@allias
|
Arkamdaki araçlar hızla yaklaşırken gözlerim kısa süreliğine aracın vites kolunun yanındaki boş bölmeye kaydı. Orada bir fotoğraf vardı. Pol ile benim yıllar önce, dış istihbarat görevindeyken omuz omuza çekilmiş bir pozumuz. Ve altında kendi el yazımla yazdığım birkaç cümle. 'Bizi ancak ölüm ayırır kardeşim..." Ve şimdi ölüm hiç beklemediğim bir anda bizi ayırmıştı. Sırt sırta girdiğimiz çatışmalardan bile burnumuz kanamadan kurtulmuş ve bir arada çoğu zorluğu göğüslemişken, hedefleri gözümüzü kırpmadan vurduğumuz gibi ayrılık da bizi tam on ikiden vurmuştu. Gözlerimin hâlâ buğulu olduğunu görüş açımdaki bulanıklıktan anlıyordum. Bakışlarım bir netleşiyor bir flulaşıyordu. İçli bir nefes alarak bir elimle yüzümü sıvazladım. Altımdaki Volvo yaklaşık yüz altmış kilometre hızla giderken gözlerimi kapattım. O an Pol ile yaşadıklarımız geçti gözümün önünden. Ölümden hemen önceki birkaç saniyede gerçekleşmez miydi geçmiş anılarımızın gözlerimizin önüne gelmesi? O da, haince gelen kurşundan sonra başını ölümün soğuk duvarlarına yaslamamışken anılarıyla yüzleşmiş miydi? Muhtemelen evet. Ama o ölmüştü. Belki de benim gözlerimin önüne gelenler, Pol' ün ölümüyle birlikte ruhumdan bir parçanın yok olmasından kaynaklıydı. -"Ah, Pol. Ah, kardeşim." Nefesimi verdiğimde gözlerimi açtım. Artık derin derin nefesler almaya başlamıştım. Ama bu nefesler sadece üzüntü kaynaklı değildi. Öfke buhranı kalbimde patlıyordu. Bütün vücudum karıncalanmıştı. Yıllara meyden okuyan tüm hücrelerim bir anlığına kaybolmuş ve yeniden ortaya çıkmaya başlamıştı. Ekrandaki bir görüntünün bir anda cızırtılaşıp geri gelmesi gibi. İşin en kötü tarafı da acımı yaşamaya vaktim yoktu. Arkamdakiler tampon mesafesine gelmişlerdi ve beni sıkıştırıp yakalamak için fırsat kolluyorlardı. Ani bir fren yaparak ana caddeden otoyola doğru manevra yaptım. Artık kendimi tamamen yola vermiştim. Direksiyonu sıkıca kavramaktan ellerimin karıncalandığını hissedebiliyordum. Ama önemsemeyecektim. Şu an da tek istediğim kendimi yıllarca hizmet verdiğim devletin istihbarat başkanlığına atmak ve ne yaşadığımı kapsamlı bir şekilde sorgulayabilmekti. Olayları anlamak istiyordum. Üzerimdeki şoku atıp kendime gelmeye ve neler olduğunu öğrenip buna sebep olanlardan bir şekilde hesap sorma planları yapmayı düşünüyordum. Çünkü az önce yaşadıklarım ne hayatın olağan akışına ne de canımdan çok sevdiğim arkadaşım Pol' ün ölmesi gerektiği hissine uygundu. Yirmi yıllık mesleki tecrübem bana büyük bir bit yeniğinin varlığını haykırıyordu. Otoyola doğru giderken yan koltuktaki telefonumu tekrar elime aldım. Ve canımdan çok sevdiğim diğer kişiyi aradım. Sofia' yı. Dış görev bitiminde ülkeye geldiğimde tanışmıştık onunla. Hem de başkentteki büyük gölün köprüsünde yürüyüş yaparken. Ve ikimiz de aynı amaca hizmet ettiğimizi bilmeden. Büyük taş köprünün bir ucundan o, diğer ucundan da ben ilerliyordum. Onun kulaklarında airpods kulaklık, benim elimde ise Body isimli köpeğim köpeğimin tasma ipi vardı. Sofia, tam benim yanımdan geçecekken Body yapacağını yaptı. Bir anda Sofia' nın üzerine atlayıp onu korkutmaya ve yere düşmesine sebep oldu. Ne olduğunu anlayamayan Sofia hızlı bir hareketle birlikte yerden kalkarak belindeki silahı çıkarttı ve Body' e doğrulttu. O an ben tabancaya, Body Sofia' ya ve Sofia ise önce köpeğim Body' e ve sonra bana baktı. Kulaklıklarını çıkartıp sweatshirt' ünün yan cebine yerleştirdikten birkaç saniye sonra yüzündeki kızgın ifadeyle birlikte tabancasını beline sokarak yürüyüşüne devam etti. Sofia' nın benim gönlüme düşmesi bu olayla başladı. Ve kader bizi daha çok yakınlaştırarak istihbaratın aynı başkanlık binasında birlikte çalışmaya zorladı. Aramızda elbette farklar vardı. Mesela ben bütün saha görevlerinde, o ise bilişim ve teknoloji ile ilgili her alanda çalışmalarını sürdürüyordu. Esasen en iyi hackerlere kafa trutacak muazzam bir yeteneğe sahipti. Ve şimdi şehirdeki polis kameralarına girerek bana bir güzergah çizebilir ve bir çıkış yolu gösterebilirdi. Kısacası arkamdakileri atlatarak istihbarat binasında izimi kaybettirmemi sağlayabilirdi. Ama yine açan olmadı. Acaba benim yüzümden ona da mı bir zarar gelmişti? Oysa ki ilişkimizi herkesten saklıyor ve aşkımızın saflığını korumaya çalışıyorduk. Çünkü öyleydi. Saf ve karşılıksız bir özveriyle bağlıydık birbirimize. Özünde yıllar sonra birbirinde huzur bulan iki kişiydik biz. Ve bizi bağlayan huzur da sürekli aşkımızın kapısından geçerek gönlümüzün derinliklerine doluyordu. Hem, aşk da huzurun kapısından geçmez miydi? Tek elimle direksiyonu kavramaya çalışırken araba bir sağa bir sola savrulsa da bir kez daha Sofia' yı aramak istedim. Heyecanlı bir bekleyişten sonra sonuç yine olumsuzdu. Acaba olayı mı duymuştu? Acaba suikast görevini ona söylemememden kaynaklı bir sitemi mi vardı? Oysa her görevi birbirimize söyleyemezdik ve bu davranışı da sadece meslek etiği olarak adlandırırdık. Ve en önemlisi ikimiz de bu yazılı olmayan etik karara saygı duyardık. Yani, hayır. Suikast görevini bilip bilmemesi onun umurunda olmayacaktı. Peki neden telefonlarımı açmıyordu? Hızlı bir hareketle arabanın radyosunu açtım ve bir haber kanalında konuşan kişinin ağzından duyduklarımla birlikte ne yapacağımı bilemez oldum. Kanalı değiştirdim. Ses ve söylenenler yine aynıydı. Başka bir kanalı açtım. Her sonuçta aynı sesi ve aynı konuşmaları duyuyordum. Gözlerimi arabanın dikiz aynasına çevirdim. Takipte olan araç sayısı üçe çıkmıştı ve muhtemelen hızla artacaktı. Kendi hâlinde, akıcı trafikte ilerleyen araçların arasından sorti atarak ilerlerken kulaklarımda hâlâ konuşan kişinin sesi vardı. Artık istihbarat başkanlığına gidemezdim. Resmi olarak satılmıştım. Bir an için kendimi hayatın acı gerçeklerine bırakarak yolun kenarına çekip teslim olmayı düşündüm. Sofia' da mı acaba radyodaki konuşan kişiye inanmıştı. Cidden yaşadığımız sayısız güzel anıya rağmen beni tanıyamamış mıydı? İhtimal vermedim. Ama damarlarımı besleyen kalbimin atış hızım bu düşünceyle birlikte yerle bir olmuştu. Kafamı sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Ama beni takip eden araç sayısı dört olmuştu. Bir günde her yerimden vurulmuş her köşe başında sıkıştırılmıştım sanki. Şimdi pes etmek de bir seçimdi. Arabayı bir anda yolun kenarına çekip araçtan inerek, ellerim havada bir şekilde teslim olmak. Pol ile olan fotoğrafımıza baktım. Gözlerimizdeki hayat ışığına... Bizim hayat ışığımız özgürlükten geçiyordu ve kötülüklerden korunmak için tutunduğumuz tek dal özgürlüktü. Şimdi pes edersem belki ölümüme kadar mahpus ve pişman olacaktım. Teslim olmayacaktım. Bunu Pol için yapacaktım. Bunu kendim için, bu zamana kadar yere düşürmemek için kendimi bile feda etmeye razı geldiğim gururum için yapacaktım. Arkamdakilere tekrar göz atarak derin bir nefes aldım. Otoyola girmeden önce son bir sapak daha vardı ve ben bunu kullanacaktım. Ne kadar keskin virajlı da olsa, ne kadar tehlikeli bir manevra da olacak olsa artık kalbimin sesini dinliyordum. Kalbinin sesini dinleyen insanlar risk alırlar. Ve ben de o riski alacaktım. Ardımdaki dört aracın bana biraz daha yaklaşmasına izin verdikten sonra üç şeritli sağ tarafta bulunan çıkış sapağını dönmek içimn bir anda frene asılarak direksiyonu sonuna kadar kırdım ve Volvo' nun tekerlekleri yola tutunmaya başladığında tekrar gaza basarak diğer sapağa girdim. O an arkamda şiddetli bir patlama sesi geldi. Panikle gözlerimi dikiz aynasına kaydırdığımda iki polis arabasının birbiriyle çarpışarak büyük bir patlamaya sebep olduğunu ve patşamanın etkisiyle ateş topuna dönüşen arabaları saliselik bir hızda havaya uçarken gördüm. Arkamda hâlâ iki araç bulunsa da bir anlığına ne yaptığımı sorgulamak istedim. Ancak olan olmuş ve muhtemelen patlayan araçlardaki görevliler ölmüştü. Artık bu yolun dönüşü olmadığını arkamdakilerin bana tabancalarıyla ateş açmaya başlamasından anladım. Hâlâ açık olan radyoyu kapatarak vitesi artırdım ve ayağımı var gücümle gaz pedalına bastırdım. |
0% |