
Emrih terli bir şekilde uyandı bir rüya görmüştü ve bu onu etkilemişti.
Emrih kalktı üstünü giyindi odadan cıkmadan önce afya da yarıuyanıktı. Daha sabahın körüydü.
Afya - sabah sabah nereye gidiyorsun.
Emrih - aa hızla Haset zindanına
Afya - beni bırakma
Emrih afyayı anlından öptü.
Emrih - hemen geliçem tamammı.
Afya - hıhım
Emrih iki kere uzay zaman dokusunu yararak Haset zindanına en alt katına geçti. Hasretin evine girdi.
Haset te yeni uyanmıştı kendine yeni geliyordu. Gözleri acıkmaya başlayınca emrihi fark etti.
Haset - sabah sabah nabıyon burada
Emrih - selam sabah yokmu
Haset - hoş geldiniz ne istemiştiniz efendim
Emrih - şakayı bir kenara bırakalım senle bir şey konuşmaya geldim
Haset - neymiş o
Emrih - rüya tabiri yapabilirmisin bana
Haset - yani evet
Emrih - bir rüya gördü ve uzun zaman sonra beni etkileyen bir şeydi ve bunu paylaşmak istedim
Haset - git afyayla paylaş. Banane senin rüyandan
Emrih - ayrıca bir kaç şey daha sormak istiyorum.
Haset - uff tamam once bir kendime geleyim.
Haset elini yüzünü yıkadı. Biraz su içip kendine geldi. Emrih ile karşılıklı oturdular.
Haset - evet dinliyorum
Emrih - * Etraf sessizdi. Rüzgar yoktu, ses yoktu, gökyüzü bile sanki donmuştu. Kum… nereye baksam kum. Sonsuz, kıpırtısız, sessiz bir çöl. Ay yoktu. Yıldız da. Gökyüzü sadece simsiyah bir leke gibi tepemdeydi.
Ayaklarımın altı gıcırdadı. Kuru bir çatırtı… ama neye bastığımı göremiyordum. Kumun içinde ne varsa, hissediliyor ama görünmüyordu.
İlerde bir kapı vardı. Duvara bağlı değildi. Sadece öylece duruyordu.
Kapkara.
Yaklaştım. Kapının üstünde çatlamış bir yazı:
“Her şeyin başladığı yere geri dönmeden, hiçbir yere varamazsın.”
Kapı aralandı. Kendiliğinden.
İçeride ne karanlık vardı ne de ışık. Sadece… görünürlük vardı. Her şey fazlasıyla netti. Gözümü kısıp içeri baktığımda yedi tabut gördüm. Sıralı. Dizilmişlerdi. Sanki sayılmamı bekliyorlardı.
İlk tabut alev alev yanıyordu. Ama yanmıyordu. Ne duman vardı ne ısı. Sadece alevin görüntüsü. Ateşle sarılmış ama hiç kavrulmamıştı. Elimi uzattım. Bir anlığına kendi yüzüm yansıdı üstüne. Ama gözlerim… yoktu.
İkincisi, buz gibi soğuktu. Üzerini beyaz bir örtü gibi kaplayan kırağı, yüzeyde şekiller çizmişti. Elim değdiğinde bir kelime yankılandı kafamın içinde:
“Unutmak.”
Üçüncü tabut boğuk bir ağlama sesiyle titreşiyordu. Boştu. Ama sesi… sanki içeride doğmamış bir şey vardı. Kendi sesim gibi geldi, ama çocuk halim gibi de. O acı, ben değildim ama içimdeydi.
Dördüncü tabut camdandı. İçinde ben vardım. Aynı yüz, ama solgun. Donuk. Gözlerinde ışık yoktu. Üstelik… gölgesi yoktu. Benliğim içindeydi ama anlamı kalmamıştı. Arkamdaki ben, kimseye yansımıyordu.
Beşinci… zincirliydi. Kalın, paslı zincirler. Üzerinde bir tek kelime vardı:
“Afya.”
Tabut hareket etmiyordu ama içinden bir nabız atıyordu. Atışlarını hissettim. Sanki içimde bir yer, bu zincirleri daha önce kırmıştı. Ama nasıl, ne zaman?
Altıncı tabut, çok küçüktü. Sanki bir çocuğun sığacağı kadar. Belki de hiç doğmamış bir hayatın mezarıydı. Gözümü çevirdim. Bir ses geldi; ismini bile bilmediğim bir sızının sesi. Gelecekte kaybedeceğim bir şeyin yankısıydı bu.
Ve yedinci tabut.
Benim adım yazılıydı.
"Emrih."
Kapak yavaşça açıldı. İçindeki bedenin yüzü yoktu. Ama elleri…
Benimdi.
Aynı yara izi. Aynı damar. Aynı pişmanlık.
Göğsünün üstüne bir not bırakılmıştı:
"Sen tanrı olamazsın. Tanrılar yalnız ölür."
Tam o anda kum savrulmaya başladı. Tüm tabutlar yukarı çekiliyordu, göğe değil, hiçliğe savruluyorlardı. Ben yerimde sabit kaldım. Ayaklarım kuma gömülmüştü. Gözlerimi kapatamadım. Sadece bekledim.
Sonra içimden gelen bir ses konuştu:
“Seçim yapmadın. Bu da bir seçimdi.”
Ve ardından...
Afya’nın sesi.
“Emrih… bu rüya değil. Burası senin ardında bıraktığın her şey.”
Sonra çığlık.
Bir canlının değil.
Bir tanrının ya da bir şeytanın çığlığıydı bu.
Ve... uyandım. *
Haset - * Hım Yedi tabut... hepsi senin parçaların.
Ateş içinde yanan tabut, senin 'kibirle arınacağım' dediğin yalandan ibaret. Alevleri kutsal sanıyorsun ama sadece seni kavuracak.
Buzla kaplı olan… hah, o çok tanıdık. Unuttuğunu sandığın insanlık… terk ettiğin merhamet. Buz gibi soğuksun ya, yakında o tabutta donmuş kalacaksın.
Boş tabutun içinden gelen ağlama sesi? Güldürme beni. O senin içindeki çocuk değil. O senin öldürdüğün vicdanın. Ağlıyor, çünkü sen hâlâ yaşadığını sanıyorsun.
Cam tabuttaki gölgesiz adam... senin olmak istediğin halin. Güçlü, duygusuz, tanrı gibi. Ama gölgesi olmayan şey ya cansızdır… ya da lanetlidir.
Afya'nın zincirli tabutu… ah, işte orası hassas. Onu kurtardığını sanıyorsun. Halbuki hâlâ bağlı, hâlâ mühürlü. Ve sen o zincirin anahtarını asla eline almadın.
O küçücük tabut mu? Hiç doğmamış bir şeyin mezarı. Belki bir çocuk, belki bir umut… belki senin bir gün affedilme ihtimalin. Ama artık gömüldü.
Ve sonuncusu… kendi adını taşıyan.
Oraya nasıl vardığını bilmek ister misin? Her adımın seni oraya taşıyor. Ve farkında bile değilsin.
Notta yazan mı? 'Tanrı olamazsın, çünkü tanrılar yalnız ölür.'
Ne zaman bir şeyin sahibi olduğunu sandıysan, seni terk etti. Ne zaman birini kurtardım sandıysan, o zaten çoktan kaybolmuştu.
Sen seçim yapmadın, Emrih.
Sadece her seferinde, kendine yakışanı inkâr ettin.
Ve bu da bir seçimdi. *
Emrih - kim bilir belkide
Haset - peki bana ne sorucaktın
Emrih - tanrıların sistemini biliyormusun.
Haset - elbette biliyorum
Emrih - bana anlatırmısın
Hasat - şimdi bak tanrılar sistemi aslında olduk a basit en başta en yüce en kudretli, tanrı tanrı ya da tanrıların tanrısı var. Diyerleri ede tanrı diyoruz ama aslen tanrı değiller tanrılık vasfı verilmiş kişiler onlar.
Emrih - tanrılıka vasfımı?
Haset - Evet en başta bir kişi ve asıl tanrı olan tanrı tanrı var diyerleri tanrı degil ama tanrı tanrı tarafından verilen tanrılık vasfı var. Tek tanrı bir tane vasıflılar ise doksan dokuz tane.
Emrih - peki tanrı niye böyle vasıfları vermiş.
Haset - bildirim kadarı ile tanrı tanrı bütün vasılfrla tek tek ugraşmak istememiş ve elflerden, cüceler den, yarı insanlardan, şeytanlardan ve insanlardan sectigi doksandokuz kişiye böyle vasıflar verilmiş. Asıl tanrı bunlar değil ama millet bunlara tapıyor ve en cok hangi vasıf tapılırsa o tanrı daha güçlü oluyor. Bu yüzden vasıflı tanrılarda gülden başlayarak sayarsak. Güç tanrısı, savaş tanrısı, ölüm tanrısı, sevgi tanrısı ve bilgelik tanrısı. Bunlar en güçlü tanrılık vasfı olan yaratılmışlar.
Emrih - galiba bunların en güçlü tanrılar olması insanları güç arzulamaktan kaynaklanmış. Güçü arzulayıp güçlenince savaşlar cıkmış, savaşların sonucunda ölümler gercekleşmiş, ölen yakınları eşleri dostları yüzünden sevgi arayışına girmişler. Peki neden sonra bilgelik geliyor?
Haset - her savaş teknolojiyi geliştiririm insanlar daha salam daha iyi alaşım daha iyi çelik . Daha mükemmel büyüler teknolojiler ile uğraşıp durmuşlardır savaşlardan önce . Aslında seni sıralaman göre bilgelik tanrısı daha güçlü olmalıydı ama bilm insanları sayıca azdır ve diyer askerlerin devlet adamlarının bilgelik le bir amacı yoktur elde olanı yemekle uğraşırlar. O yüzden orda.
Emrih - peki bu vasıf verilen tanrılar ne kadar tanrı.
Haset - güzel soru. Belli bir yere kadar tanrı tanrı tarafından çizilen kurallar cercevesinde bir madde yarata bilirler. Hatta bir bilgi daha vereyim yaşam taşı yaşam tanrısı ın yattıgı ve bizim dünyamıza verdiği bir taştır.
Emrih - Hım sağol ben kaçayım. Ha buraya bir kahraman gelicekti. Şu an kaçını katta.
Haset - Şu anda arkadaşları ile birlikte yetmişinci katta. Ama ilerleyişlerine bakılırsa seksen ulaşamazlar bunlar ve bir kaç güne giderler.
Emrih - tamam, kahraman kangi kutsal silahı kullanıyor.
Haset - kılıç
Emrih - tamamdır görüşürüz.
Emrih saraya geri döndü diyerleriyle kahvaltı yaptılar ve gitmek için hazırlandılar. Gitmeden önce kraliyet ailesi ile vedalaştılar ve altlarına at alıp başkentten çıktılar. Yolcu yolunda gerek. Kader yolu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |