@alleyna.t
|
Ateşin yaydığı ışık ve çıkardığı çıtırtı sesleriyle gözlerimi açtım. Uyanmamla kolumun koparcasına acıdığını fark ettim. Her şey bulanık gibiydi, üşüyordum. Görebildiğim kadarıyla etrafı inceledim. Ateşe doğru oturmuş, arkası bana dönük birinin oturduğunu gördüm. Konuşacak halim yoktu, acıdan inliyor çoğu zaman hayal görüyordum. Gözümü kapatıyor, bir süre sonra açıyordum. Bir türlü kendime gelemiyordum. Tekrar gözümü açtığımda onu başımda beklerken gördüm. Siyaha yakın kocaman gözleriyle beni izliyordu. İnsan mı diye düşünüyordum. İnsana benzemiyordu. Her şeyi insan gibiydi ama insanla kıyasladığım da farklı bir varlıktı. Burnu küçük, ağzı, kulakları küçük, gözleri kocaman, ten rengi esmerdi. Tüm bunlar ona ayrı bir hava katıyordu. Yine de ona güvenemezdim. Yerimden kalkamaya, geri çekilmeye çalıştım ama yaralarımdan dolayı gücüm yoktu. Konuşmasam bile beni anladığını hissettim. Elini alnıma götürüp bir kaç saniye dokundu. Üşüyen vücudum ısındı. Konuşmak için ağzımı araladığımda sadece "Su." diyebilmiştim. Ayağa kalkıp belindeki su matarasını çıkarıp bana doğru uzattı. Bir kaç yudum aldım, suyun tadı o kadar güzeldi ki sanki şekerli gibiydi. Beni kurtaran varlığa dönüp, "Teşekkür ederim." Dedim. Artık anladığımdan emindim çünkü bana gülümsemişti. Dişleri oldukça sivriydi. "Senin ırkın ne? Desteroalılara benziyorsun ama onların ayırt edici özellikleri var." Dedi. " Ben şey. İnsanım, yani insan işte. Desteroalılar kim?" Bir anda madalyondaki isim aklıma gelmişti. Annemi götürdükleri yere geldiğime emin olmuştum. Şu anda dünyada değildim. Garip varlık bana şaşırmış bir şekilde bakıyordu. Tekrar konuşmaya başladı. "İnsan. Hiç duymadım bunu. Ahaha!" Varlık kahkahalara boğulmuştu. "Neden güldün?" Dedim. Gülüşü de bir o kadar komikti. "Ben bir gezginim. Okyanusun ötesinden geldim. Arkadaşlarımla dağın ötesinde buluşmak için sözleştik. Ormanda sana rastladığımda şaşırdım. Bu ormana kendini koruyamayan biri girmeye cesaret edemez." Dedi. "Soruma cevap vermedin. Desteroalılar kim?" Sorumu yenilemiştim. Madem gezgin olduğunu söylüyor, beni oraya götürebilirdi. "Orası mükemmeldir. Tüm ırklar Desteroa'ya gitmek, görmek hatta yaşamak ister. Desteroalılar kadar büyüyü iyi kullanan ırk yok. Hem de kızları da güzeldir. Ahah ahaha!" Varlığın davranışları çocuğu andırıyordu. Vücudu yetişkin aklı çocuktu. "Beni oraya götürebilir misin? Gördüğün gibi bu ormanda tek başıma kalırsam hayatta kalamam." "Olur, götürürüm. Ama önce yaranı iyileştirmemiz lazım. Yoksa iblislerin salyasındaki zehir seni öldürür. Ahaha!" "Zehir mi? O kurtlar zehirli miydi?" "Kurt değil iblis. Zehirli 12 saat sonra ölürsün. Hadi gidip şifacı bulalım." Varlığın dediklerine inanamıyordum. Ölüm kelimesini kolayca söyleyebiliyordu. Benimle dalga geçiyordu. Ama şimdilik ona ihtiyacım vardı. "Öylese bana adını söyle. Tüm yol boyunca adını bilmediğim biriyle yürüyemem." Deyip gülümsedim. Ciddi bir ifadeyle "Rex. Gezgin Rex." Dedi. "Memnun oldum Rex. Ben de Nalan." Yavaş yavaş toparlanıp ayağa kalktım. Kolumdaki ısırık gerçekten çok kötüydü. Kolumun yarısı parçalanmıştı, yüzümde ve omuzlarımda dikenlerin kanattığı izler vardı. Rex ateşi söndürdü sonra ıslık çaldı. Bir kaç dakika sonra çift başlı, simsiyah bir at belirdi. Şaşkınlığımı gizleyemiyordum, ağzım açık ata bakmaya başladım. Rex belimden tutup beni ata bindirdi, kendi de binince yola çıktık. Ara sıra tuhaf canlılar görüyordum. Zehrin vücudumdaki etkileri ortaya çıkmaya başlıyordu. Güneşin doğuşu eşliğinde hızla ilerliyorduk. Güneş etrafı aydınlatınca ormanın aslında çok güzel olduğunu fark ettim. Devasa boyuttaki ağaçlar arasında karınca kadar küçük görünüyorduk. Ormanın renkleri de bir hayli canlıydı. Gördüğüm hayvanlar karşısında büyük şaşkınlık duyuyordum. İblis denilen varlığın zehri vücuduma iyice yayılmıştı. Etrafı bulanık görüyordum. Bindiğim çift başlı ata sıkıca tutunmama rağmen düşecek gibi oluyordum. Rex bu halimi anlamış olacak ki bir eliyle beni tutuyordu. "Yaklaştık. Dağın arkasında şifacı kulübesi var. Biraz huysuz bir kadın ama yardım edeceğinden eminim." Dedi. "Sanırım oraya kadar dayanabilirim. Rex ormanın korkutucu olduğunu söylemiştin, hiç iblis ya da kötü varlık çıkmadı karşımıza." Diye sordum merakla. "Sen güzelliklere aldanma. Gündüz ne kadar muhteşemse, gece de bir o kadar lanetli. Şimdi tüm kötülük derinlere gizlendi, ortaya çıkmak için bekliyor." Şaşırmıştım. Demek büyülü bir ormandı burası. Dağın arkasına ulaştığımızda küçük kulübe görünmüştü. Gündüzken bile kulübe ürkütücü görünüyordu. Şifacı kadın beni iyileştirmezse, göreceğim son şey bu kulübe olacaktı. Kulübenin önüne geldiğimiz de Rex çift başlı attan indi, beni de kucaklayıp indirdi. Ayakta duramayacak kadar kötüydüm. Deli gibi midem bulanıyordu. Rex atını bağladıktan sonra kulübenin kapısını tıkladı. Kapı uzun süre açılmadı sonra gıcırdayarak ardına kadar açıldı. Kapıyı açan kimse yoktu. Rex, "Şifacı. Şifacı!" Diye bağırdı. İçeriden boğuk, sinirli bir ses yükselerek, "Ne bağırıyorsun orada durmuş. İçeri girin yoksa kız ölecek." Dedi. İçeri girdiğimizde tuhaf bir koku karşıladı bizi. Adaçayına benzeyen ama daha çok yanmış yabani bir ot kokusu. Kulübe dışarıdan küçük görünmesine karşın içerisi oldukça genişti. Bir çok odası vardı. Duvarlarda çeşitli bitkiler asılı, kafeslerde tuhaf canlılar vardı. Salon olduğunu düşündüğüm bir odaya girdik. Ateşin üstünde kocaman bir kazan vardı. Bu görüntü bana izlediğim fantastik filmleri hatırlattı. Yerde oturan kadını görünce etrafı incelemeyi bıraktım. Kadın başını yerden kaldırmadan oturuyordu. "Sen bu diyarlardan değilsin. Buraya ait değilsin. Ruhun karışmış." "Nasıl kurtulacağım peki? Siz bilge birine benziyorsunuz. Lütfen bana yardım edin." "Önce seni iyileştirelim. Şuradaki sedire uzan." Hemen kadının dediğini yaptım. Kendimi güvende hissediyordum. Şifacı kadın tekrar konuşmaya başladı. Bu sefer Rex'e seslendi. "Sen gezginci! Git ve omanid otu topla." Dedi. Rex hızla odadan çıktı. "Bu gezgini nereden buldun? Dikkat et de seni soymasın." Kadının bu davranışına şaşırmıştım. Rex çok saf, iyi biriydi. Hayatımı kurtarmıştı. "Rex iyi biri öyle olmasa beni kurtarır mıydı? O olmasa ölüyordum. Hem de buraya getirdi. İkinci kez hayatımı kurtarıyor." Dedim sinirle. Kadın gülümsedi ve ağzını aralayıp, "İyi olan senin kalbin. Buradan ayrıldığınız da seni efendisine köle yapacak, alacağı parayla da yeni avlar bulacak." Dedi. İçimi bir korku kaplamıştı. Bu dünyaya ait bilmediğim çok şey vardı. "O kötü biri mi yani? Öyleyse nasıl kurtulacağım elinden?" "Merak etme. Senin kaderin bu değil. Herkes kendi kaderini yaşar. Onu oyalamak için gönderdim. Senin şifan bu kulübenin içinde." Dedi gülümseyerek. Şimdiden bu kadına hayranlık beslemiştim. Nasıl bu kadar şeyi önceden bilebilirdi anlamıyordum. Şifacı kadın ayağa kalktı. İlk defa yüzünü tam görüyordum. Bir gözü siyah diğeri maviydi. Kahverengi, kürklü pelerinini sürüklenerek yürümeye başladı. Ateşin başına geçip kazana bir şeyler attı. Bir yandan karıştırıyor bir yandan tuhaf sözler söylüyordu. Ben ise kendimden geçmeye başlamıştım. |
0% |