@alleyna.t
|
Dünya, yine karanlık bir sabaha uyanmıştı. Simsiyah bulutlar her yeri kaplamış tüm kasvetiyle insanın enerjisini sömürüyordu. İnsanlar evlerine kapanmış, camdan bakmaya bile korkuyordu. Çoğu kişi salgın hastalık ve açlıkla savaşıyordu. Ekolojik dengenin bozulması, kıtlık ve salgın hastalıkları da beraberinde getirmişti. Hayatta kalabilmek mucizeydi.
Gökdelen de bilim insanlarının bulunduğu katta, içlerinde John'unda olduğu bir kaç kişi sabahlamıştı. John, kahvesinden bir yudum alarak masaya koydu. Bugünün planını yapmıştı. Mühendislerle küçük bir toplantı yapacaktı. John başını ellerinin arasına aldı. Beyni patlamak üzereydi. Uykusuzluk vücudunu mahvediyordu. Çalışma arkadaşlarının da yavaş yavaş odaya girdiğini gördüğünde ayağa kalktı. Artık uyumalıydı. Gördüğü kişilere selam vererek odadan çıktı. Asansörde iki kat indikten sonra koridordadan geçerek dairesine girdi. Dağınık olan daireye bakarak ilerledi. Günlerdir toplamamıştı. Aklı gibi evi de dağınıktı. Saatini üç saat sonraya ayarlayarak alarm kurdu.
Ordu katında ise, Ordu komutanı anca bir kaç saat uyuyabilmişti. Düşünceler tüm beynini sarmıştı. Profesörün verdiği haber aklını kurcalıyordu. Planı askıya mı almalıydı? Bir an önce Recep ile konuşup akıl danışmalıydı. Üniformasını giyinip dairesinden çıktı. Dairesi odasına çok yakındı. Aynı koridorda yürüyerek odasına girdi. Bir kaç dakika sonra kapı çalındı. Gelen Recep komutandı.
"Gel Recep bende seninle konuşacaktım." Dedi.
"Günaydın komutanım."
"Bırak şimdi günaydını iyi akşamları Recep! Aldığım haberden haberin yok. Profesörle konuştum. Kafam çok karışık."
"Profesör sizinle ne konuştu ki?"
"Bir gezegen bulunmuş. Sakın kimseye söyleme. Büyük Kurul toplanana kadar gizli kalacak."
"Efendim bu harika bir haber. Hemen kırmızı alarm verip kurulu toplamamız gerekmez mi?"
"Aslında öyle gerekli ama durum karışık. Bu gezegen uzakmış. Bizim anlayacağımız şeyler değil bunlar. Biz işin başka boyutuyla ilgileniyoruz. Başkanı ortadan kaldıralım dedik yeni gezegen bulundu. Bende sana akıl danışacaktım."
"Efendim bana sorarsanız kurulu hemen toplayalım. Geleceğimiz, kurtuluşumuz söz konusu. Eğer Başkanın tavırları değişmezse gerekeni yaparız. Şimdi yönetimi ele alırsak ortalık karışabilir."
Ordu komutanı gözlerini tek bir noktaya sabitleyerek biraz düşündü.
"Haklısın Recep. Kaos yaratmaya gerek yok. Acilen Büyük Kurul toplansın. Bakalım Başkan ne diyecek."
Ordu komutanı, Profesörü aradı ve Büyük Kurulu toplamasının daha doğru olacağını söyledi. Profesör hemen Başkanı aradı.
Başkan ise hala dairesinde uyuyordu. Telefonu sekreteri açtı. Profesör durumun acil olduğunu anlatarak Başkanı uyandırmasını söyledi. Sekreter durumu Başkan yardımcısına bildirince Başkan Yardımcısı söylene söylene Başkanın dairesine gitti. Kapıyı açan Başkan burnundan soluyordu.
"Bu saatte uyandırmaya nasıl cesaret edersin! Ne oluyor?"
"Efendim, Profesör sizinle acilen görüşmek istiyor." Başkan yargılayıcı bakışlar eşliğinde, "Bu işin zorluğu da bu. Yaşlı bunak yıllarca çözüm bulamadı. Şimdi ne istiyormuş? Sen konuşsaydın ya." Dedi.
"Kendisi çok acil olduğunu söyledi. Belki de çözüm buldu."
"Tamam sen odama geç ben giyinip geliyorum."
Başkan, takım elbisesini giyip aceleyle odasına doğru yürüdü. Hemen Profesörü arayıp görüşmeye başladı.
"Profesör, bu saatte bu kadar acil olan şey nedir?"
"Başkanım, acilen Büyük Kurul Toplantısı yapmamız lazım."
"Zaten üç gün var. Ne sabırsız adammışsın sen."
"İnsanlığın geleceği söz konusu."
Profesörün bu sözü Başkanı ikna etmeye yetmişti. Başkan saatini kontrol ederek iki saat sonraya yani saat 09.00 a Büyük Kurul Toplantısı olacağını duyurdu.
Profesör, bu haberi Kurulda yer alan herkese verdi. Elinde olan tüm bilgileri dosya halinde hazırladı. John'un asistanını çağırarak, John'a haber vermesini söyledi.
Ordu komutanı da toplantı yapılacağı haberini aldı. Herkes siyasilerin bulunduğu kata çıkarak toplantı odasına geçtiler. Büyük Kurul toplanmıştı. Profesör, Ordu komutanı, Başkan ve onların kendi katından seçtikleri insanlarda orada bulunuyordu. Tüm bu insanlar büyükçe bir masanın etrafında bir araya gelmişti. Başkan toplantıyı başlattı. Başkan kaşlarını kaldırarak, "Evet profesör kurulun erken toplanması için önemli olan şey nedir?" Diye sordu.
"Bir gezegen bulundu. Yaşam olanaklarını olan, yüzeyinde su olan bir gezegen. Bu hem güzel hem de kötü bir haber."
Herkes heyecanla birbirine baktı ve aralarında fısırdamaya başladı. Başkanın sesi bu görültüyü susturmuştu.
"Nesi kötü haber bunun? Hemen hazırlıkları yapın oraya gideceğiz." Diye emir verdi.
"Hayır bunun için yeterli teknolojiye sahip değiliz. Ayrıca bu gezegen 356 ışık yılı uzaklıkta. Araştırmalarımız hala sürüyor. Acilen uzay teleskobu göndermeliyiz."
Bu haber herkesi üzmüştü. Profesör üzülen yüzleri görünce başını yere eğdi.
Başkan sinirlenmişti. "Ne demek teknolojimiz yok. Ne gerekiyorsa yapın. Uzay gemisi yapın. Bilim insanı olan sizsiniz bir yolunu bulursunuz."
Başkanın bu fevri hareketleri Ordu komutanının dikkatini çekmişti. Başkan kendi götünü kurtarmak için her şeyi yapardı. Tüm insanlığı bile harcardı. Kesinlikle onun işini bitirmeliydi.
Profesör, Başkana dönerek, "Evet bilim insanı olan biziz ve sizden daha çok işe yarıyoruz. Teknolojimiz yok çünkü imkan yok. Dünyada az miktarda kara parçası kaldı. Bu kara parçaları da çölden ibaret. Uzay gemisi için yeterli malzemeyi bulmamız, üretmemiz gerekli. Bunları da sizin planlamanız gerekli. Biz uyku uyumadan çalışırken sizin tek yaptığınız yatmak, emirler vermek." Dedi.
Herkes profesörün bu sert çıkışına şaşırmıştı. Ordu komutanı konunun açılmasına sevinerek söze atladı.
"Profesör haklı. İnsanlar dışarda sefil bir halde. Ya açlıktan ya hastalıktan ya da felaketlerden ölüyorlar. Siz burada istediğiniz yiyeceği yiyorsunuz. Hastalıklardan korunuyorsunuz. İlaçlarınız var. Aileniz güvende. Örgütün amacı bu değildi. Ya kendinize gelirsiniz ya da biz gerekeni yaparız!"
Başkan bu laflardan sonra hızla ayağa kalktı ve elini yumruk yaparak masaya vurdu. Egosu bu hakaretleri kaldıramıyordu.
"Meğer ne çok düşmanımız varmış. Birlik mi oldunuz bize karşı. Ben Başkanım unuttunuz galiba. Sizi buradan sürgüne gönderirim. Bakalım hayatta kalabilecek misiniz? Ayrıca sizin benden ne farkınız var? Sizde bu gökdelende yaşıyorsunuz. İstediğiniz yiyecekleri yiyorsunuz. Güvendesiniz. Burada benim kurallarım geçer. Cesaretiniz varsa gidip dışarıda yaşarsınız."
Başkan herkesi tehdit etmişti. Ancak ordu komutanı asla altta kalacak biri değildi. Komutan hızla ayağa kalktı ve Başkanın üstüne yürüdü. Başkan geri çekildi. Elini kaldırmasıyla onun korumalığını yapan iki ajan silahlarını çıkardı. Ordu komutanı, yerinde durup iki ajana baktı. Birinin genç askerlerden Yağız olduğunu gördü. İki ajanda başkanı koruyordu. Başkan yüzünde oluşan aşağılayıcı bir gülümsemeyle, "Tutuklayın şunu." Dedi. Ordu komutanıyla gelen askerler de silahlarını çekmişti. Büyük bir kaos çıkmak üzereydi. Yağız yanındaki ajanın eline bir tekme atarak silahı yere düşürdü. Tarafını seçmişti. Ordu komutanı, Yağız'ın bu hareketinden sonra başkana dönerek büyük bir tokat attı. Bu tokat başkanı yere sermeye yetmişti. Toplantıda bulunan herkes şaşkındı. Siyasiler olduğu yerde durmuş, korkudan kıpırdayamıyorlardı. Ordu komutanı emir verdi.
"Başkanı ve yardımcısını tutuklayın. Sürgün edilecekler. Yönetimi biz ele alıyoruz. Örgütün amacını yerine getirmenin zamanı geldi."
Askerler, Başkanı yerden kaldırıp götürdüler. Herkes birbirine bakıyor, fısıldaşıyorlardı. Ordu komutanı tekrar konuşmaya başladı.
"Herkes otursun. Düzgünce plan yapmalıyız. Profesör lütfen anlatmaya devam edin. Bizden istedikleriniz nedir?"
"Öncelikle başkanın aradan çıkartmanız iyi oldu. Sınırlarını aşmıştı. Kurtuluş konusuna gelirsek önce uzaya bir teleskop göndermeliyiz. Mühendislerle görüşüp önceki yaptıklarından daha iyisini yapmalarını söyleyeceğim. Eğer bilgi edinebilirsek ve olumlu olursa uzay gemisi yapmamız gerekecek. Bu son teknoloji olması gerekli. Ancak yeterli malzememiz olduğunu sanmıyorum."
"Profesör size tüm imkanları sunacağım. Lütfen ne gerekiyorsa yapın. Artık yeni bir düzen gelecek. İnsanların yiyecekleri bile yokken son teknolojiye sahip bir gemi nasıl yapılacak bilmiyorum. Buradaki herkese sesleniyorum. Yiyecek sorununu çözebilmemiz için bir kaç kişinin yardımına ihtiyacım var. Yardım etmek isteyenler toplantı sonrası odama gelsin. Tabi tek sorun bu değil. Yaşam şartları kötü olan insanları, diğer gökdelenlerden birine aktarmayı düşünüyorum. Hani şu siyasilerin kendine ayırdığı gökdelen."
Odada bulunan siyasiler birbirlerine baktılar. Seslerini çıkarmaya cesaretleri yoktu. Sürgünden korkuyorlardı. Geri kalan herkes bu habere sevinmişti.
Toplantı bittikten sonra profesör bilim insanları katına gitti. Toplantının detaylarını diğerlerine aktardı. Yiyecek sorununu çözmek için aklında bir kaç kişi vardı. Zaten gökdelen de yiyecek üretimi laboratuvarda yapılıyordu. Ancak bazı zamanlar yetersiz kalıyordu. Profesör bunun için çalışan Gıda mühendislerini ve Doku mühendislerini görüşmek için aradı. Doku mühendisleri laboratuvarda yapay et üretiyorlardı. Böylelikle yiyecek sorunu az da olsa çözülüyordu. Profesör, mühendisleri ordu komutanına yönlendirdi.
Profesörün şimdi ki işi uzay teleskobunun yapımı için mühendislerle iletişime geçmekti. Küçük bir toplantıya ihtiyacı vardır. Asistanına mühendisleri çağırmasını söyledikten sonra odasına geçti.
Ordu komutanı ise yeni düzeni kurmaya çalışıyordu. Yiyecek ve su çözümü için başka bir gökdelen ayarlamayı düşünüyordu. İşlerin birbirine karışmaması için her şey ayrı ayrı yürütülmeliydi. Bekledikleri bilim insanları geldiğinde onları odasına aldı.
"Hoş geldiniz. Buyurun şöyle geçin."
Üç doku mühendisi ve bir gıda mühendisi gelmişti. Herkes meraklı gözlerle ordu komutanına bakıyordu.
İçlerinden biri, "Yönetimi ele almanıza sevindik. Umarım aynı şeyler bir daha yaşanmaz. Bizi buraya neden çağırdınız?" Dedi.
"Yeni düzen için bazı konulara el atıyorum. Sizde biliyorsunuz bir çok sorun var. Öncelikli olarak yiyecek sorunuyla ilgilenmek istedim. Sizlerin yeri bizim için ayrı bu yüzden daha fazla yiyecek üretimi yapabilmeniz için size ayrı bir gökdelen ayarlayacağım. Çalışmalarınıza geniş bir alanda devam etmeniz daha iyi olur. Tüm bu insanlar için yeterli yiyecek üretimi yapmamız lazım."
"Çok iyi düşünmüşsünüz. Ancak üretim yapmamız için malzemelere de ihtiyaç var. O kadar büyük bir alanı bir anda dolduramayız."
"Siz üstünüze düşeni yapın. Bir anda olacak şey değil zaten. Zamanla gelişeceğiz. Laboratuvarınız burada olsun yine ancak yiyecek depoları ve tesisleri diğer gökdelende olacak. Uygun ortam için hazırlıklarınızı yapın."
Ordu komutanı bu konuyu da halletmişti. Aklına genç ajan Yağız gelmişti. Derhal onu çağırmalarını emretti. Bir kaç dakika sonra Yağız kapıyı çalarak odaya girdi.
"Beni çağırmışsınız efendim."
"Gel oğlum otur. Bugün sen olmasan belki de sürgüne gidecek olan bendim. Sayende büyük bir değişim yaşandı."
"İşler böyle gelişmese bile ben başkanı ve yardımcısını öldürecektim. Toplantı sadece bahane oldu."
Yağız'ın kendinden emin konuşması, kararlı hareketleri, ordu komutanının hoşuna gitmişti. Ancak ondan habersiz böyle bir işe kalkışacak olması da endişelendirmişti.
"Benden habersiz böyle bir şey yapsaydın seni kendi ellerimle öldürürdüm. Ancak evlat sen bir felaketi önledin. O yüzden senin şu siyasilerin katını kaldırma fikrin aklıma yatmaya başladı. Bir işe yaramayan insanları burada tutmamızın bir anlamı yok. Gökdelen de sadece ordu ve bilim insanları olacak. Orduya da bir düzen getireceğim. Sıkı bir eğitimden geçmeleri gerek. Sen artık benim yanımda çalışacaksın."
Yağız, Ordu komutanının dediklerine şaşırmıştı. Fikrini önemsemesi hoşuna gitmişti. İlerde bu adam kadar güçlü ve sözü dinlenilen biri olmak istiyordu.
Ordu komutanı sözlerine devam ediyordu.
"Carlos'u bul ve beraber siyasilerin katına çıkın. Başkanın izinden gidenleri bulun ve sürgün edin. Bizimle aynı düşüncelere sahip insanları tespit edin ve bana rapor sunun. Daha sonra çaresine bakacağız."
"Carlos mu? İyi de neden Carlos?"
"Carlos yetenekli bir asker. Ayrıca bizim tarafımızda. Sizin birlikte çalışmanızı istiyorum. Emirlerim anlaşıldıysa çıkabilirsin."
Yağız sinirini içine atarak dışarı çıktı. Carlos ile tanışmasa da her gördüğünde sinir oluyor, hareketlerinden hoşlanmıyordu.
Asansörün düğmesine basıp beklemeye başladı. Kapı açıldığında karşısında Carlos duruyordu. Dudaklarına yargılayıcı bir gülümseme yerleştirip," Bende seni arıyordum. Ne tesadüf ki karşıma çıktın." Dedi.
Carlos gözlerini Yağız'a sabitleyerek, "Senin benimle ne işin olabilir ki? Neymiş konu?" Dedi.
Yağız, karşısındakinin ağzını yüzünü kırmamak için zor tutuyordu kendini.
"Biliyorsun benim sayemde ordu komutanının hayatı kurtuldu. Artık en güvendiği askeri benim. Bir görev verdi. Sende bana yardım edecekmişsin."
"Görev nedir?"
"Siyasi kata çıkıp Başkanın tarafında olanları tespit edeceğiz. Sonrası sürgün işte. Bizim tarafta olanları da rapor hazırlayıp vereceğiz."
"İyi gidelim o zaman."
|
0% |