Yeni Üyelik
1.
Bölüm

BÖLÜM 1

@alleyna.t

 

2082 yılında, insanlar Dünya'nın yok olması tehdidiyle karşı karşıyaydı. Dünya aşırı derecede ısınmıştı. Artık evden dışarı çıkmak neredeyse imkansızdı. İnsanlar büyük önlemler alarak, sadece ihtiyaçlar için dışarı çıkıyordu. Dünyanın aşırı ısınması sonuçu iklim krizleri ortaya çıkmış, buzullar erimiş, çoğu ülke sular altında kalmıştı.

Yetkililer uzun yıllardan beri araştırmalarına devam ediyor, yaşanışanılabilecek bir gezegen arıyorlardı. Ancak dünyaya benzeyen gezegen bulmak zor olsa da bundan daha zor olan bulunan gezegene en hızlı şekilde gönderilebilen uzay gemisi yapmaktı. Bilim insanları canla başla çalışıyor, uyku bile uyumuyorlardı.

İnsanların kurduğu, araştırmaların yürütüldüğü büyük bir toplum örgütü vardı.

'Kurtuluş Birliği Toplum Örgütü', tüm askeri ordu, siyasiler, bilim insanları tek çatı altında toplanmıştı. Bu örgüt başkentin ortasında bir gökdelen de işleri yürütüyordu. Katlara göre bölümlere ayrılmışlardı. En alt katta ordu, orta bilim insanları, en üst katta siyasi liderler konaklıyordu.

Gökdelen de her iş sistematik biçimde ilerliyordu. Ordu katı bir şekilde, hoşuna gitmeyen durumlara müdahale ediyordu. Siyasiler alt tabaka insanları eziyor, aslında içten içe kendilerini ve ailelerini en önde kurtarmayı amaçlıyordu. Bilim insanları ise omuzlarına binen bu yük karşısında bir çözüm yolu aramaya devam ediyordu.

Gökdelen yine büyük bir doğal afet haberiyle çalkalanıyordu. Suların yükselmesiyle hemen hemen her hafta tsunami oluyor, aylarca kesilmeyen yağmurlar yağıyordu. Bazen de yakıcı bir güneş oluyordu. Yine bir tsunami felaketinin yaşandığı gündü. Ordu tüm birliğini seferber edip sivilleri kurtarmaya gitmişti. Siyasiler sadece anons ve video kaydı ile halka açıklamalar yapmayı yeterli görmüştü. Ordu komutanı iyice sinirlenmişti. Halkı olası felaketlerden koruyamıyorlardı ve tüm bunların sorumlusu olarak siyasileri tutuyordu. Komutan alt rütbeden en güvendiği askerini yanına çağırdı. Niyeti emir vermek değildi; biriyle konuşup içindekileri atması gerekiyordu.

Dışarıda beklemekte olan askere seslenerek, "Asker! Bana derhal Recep komutanı çağır." Dedi.

Bu emri duyan asker, "Baş üstüne komutanım." Diyerek odadan çıktı. Bir kaç dakika sonra kapı tıklandı. Gelen Recep komutandı. Recep komutan işini iyi yapan, vicdanlı, herkese karşı iyi niyetli olan bir adamdı. Onu görenler askerliğe uygun olmadığını düşünebilirdi. Recep komutanın odaya girmesiyle ordu komutanı ayağa kalktı ve, "Hoş geldin Recep. Bugün birer arkadaş gibi konuşalım istiyorum. Biliyorsun bu dünyanın fazla zamanı kalmadı. Her şeyi evlatlarımız için yapıyoruz. Yoksa biz yaşasak ne olur yaşamasak ne olur?" Dedi.

Recep kafasını sallayarak onayladı.

"Haklısınız. Bizler daha doğal afetlerden sivilleri koruyamıyoruz. Nasıl başka bir gezegen bulup yerleşeceğiz?"

Ordu komutanı ciddileşti. Sinirli bir adam olduğunu herkes bilirdi ve tüm askerler ondan çekinirdi. Onu görenler başlarını yere eğer ve asla kaldırmazdı. Ancak içinde kötülük olmadığını en yakınları daha iyi bilirdi.

"Buna olan inancım hiç yok. Biz gezegen bulacağız da oraya gideceğiz öyle mi? Hepsi masal. Halkı umutlandırıyorlar. Susmaları için bu masalı uydurdular. Bu süre içinde kendileri zenginlik içinde yaşayacak. Şu olanlara bakar mısın? Bugün 42 kişi daha öldü ama adamların umrunda bile değil."

Ordu komutanı içindeki tüm kini, acıyı kusuyordu. Dünyanın, insanlığın kurtulacağına olan inancı yok olmuştu. Onun gibi düşünenler de vardı düşünmeyenler de.

Recep başını yere eğdi. Söylenecek bir şey kalmadığını kendi de biliyordu. Tek bir çare vardı o da belliydi. Ancak kimse dillendiremiyordu.

"Yıllarca katlandık daha ne kadar sabredeceğiz? Bir gezegen bulsalar bile bizi alırlar mı? Bu işe el atmalıyız."

Recep'in bu sözleri ordu komutanını cesaretlendirmişti. Yanına bir destekci arıyordu. Tek başına yönetime karşı çıksa onu indirirlerdi. Yıllarca tüm sivilleri susturmuşlardı.

"Senin de benimle aynı fikirde olman beni gururlandırdı. Zalimliğe karşı susmayacağız. Halk zayıf, çaresiz, her şey bize bağlı."

Recep başını gururla kaldırdı. Böyle bir adamdan bu lafları duymak onu mutlu etmişti. Ordu komutanı tekrar konuşmaya başladı.

"Mesai bitiminde yanına en güvendiğin askerleri al ve daireme gel."

"Emredersiniz."

"Çıkabilirsin asker."

Recep komutan, kendinden emin bir şekilde dışarı çıktı ve akşam getireceği askerleri düşündü. Herkesin aynı fikirde olduğunu biliyordu ama asıl mesele güvenebilmekti. Bu devirde herkes can güvenliğini ve parayı düşünüyordu. Kendi gibi tüm insanlığı düşünen askerler lazımdı.

Gökdelenin ordu bölümünde bunlar yaşanırken, bilim insanları daha farklı şeylerle uğraşıyordu.

Profesör her zamanki gibi odasına kapanmış, yaptığı araştırmalar arasında sıkışmıştı. Günde on beş saatten fazla çalışıyordu. Herkes ondan iyi haberler bekliyordu. Ancak bu dünyanın düzeleceği yoktu. Her şey için geç kalınmıştı. Dünyanın, doğanın değerini kaybedince anlamışlardı ve bunun sonuçları oldukça ağırdı. İnsanlar evlerine kapanmış mecbur olmadıkça dışarı çıkmıyordu. Dışarı çıksalar ya tsunami de öleceklerdi ya da tehlikeli, açlıkla sınanmış insanlar tarafından saldırıya uğrayacaklardı.

Çoğu kişi profesörün yaşına ve bilgisine güveniyordu. Ancak uzun zamandır kayda değer bir şey elde edememişlerdi. Profesör 10 saattin sonunda odasından çıktı. Kapının açılmasıyla tüm çalışanlar gözlerini Profesöre dikti. Kimi laboratuvarda çalışıyor kimi bilgisayar başında çalışıyordu. Bazı gökbilimciler ise yaşanılacak bir gezegen araştırıyordu. Herkes üstüne düşeni yapmaya çalışıyordu. Burada çalışma saatleri yoktu. İnsanlar kendi istekleriyle saatlerce aralıksız çalışmayı tercih ediyordu. Profesör etrafa uzunca göz gezdirdi. Ne kadarda yorgun görünüyorlar diye içinden geçirdi. Bu durum onu üzüyordu ama onları motive etmek de yine ona düşüyordu.

"Sizler benim hem çalışma arkadaşlarım hem öğrencilerim hem de evlatlarımsınız. Çok çalıştığınızı görüyorum. Emeğiniz, çabanız asla unutulmayacak. Evlatlarımız, torunlarımız sizin adınızı anacak. Pes etmek yok. Ya çözüm bulacağız ya da çözüm bulacağız. Başka çaresi yok."

Bu sözler herkesi gururlandırmıştı. Bazen cesaretlendirmek, insanların yüreğine umutlar ekmek gerekiyordu.

"Profesör! Profesör! Sizinle konuşmam gerekiyor."

Bilim kurulunda önemli bir yere sahip olan genç bilim insanı, heyecanlı bir şekilde profesöre seslendi. Herkes nefesleri tutmuş onu izliyordu. Profesör şaşkın bir şekilde, "Söyle, hemen şimdi burada." Dedi.

Genç adam heyecanından kurtulmak için derin bir nefes alarak söze başladı.

"Profesör size hem iyi hem de kötü bir haberim var. Uzun zamandır yeni bir gezegen arayışındaydık sizinde bildiğiniz gibi. Yaklaşık yirmi gündür gözlemlediğim bir gezegen var. Bizim dünyamıza benziyor. En önemlisi de su var. Bu çok net bir şekilde gözlemleniyor."

Ortam fısıltı sesleriyle dolmuştu. Profesör şaşırmıştı ne diyeceğini toparladıktan sonra konuşmaya başladı.

"Bu şimdi mi söylenir? Yirmi gündür neden bekledin? Hemen bu gezegenin konumunu, bilgilerini odamda istiyorum. Acilen kamera göndermemiz gerekiyor. Hatta hemen bir kaç astronot gönderelim. Araştırmalar derhal başlamalı!"

Genç adam başını yere eğdi. Bu haberi herkesin içinde vermemesi gerektiğini biliyordu. Gereksiz umutlandırmıştı herkesi.

"Profesör, iyice araştırmadan, emin olmadan haber vermek istemedim. Yaşanılabilecek olması güzel fakat oraya gitmemiz 356 ışık yılı mesafede. Sizde biliyorsunuz ki şu anki imkanlarımız buna elverişli değil."

Genç adamın içi kan ağlıyordu. Bu gezegen bulunmaz bir nimett. Kurtuluş olabilirdi. Ancak oraya anında gidecek bir teknoloji mümkün değildi. İnsanların son umudunu da elinden almış hissediyordu.

Profesör ise yere yığılmamak için bir masadan destek alarak duruyordu. Bu kadar çok yaklaşmışken böyle bitemezdi. Etrafındaki insanların yüzlerine tek tek baktı. Şaşkın, üzgün, kızgın, hepsinde hayal kırıklığı vardı. O an asla pes etmeyeceğine yemin etti.

"Üstümüzde büyük bir yük var biliyorum. Aslında şimdi ne kadar çok yaklaştığımızı görüyorum. Daha düne kadar elimizde hiçbir şey yoktu. Gezegen bulacağımıza dair umut bile yoktu. Biz pes etmedik ve bakın gezegen bulundu. Evet 356 ışık yılı uzaklıkta olsa da bir yolunu bulacağız. İnsanlığın kaderi bizim ellerimizde. Şimdi herkes işinin başına dönsün. Herkes bir fikir, çözüm bulup bana rapor versin. Sizler bilim insanısınız. Kimsenin düşünmediğini düşünmek zorundasınız!"

Bu cesaretlendirici konuşmadan sonra herkes işinin başına döndü. Daha sıkı sıkıya çalışmaya başladılar.

Siyasilerin kaldığı katta ise kurucu başkan her zamanki gibi odasında oturuyordu. Başkan yardımcısı yanında günün özetini geçiyor, rapor sunuyordu.

"Başkanım, bugünkü felakette ölenlerin yakınları bize karşı çok sinirli. Bazı eylemlerde bulunmuşlar. Ajanlarımız onları geri püskürttü. Bu olayları basından gizledik."

Başkan başıyla onaylayarak, "İyi yapmışsınız. Basını sansürlemeniz bizim yararımıza. Halkın alevlenmesi küçük bir çakmak alevine bakar. Biz onlar için uğraşıyoruz, nankörlerin yaptıklarına bak. Doğal afet bu bizim elimiz de mi?" Dedi.

Başkan Yardımcısı da aynı fikirdeydi. Dünyanın kurtulacağı yoktu. Yeni gezegen fikri de inkansızdı. Bu yüzden dünyanın son nimetlerinden faydalanmak istiyordu. Kendini ve ailesini düşünmek kolayına geliyordu. Başkan ve Başkan Yardımcısı kendilerine sağlam bir gökdelen de daire almışlar içini de kendilerini uzun süre idare edebilecek şekilde yiyeceklerle doldurmuşlardı. Çoğu siyasetçi bunu yapmıştı. Amaçları kendilerini ve ailelerini olası bir felaketten korumaktı. Ancak geri de kalan insanları hiçbiri düşünmüyordu.

Tabi iyi olan siyasetçiler de vardı. Gerçekten halkı düşünenler felaketleri önlemeye çalışıyordu. Ancak tüm yetki Başkanın elindeydi.

 

Loading...
0%