Yeni Üyelik
70.
Bölüm

8.Kısım: Gün Yüzüne Çıkmak

@allev

Ne oldu? Ne olmuştu? Ah… Başımda büyük bir ağrı vardı. Sağ elimle başımı tutmak için hareket ettirmeye çalışmıştım ancak elim hareket edememişti. Birisi elimi tutuyordu. Hemen başımı sağ tarafa çevirip baktığımda, Malle’nin elimi tuttuğunu gördüm. Ona baktığım gibi o da bana bakmıştı:

“Lily, daha iyi misin? Kendine gelebildin mi?”

Neler olduğunu Malle’ye sorabilirdim. O sırada hareket ettiğimizi fark ettim. Önde Ladislao denen insanla birlikte Conrad, yan yana ilerliyorlardı. Malle ile ben de arkalarından takip ediyorduk. Arkama baktım. Kalenin duvarları arkamızda kalmıştı. Yaklaşık elli metrelik bir mesafedelerdi. Bu da kalenin içerisine girdik demekti. Ancak nasıl başarmıştık? Öğrenmeliydim:

“Malle.”

Malle, nefesini kontrol etmeye çalışarak, endişeli bir ifade ile cevap verdi:

“Ne oldu, Lily?”

“Ne oldu, Malle?”

Malle şaşırmıştı. Kendisini taklit ettiğimi düşündüğüne emindim. Sessiz kalmıştı. Onu uyardım:

“Seni taklit etmiyorum. Öyle bir şey asla düşünme, Malle.”

“Ah… Hayır. Düşünmedim zaten.”

“Eminim öyledir. Konumuza dönelim.”

“Evet.”

“Neler oldu? Nasıl içeri girmeyi başardık?”

Malle biraz daha sakinleşmiş gibiydi. Nefesini artık kontrol altına almıştı ve anlatmaya başladı:

“Desislava seninle biraz yakından temas kurmuş gibiydi. Buna hiçbirimiz sesimizi çıkaramadık. Ancak çok uzun sürmedi, Lily. Ardından geri çekildi ve geçmemize izin verdi. O kadar tepkiden sonra bunu yapmasına şaşırmıştık. Ladislao’nun dediğine göre Desislava, Batı Kapısı Baş Muhafızıymış. Kendisi de onun yardımcısıymış. Kendisine güvendiğini söyledi. Bu yüzden senin onunla kurduğun iletişimden sonra bizim planımıza ayak uydurdu. Böylece onu inandırmış olmalıyız. Söz konusu Ladislao olunca gerçekten de güvenmiş olmalı.”

Batı Kapısı’ndan geçmemizin sebebini zaten önceden anlamıştım ancak neden geçmemize izin vermişti? Güvendiği için değildi. Arkasında başka bir niyeti var olmalıydı. Özellikle tanık olduğum şeylerden sonra… Malle ile görüşmemi sonlandırdım. Onun daha fazla konuşmak istediğini biliyordum ancak şu anda odaklanmam gereken başka şeyler vardı.

Birisine yakalanmış olmalıydım. Hem de gerçekten tehlikeli olabilecek birisine… Beni bulduğunu söylemişti. Ayrıca Arşiv Sistemi’nde bazı sıkıntılar oluştuğunu hissediyordum. Bunlar o kişinin yaptığı şeyler olabilir miydi? Sistem, ben kendime gelmeden önce virüs tespit etmişti. Ancak sıkıntı sistemde olamazdı. Bende olmalıydı. Bana bir şey mi yapmıştı?

Arşiv ile olan bağlantımı etkileyen bir virüstü. Bağlantımın kalitesi gittikçe düşecekti. Bundan emindim. Ancak bu durum bana hiç yabancı gelmemişti. Sanki kayıp geçmişimde bildiğim bir durum gibiydi. Emin değildim, sadece öyle hissetmiştim.

Arşiv bağlantım tutarsız olduğundan komutlar hatalar verecek gibiydi. Yanlış bilgiler verebilir, hatta var olan enerjimi gereğinden fazla harcayabilirlerdi. Mümkün olduğunca bu durumlardan kaçınmam gerektiğini düşündüm. Bu yüzden komutların hepsini devre dışı bıraktım. Sadece fiziksel gücüme güvenebilirdim.

Kalenin iç kesimlerinde iki büyük ihtimal vardı. Birincisi, kalenin içerisinde daha güvende olacağımızdı. İkincisi ise tam tersi, bir tuzağın içerisine doğru ilerliyor oluşumuzdu. Hangisinin gerçek olduğunu söyleyebilecek bir konumda değildim. Bir hata daha mı yapıyordum, bilmiyordum. Düşünmekte zorlanmaya başlamıştım. Ancak bu mümkün olmamalıydı. O kişinin yaptığı şey, Yönetici Mod yetkimi de mi engelleyebiliyordu?

Her kimse, o kişi hakkında öğrendiğim tek bir şey vardı. Arşiv’i gayet iyi biliyordu. Bu sayede sistemime bir virüs yerleştirmişti. Arşiv’i iyi bilmeyen birisi bunu yapamazdı. Bu da onu oldukça tehlikeli bir düşman yapıyordu. Bu virüsü temizlemenin bir yolu var mıydı, bilmiyordum ama bulmalıydım. Yoksa bu virüs, bütün sistemimi yok edecekti. Arşiv ile bağlantım ortadan kalktıktan sonra hiçbir gücüm kalmayacaktı. Muhtemelen, zayıf bir insandan başka bir şey olmayacaktım. Bu virüsü temizlemenin bir yolunu bulmam gerekiyordu. Nasıl yapacağımı Arşiv’den araştırabilirdim ancak bir sonuç çıkacağını düşünmüyordum. Yine de denemeye karar verdim.

İlerlediğim esnada bakınmaya başladım. Fakat Arşiv’de ne kadar arasam da bir sonuç bulamadım. Her bilginin bulunduğu Arşiv’de böyle bir duruma karşı ne yapılması gerektiğini ifade eden bir şeyler olması gerekiyordu. Bunun tek bir açıklaması vardı. Virüs benim bu bilgileri görmeme izin vermiyordu. Oldukça yüksek seviyeli bir virüstü. Bunu da Yönetici Mod’da olan yetkimi devre dışı bırakarak yapıyor olabilirdi. Yavaş yavaş önce beni Kısıtlı Mod’a geçirecek ardından da Kısıtlı Mod’a olan erişimimi de ortadan kaldıracaktı. Bu da bir ihtimaldi. Virüsü yerleştiren kişi bunları oldukça güzel düşünmüştü. Ayrıca üzerime yerleştirdiği virüsü de oldukça hızlı olacak şekilde programlamıştı. Sürekli bazı sesler duyuyordum. Kendi sistemim, Arşiv ile olan bağlantımı sürekli onarmaya çalışıyordu.

Ancak virüs fazla hasar bırakıyordu. Bu yüzden onarım yüzdesi gittikçe düşüyordu. Şu an yüzde yetmiş iki gözüküyordu. Bu onarım yüzdesi aynı zamanda benim Arşiv ile olan stabil bağlantı seviyemdi. Kısaca tutarlılık olarak bahsettiğim durumdu.

Büyük bir tehlikede olduğumu anlamıştım ancak nasıl çözeceğim konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu. Tek umudum, Malle’nin bahsettiği başkentteki Baş Şifacı’ydı. Eğer hafızamı geri getirmeyi başarabilirse bu duruma bir çözüm bulabilirdim. Tek tutunabildiğim umut, buydu. Bir insana güvenmekti. Ne kadar zavallıca bir düşünceydi. Kendimden iğrenme derecesine gelmiştim.

Komutları devre dışı bıraktıktan sonra, şu an için düşünecek veya yapacak pek bir şeyim kalmamıştı. Etrafımı incelemeye karar verdim. Kalenin içerisindeki yapıtlar oldukça estetik gözüküyordu. Kalenin dışındaki yapıtlara kıyasla bu yapıtlar, yoğun bir şekilde kullanılmış taş malzemelerden meydana gelmiş gibi gözüküyordu. Yapıtların görüntüsü Conrad’ı etkilemişti:

“İnanılmaz bir işçilik! Amura Kalesi’nin bu kadar ihtişamlı olacağını düşünmemiştim.”

Ladislao, devam etti:

“Elbette. Üç yüz yıldan fazla bir süredir bu tarihi kale, güzelce korunmuş durumda.”

“Muhteşem!”

Malle sessizdi. Kale’nin iç yapısı basamaklandırılmış bir şekilde, kat kat artan bir yükseltiye sahipti. En tepede oldukça büyük bir yapı vardı. Onun dışında, çevresinde, bulunduğumuz bölgeye kadar her tarafta küçük çaplı ve birbirine oldukça yakın konumlandırılmış yapıtlar bulunuyordu. Taş, bu dünyada daha değerli bir hammadde olmalıydı.

Etraflıca düşününce oldukça mantıklıydı. Teknolojik açıdan fazla gelişmemiş bir toplumdu. Bu yüzden taş yapıları meydana getirmek oldukça çaba ve güç gerektiriyor olmalıydı. Tahta yapıları yapmak bile günlerce sürebilirdi. Bu dünyadaki insanların gelişmişlik seviyelerini de yakından takip etmeliydim.

O an bu dünya ile alakalı bir şeyler bildiğimi fark etmiştim. Bu dünyadaki insanlar, Orta Çağ denen bir zaman diliminde yaşıyorlardı. Oldukça eski bir milattı. Bana yabancı geliyordu. Ben bu dünyanın varlığı değildim. Başka bir yerden gelmiş olmalıydım. Benim dünyam, burası değildi. Bu düşüncenin farkına vardığımda, zihnimde ufuklar açılmıştı.

Paralel evrenler teorisini desteklemiyordum ama şu anda sanki kuralları benim dünyam ile aynı olan başka bir tarihe sahip bambaşka bir evrene geçmiş gibi değil miydim? Bu düşünceyi başta mantıklı bulsam da sonradan mantıksız olduğunu anlamıştım. Bu dünya ne bir paralel evrendi ne de bulunduğum gerçek dünyaydı. Daha da başka bir şeydi. Çünkü teknoloji olmamasına rağmen, Arşiv burada mevcuttu. Bu dünya, yoksa, Arşiv’in içerisinde oluşturulmuş özel bir boyut olabilir miydi? Bilmiyordum. Ancak şu anki en mantıklı açıklama bu olabilirdi.

Arşiv’in içerisinden buraya taşınmış olmam muhtemeldi ama neden? Neden böyle bir dünyanın oluşturulması gerekti? Ayrıca buradaki insanlar bu kadar detaylı bir karakter gelişimine ve de zekaya sahip olabilir miydi? İnsanların tek başına bunu yapmış olabilmesi imkansızdı. Arşiv’i kullanmayı bilmiyorlardı. Bu durum göründüğünden daha da karmaşıktı. Hem de şu an yarım bir hafızayla anlayabileceğimden oldukça fazla karmaşıktı.

Bu Dünya’nın gerçekleri hakkında düşünürken Yönetici Mod’a geçtiğimden beri karşılaşmadığım eski bir durumla karşılaşmıştım. Bir dürtü… Ansızın gelen bu dürtü yüzünden düşüncelerim yarıda kesilmiş ve daha fazla düşünemez olmuştum. Her zamanki gibi birkaç saniye geçtikten sonra ortadan kaybolan bu dürtü, nereden gelmişti? Yönetici Mod’a geçtiğim sırada dürtülerin beni bıraktığını düşünmüştüm. Yoksa virüs yüzünden mi oluyordu? Muhtemelen sebep buydu ve rahatsız ediciydi. Tehlike seviyesi hızla artıyordu. Bedensel kontrolümü kaybetmemeliydim. Dürtülerin beni kontrol altına almasına izin veremezdim. Bilincimi tekrar kaybetmeden Baş Şifacı’yı bulmamız gerekiyordu.

Malle, dürtü beni bulduğu sırada bedenimi sıktığım için olsa gerek, sıkıntımı fark etmiş gibiydi. Ayrıca, kalenin içindeki şehrin caddelerinde ilerlerken anlık bir duraksama yaşamıştım. Bunu fark etmemiş olması imkansızdı. İlerlemeye devam etmek için çabaladığım sırada durdu ve bana döndü:

“Lily? Gerçekten iyi misin? Kötü görünüyorsun.”

Malle’nin endişelenmesi bir çözüme götürmeyecekti. Şu anda virüse karşı bir savunma kuramıyordum. Beni ele geçiriyordu. Bunu direkt ona açıklamak mantıklı bir seçenek değildi. Bu dünyanın henüz virüs kavramını anlayabilecek teknoloji ve bilgisi yoktu. Bu yüzden durumumu ondan gizledim:

“İyiyim. Baş Şifacı’yı bulmamız gerek.”

“Az kaldı. Öyle hatırlıyorum.”

Conrad, meraklı bir şekilde en önde giden Ladislao’nun yanından ayrılıp bizim yanımıza gelmişti. Konuşmaya izinsiz bir şekilde her zamanki gibi dahil olmuştu ve Malle ile aralarında bir iletişim başlamıştı:

“Malle Hanım, uzun zamandır merak ettiğim bir konu var. Sakıncası yoksa sorabilir miyim?”

Malle, şaşırmış bir şekilde cevap verdi:

“Sorabilirsiniz, Bay Conrad.”

“Kalenin içini bilebiliyorsanız eğer sizin krallıkta nüfuzlu bir geçmişiniz olmalı, değil mi?”

“Kısmen doğru.”

Conrad, cesaretli kişiliğine büründükten sonra derin bir nefes aldı:

“O halde size gerçekte kim olduğunuzu sorabilir miyim, Malle Hanım?”

“Ben Kome’de görevli bir Şifacı’yım, Bay Conrad.”

Conrad ağzından biraz gürültülü bir ses çıkardı. İnsanların gülmek adını verdikleri bir eylemdi. Gerçi şu an emin değildim:

“Ah… Malle Hanım, ondan öncesini soruyorum.”

Malle’nin geçmişinde insanların hayatını sonlandırdığı bir işe sahip olduğunu bilen sanırım sadece bendim. Malle bu soruya bir süre sessiz kaldı. Ardından Conrad, konuşmaya devam etti:

“Cecily denen bir kadınla görüştüğünüzü biliyorum. Sanırım kendisi şu sıralar Han Derya’yı işletiyor. Onun geçmişine dair bilgilere sahibim, Malle Hanım.”

Sanırım Malle, Conrad’dan saklamanın bir anlamı kalmadığını fark etmişti. Conrad, insanları gerçekten de güzel temsil eden bir örnekti. İnsanlar, akıllı varlıklardı ancak bu akıllarını her zaman birbirlerine karşı galip gelebilmek için kullanmışlardı. Conrad, bu açıklamaya oldukça uyan bir eylemde bulunmuştu. Malle bana baktı. Sanki benden bir fikir almak istiyor gibiydi. Bu konu hakkında bir şey saklaması gerekip gerekmediğini ben bilemezdim. Conrad’a güvenmekle doğru veya yanlış yaptığını da söyleyemezdim. Yeni tahminlerim doğrultusunda Conrad hem güvenilir hem de güvenilmez bir insan gibi görünüyordu. Bu son eylemi de güvenilmez olmasının muhtemel kanıtıydı.

Aslında Conrad, oldukça bana benziyordu. O da benim gibi bilgi için her türlü eylemi gerçekleştirmekten korkmayan birisiydi. Bilginin gerçek güç olduğunu biliyordu. Bu yüzden onu suçlayamazdım ancak güvenilmez olmasının tek sebebi, bilginin gerçek güç olduğunu konusundaki düşüncelerinin bana benziyor olmasıydı. Bu da onu tehlikeli yapıyordu.

Malle, benden bir cevap alamayınca anlatmaya karar verdi. Neden bu kararı aldığını bilmiyordum. Bir düşünceme göre geçmişte kalmış bir şeyin şimdiki zamana bir zarar vermeyecek olduğunu düşünmüş olması ya da Conrad’a güvenemeyip onun kontrolünü elinde tutmak istemiş olması olabilirdi. Sonuçta anlatmazsa Conrad’ın çoktan bu bilgileri öğrenmiş olup Malle’yi test ediyor olması muhtemeldi. Conrad’ı tehdit ve korku yöntemleriyle kendimize bağlamıştık. Ancak bir fırsatını bulduğunda bizden kurtulmak istemeyeceğini de bilemezdik. Malle, doğru bir karar vermişti ve geçmişinden bahsetmeye başladı:

“Ah… Pekâlâ, Bay Conrad.”

“Dinliyorum, Malle Hanım.”

Önden ilerleyen, tek kalmış Ladislao biraz yavaşlamıştı. Conrad ile Malle’nin konuşmalarına odaklandığı belliydi. Malle devam etti:

“Cadı Avı furyasını biliyorsun.”

“Evet.”

“Ondan öncesinde gizli bir örgüte çalışıyordum.”

“Gizli bir örgüt… Yoksa!”

“Katra.”

Ladislao birden durmuş ve arkasını dönmüştü. Hızla konuşmaya dahil oldu ve Malle’ye bir soru sordu:

“Ne? Sen Katra’dan mısın?”

Conrad, şaşkınlıkla aralarına girdi:

“Bir dakika! Ladislao? Yoksa sen de mi Katra’dansın?”

“Evet, tedarik ve koruma birimindendim. Malle, sen hangi birimdendin?”

Malle cevap verdi:

“Operasyon Birimindeydim.”

Conrad:

“Kısa Kılıç… Sen misin?”

“Evet, öyle diyorlardı.”

Malle, bu krallığa hizmet etmiş sadık bir hizmetkardı. Kale’nin iç kesimlerini iyi bilmesi de bunların bir getirisi gibi görünüyordu. Konuşmaya devam ettiler:

“İnanılmaz! Gerçekten de bir değil, iki tane Katra’lı ile tanışmak inanılmaz bir şey. Tabi bir de sen varsın.”

Conrad beni işaret etmişti. Onun bu küstahça konuşmalarını göz ardı etmiştim. İlgilendiğim başka bir konu vardı. Conrad’a bir soru sordum:

“Conrad, bu Katra, gerçekten de inanılmaz mı?”

Conrad, ellerimi tutarak kendisine çekmeye çalıştı ve heyecanlı bir ifade ile cevap verdi:

“Hem de nasıl! Katra krallıklara diz çöktürmüş bir örgüt! Zamanında düşmanların en büyük belası savaşlardan ziyade bu gizli örgütlerdi. En güçlüsü de tabi ki Katra’ydı.”

Ladislao devam etti:

“Tabi, geçmişte kaldı. Artık Katra diye bir örgüt yok. Tabi toplum tarafından böyle biliniyor. Hala krallığın arkasından emirler doğrultusunda işler yaptıkları söyleniyor ama eskisi gibi bir resmiyet kalmadı.”

Conrad’ın heyecanlı tavırlarından rahatsız olmuştum. Sol elimi kullanarak onu kendimden uzaklaştırdım:

“Yeter bu kadar seni budala.”

Conrad hatasını kabullenerek yanıt verdi:

“Özür dilerim, pardon. Heyecanlanmıştım.”

“Gerek yok.”

Conrad, Malle’ye dönerek:

“Peki neden bıraktın? Kardeşine olanlar yüzünden mi?”

Malle, sessiz kalmıştı. Pek konuşmak istemediği bir konu olduğu belliydi. Sağ elimi sıkıca tuttu ve ardından gevşetti. Cevap vermeye karar vermişti:

“Evet. Kralımızın bu yaşananlara izin vermesi beni derinden yaralamıştı ve inancımı kaybetmiştim.”

Ladislao:

“Ancak kralımızı bu durum için suçlayamazsın. Axtje Birliği’nin bu olaya sebep olduğu biliniyor.”

“Biliyorum. Bu ülkedeki dine inandığımı kim söyledi ki? Kralımızın da inanmasını beklemiyordum.”

“Olayların tam içeriğini tabi ki de bilmiyorum ama o birlik, apayrı bir birlik. Direkt olarak Haura Dini tarafından oluşturulmuş ve başında kutsal şövalyelerin lideri var.”

“Her kimin altından çıktıysa, kardeşimi her kim öldürttüyse…”

Conrad bütün konuşmaları sessizlikte dinlerken hızlanmış ve önümüze geçmişti. Onun bu hareketi hepimizin dikkatini çekmişti. Ona ne yaptığını sordum:

“Ne yapıyorsun?”

Conrad, hızlı bir şekilde ilerlemeye devam ediyordu. Bulunduğumuz caddenin ortasında, yerde duran bir nesneyi eline aldı. Birkaç saniye inceledi ve bu sırada biz de onun bulunduğu konuma ulaşmıştık. Tekrar sormak üzereydim ki cevap verdi:

“Bu bir şövalyeye ait! Bir zincir parçası. Uzaktan baktığımda değerli bir mücevher olabileceğini düşünmüştüm ama yanılmışım.”

Ardından Malle ve Ladislao’ya dönerek:

“Katralılar! Bunun hangi birliğe ait olduğunu anlayabilir misiniz?”

Malle görür görmez anlamış gibiydi. Yaklaşmadı ve elimi sıkıca tekrardan tutmaya başladı. Ladislao yere eğildi ve metal parçasını eline aldı, inceledi:

“Hm… Parlak, farklı bir metalden yapılmış. Normal soylu şövalyeler bunları kullanmıyor. Onlarınki gümüş olur. Bu muhtemelen Haura Kutsal Şövalyelerinden birine ait.”

Malle, elimi bıraktı ve hızla Ladislao’nun elindeki metal parçasını aldıktan sonra aynı şekilde hızla ilerlemeye başladı:

“Hızlanmalıyız. Kutsal Şövalyelerin kalenin içinde geziniyor olması iyiye işaret değil.”

“Haklısın.”

Ladislao, Malle’ye onay vermişti. Ardından biz de ilerlemeye devam ettik. Malle oldukça yaklaştığımızı, birkaç köşeyi döndükten sonra varacağımızı söyledi. Ancak bedenime bulaşan virüs sistemimi çökertmeye devam ediyordu. Yorgunluk ve halsizlik duygularını hissetmeye başlamıştım. Gözlerim net görememeye başlıyordu. Hareket hızımda ve fiziksel gücümde ciddi bir düşüş vardı. Onların bu hızlarına zor yetişiyordum. Nefes alışlarım hızlanmıştı. Durum kritik bir seviyeye geliyordu.

Loading...
0%