@allev
|
Şaşırmış bir şekilde seslenmeye çalışmıştım: “Amice?” Duymuş olacaktı ki hemen cevap vermişti: “Evet, Lily Abla! Benim! Amice.” En son onu köyde bırakmıştık. Yakalanmışlardı. Fakat bırakmış mıydık? Biz? Yanımda birisi daha vardı. Kimdi? Gerçi Amice’in de yanında birisi vardı. İki kişilerdi. Diğer kimdi? Bunları düşündüğüm esnada aşırı şiddetli bir baş ağrısına maruz kalmıştım. Bedenimin kontrolünü kaybedecek kadar şiddetliydi. Bilincim yavaş yavaş kapanıyordu. Amice’in seslenişlerini duyuyordum: “Lily Abla! Kalk! Kendine gel!” Benim tepki vermediğimi görünce sesli düşünmeye başlamıştı: “Ne oldu ki? Onu buradan bir an önce götürmeliyim. Yaraları hiç iyi görünmüyor. Bir doktor bulmalıyım. Neyse yolda düşünürüm.” Amice, ben henüz bilincimi tam olarak kaybetmeden bulunduğum çukur alana inmişti. Belime ince ama sıkı bir nesne bağladı, tekrardan çukurun tepesine çıktı ve beni bu nesne ile tepeye doğru çekmeye başladı. Pek bir şey hissetmiyordum. Sadece hareket ettiğimin farkındaydım. Tepeye ulaştıktan sonra bedenimi, zorlansa da uzun bir tahta parçasının üzerine yerleştirdi. O andan itibaren pek bir şey hatırlamıyordum. Bilincim tamamen kapanmıştı. Ne kadar sürdüğüne dair bir fikrim olmamakla birlikte gözlerimi, oldukça dar bir alanda açmıştım. Hislerim geri gelmişti. Net bir şekilde görebiliyordum. Etrafımda hareket edebileceğim kadar yer olsa da küçük bir alandaydım. Alanın çevresinde kalın bir örtümsü nesne vardı. Tavanı da bu örtü kaplıyordu. Tavanda sadece küçük bir ışık kaynağı vardı. Zemin ise engebeliydi. Bir giriş-çıkış da göremiyordum. Fakat çok olmasa da ince bir çizgi gibi alanın bir kenarından içeriye ışık sızıyordu. Alanın içerisinde, yerde yığılı duran birkaç kümelenmiş nesne yığıntısı dışında pek bir şey yoktu. Kendime baktığımda ise bir uzvumun olmadığını gördüm. Neyse ki herhangi bir vücut sıvısı yoktu. Tedavi edilmiş gibi duruyordu. Birkaç vücut bölgemde de bazı kalıntılar vardı. Bir uzvumun olmayışı büyük bir problem olsa da şu an için iyi gibiydim. Ayağa kalkmaya çalıştım fakat başarılı olamadım. Yere düşmüştüm. Tekrar denedim ve yine başarısız oldum. Bedenim dik duracak kadar güce sahipmiş gibi görünmüyordu. Tek uzvum ile zeminde kendimi çekerek o ışık çizgisinin bulunduğu yere doğru ilerlemeye çalıştım. Hedefime ulaşmak birkaç dakika sürmüş olmalıydı. Işığın geldiği konuma ulaştığımda ise etrafımdakilere inanamamıştım. Atmosferde bir ışık kaynağı yoktu. Işık, atmosfere yoğun kara gazlar salan birkaç devasa yükseltilerin üzerinden ve çevresinden geliyordu. Bu gazlar farklıydı. Bu gazlardan su düşmüyordu. Daha farklı bir madde meydana geliyordu. Gri renkte, hayvanların bedenlerinde bulunan kalın şeye benziyordu. Kötü kokuyordu. Her taraf, atmosferden düşen bu madde ile kaplıydı. Çevrede birkaç tane bitki türü var gibiydi fakat hiçbirinde renk hâkim değildi. Sadece bir tanesi kızıl renklerdeydi. Geri kalanlar çoğunlukla zayıf gözüküyordu. Zemin hep o gri madde ile kaplıydı. Başka bitki yoktu. Canlı yoktu. Bulunduğum yapıtın hemen yanında bir zayıf ağaç parçası vardı. Ona tutunarak bedenimi kaldırabileceğimi fark ettim. Zor da olsa başarmıştım. Daha yüksek bir konumdan bakınca çevremde neler olup bittiğini daha iyi anlamıştım. Bir yükseltide, tepedeydim. Atmosferin akışını hissediyordum. Soğuk değil aksine çok sıcaktı. Bedenime temas eden yerlerde ısısını bana aktardığını hissedebiliyordum. Atmosferin akışı sayesinde aldığım kokunun daha kötü olduğunu anlamıştım. Tadı bile iğrençti. Beni rahatsız etmişti. Bulunduğum yükseltiden aşağı doğru baktığımda bazı tuhaflıklara tanık oldum. Net göremesem de bazı insan bedenleri olduğunu düşündüğüm şeyler vardı. Aşağıda, kimisinin vücut parçaları ve organları dağılmış bir şekilde kimisinin ise bedeni tanınmayacak haldeydi. Vücut sıvılarının çoğunlukta biriktiği yerlerde hep o kızıl bitkiler gözüküyordu. Bu yığıntılardan yaklaşık olarak iki yüz adet sayabilmiştim. Neden bu kadar insan bedeni buradaydı? Biraz daha dikkatli baktığımda ise yığıntıların arasında hareket eden başka insanlar olduğunu görmüştüm. Yığıntılardaki bedenlerden birkaç adet alıyor ve daha uzakta bulunan büyük bir deliğe doğru götürüyorlardı. Bedenleri, o çukurun içerisine atıyorlardı. Bulunduğum bölgede neler olduğunu tam olarak anlayamamıştım. O sırada birisinin geldiğini ve bana seslendiğini fark ettim: “Lily Abla! Çıkma dışarı! Kül yağmuru başladı. Her tarafını örtmeden çıkamazsın.” Gelen Amice’di. Ona baktığımda her tarafını kapatan, yüzünü bile kapatan kalın bir kıyafet giyiyordu. Başta kim olduğunu anlayamasam da sesinden tanımıştım. Fakat sesi de bir filtreden geçiyormuşçasına daha ince geliyordu: “Neden Amice?” Artık yanıma ulaşmıştı. Tek uzvumu tuttu ve beni geldiğim küçük yapıta doğru götürmeye başladı: “İçeri girelim öyle söylerim. Hadi Lily Abla.” “Tamam.” İçeri girdikten sonra Amice, girişi sıkı ve ince nesneyle bağlayarak kapatmıştı fakat alana biraz da olsa o yumuşak gri maddeden girmişti. Girişi kapatmadan önce onları da dışarı attı. Sonrasında üzerindekileri çıkarmaya başladı ve beni, gözlerimi açtığım kısma yatırdı. Bir süre sonra tekrar sordum: “Neden dışarı çıkmamalıyım?” Amice, tüketmek için yemek hazırlıyordu. Bunu sorunca bir an durdu ve bana döndü: “Bu gökyüzünden yağan şeye kül deniyor. Bizim için iyi değil. Çok tehlikeli. Onu koklamamalı, ağzına almamalı, bedenine temas ettirmemelisin. Zehirlidir. Dikkatli olmalısın.” Amice’in dediklerine göre bedenime temas etmemesi gerekiyordu fakat girişteki kül denen gri, yumuşak bu maddeye ayaklarım temas etmişti. Bunun bir risk oluşturabileceğini düşünememek benim hatamdı. O an aklıma başka bir soru gelmişti. Neden Amice bu riskli ortamda bulunuyordu? Burası tam olarak neresiydi? Sordum: “Neden buradasın? Burası neresi?” Amice, odaklandığı eylemi bıraktı ve tekrar bana döndü. Bir nefes alıp verme hareketi yaptı ve konuşmaya başladı: “Burası Dünya’daki Cehennem.” “Ne?” “Cehennem, insanlar öldükten sonra cezalarını çektiği yere denir. Normalde öldüğün zaman buraya gelmen gerekir fakat benim gibi bazı insanlar bazen buraya gönderilir. Dünyada da cehennemi yaşamamız için…” Anlamamıştım. Bir cevap vermeden sadece Amice’in yüzüne doğru bakıyordum. Amice, tekrardan nefes alıp verdikten sonra devam etti: “Buraya cezamı çekmek için gönderildim. Burası doğal zindan gibi bir yer. Üç adet yanardağın arasında kalan geniş bir alan ve bu yanardağlar sürekli çalışıyor. Dağlar çok yüksek ve sürekli lavlar aktığı için buradan çıkış imkânsız. Tek bir giriş-çıkış var orası da Axtje Birliğinin şövalyeleri tarafından korunuyor. Buraya, her ülkeden ve milletten insanlar getiriliyor. Savaş esirleri, ağır suçlular ve bizim gibi suçsuzlar. Günde sadece iki öğün yemek veriliyor ama bir insana ikisi birden bile yetmez. Çok az veriyorlar. Ben daha fazla yemek alabilmek için bu devasa toplama kampında ölüleri yakma işindeyim. Seni de onların arasında buldum ve hemen buraya getirdim.” Amice’in anlattıkları hiç duymadığım şeylerdi. Çoğunu anlamamıştım ama burasının hiç de iyi bir yer olmadığını anlamıştım. Sorularıma devam ettim: “Buraya nasıl geldin?” “Köyün reisine yakalandıktan sonra bir süre köyde ağaca ellerimizden asıldık. Üç gün öyle kaldık. Daha sonra da…” Amice, biz ifadesiyle konuşuyordu. Devam etmedi ve bir anlığına sessizleşti. Onunla birisi daha mı vardı? Bedenimi yattığım yerden kaldırdım. Önce bunu sormalıydım: “Amice?” “Efendim?” “Senin yanında kim vardı? Kimle beraber yakalandın?” Amice cevap vermedi. Kafasını aşağıya doğru indirdi. Yüzünü göremiyordum. Ne olduğunu anlamamıştım. Normal bir soru sormuştum: “Amice?” Bir süre sonra kafasını kaldırdı. Gözlerinden sıvı akıyordu. Yüzünün rengi kırmızı gibiydi. “Lily Abla!” Tam olarak konuşamıyordu. Bir sıkıntısı mı vardı? Ne olmuştu birden? Cevap verdim: “Efendim? İyi misin Amice?” “Lily Abla, Brishen!” “Kim?” “Brishen!” Amice gücünü kaybetmiş bir şekilde yere yığıldı. Yüksek sesler çıkarıyordu. Gözlerinden sıvıların akışı artmıştı. Bu durumu üzgünlük ve acı olarak yorumladım. Bahsettiği kişi, Brishen… Kim olabilirdi? Onu bu kadar üzecek birisi miydi? Bunları düşünürken birden baş ağrım yine arttı. Ağrıya dayanamadım ve kontrolsüzce geri yattım. Çok ağrıyordu. Sanki kafamın içinden bir şeyler çıkıyor gibiydi. Ağrı birden kayboldu ve Brishen’in kim olduğunu hatırladım. O Amice’in kardeşiydi. Köyde üçümüz beraber vakit geçirmiştik. Köyün reisi ve adamlarından kaçmak için bana yardım etmişlerdi. Nasıl unutabildim? Amice çok üzgün görünüyordu. Ona iyi şeyler düşündürmeliydim. Bu gibi durumlarda insanlar ne yapardı? Bilemiyordum. Aklımda hiçbir fikir yoktu. Biraz kendimi zorladım. Ne yapabilirdim. O sırada onlarla aramızda geçen bir olay aklıma geldi. Evet, tek bir çözüm vardı: “Amice… Brishen’i unuttuğum için özür dilerim.” Amice yattığı yerden başını kaldırdı. Sesi kesilmişti. Bana bakıyordu. Gözlerinden akan sıvılar anlık olarak durmuştu. Hemen cevap verdi: “Hayır, hayır! Lily Abla.” “Sizi unutmamalıydım.” “Hayır! Öyle değil!” Amice daha da üzgün görünüyordu. Konuşmaya devam etti: “Onu unuttuğun için değil bu üzüntüm.” Anlamamıştım. O zaman ne olabilirdi? Sordum: “Neden üzgünsün?” Amice biraz kendini düzeltti ve yüzüme bakarak anlatmaya başladı. Fakat konuşmanın sonuna doğru yine aynı duruma girmişti: “Brishen’i ve beni, üç gün boyunca ellerimizden ağaca astılar. İlk gün konuşmuştuk. İkinci gün Brishen, biraz sessizleşmişti. Üçüncü gün ise tek bir kelime bile etmemişti. Gün içerisinde bizi gören köyden insanlar bizlere taş fırlatıyordu. Yaralanmıştı. Bize hiç yemek ve su da verilmemişti. Dördüncü günün sabahında buraya getirilmek için bizi ağaçtan indirdiler. Ben biraz hareket edebiliyordum ama Brishen… O hareketsizdi. Köyün reisinin adamları onu kontrol ettiklerinde ölmüş olduğunu söylediler. Onu bir çöp gibi bir kenara attılar ve beni de bir kafese koyarak Axtje Birliğine teslim ettiler. Kardeşimi bu son görüşüm oldu. Onun için hiçbir şey yapamamıştım. Tam bir aydır buradayım ama onu tek bir gün bile unutamadım. Ölmüş olması beni çok fazla üzüyor. Onu çok özlüyorum.” Amice’in anlattıkları hiç hoşuma gitmemişti. Amice’e ve Brishen’e yapılan bu şeyleri kabul edemezdim. O pislik insanların hepsini teker teker yok edeceğime dair bir söz söyledim. Amice de başıyla aşağı ve yukarı hareketi yaptı. Yine üzgün olmuştu ve gözlerinden sıvılar akıyordu. Kafası aşağı bakarak bana sarılıp sarılamayacağını sordu. Sarılmak ne demekti bilmiyordum ama kabul ettim. Onu iyi düşündürmek istiyordum. Bunun üzerine bedenime elleriyle arkadan tutunup kendisini bedenime yapıştırdı. Bu his bana tanıdık gelmişti. Yoksa bu da mı unuttuğum şeylerden biriydi? |
0% |