ihtimal olduğunu kesinleştiremiyordum. Seni buldum diyen bir ileti ile beni, kendi ses kanalına bağlayan Haura da olabilirdi Ilja da. Hatta tamamen başka bir kişi de olabilirdi.

Ses kanalına bağlandığım kişilerin Arşiv’e erişime sahip olmaları gerekiyordu. Ilja’nın geçmişimle bağlantılı bir isim, bir kişi olduğunu biliyordum. Geçmişimde ne olduğunu bilmiyorum. Fakat iyi şeyler olmayabilirdi. Ilja, beni yok etmek için benimle iletişim kurarak tuzağına çekmeye çalışıyor olabilirdi.

Haura bu dünyanın kurucusu olarak görülüyorsa ki yüzyıllardır mabedinde yaşlanma denilen sürece hiç sahip olmadan yaşıyordu. Eğer gerçekten de bu dünyanın yaratıcısı kendisiyse ve bu dünya Arşiv sistemi baz alınarak oluşturulduysa, Haura’nın da Arşiv’e erişime sahip olması gerekti. Bu da benim peşimde olan kişinin yani seni buldum mesajını ileten kişinin Haura olma ihtimalini artırıyordu. Bu mesaja yoğunlaşma sebebim; o esnada, o ses, Desislava’nın sesi değildi. Bir başkasına aitti.

Üçüncü ve en kötü ihtimal ise Ilja ve Haura’nın beraber çalışıyor olma ihtimaliydi. Bu iki teorinin de birleşiminden oluşuyordu. Bu ihtimallerden elde ettiğim sonuç; hepsinden uzak durmaktı. Mümkün olduğunca uzak durmalıydım. Tabi ki onlarla fiziksel olarak temas kurmuyordum. Beni bir şekilde buluyorlardı. Dürtülere sebep oluyor, beni zor durumlar içinde bırakıyorlardı. Onların bu iletişimlerini kontrol edemeyeceğimi biliyordum. Benden yüksek seviyelerde erişime sahip oldukları belliydi. Bu erişimleri de teorilerime ayrıca bir kanıt olarak gösterilebilirdi. Kısaca, fiziksel temastan uzak durmalıydım. İletişim kurduklarında da bilincim yerinde olduğu sürece onlardan bilgi elde etmem gerekiyordu.

Bu arada, üç dakikadır ilerliyorduk. Gerçekten de bu alan oldukça büyüktü. Kalenin içerisinde ayrı bir kale varmış gibiydi. Metal kapıdan içeri girdiğimiz ilk anda kabaca uzun yapıtların artık olmamasından dolayı, bu bölgenin arkasındaki büyük ve görkemli bir yapıtlar zincirini görmüştüm. Amacını o an çözemesem de Malle, bana onun Kral’ın yapıtı olduğunu söylemişti. Tam olarak ne dediğini dinlememiştim.

Ardından etrafımızda geniş alanlarda yetiştirilen çeşitli bitkiler olduğunu görmüştüm. Bunlar üzerinde çeşitli araştırmalar yapılıyor gibiydi. Bazı tahtadan, içerisi oldukça geniş ve rahatça incelenebilir olan yapıtlar görmüştüm. Bunların içerisinde Conrad’ın da ifade ettiğine göre Antik Kalıntılar vardı. Bundan yedi yüz yıl öncesine aitti. Dünya ilk oluşurken kullanılmış parçalar olarak düşünülüyordu. Büyülerin bu kalıntılar aracılığıyla elde edildiği düşünülüyordu. Tabi bir kanıt yoktu. Conrad’ın bunları anlatırken ki heyecanı ifade edemeyeceğim bir seviyedeydi.

Alanın ne kadar büyük olduğunu bilmeliydim. Herhangi bir acil durumda bu bilgi işime yarayabilirdi. Hareket hızımızı baz alırsak, dört dakika on beş saniyedir ilerliyorduk. Kısa bir hesaplama yaptığımda alan, yaklaşık bir kilometrekarelik bir yerdi. Alanda yüksek duvarların dışında birkaç yapıt, içlerinde birkaç insan ve sayabildiğim elli kılıçlı insan dışında kimse yoktu. Sadece çeşitli bitkiler, ağaçlar ve hayvanlar bulunuyordu. Bu kadar büyük bir alanda bu kadar az insanın bulunuyor olmasını anlamlandıramadım. Köy ve şehirde bu büyüklükteki bir alana neredeyse iki yüz insan sığıyordu. Fakat burada o kadar kişi bile yoktu. Bu bölge gerçekten ilginçti. İlginç…

O an fark ettim, yapıtların en büyüğüne doğru ilerliyorduk ve çok geçmeden de sonunda ulaşmıştık. Toplam beş dakika sürmüştü. İçeride iki insan vardı. Bize metal kapının orada seslenen insan, bu büyük yapıtın kapısını açtı ve içeri girdik. Bizim girmemizden sonra da kapıyı kapattı. Tam olarak on üç saniye bekledikten sonra yapıtın bölmelerinin birinden bir ses geldi:

“O, Malle!”

Malle, gelen sese cevap verdi:

“Doktor Percival!”

Yapıtın içinde yürüme sesleri duymaya başlamıştım ve çok geçmeden kısa bir insan yanımıza gelmişti. Saçları benim saçlarımın rengine benzeyen, kısa boylu güçsüz görünen yaşlı olarak nitelendirilen bir insandı. Malle bu insanı görünce kısa bir sarılma eylemi gerçekleştirdi ve iletişimine devam etti:

“Merhaba Doktor. Görüşmeyeli uzun zaman oldu.”

İnsan cevap verdi:

“Merhaba Malle. Evet uzun zaman oldu. En son ne zaman görüştüğümüzü unutacak kadar uzun, değil mi? Cecily’den geleceğinin haberini almıştım. Tesisin girişindeki hoşnutsuz karşılama adına bizzat özür dilerim. Axtje Birliği bu günlerde diken üstünde. Biz de kendimizi güvenceye almaya çalışıyoruz.”

“Önemli değil. Bunu bekliyordum. Axtje Birliği son zamanlarda fazlaca aktif gözüküyor.”

“Evet, bazı durumlardan ötürü öyleler.”

“Ne gibi durumlar?”

Yaşlı insan bu konuyu geçiştirmek için Malle’nin sorusuna soruyla karşılık vermeyi tercih etmişti. Sanırım bizim ana sebebi duymamızı istemiyordu. Neyi saklamaya çalışıyordu? İçeride oturabileceğimiz bir alana geçtikten sonra konuşmaya kaldıkları yerden devam ettiler:

“Ee Malle, seni buralara kadar getiren şey nedir?”

“Onun için buradayız.”

Malle beni göstermişti. Saçlarımı ve yüzümü gizleyen kıyafetimi açmamı istedi. Açtıktan sonra karşımızdaki insan oldukça şaşırmıştı:

“Aman tanrım! Sen o kişisin! Azize’nin bizden bulmamızı istediği kişisin!”

Hepimiz şaşırmıştık. Malle beklemeden sordu:

“Azize? Haura mı? Sizden mi istedi? Bu ne demek oluyor Doktor Percival?”

Bu yaşlı insan anlatmaya başladı:

“Geçen haftalarda kral, dokuz gün falan oluyor, beni saraya çağırmıştı. Bana acil olduğunu söylemişlerdi. Şaşırmıştım. Tüm işimi gücümü bırakıp derhal saraya gittim. Saraya vardığımda beni kralla beraber yerin altında gizli bir odaya götürdüler. Kralla ben içeri girdikten sonra kapıyı kapatıp kilitlediler. Oda anlamlandıramadığım bir güçle doluydu. Bunu iliklerime kadar hissediyordum. O sırada Azize Haura ortaya çıktı.”

“Ne?”

Malle, Conrad ve ben tüm dikkatimizle bu insanı dinliyorduk. Malle’nin sorusundan sonra konuşmaya devam etti:

“Bir şey demedi. Orada bulunduğumuz süre boyunca hiç konuşmadı. Kral onu görür görmez önünde diz çöktü. Tabi bunu görünce ben de çöktüm. Başta onun Azize Haura olduğunu bilmiyordum. Sonra odada bulunan yuvarlak masanın etrafına konmuş üç sandalyeden birisine oturdu. Ardından kral birine… Ondan sonra da son kalana ben oturdum. Kral hemen konuşmaya başladı.”

Yaşlı insan kısa bir süre sessiz kaldı. Malle beklemeden konuştu:

“Doktor Percival?”

“Malle… Ben yaşlı bir şifacıyım. Böyle aceleye gelince yoruldum haliyle…”

“Çok affedersiniz. Benim düşüncesizliğim. Şöyle gelin, oturun lütfen.”

İnsan gülümseme ifadesiyle Malle’ye bakmış ve yapıtın içinde bulunan oturakların birine oturmuştu. Malle de üzgün görünüyordu. İnsanların saygısızlık olarak adlandırdığı pek kabul görmeyen bir eyleme sebep olmuştu. Bundan dolayı olsa gerek diye düşündüm. İnsan birkaç derin nefes aldıktan sonra konuşmaya devam etti:

“Kral, onun Haura olduğunu ve bir konuda yardımımı istediğini söyledi. Azize Haura olarak bahsettiği kişi, üzerinde antik kayıtlarda tarif edildiği gibi beyaz ve mavinin tonlarıyla karışık renklerde olan uzun bir cübbesi vardı. Başı ve yüzü kapalı, sadece gözlerinin bulunduğu kısım gözüküyordu ama gözlerini de kendisi kapalı tutuyordu. Bu dikkatimi çekmişti. Karşımdaki kişinin de Haura olduğuna inanmıştım. Bu ülkede benden daha iyi bir şifacı olmadığını biliyordu. Kral’a, ne konuda yardımımı istediğini sorduğumda ise şu cevabı verdi.”

“Bembeyaz teni ve saçları, kıpkırmızı gözleri olan bir kızı bulmamızda yardım etmeni istiyorum.”

“Neden benden bunu istediğini sorduğumda ise şunu söyledi.”

“O kız şu anda eski bir Katra üyesiyle beraber. Sen de hala Katra’dasın. Bağlantılarını kullanarak onu bulmamızda yardımcı olabilirsin.”

“Kabul etmek zorunda gibiydim. Karşımda Haura duruyordu. Çok şaşkındım. Kral son bir şey söylemişti.”

“Bunu ben değil, Azize Haura istiyor.”

“O sırada Azize Haura gözlerini açtı. Hayatımda görüp görebileceğim en güzel gözler olduğuna yemin edebilirim. Mavi ve yeşilin mükemmel uyumu, elmas ve zümrüt renginde gözleriyle bana bakıyordu. O an kafamın içinde yankılanan bir ses duymaya başladım. Haura olduğuna emindim. Kral’ın yardım isteğini kabul ettim. Kabul etmemin üzerine kafamdaki ses kaybolmuştu ve Haura da gözlerini kapatmıştı. Ondan sonra Kral, eğer kızı bulursam Axtje Birliğinden gizli bir şekilde ona getirmemi söylemişti.”

Cevaplanması gereken bazı sorular vardı. Benim yerime Malle sordu:

“Ama neden? Axtje Birliği Haura Dinine ait değil mi? Haura onlara emir verebilir ve daha rahat ele geçirebilirdi. Neden böyle bir zahmete girişti?”

“Bunu ben de merak ettim ve sordum. Bunun üzerine kral da bana açıklama yaptı.

“Onlar dinden çıkmış durumdalar. Haura ile görüşseler bile inkâr edeceklerdir. Haura onların cezasını sonra vermeyi planlıyor. Öncelikle o kızın güvenliğini garanti etmek istiyor. Arından da Axtje Birliğinin cezasını kendisi verecek.”

“Hm…”

“Ondan sonra görüşme bitti ve gizlice tesisime geri getirildim.”

Haura denen kişinin beni istediği ortadaydı ama neden istediğini hala bilmiyordum. En azından düşünmekte olduğum bazı sorulara cevap bulabilmiştim. Peşimizde olanların kim olduğunu ve neden böyle bir şey yaptıklarını öğrenmiştim. Daha fazlası için Haura ile görüşmem gerekecek gibi görünüyordu. Conrad konuşmaya dahil oldu:

“Şimdi her şey mantıklı gelmeye başladı.”

Malle de onayladı, ardından benim hakkımda konuşmaya başladılar:

“Peki Doktor Percival, Lily yani onunla…”

Malle bana bakmıştı. Bana Lily demek istediğini anlıyordum. Bundan sonra pek karışmamaya karar verdim. Bir gülümseme eylemi ile bunu belli ettim. Malle, mutlu olmuş bir şekilde devam etti:

“Lily ile ne yapmalıyız sizce, doktor?”

“Hm… Demek adı Lily.”

“Yani… Değil ama şimdilik öyle sesleniyoruz.”

“Anladım. Onu Krala götürmeliyiz. Saraydan daha güvenli bir yer olamaz. Axtje Birliğinden orada korunabilirsiniz.”

O sırada yankılanan bir ses duydum. Kafamın içinden geliyordu. Başımda yine çok şiddetli bir sızı başladı. Ellerimle başımı tutuyordum. Baş ağrısından gelen sesin ne demek istediğini anlayamıyordum. Parazitli bir ileti gibiydi. Acı hissine dayanamayıp yüksek sesler çıkarmaya başladım:

“AH! AH!”

Herkes benimle ilgilenmeye çalışıyordu:

“Lily!”

“Hey, küçük hanım!”

“Onu şu odadaki yatağa götürün ben de hemen asistanımla birlikte geliyorum!”

Ne kadar yardım etmeye çalışsalar da beni kimse bu durumdan kurtaramazdı. Bedenimde yeterli enerjinin kalmadığını hissetmeye başlamıştım. O kadar hızlı tükeniyordu ki… Artık ayakta duramayacaktım. Bu dürtü, bilincimi anında kaybetmeme sebep olacak kadar şiddetliydi.

Loading...
0%