@allyy05
|
Baban artık gelmeyecek ….Seni ve kardeşini güvenli bir yere götürüyoruz…….Merhaba artık biz senin yeni aileniz……Baban artık gelmeyecek,gitti…..Baban artık yok…..Baban artık……Baba…… Genç kız gözlerini hızlıca açtı ve yattığı yerden doğruldu, derin bir nefes aldı. Bir rüyaydı, hayır sadece bir kâbustu. Yıllardır onu her fırsatta rahatsız eden kâbusları yine iş başındaydı, ona uykusuz geceler yaşatmaktan sadistçe bir zevk alıyorlardı sanki. Senin kâbusların, senin beynin; başkasını suçlama diye hatırlattı genç kız kendine. Saate bakma gereği duymadı genç kız, penceresinden dışarıdaki alacakaranlığın huzursuz ve aynı zamanda gizemli duruşundan, güneşin sakinlik verici huzuruna doğru adım attığını görebiliyordu. Neredeyse sabah olmuş. Her koşulda kalkmam lazım diye düşündü genç kız, bir saat erken ya da geç, fark etmiyordu onun için çünkü uykusuz gecelere pek bir alışıktı. Elini ve yüzünü yıkadıktan sonra kendi yansımasıyla yüzleşti. Bir zamanlar umutla parlayan, dünyadaki tüm denizlerden daha mavi gözleri ona kendi yarattığı karabasanlarını hatırlatırcasına durgun bakıyordu ve bu duruma gözlerinin altındaki morluklarda hiç yardımcı olmuyordu. Yirmi beş yaşındaki vücuda hapsolmuş dört yüz yaşındaki kadın diye düşündü. Derya, kız kardeşi, ona hep böyle seslenirdi ve şu anda aynadaki yansımasına bakarken genç kız tam olarak Deryanın ne demek istediğini anladı. Tekrar derin nefes aldı genç kız, yavaşça odasına döndü. Madem uyuyamıyoruz bizde çalışırız o zaman diye düşündü ve bilgisayarının başına geçti. Gözüyle önce saate baktı,5:10, daha Levent ve Dilek’in uyanmasına tam tamına iki saat vardı. Sonra yavaşça tarihe baktı ve her şey bir anda mantıklı gelmeye başladı; 20 Kasım. Şimdi neden kabuslarının yoğunlaştığını anlatmıştı Deniz. Bugün babasının ölüm yıl dönümüydü. Bütün yıl boyunca gözden gelmek istediği ama gelemediği tek gün. Son kez derin bir nefes aldı, çalışmak için bütün konsantrasyonunu kaybetmişti. En iyisi kitap okumak diye düşündü, kitap okumak ve kısa sürede olsa kendini unutup başka bir dünyada kaybolmak. Merdivenlerden inerken çaydanlıktan gelen suyu tatlı kaynayışını ve zaten aç olan midesinin daha çok guruldamasını sağlayan kızarmış ekmek kokusunu duyuyordu genç. İlk olarak Dilekle karşılaştı genç kız. Dilek orta yaşlı hafif toplu klasik bir Türk annesi sayılabilirdi, Yüzünden hiçbir zaman sıcak gülümsemesi eksik olmazdı. Aynı zamanda hemşireydi kendisi. Genç kızı görür görmez gülümsemesi bütün yüzünü kapladı kadının. “Günaydın kızım” dedi neşeli bir sesle. “Günaydın Dilek teyze” dedi genç kız yüzüne sahte bir gülümseme koyarak,daha sonra mutfağa geçti. Kahvaltı masasında Levent oturuyordu, kendisi orta yaşlı, kır saçlı bir öğretmendi ve yıllardır yaptığı gibi gazetesini okuyordu. Genç kızı görür görmez yüzünde karısınınkiyle yarışır bir gülümseme oluştu. “Günaydın Denizciğim” dedi adam, “Günaydın Levent amca” diye yanıtladı genç kız o sahte gülümsemelerinden biriyle. Levent ve Dilek Denizin üvey ailesiydi, onu çok küçükken, babasını kaybettikten sonra evlat edinmişler ve kendi kızları yerine koymuşlardı, fakat Deniz hiçbir zaman onları öz ailesi yerine koyamamıştı. Denemişti çok denemişti fakat aklına her seferinde babasının gülümseyen yüzü ve annesi gelmişti. Annesini fazla hatırlayamasa da aklında tek kalan şey ona sarılırken hissettiği sıcaklığıydı. Bu anılar nedeniyle Deniz, Levent ve Dilek’i öz ailesi yerine koyamamış onun yerine teyze ve amca diye hitap etmeye devam etmişti. Bu konuda vicdan azabı duysa da yapabileceği bir şey yoktu, hafızalarını zihninden silip atamazdı ya. Hızlıca kahvaltısını yaptıktan sonra, işe gitmeli ve akşama kadar kendini meşgul etmeliydi. “Kusura bakmayın gitmem lazım” dedi ve sofradan kaktı genç kız. Tam evden çıkma hazırlığı yaparken Dilek’in tatlı sesi durdurdu kızı. “Denizcim, konuşmak ister misin”. O da bugünün ne olduğunun farkındaydı ve Denizi mümkün olduğunca rahatlatmaya çalışıyordu. “Hayır, teşekkür ederim” dedi Deniz gülümsemeye çalışarak. “Peki tatlım” dedi kadın. Deniz kadına kısaca baktıktan sonra sarıldı ve tam arabasına gitmek için kapıdan çıkarken yaşlı kadının sesi bir kez daha böldü Deniz’i “Deryayı aramayı unutma”. “Peki” dedi genç kız ve arkasına bile bakmadan arabasına bindi. Araba düzgünce asfaltlanmış yolun üstünde kayarken geceden beri ilk defa özgür olduğunu hissetti. Camlarını açmıştı ve alışık olmadık sıcaklıktaki rüzgâr yüzüne vururken derin bir nefes aldı. Garip bir şekilde huzurluydu. Deryayı aramalıyım. Kardeşinin isminin üstüne tıkladıktan sonra uzunca telefonun çalışını dinledi, aynı şeyi iki üç defa daha tekrarladı fakat sonuç aynıydı. Yine kim bilir nerde ne yapıyor diye düşündü, ya da belki de tüm gece sabaha kadar arkadaşlarıyla parti yapmış ve daha yeni uykuya dalmıştı. Sonuçta Deryaydı bu her şey mümkündü. Ne kadar farklı hayatlar yaşıyoruz diye düşündü genç kız. Babalarının ölümünden sonra sosyal hizmetler alışık olmadık bir şekilde iki kızı farklı koruyucu ailelere vermişti. Deryanın üvey ailesi çok zengindi ve bu sonuç olarak iki kızın farklı hayatlar yaşamasına sebep olmuştu fakat iki kız da tüm farklılıklarına rağmen görüşmeyi kesmemişti. Beni ara diye ufak bir mesaj attı kardeşine ve telefonunu yerine koydu. Tam yola dikkatini vermişken telefonun çalmasıyla ilgisi yine bozuldu. Telefona bakar bakmaz uyandığından beri ilk defa gülümsedi genç kız.Ege. “Günaydın fıstık”. O alışık olduğu kadife sesle buluştu kulakları ve gülümsemesi aptal bir sırıtışa döndü. “Günaydın Ege, hayırdır sabah sabah rüyanda mı gördün?” “Ne münasebet, insan hiç arkadaşını sabah arayamaz mı ?” Ya tabi diye iç geçirdi genç kız, bir yanı deli gibi onu rüyasında görmüş olmasını diliyordu fakat bu düşünceyi güçlükte bastırdı. “Neyse” dedi Ege, bir an duraksadı, “ Nasıl olduğunu sormak için aradım, malum sebepten dolayı, galiba biraz da sesini duymak istedim” diye devam etti. İç çekti genç kız ufak bir duraksamadan sonra devam etti, “İyiyim sanırım”. Karşı tarafın iç çektiğini duyabiliyordu, “ Deniz…” diye başladı fakat genç kız lafını böldü “Ege”. Tek bir söz karşı tarafa derdini anlatmaya yetmişti genç kızın aslında, yıllardır onu en iyi anlayan kişinin hep Ege olduğunu düşünmüştü. “Pekala” diye devam etti o alışkın olduğu ses, “ Bunu sonra konuşacağız, şimdilik hoşça kal fıstık” dedi ve daha Deniz cevap verme fırsatı bulamadan telefonu kapattı. Bir süre sessizlikle baş başa kalsa da kıkırdamasına engel olmadı genç kız, ah Ege ah, bir iç daha çekti kız. Yola sonunda odaklandığında ofisinin içinde bulunduğu o alışık olduğu binayla göz göze geldi ve arabasını park etmeye başladı. Telefonun mesaj sesiyle kafasını okuduğu kağıttan kaldırdı, son altı saattir aralıksız rapor inceliyordu. Hareket etmesiyle beraber tüm kasları onun bu uzun çalışma kararına isyan edermişçesine ağrımaya başladı. Telefonunu eline aldığında mesajdan önce saat ilgisini çekti, 16:00.Daha sonra mesaja baktı. Derya. Kusura bakma uyuyakalmışım. Nedense şaşırmadı Deniz, tahmin etmişti, sonuçta kardeşini tanıyordu. Ona bu sorumsuz davranışı için kızması gerektiğini biliyordu fakat söz konusu Derya olunca Deniz hiçbir şeye kızamıyordu. Kardeşine olağan üstü bir bağla bağlıydı. Telefonunu eline aldı ve kardeşinin o tanıdık neşeli sesiyle karşılaşmaya hazırladı kendini. Tek çalışta açıldı telefon sabahkinin aksine. “Ablacım” “Günaydın cadıcım ya da tünaydın demeliyim sanırım ama bu durumumuzda iyi akşamlar daya uygun bir kalıp olacak”. Oluşan sessizlikten kız kardeşinin sinirlendiğini ve kendini yatıştırmaya çalıştığını anlasa da anlamazdan geldi. “Neyse” diye devam etti, “hazırsan yaklaşık bir saat sonra seni almaya geliyorum” Bir sonraki duraksama ise kardeşinin unuttuğunu anlatıyor gibiydi. “Derya sakın bana babamızın ölüm yıldönümünü unuttuğunu söyleme” “Özür dilerim abla aklımdan çıkmış ama tamam sen hiç merak etme ben bir saate hazırım” dedi kardeşi çabucak. Deniz buna inanmasa da inanmış gibi yaptı. “Pekala, bir saate görüşürüz.” Tam eşyalarını toplamış ofisten çıkmaya hazırlanıyordu genç kız, arkasından gelen ayak sesleri böldü onu. Kafasını kaldırır kaldırmaz o çok sevdiği her zaman sıcak bakan neredeyse kahverengi olan koyu ela gözlerle göz göze geldi. Ege. Hızlı adımlarla aradaki mesafeyi geçip kendini genç adamın kollarına bıraktı, o nefis kokusunu içine çekti. “Hoş geldin” “Hoş buldum fıstık, çıkıyor muydun bölmüyorum umarım” “Saçmalama, ne bölmesi, Deryayı almaya gideceğim, eşyalarımı topluyorum”. Yaa dermişçesine gözlerini yuvarladı adam. “Peki o zaman seni fazla tutmayayım, sadece moralinin bozuk olduğunu bildiğimden sana bunları getirmiştim”. Genç adamın eline bakar bakmaz en sevdiği çikolataları gördü Deniz. Sanırım hayatında hiç kimse ona Egeden daha fazla değer vermemişti. Gülümseyerek genç adamın yıllardır ne olursa olsun aynı ışıkla parıldayan gözlerine baktı. Deniz ve Mert çocukluk arkadaşıydı. İlk okulun ilk günü aynı sıraya oturmuşlar ve bir daha hiç ayrılmamışlardı. İki çocuğu bağlayan ilk şey ikisinin de ebeveynlerini kaybetmiş olması olsa da bu bağ zamanla daha farklı, daha güçlü bir şeye dönüşmüştü. Hatta Deniz için biraz daha farklı bir şeye. Deniz Ege’yi ilk gördüğü andan beri ona aşık olmuştu, çocukça olan bu sevgi onlarla beraber büyümüş ve bir aşka dönüşmüştü. Buna rağmen Ege’ye hiçbir zaman bir şey söyleyememişti, sonuçta onu kaybetmeyi göze alamazdı. “Teşekkür ederim” dedi bugünkü ikinci içten gülümsemesiyle, “Çok düşüncelisin”. “Senin için her zaman” diye cevap verdi genç adam. “Madem öyle sen hazırlan bende şurada oturayım, beraber çıkarız sonra” .Ya tabi diye düşündü Deniz, sen orda öylece yunan tanrısı gibi otururken ben işime nasıl devam edeyim. Geçen uzun yarım saatin ardından otoparkta ayrılmaya karar verdiler. Genç adam derin gözleriyle baktı genç kıza. “Eğer akşam kötü hissedersen ara,mutlaka gelir alırım seni” dedi ve daha genç kız cevap veremeden yanağına küçük bir öpücük kondurup gitti. Kendisi gitmiş olsa da Deniz otoparkta öylece tutulup kalmıştı, genç adamın o yumuşak dudaklarını hala hissediyordu yanağında. Ah Ege diye düşündü, resmen beni okyanusun ortasında bir damla suya muhtaç bırakıyorsun. Bir saat sonra adını paylaştığı denizin o mükemmel kokusu rüzgârla yüzüne vururken Deryanın neşeli sesiyle bir olayı anlatmasını dinliyordu genç kız. Kız kardeşine baktı ve gülümsedi, ela gözleri makyajıyla daha da ortaya çıkmış, kahverengi saçları rüzgârla birbirine girmişti. Gülümserken yanağındaki gamzesi daha çok ortaya çıkıyordu. Babamınki gibi diye düşündü. Hep kıskanmıştı Deryanın gamzesini, babasıyla Deryanın varken onun yoktu ve bu yüzden hep bir şey eksikmiş gibi hissediyordu. Sahile babalarını anmaya gelmişlerdi. Babalarının bedeni bulunamadığı için ölüm yıldönümlerinde boş mezara gitmek yerine sahile gelirler ve denize çiçek bırakırlar sonra da beraber akşam yemeği yerlerdi. İşte yine böyle bir akşam yemeği sırasında kardeşini dinliyordu. “Ee okul nasıl gidiyor Derya” diye sordu. Deryanın yüz ifadesi aslında her şeyi anlatmaya yetiyordu. “Bir yıl daha uzayacak galiba abla, ama annem dedi ki..” “Yıldız teyze” diye düzeltti Deniz, “Yıldız Teyze”. Hiç bir zaman anlamamıştı Deryanın nasıl o insanları öz ailesi yerine koyup anne baba diyebildiğini. “Her neyse” diye devam etti derya ablasının bu düzeltmesinden rahatsız olduğu belliydi, devam etti cümlesine; “annem dedi ki okulu bir yıl daha uzatabilirmişim” “Sende hemen kabul ettin yani” “Evet abla ne olacak, herkes senin gibi asosyal olup da okulu dört senede bitirmiyor, benim bir sosyal hayatım ve çevrem var”. Cevap olarak sadece gözlerini devirdi Deniz. “Neyse” diye devam etti Derya, “Bu seferlik erken kalkabilir miyiz, arkadaşlarıma söz verdim, Nil’in evinde parti var.” Deniz bir anda durdu, kulaklarına inanamıyordu, kardeşini üzmek istemese de kendini tutamadı. “Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu babamızın ölüm yıl dönümünde onu anmak yerine partiye mi gideceksin? Nasıl bu kadar basitleşebilirsin. Seni artık tanıyamıyorum Derya”. Kız kardeşinin gözyaşlarıyla parlayan gözleriyle karşı karşıya kaldı, bu kadar kaba olmak istememişti aslında ama çok sinirlenmişti. “Derya ben..” Sözünü kesti kardeşi, “Biliyor musun, senin bu melankolik halinden çok sıkıldım, hayat devam ediyor, geçmişe takılı kalmak yerine artık biraz daha geleceğe bak, kim bilir aklından neler geçiyor.elki de hala babamın yaşadığını bile düşünüyor olabilirsin ama ben artık bundan çok sıkıldım, gidiyorum” dedi ve Deniz bir şey diyemeden en yakındaki taksiye atlayıp gitti ve genç kızı orda bıraktı. Berbat başlayan bir günün devamı berbat bir geceyle devam ediyordu ve Deniz bir kez daha kendini düşünceleriyle baş başa buldu. Levent ve Dilek evde yoktu, hafta sonu için Sakarya’ya gitmişlerdi ve bu Denizin en az iki gün evde kendi karabasanlarıyla baş başa olacağına işaretti. Aynada ağlamaktan kızarmış ve şişmiş gözlerini görebiliyordu. O kavgadan sonra Deryayı kaç defa aramayı denese de ulaşamamıştı. Eli bir an Ege’nin numarasına gitse de sonradan vazgeçti. Saat çok geçti ve kim bilir Ege belki de nöbetteydi, evet Ege bir polisti ve çok sık nöbette oluyordu. Kendi kendine atatabilirsin diye düşündü genç kız. Sıcak bir duşun iyi geleceği düşüncesiyle banyoya doğru ilerlerken, kapının çalınmasıyla irkildi. Bu saatte kim olabilirdi ki. Ufak bir tereddütten sonra kapıyı açtı. Etrafta kimse gözükmüyordu fakat bahçe kapısı açıktı. Kapatmak için dışarı çıktığında hayatını değiştirecek o notu gördü. Tek cümlelik not başından kaynar sular akmasına yetmişti Baban hala yaşıyor. |
0% |