Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Yeni Umutlar

@alleyna.t

Uzun yol boyunca neler yaşadığımı düşünüp durdum. Evimde yaşadıklarımı, ormanda tek başıma kaldığım zamanı, yaralandığımı, Rex'i. Sahi beni buraya getiren varlığa ne olmuştu. Aynadan farklı bir boyut kapısı açıp beni bu ormana göndermişti, bir daha da onu görmemiştim. Çözemediğim şeyler vardı. Yer ve zaman algım bozulmuştu. Tüm bunlar bir rüya olabilir miydi?

Yol boyunca Rex hiç konuşmadı. Onun da düşünceli olduğunu hissediyordum. Güneşin doğmasıyla bu ormanın güzelliklerini görüyordum. Sanki gece hiç lanetli değilmiş gibiydi. Ormandan çıkış noktasına geldiğimiz de bir yol ayrımı vardı. Bir tarafı aydınlık güneşli, diğer tarafı kara bulutlarla sarılmıştı. Beni hangi tarafa götüreceğini tahmin edebiliyordum. Rex'in atını karanlık tarafa çevirmesiyle tahminim doğru çıkmıştı.

Kalbimin güm güm atmasıyla, " Desteroa dediğin yere buradan mı gidiliyor?" Diye sordum.

Bir süre sessiz kalan Rex, "Evet ama ilerde bir köy var oraya uğramam lazım." Dedi.

O köye varana kadar hiç konuşmadım. Farklı bir diyarda mahsur kalmıştım. Etrafı izliyordum. Ara sıra tek tük kulübeye benzeyen evler görüyordum. Rex'e benzeyen varlıklar vardı ama Rex kadar sıcakkanlı olmadıklarını hissediyordum. Kocaman gözleriyle beni izliyorlar, birbirlerine bakıp fısıldaşıyorlardı. İçimde büyük bir korku oluşmuştu. Yavaş yavaş evlerin kalabalıklaştığı yere yaklaştık. Attan inip yürümeye başladık. Bir yandan etrafı inceliyor, bir yandan yürüyordum. Bazı evler yıkık dökük, harabeye yakındı. Oldukça kasvetli bir köye benziyordu. Bu köyün yaşayanları da bir o kadar yabaniydi. Etrafta hiç çocuk görmemiştim.

Meydana doğru geldiğimiz de bir dükkanın önünde oturan iki yaşlı adamın oturduğunu gördüm. Oraya doğru ilerledik. Dükkana girdik. Bu dükkanda her şey vardı, bir insanın ihtiyaç duyabileceği ne varsa. Rex bir kaç eşya alıp çantasına koydu. Satıcı adam beni garip bir şekilde incelemeye devam ediyordu. Dükkândan çıktığımızda Rex, pelerinimin şapkasını kapatmamı söyledi.

"Bunu en başta söylemeliydim ama pelerini asla açma. Sen buralı olmadığın için böyle tuhaf bakıyorlar. Zararsızdırlar." Dedi.

"Sende buralı mısın?"

"Ülkeler aynı ama ben başka köydenim. Aslında köyümü terk edeli yıllar oluyor. Gezgin olmaya karar vermek zordu. Her şeyi geride bıraktım ve kendimi tek bir kişiye adadım."

Duyduklarıma şaşırmıştım. Kendini birine adadığı belliydi ve beni ona götürüyordu.

"Bir ailen yok muydu? Köyünü terk etmek bu kadar kolay olmamalı."

Bu sözüm karşısında duraksayan Rex, gözlerini tek bir noktaya dikti ve bana dönüp, “Kolay olduğunu söylemedim zaten. Ailem hiç olmadı. Beni yetiştiren babamın en yakın arkadaşıydı. O da öldükten sonra orada kalamazdım. Bana köle gibi davranan insanların arasında barınamazdım. Küçüklükten beri gezgin olma hayallerim vardı. Babamda bir gezginmiş, tüm gün canavar avlar ve parasını bu şekilde kazanırmış." Dedi.

Bir çıkar uğruna beni götürdüğünü farkında olsam da anlattıklarına üzülmüştüm. Benim gibi ailesinin olmaması duygusal olarak yakın hissetmeme neden olmuştu.

"Seni çok iyi anlıyorum. Benim de ailem yok ve ne kadar yalnız olduğunu tahmin edebiliyorum."

Önce üzüldü sonra kaşları çatıldı.

"Üzüldüm ancak ben yalnız değilim." Dedi sinirle. Aramıza mesafe koymak istediğini anlamıştım. Bende konuşmayı bir süre kestim.

Köyün çıkışına doğru konaklamak için bir hana girdik.

"Geceyi burada geçirelim. Düzgün bir yatakta yatmayı hak ettik bence." Dedi Rex. Ona katılıyordum. Kaç gündür düzgünce uyuyamamıştım. Üst katta yan yana iki oda tuttuk. Odaya girip kapıyı kilitledim. Kaçmalı mıydım bilmiyordum. Kaçsam nereye gidecektim ki? Taş gibi sert, saman dolu yatağa oturdum. Uyuyup daha sağlıklı düşünmeye karar verdim.

Kapının sertçe yumruklanmasına gözlerimi açtım. Korku bir kez daha vücudumu ele geçirmişti. Titreyen sesimle, "Kim o?" Diyebildim.

"Açsana, konuşmamız lazım." Bu Rex'di.

Kapıyı açarken bir yandan da konuşuyordum.

"Korkuttun beni. Niye bu kadar sert vurdun?"

Kapıyı açmamla içeri daldı. Sinirlenmiştim.

"Ne oluyor böyle?"

Yüzü değişmeye başlamıştı. Rex değildi, onun sesiydi, en başta görüntüsü bile aynıydı ama şimdi bambaşka biri karşımda duruyordu. Kapıya doğru yönelmemle bir bakışıyla kapıyı kapatmıştı. Bağırıyordum ama kimse duymuyordu.

"Sen kimsin?" Diye sordum titreyerek. Karşımdaki adam gülümseyen bir ifadeyle konuşmaya başladı.

"Demek Rex'in bana vereceği hediye sensin. Biraz korkutmak istedim. Bana çok korkak olduğun söylendi. “deyip kahkahalarla gülmeye başladı. Demek gece yarısı ansızın beni yüzüstü bırakacaktı. Bu kadar alçak olabilir miydi? İnanmak bile istemiyordum.

"Ne hediyesi? Rex bunu yapmaz! Ayrıca ben korkak değilim!" Hayır çok korkaktım çünkü insan beyninin kaldıramayacağı şeyler yaşıyordum.

"Korkak olduğun kadar da aptalsın. Rex bana çalışıyor. Diğer bir çok gezgin gibi. Çalar, çırpar bana getirir. Karşılığında para ve şöhret alır."

Demek şifacı kadının bana söylediği buydu. Rex hırsızdı.

"Sen ne tür bir varlıksın bilmiyorum ama elinden kurtulacağım."

"Sen bu dünyayı bilmiyorsun, büyü bile bilmiyorsun. Elimden kurtulamazsın." Dedi.

Kapının kolunun oynamaya başlamasıyla kapıya döndüm. Rex bağırıyordu.

"Aç kapıyı Ragaryu! Bir anlaşmamız var."

Kapı yavaşça açıldı. Rex içeri girip bir bana bir de o adama bakıyordu. Gözlerim dolmuştu. Onun ihanet edeceğini bilsem de yine de son ana kadar vazgeçeceğine inanmıştım.

"Rex nasıl yaparsın bunu bana! “diye haykırmaya başladım. Yüzünü aşağıya eğmişti. Bana bakamıyordu.

"Herkesin beni sevmesi için yapmak zorundaydım. Şimdi param var yakında herkes bana hayran olacak. Çünkü bu dünyada bulunmayan bir varlığı getirdim." Dedi.

Çenemin titremesine aldırmayarak “Herkes seni bu yüzden sevecek ama ben seni olduğun gibi sevmiştim. İhanet edeceğini biliyordum ama son ana kadar vazgeçmeni bekledim. Arkadaş olduğumuzu sanmıştım." Dedim. Başını kaldırıp yüzüme baktı. Şimdiden pişman olduğunu hissediyordum ama çok geçti. Korkunç adam beni yere itekledi. Rex'i odadan çıkardı. Ellerimi bağlamaya başladı.

"Kurtulmayı deneme çünkü bir büyü yaptım. Ellerini açamazsın ve artık konuşamazsın. Ses tellerin düğümlü. İstediklerimi yaparsan belki sana güvenirim." Deyip beni kaldırdı ve dışarı çıkardı. Gerçekten konuşamıyordum. Yardım isteyemiyordum. Handan çaresizce çıktım. Hanın önünde arkasında kafesi olan bir at arabası duruyordu. Yine o çift başlı atlar vardı. Adam beni kafese koydu. Artık hiç kaçamayacaktım. Nereye gittiğimiz hakkında bir fikrim yoktu. Köyü geçtik, başka bir köy daha geçtik. Sanki geçtiğimiz yerlerde hiç renk yoktu, gri bir şehirde yolculuk yapıyordum. Lanetli ormanı bile özlemiştim. Çok çok uzakta bir kale göründü. Uzun surları olan, siyah kaleye gidiyorduk. Anlaşılan bu adam da beni başkasına satacaktı. Adamın neşesi yerine gelmişti. Şarkı mırıldanarak atları sürüyordu. Adam birden attan düştü. Korkan atlar devrildi, bende onlarla birlikte yan yattım. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Etrafıma bakıyordum. Yolun sol tarafında, ağacın üstünden atlayıp yanıma yaklaşan adamı fark ettim. Yardım istercesine elimi parmaklıklardan geçirdim. Adam son bir kez daha beni kaçıran adama bıçağını sapladı. Ve bana doğru yürüdü. Kafesin kilidi kırarak açtı. Kafesten çekingen bir şekilde çıktım. Karşımda mavi gözlü, kumral, insana benzeyen biri duruyordu. Savaşçı gibiydi. Bağlı ellerimi boğazıma doğru götürerek işaret ettim.

"Büyüyü bozmam için bir kaç saniye ver. “dedi ve tılsımlı sözcükler söylemeye başladı. Bir kaç saniye sonra hem ellerim hem de dilim çözülmüştü. Şifacı kadının dedikleri çıkmıştı. Kaderim orası değildi. Ve hislerim bu adama güvenebileceğimi söylüyordu.

"Teşekkür ederim. Hayatımı kurtardınız. “dedim. Üstümde, yeni tanışmanın verdiği utangaçlık vardı.

Genç adam konuşmaya başladı. "Her yerde sizi aradım. Sizi bu dünyaya sürükleyen adamı öldürdüm. Lanetli ormanda sizi bulamadım. Hep bir adım öndeydiniz. Lakin şimdi yetişebildim. Hayatta olmanız mucize."

Şimdi taşlar yerine oturmuştu. Beni bu dünyaya yollayan varlık ölmüştü. Bu kibar adama sormak için bir sürü sorum vardı.

"Beni neden kurtardınız? Sizin de amacınız beni satmak mı?" Dedim korkuyla. Ona güvenmek istiyordum.

Adam hafifçe gülümseyerek, “Ah hayır benim hatam, bağışlayın. Burada kraliçemin emriyle bulunuyorum. Bana bir görev verildi, sizi korumak. Aslında bu görevi üstlenen ikinci kişiyim. İlk kişi saray şövalyesiydi. Ancak onun ölmesiyle görevi ben üstlendim. “dedi.

Duyduklarıma şaşırmıştım. Kraliçe beni nereden tanıyordu ki?

"Kraliçe mi? Ama ben tanımıyorum ki."

"Desteroa Kraliçesi. Anorya Desteroa. Yakın bir arkadaşının kızını, Desteroa Krallığına getirilmek için görevlendirildim."

Kraliçe annemin arkadaşıydı. Gözlerim dolmuştu. Hemen gitmek istiyordum. Bu diyarlara geldiğimden beri mutluluk duymamıştım. Şimdi içimde dolup taşan bir heyecan vardı.

"Hanımefendi, hemen gitmeliyiz. Tehlikeli bölgedeyiz ve çok dikkat çekiyorsunuz. Atımı ileride bıraktım. Yanımda size uygun kıyafetler getirdim."

Heyecanla beni kurtaran adamı takip ettim. İleride, ağaçların arasında atı görüntü. Hayatımda hiç bu kadar muhteşem güzellikte at görmemiştim. Bembeyaz, kar tanesi gibi bir attı. Altın sarısı yeleleri rüzgarda savruluyordu. Bu at da çift başlıydı. Atın yanına yaklaştığımızda çantadan bir kaç kıyafet çıkardı.

"Lütfen bunları giyin. Daha az dikkat çekersiniz." Dedi.

Elimden geldiğince hızlı bir şekilde kıyafetleri giydim. Uzun, siyah bir elbiseydi. Üstünde pelerinim vardı. Adam son olarak da çantadan bir madalyon çıkardı ve bana doğru uzattı. Şaşırmıştım çünkü bu benim madalyonumdu.

"Bu benim." Dedim şaşkınlıkla.

"Evet. Kraliçenin hediyesi, sizi koruması için. Orada bırakamazdım." Dedi ve bana doğru uzattı. Alıp boynuma taktım. Kraliçe beni koruması için göndermişti.

"Artık hazır olduğunuza göre yola çıkma vakti." Dedi. Kar beyazı ata bindik. Adamın belinden sıkıca tutundum. İçimde huzur vardı.


Loading...
0%