Yeni Üyelik
14.
Bölüm

Umuda Yolculuk

@alleyna.t

Uzunca bir yolda ilerliyorduk. Gece, gündüz demeden, ormanın ıssız patikasında atla yola devam ettik. Beni kalabalığa sokmamaya çalıştığının farkındaydım. Adını bile bilmediğim adamla yolculuk ediyordum. Geldiğim noktayı düşündükçe, acaba her şey bir rüya mı diyordum. Tüm bunlar nasıl mümkün olabilir?

Ben bunları düşünürken, adam atını yavaşlattı. Bir süre sonra ırmak kenarında durduk. Buz gibi akan suyun serinliğini hissedebiliyordum. Attan inip ırmağa yaklaştım. Ellerimi buz gibi suya soktum. Yüzümü yıkadım, kana kana su içtim. Derin bir oh çekip arkamı döndüm. Adam atını ağaca bağlıyordu. Onunla konuşma ihtiyacı duydum. Kim olduğunu, nasıl bir yerde yaşadığını merak ediyordum. Çekinerek ona doğru ilerledim.

"Düzgünce tanışamadık. Adın ne?" Dedim.

"Adım Tanithil."

"Memnun oldum. Bende Nalan." Deyip elimi uzattım. El sıkışmak nedir bilmiyordu sanırım. Gözleriyle süzdü. Elimi tuttu ve dudaklarına götürdü. Utançtan yerin dibine girmiştim. Bu hatayı düzeltmem gerekiyordu.

"Yanlış anladın. Benim geldiğim yerde yeni tanışan ya da karşılaşan insanlar ellerini uzatıp sıkarlar. Merhaba demek gibi." Dedim. Sanırım bu sefer de o utanmıştı.

"Sanırım bu tarz ilişkilerde iyi değilim. Çocukluğumdan beri kraliçenin yanındaydım. Önce babam sonra ben krallığa hizmet ettik. Bu da zamanla duyguların körelmesine yol açtı. Beni bağışlayın hanımefendi. Sadece görevimi yerine getirmem lazım."

Arkasını dönüp, atın semerinden bir kaç yiyecek çıkardı. Sanırım mesafeli olmaya alışkındı. En ufak bir bağ kurmaktan bile çekiniyordu. Elindeki ekmeği ikiye bölüp uzattı.

"Şimdilik idare edelim. Akşama krallığa varmış olacağız."

Uzattığı ekmeği alıp, başımı onaylar anlamında salladım. Akşamı sabırsızlıkla bekliyordum.

"Ben su matarasını dolduruyorum. Bundan sonra hiç mola vermeden ilerleyeceğiz. Bazı noktalardan yavaş bazılarından hızlı geçeceğiz. Birini görürseniz asla göz teması kurmayın."

Bu uyarılar beni korkutmuştu. Daha tehlikeli yollardan mı geçecektik?

Tekrar ata bindik. Gözlerimden uyku akıyordu. Tanithil'e sıkıca tutunuyordum. Pelerinimi sıkıca kapattırmıştı. Önümü görmemi engelliyordu.

Bir kaç saat uykuya dayanmaya çalıştım. Ara sıra yere düşecek gibi oluyordum. Tanithil bu halimi fark etmiş olacak ki atını yavaşlattı.

"İsterseniz önüme geçin. Sizi tutarım."

"Bilmem ki. Aslında dayanıyorum ama bu dünyaya geldiğimden beri düzgünce uyuyamadım. Mola verme şansımız hiç mi yok?"

"Tehlikeli bölgeyi geçmeden mola veremeyiz. En azından sabah kadar dayanın. Yol üstünde dağın yamacında bir mağara var. Orada dinleniriz."

"Tamam o halde dayanacağım."

"Bakın şuan lanetli ormanın derinliklerindeyiz. Olabildiğince tehlikenin az olduğu yerden geçmeye çalışıyorum."

Gülümsedim, "Başımıza daha ne gelebilir ki? En fazla iblisler ya da yamdeler öldürür."

"Ormanı fazla hafife alıyorsunuz. Yaptığım büyüler olmasa buradan geçemezdik bile."

"Nasıl yani? Madem büyülerin bizi koruyor o halde neden uyuyup dinlenmiyoruz?"

"Bu büyüler sadece buradan hızla geçerken işe yarıyor. Yani bir süreliğine. Saatlerce aynı noktada kalamayız."

"Pek anlamadım. Sanırım büyü benim anlayabileceğim bir şey değil."

"Bana güvenin yeterince tecrübem var. Ormanı geçtikten sonra büyük bir dağı aşmamız gerekiyor. Etrafından dolanacak ne zamanımız ne de ekipmanımız var."

"Dağ mı? Dağı nasıl aşabiliriz ki?"

"Zorlu bir yolculuk olacak ama sizi krallığa götürmek için kraliçeye yemin ettim."

Kendimi önemli biri gibi hissetmiştim. Kraliçe bana değer veriyordu. Artık yolun zorluğu beni korkutmuyordu. Bir an önce oraya varmak istiyordum. Nelerle karşılaşacağımdan haberim bile yoktu.

Ormanın korkutucu sesini dinleyerek yolculuk yapıyorduk. İblislerin uluma sesleri, bazı çığlık benzeri bağırışlar, baykuş, ağaçların hışırtısı geceyi iyice korkunç yapıyordu.

"Etrafınıza iyi bakın. Bir şey görürseniz bana haber verin."

Tanithil iyice panik olmama sebep olmuştu. Gözlerimi kırpmadan sürekli ormanda göz gezdiriyordum. Ay ışığı ormanı çok az aydınlatıyordu. Bazı noktalar zifiri karanlıktı. Korkudan nefes alış verişlerim düzensiz hale gelmişti. Bir sağıma bir soluma dönüyordum. Tanithil atı iyice yavaşlatmıştı.

"Tanithil, sanırım birini gördüm."

"İzleniyoruz zaten."

"Ne! Neden söylemedin bana?"

"Panik olmayın diye. Sakın belli etmeyin. Üç kişi var peşimizde. Yarım saattir bizi takip ediyorlar."

"Nereden biliyorsun üç kişi olduklarını?"

"Ayak seslerini, nefes seslerini hissediyorum."

O an anlamıştım. Tanithil insan değildi ki. Elbette böyle insanüstü yetenekleri vardı.

"Üzgünüm bir an insan olmadığını unutmuşum. Peki bizi takip edenlerden nasıl kurtulacağız?"

"Güçsüz görüneceğiz ve saldırmalarını bekleyeceğiz."

"Bize zarar verebilirler. Kim olduklarını bilmiyoruz ki. Kaçalım işte."

"Kaçarsak diğer canavarların da dikkatini çekeriz. Onları etkisiz hale getirebilmem için görmem lazım."

At o kadar yavaşlamıştı ki küçük adımlarla gidiyordu. Artık bende bizi takip edenlerin ayak seslerini duyuyordum. Korkuyordum.

Fısıldayarak, "Bende duyuyorum." Dedim.

"İniyoruz."

Attan indik. Tanithil hiçbir şey olmamış gibi atı bağladı. Atını okşar gibi yaparak, semerinden ok ve yay çıkardı. Sırtına taktı. Belindeki hançeri çıkardı. Aklıma Rex'in bana verdiği hançer geldi. Cebimde duruyordu. Elime alıp sıkıca kavradım. Etrafımızın sarıldığını hissediyordum.

Tanithil attan uzaklaşarak yandaki ağaca ilerlerdi.

"Ortaya çıkmak için neyi bekliyorsunuz?" Dedi.

Korkuyla etrafa bakıyordum. Bir anda etrafımızda birbirlerine benzeyen, simsiyah giyinmiş üç adam belirdi. Yüzlerinde tuhaf gülümseme vardı. Hafızamda bir görüntü oluştu. Okul yolunda gördüğüm adam, evimde beni korkutan adam, beni bu dünyaya getiren adam. Onun gibi giyinmişlerdi. Onun gibi bakıyorlardı.

"Beni buraya getiren adam gibiler." Sesim titreyerek çıkmıştı.

Tanithil beni sakinleştirerek, "Biraz cesaret her şeyi çözer." Dedi.

"Sizler karanlık ırktansınız. Desteroa sınırına yaklaşmanız savaş nedenidir. Hemen buradan giderseniz kimseye bahsetmeyeceğim."

Tanithil'ın sözlerini duyanlar onu dikkate almadı. Yine o aşağılayıcı bakışla bakıyorlardı. Midemi bulandırıyordu.

"Kızı bize ver Kraliçenin kölesi. Belki canını bağışlarız." Deli gibi gülmeye başladılar. Bu karanlık davranışları tüylerimi diken diken ediyordu. Benden ne istiyorlardı?

"Kraliçenin emriyle kızı şatoya götürüyorum. Diğer muhafızlar bizi karşılamaya geliyor. Size versem bile izinizi bulurlar. Buradan gitmezseniz savaş başlar!"

Karşımızdaki varlıklar laftan anlıyor gibi durmuyordu.

"Bizde emir aldık. Yüce Lordumuz kızı getirmemizi emretti. Savaş çıksa bile."

Tanithil'ın sinirlendiğini hissediyordum.

"Gelin de alın o zaman." Tanithil hızla sol tarafında duran adama koştu ve boynuna hançeri sapladı. Adamın boynundan süzülen kanlar siyah kıyafetini ıslatmıştı. Hançerin geri çıkmasıyla şah damarında oluşan delikten oluk oluk kan fışkırıyordu. Diğer adam bana doğru koşarken diğeri de Tanithil'e doğru saldırdı. İkisi savaşıyordu.

Elimdeki hançeri sımsıkı tutuyordum. Bana doğru gelen adam gözlerini benden ayırmıyordu. Güçsüz olduğumu biliyordu ve bundan zevk alıyordu. Bana doğru yaklaşıp yüzüme sert bir tokat attı. O kadar güçlüydü ki yere savruldum. Adam tekrar hamle yapmak için bana uzandığında elimdeki hançeri koluna sapladım ve aşağı doğru çektim. Derin bir yarık bıraktığıma emindim. Olduğum yerde geri geri süründüm. Uzaklaştığımda yerden kalktım ve yaralı adamı tüm gücümle ittim. Yere devrilen adamın gözünü açmasına müsaade etmeden ardı ardına hançeri göğsüne sapladım. Sapladıkça kanlar her yere saçılıyordu. Zift kadar siyah kan yüzümü boyamıştı. Kendimi kaybetmiş bir haldeydim. Omzuma dokunan bir el ile kendime geldim. Donup kaldım. Ben ne yapmıştım? Birini mi öldürmüştüm?

"Nalan! İyi misiniz? Kendinize gelin."

Tanithil'e boş bir ifadeyle baktım. Ne ara bu kadar acımasız olmuştum. Asıl canavar ben miydim?

"Kurtulduk mu? Ben katil oldum." Deli gibi titriyordum. Gözlerimden ılık ılık yaşlar aktığını hissediyordum.

"Siz gerekeni yaptınız. Katil değilsiniz. Gelin yüzünüzü temizleyelim."

Tanithil'i dinleyip ayağa kalktım. Şoka girmiştim. Neden bir kere hançeri sokmak yerine defalarca sokmuştum?

Tanithil yüzümü ve ellerimi suyla ve pelerininden kestiği kumaşla temizledi. Ama ruhumdaki kiri nasıl temizleyecekti?

Ata bindik ve yola çıktık. Sabaha az kalmıştı. Yol boyu hiç konuşmadım. Sanki dilim kopmuştu, ağzım dikilmişti. Boğazımda bir yumru kalmıştı.

Güneşin sıcaklığını tenimde hissediyordum. Büyükçe bir dağ göründü. Bahsettiği dağ buydu. Bu dağı aşacağımıza olan inancım dağı görünce kaybolmuştu.

Hızlı bir şekilde dağa doğru ilerliyorduk. Dağın görkemli duruşu karşısında hayranlıkla bakakalıyordum. Dağın yamacına geldiğimizde tüylerimi diken diken eden bir uğultu yükseldi. Beni içine çeken bir havası vardı. Karanlık tarafın fısıltısını duyuyordum. Tanithil'e sıkı sıkı tutunuyordum.

"Dağın öteki tarafını görünce tüm karanlığı unutacaksınız."

Beni umutlandırıyordu. Desteroa'yı görmeyi çok istiyordum. Gerçekten anlattıkları gibi muhteşem miydi?

Dağa doğru ilerlemeye devam ettik. Kayalıklardan taş parçaları düşüyor, garip bir uğultu bize eşlik ediyordu. Dağın etrafına yol yapılmış, yukarı çıktıkça uçuruma dönüşüyordu. Çok daha dikkatli olmamız gerektiğini biliyordum. Ara sıra atın ayağı tökezliyordu. En sonunda çareyi attan inmek de bulduk. Önde Tanithil ve ben, arkada at geliyordu. Üzerimize düşen küçük taş parçaları beni korkutuyordu. Dar patikadan yavaşça yürüyorduk. Kayalıklar sağlam değildi. Sürekli bastığım yer parçalanıyor, aşağı düşüyordu. Dağ güneşin bize ulaşmasını engelliyordu. Hava sanki kış ayıymış gibi buz gibiydi. Pelerinime sıkıca sarıldım ve elimden geldiğince hızla yürümeye çalıştım. Sessizliği bozan Tanithil oldu.

"İki saat daha yürüyeceğiz. Mağarada durup dinleniriz. Akşama krallıkta oluruz."

İçimden konuşmak gelmiyordu. Gözlerimi kapattığım her saniye o korkunç sahneyi yaşıyordum. Midemi bulandırıyordu. Suçluluk duyuyordum. Adamın karanlık gözleri, gözlerimin önünden gitmiyordu.

"Sizin hatanız değildi. Karanlık ırk, kötülüğün kendisidir."

"Onu öldürdüm. Kötü olması katil olduğum gerçeğini değiştirmez. İçimde insanlığa dair şeyleri kaybediyorum."

"Bu diyarda çok daha büyük savaşlar yapıldı. Buralar kanla sulandı. Hepsi karanlık ırk yüzünden. Barış içinde yaşamak isteyen tüm ırklar, karanlık ırktan nefret eder."

"Savaş ilk defa duyduğum bir şey değil. Geldiğim dünyada da var. Hiç başıma gelmediği için tuhaf hissediyorum."

"Ben savaşın içinde doğdum. Annem Olivia'da bir savaşçıydı. Bana hamileyken bile savaştığını söylerdi babam. Savaşın, kıyametin ortasında beni doğurmuş ve sanki hiç doğum yapmamış gibi beni bulduğu bez parçasına sarıp saklamış. Tekrar savaşmaya gitmiş. Onu tanımak isterdim. "

Duyduklarım karşısında gözlerim dolmuştu. Annesini hiç tanıyamamıştı. Böyle muhteşem, güçlü bir kadını bende tanımak isterdim.

"Annen muhteşem bir kadınmış. Demek ki sen doğuştan savaşçısın."

Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu.

"Bize saldıranlar bu kadar güçsüz olamaz. Eminim bizi daha büyük bir tehlike bekliyor. Her yerde tuzak olabilir."

"Bahsettiğin mağaraya ne kadar kaldı? Daha fazla dayanamayacağım."

"Çok az kaldı. Mağarada fazla kalamayız en fazla iki saat. Sınıra yakın olsak da hala tehlikeli bölgedeyiz. Neden sizin peşinizdeler bilmiyorum ama bu kadar ısrarcılarsa peşimizi bırakmazlar."

Neden beni istiyorlar bende bilmiyordum. Onlara ne yapmış olabilirim ki?

"İnan bana bende bilmiyorum. Kendimi saçma bir olayın içerisinde buldum. Bir kaç hafta önce sakin hayatıma devam ediyordum."

"Aradığınız cevaplar Kraliçe'de olabilir."

"Ona sormak için sabırsızlanıyorum."

Bir süre sonra bahsettiği mağaraya gelmiştik. Kayalıkların arasında, dağın iç kısımlarına doğru açılan bir mağaraydı. O kadar karanlıktı ki sadece giriş kısmı aydınlıktı. Önden Tanithil girdi ve etrafa bakınmaya başladı.

"Güvenli. Gelebilirsiniz."

Mağaranın içine doğru ilerledim. Ayrı ayrı bir çok bölüme ayrılıyordu. Tavanda örümcekler doluydu. İleri taraflarda yarasalar duruyordu. Giriş tarafına yakın olmak istiyordum. Tanithil dışarı çıkıp etrafa bakıyordu. Atı da yanımıza aldıktan sonra yere oturduk. Artık uykusuzluğa dayanamıyordum.

"Ben biraz uyuyacağım."

"Siz dinlenin, iki saat sonra uyandırırım."

Çok fazla uykum olmasına rağmen uyuyamayışımdan travma geçirdiğimi anladım. Birini öldürmek ruhumda derin bir yara açmıştı. Gözlerimi her kapattığımda etrafa saçılan kanları görüyordum. Kendimi kana bulanmış halde hayal ediyordum. Adamın son gördüğü şey benim çıldırmış, kendinden geçmiş halimdi. Yerde bir sağa bir sola dönmekten sıkılmıştım. Başımı doğrulttuğum da Tanithil'in etrafa birini ararcasına baktığını gördüm.

"Ne oldu? Birini mi gördün?"

"Yalnız değiliz! Dibimize kadar gelmişler. Kahretsin nasıl fark edemedim? Bir çeşit büyü kullanmışlar."

"Ne yapacağız? Yine karanlık ırk mı bunlar da?"

"Kalabalık olduklarını hissediyorum. Saklanmak daha yerinde bir karar olur."

Tanithil'in endişesine bakılırsa gerçekten canımız tehlikedeydi. O sakin, ne yaptığımı bilen adam gitmişti. Hançerimi elime alıp sıkıca tuttum. Gözümde beliren kanlı sahneden kurtulmak istercesine başımı salladım. Mağarada nefes seslerimizden ve dışardan gelen rüzgarın uğultusundan başka şey duyulmuyordu. Mağaranın ayrılan bölümlerinden birine doğru ilerlemeye başladık. Yanımızda at olduğu için fazla gidemiyorduk. Burada saklanmaya karar verdik. Artık ayak seslerini bende duyuyordum. Yavaş yavaş bize doğru yaklaşanlar, kaba bir şekilde bağırarak konuşuyorlardı. Mağaranın diğer bölümünden geldiklerini anlamıştım. Kim bilir bu mağara nereye açılıyordu. Gizli bir tünel gibiydi. Korkudan boncuk boncuk terliyordum. Korkunç adamlardan biri dibimize kadar girdi aramızda ince bir duvar vardı. Havayı kokladığını duyuyordum. Artık nefes dahi almıyordum. Gözlerim Tanithil'e bakıyordu. Ondan bir işaret bekliyordum. Bizim burada olduğumuzu anlayan adam büyük bir kahkaha attı. Sesi mağarada yankılanıyordu.

"Aradığımız şey ayağımıza geldi dostlarım. Karanlık lord buna çok sevinecek."

Tanithil sakladığımız yerden hızla çıkıp adamlarla savaşmaya başladı. Korkum tüm bedenimi ele geçirmişti. Kas katı kesilmiştim ama onu yalnız bırakamazdım. Onun kadar iyi savaşamasam da yine de bir şeyler yapmam lazımdı. Saklandığım yerden çıkıp onlara doğru ilerledim. Sekiz kişi olmaları beni daha da korkutmuştu. Asla karşı koyamayacağımızı anlamıştım. Tanithil her ne kadar güçlü bir savaşçı olsa da kalabalığa karşı koyabileceğini sanmıyordum. Beni gören adamlar bana doğru yönelmeye başlamışlardı. Hançeri rastgele sallamaktan başka çarem yoktu. İlk gelen adamı itip koluna hançeri sokmuştum ama diğerlerine karşı şansım yoktu. Tanithil ise dört kişi yere sermiş, kalan iki kişiyle savaşıyordu. Bana saldıran iki kişiye karşı koymaya çalışıyordum. Birini yaralamıştım ama diğeri çok daha güçlüydü. En sonunda güçlü olan adam beni yakaladı ve ellerimi bağlayarak bir köşeye attı.

Gülerek "Daha fazla ayak bağı olma." Dedi.

Yerde olduğumu gören Tanithil, çaresizce baktı.

Güçlü olan adam, “Teslim olmazsan kızın bir kolunu keserim." Dedi. Elinde büyük bir bıçak duruyordu. Bu adamdan her şeyi beklerdim. Gözleri delirmiş gibi bakıyordu.

Tanithil pes ederek, “Tamam. İstediğin şeyi yapacağım." Dedi. Yine hata yapmıştım. Benim yüzümden yakalanmıştık. Sekiz kişiden sadece iki kişi kalmıştı. Her şey bitmişti. Başımı yere eğmiş düşünüyordum. Bir bağırış duymamla başımı kaldırdım. Güçlü adama saldıran biri vardı. Onu yere indirmişti. Saldıranın kim olduğunu görmek için doğrulmaya çalışırken, gizemli kişi arkasını bana doğru döndü. Bu Rex'di. Gözlerime inanamıyordum. Rex bir yandan ellerimi çözüyor bir yandan da konuşuyordu.

"Seni o şekilde bıraktığım için üzgünüm. Hata yaptığımın farkındaydım. Aslında hiç istememiştim seni vermeyi."

"Biliyorum. Şimdi buradasın ve benim için önemli olan şey bu."

Ona sımsıkı sarıldım. O benim buradaki tek dostumdu. Tanithil'in meraklı bakışlarını görünce açıklamaya çalıştım.

"Bu benim arkadaşım Rex. Beni kaç kere ölümden kurtardı."

Tanithil, Rex'i baştan aşağı süzdü. Yargılayan bakışlar olduğunun farkındaydım. Ancak korktuğum gibi olmadı.

"Hayatımızı kurtardın. Kraliçe sana minnettar olacak."

Rex'in gözlerindeki parıldamayı görmüştüm. Kendini önemli biri gibi hissediyordu. Kraliçenin ona minnettar olması onun için önemliydi.

"Kraliçe benimle görüşmek ister mi? Heyecandan ölebilirim."

Rex'in bu hali hepimizi kahkahalara boğmuştu. Artık yola devam etmemiz gerekiyordu. Mağaradan çıkıp patikada ilerlemeye başladık.

Tanithil Rex'e dönüp, "Bizim burada olduğumuzu nasıl anladın?" Dedi.

"Nalan'la ayrıldıktan sonra yaptığım şeyden çok pişman oldum. Onu tekrar kurtarmak için takip ettim. Ragaryu çok iyi büyü yapar. Takip ettiğimi anlamasın diye çok geriden geliyordum. Kaleye geldiğimde çok geçti Nalan gitmişti. Rogaryu ölmüştü. Başkası kaçırmış olamazdı çünkü ipleri çözülmüştü. Ormandan izlerinizi takip ettim ve Desteroa'ya gittiğinizi tahmin ettim. Dağın içinden geçeceğinizi biliyordum. Kestirmeden hızla dağa geldim. Mağarada gizlendim. Bu dağ o kadar büyük ve karmaşık ki bilmeyen biri kaybolabilir. Karanlık ırkın nasıl geldiğini bilmiyorum ama benim geldiğim yerden gelmediler. Sizin orada olacağınızı biliyorlardı."

"Bunlar neyin peşinde bilmiyorum ama Desteroa'ya gittiğimiz de Kraliçeye anlatmamız gerekiyor. Bu savaş nedeni."

Bir an önce dağdan çıkmak istiyordum. Güneşin batmasına az kalmıştı. Dağın öteki tarafına döndüğümüz de gördüğüm manzara karşısında ağzım açık kalmıştı. Gözlerimin parıldadığını hissediyordum. Kalbim heyecanla atmaya başladı. Gördüğüm manzarayı hayatımda hiç görmemiştim. Yemyeşil orman, muhteşem yapıtlar, şelaleler, hepsini uzaktan gördüğüm halde hayran kalmıştım. Oraya bakmaktan yürüdüğüm yola bakamıyordum. Rex’de benimle aynı şeyleri hissediyordu. Burası Desteroa Krallığı olmalıydı. Tanithil bizim halimizi görmüş olmalı ki gururlu bir şekilde bakıyordu. Artık daha hevesli yürüyordum. Büyülenmiştim.


Loading...
0%