Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. BÖLÜM

@alpellal

Multimedyada kitabın erkekleri var. Tekrar söylüyorum bu modeller afiş vs için. Ben zaten karakterlerin fiziksel özelliklerini kitap içerisinde betimledim, siz istediğinizi hayal edin elbette. Yazar Bey pek photoshop yapamıyor ama elinden bu kadarı geliyor. Bir yardımsever insan bana shop konusunda yardım edebilir mi?😂 Bu bölüm GAL'a (Gürhan Anadolu Lisesi) giriyoruz. Yazarken çok heyecanlandım🙏 Pelin'in isteği üzerine karakterler şuan yaşıyor gibi anlatıyor🤗 Yazmadan önce bazı sahneler önümden geçti ve daha fazla heyecanlandım. Yorumlarda buluşalım mı? İyi okumalar🤎

 

***

 

Çağlar...

Eylül 2020

 

Güneş yüzüme saldırdığı için gözlerimi kıstım. Hemen yanımdaki denizin sesi gülümsememe neden oldu. Okulla ilgili en özlediğim şey denizin sesi ve kokusuydu. Eskihisar'da okumayı işte bunun için seviyordum. Bence okula giderken bu güzel denizin kokusunu almak benim için büyük bir şanstı. Önümdeki kahverengi kediye basmamak için denize iyice yaklaştım. Kayalara vuran suyun bana da sıçradığını hissettim. Okulların derse başlayacağı bir saat olduğu için çevremde fazla kişi yoktu, çaprazımdaki yan yana sıralanan kafeler bile henüz açılmamıştı. Zaten burası kafeler açıldığı zaman daha kalabalık oluyordu. Buranın halkı denizi izlerken çay içmeye bayılırdı. Aslında dersimin başlamasına daha çok vakit olduğu için ben de sağımdaki boş tahta banklardan birine oturabilirdim ama canım hemen okula gitmeyi istiyordu. Hangi sınıfta olduğumu bilmediğim için çok heyecanlıydım. Okulumuzda her sene öğrenciler başka sınıflara dağıtıldığı için çoğu yakın dost birbirinden ayrı kalıyordu. Laf dinleyemeyenlerden kurtulduğum halde başka laf dinleyemeyenlerle aynı ortama düşüyordum ve buna her sene sinir oluyordum. O tip insanlarla aynı sınıfa düşecek olsam bile bu sene son kez Gürhan Anadolu Lisesi'nde okuyacaktım.

 

Tatil boyunca üniversite sınavına hazırlanmıştım ama kendimi hiç hazır hissetmiyordum. Kaç test kitabı bitirdiğim halde sanki bir terslik vardı! Sınavda barajı geçemezsem olacakları düşünmek istemiyordum bile. Her gün paragraf soruları çözmekten bıkmıştım ama bunu yapmak zorundaydım. Okuldaki rakiplerimin bu sene derslere daha çok asılacağını tahmin edebiliyordum. Bizim okulun öğrencilerinin adeti şuydu: Derslere son sene özen göstermek. Düşüncelerimden denizin üzerinde uçan martıların sesiyle ayrıldım. Feribotlardaki insanlar onlara hep simit attığı için sayılarının çok olması normaldi. Karşımdaki duvarlarda bizim okulun reklam afişini görmeye başlamıştım. Biraz daha yaklaştığımda eski bir bursluluk sınavının afişi olduğunu anladım. Tamamen burslu giremeyince ise az bir indirim yapıyorlardı. Arkadaşlarımdan yarısı okula bu indirim yoluyla girmişti, ben de öyle girmiştim.

 

Okulumuz Gebze'nin en iyi özel okullarından biri olduğu için her sene öğrenci sayısı artıyordu. Binası büyük ve tarihi olduğu için öğrenci fazlalığı hiç sorun çıkarmıyordu. Hatta bizim okuldan ayrılıp başka okula giden ilk dönem bitmeden geri dönüyordu. Okulun bu kadar çok duyulmasında yönetimin de etkisi vardı. Müdür tüm yerel televizyon kanallarına, gazetelere ve radyolara düzenli olarak okulun reklamını yaptırıyordu. Kaç kere okula gelirken otobüsün radyosunda bizim okulun reklamını duyduğumu saymadım, o derece çok reklamı yapılıyordu. Okulun sosyal medya yaptığı paylaşımlar da reklam içerikliydi. Tarihi bir liseyi tanıtma görevi dört bir koldan yapılıyordu.

 

Bazen eski mezunların toplanması için etkinlikler düzenleniyordu ve onlarla sohbet etme imkanı buluyorduk. Genel olarak hepsi hayatta iyi bir yere gelmiş insanlardı. En çok kızdıkları şey sınıflara akıllı tahta konmasıydı, onlara göre okulun tarihi atmosferini bozuyordu. Onları bir araya getiren şey Gürhan Vakfı'ydı. Bu vakıf yoluyla eski öğrenciler burs verip maddi durumu olmayan öğrencileri bizim okulda okutuyordu. İş güç sahibi olunca aynı şeyi ben de yapmak istiyordum. İyilik ne zaman yapılırsa yapılsın insana huzur verir ve ben elimden geldiğince iyilik yapmaya çalışıyordum. Dünyada yeterince kötü insan varken iyiler de ağırlığını göstermeli değil mi?

 

Yanımdan geçen siyah bir arabanın kornasının sesi beni yerimden sıçrattı. Gereksiz yere kornaya basan insanlardan nefret ediyordum. Hele tanımadığım bir insansa iyice sinirim bozuluyordu. Yolun ortasından yürümediğim halde korna çalmak nedir?

 

Arabanın sahibinin yaptığı tek iyi şey okulun önüne geldiğimi fark etmeme vesile olmaktı. Görkemli bir şekilde karşımda boy gösteren kapıyı inceledim. Siyah renk demirleri biraz pas tutmuştu. Çevresindeki desenli tarihi taşların bakımı yeni yapılmış gibi gözüküyordu. Kapının üstünde kocaman harflerle okulun adı yazıyordu. Arkasındaki ağaçların önüne yerleştirilmiş olan tahta banklarda hiç boşluk yoktu, eğer olsaydı birine oturup okulun ön cephesini kuşatan masmavi Marmara Denizi'ni izlerdim.

 

Tanıdık birini görme umuduyla arkama döndüm. Demin benim geldiğim yerden bir kız bana doğru yürüyordu. Kısa kesilmiş sarı saçları uçuşuyordu, gözünde siyah bir güneş gözlüğü vardı. Üstüne beyaz bir gömlek ve siyah bir pantolon giymişti. Kulağındaki halka küpeleri rüzgarın etkisiyle sallanıyordu. Sırtındaki kırmızı çantayı biraz daha yaklaşınca fark edebildim. Zihnimi yokladım ama öyle birini daha önce gördüğümü hatırlamıyordum, kimdi acaba? Ona uzun uzun baktığımı gördüğü için sağ kaşını kaldırdı. Yüzümün kızardığını hissettim, açık kapıdan koşar adımlarla okul yerleşkesine girdim.

 

Okulumuz tarihi olduğu için haliyle bahçesi büyüktü, biraz daha yürümem gerekiyordu. Denizin etrafı öğrenciler düşmesin diye tellerle sarılmıştı. Geçmiş yıllarda birçok öğrencinin denize düştüğü söyleniyordu, en azından ölen kimse yoktu. Okul binasına giden yolun ortasında "GÜRHAN" isminin yazdığı büyük bir heykel vardı, çevresine rengarenk güller dikilmişti.

 

Gözlerimi okul binasına çevirdim. Büyüklüğüyle arazinin yarısını kaplıyordu. Dış cephesini eski, koyu yeşil taşlar oluşturuyordu. Bir lise binası için fazla büyük olan camlarının hepsi açık olduğu için üstlerine takılmış olan beyaz tül perdeler uçuşuyordu, temizlik görevlilerinin okulun hava alması amacıyla açtıklarını düşündüm. Giriş kapısına çıkan merdivenlerin ilk basamağından yukarıya doğru iki beyaz sütun yükseliyordu. Okulun kütüphanesinin denizin tam karşısına denk gelen beyaz tahta korkuluklu balkonunda birkaç öğrenci sohbet ediyordu.

 

Aslında bir sürü öğrenci sesi geliyordu ama ben etrafta o kadar sesi çıkarabilecek insan göremiyordum, bu da okulda çok öğrenci olduğunu kanıtlıyordu. Okulun dış cephesine tekrar baktığımda okulun logosunun tadilattan sonra o tarihi duvarlara yerleştirilmemesine şükrettim çünkü tarihi bir duvarın zarar görmesini istemiyordum. İçimdeki ilk gün heyecanını umursamadan merdivenlere yöneldim, biraz daha dursaydım okulun önünden ayrılamayacaktım.

 

Mermer basamakları hızlı hızlı çıktım. Her sene boyası yenilenen ahşap siyah kapı ardına kadar açıktı. İçimden "Umarım bu sene, bu okula tüm girişlerim hayırlı olur." dedim. Kapıdan içeri girdiğim an gözlerimi yoğun ışıktan ötürü kıstım, bizim okulun giriş katı idari bir kat olduğu için etrafın aydınlık olmasına çok önem verilirdi. Elimi gözlerime siper edip etrafı inceledim. Karşımdaki çok sayıda basamağı bulunan mermer merdivenin ve onun önünden başlayıp tavana kadar uzanan beyaz sütunların çevresinde fazla kişi yoktu. Solumdaki dar koridorun sonunda müdürün ve müdür yardımcılarının odaları vardı. Sağımdaki aralık kahverengi kapı ise öğretmenler odasına aitti. Gözlerim o kapının yanındaki beyaza boyalı duvarın üstüne yapıştırılan kağıtlara kaydı. Merakıma dayanamayıp yaklaştım, öğrencilerin yeni sınıfları yazıyordu. Derin bir nefes alarak adımın hangi sınıfın listesinde olduğuna baktım:

 

12-E

 

"Umarım bu sınıf öncekilerinden daha iyidir."

 

Kendi kendime söylediğim bu cümleyi tek benim duyduğumu sanıyordum. Arkamdan gelen ayak seslerini duyduğumda yanıldığımı anladım. Kimin geldiğini görmek için arkama döndüm, o karşımdaydı. Okula gelirken göz göze geldiğim sarışın kız! Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı, Ondan kaçtığımı anladığını düşündüğüm için yüzümün kızardığını hissettim. Kız bana doğru bir adım daha attı. Ardından hızlı bir hareketle gözlerinden güneş gözlüğünü çıkardı, işte o zaman daha çok utandım. Yıllarca beraber okuduğum kişiyi nasıl tanıyamamıştım? Karşımdaki masmavi gözlerin sahibine bir cevap vermek zorundaydım. Kaşlarım havaya kalktı:

 

"Şimal?"

 

"Sonunda beni tanıyabildin! Dakikalardır bana bir selam dahi vermeden neden uzaklaştığını düşünüyordum, meğer beni tanıyamamışsın!"

 

Şimal'le lisenin başından beri aynı sınıflarda okumuştuk. Pek yakın bir dostum olmasa bile iyi anlaşıyorduk. Şimal'in en çok bilinen huyu kafe kafe gezmesidir. Gebze'deki tüm kafelerin yerlerini ezbere bilirdi ve her gün bir kafeden İnstagram hesabında hikaye paylaşırdı. Yıllardır sınıf içi etkinlikler için mekan aradığımızda o buluyordu. Kafe sahipleri bile Şimal'i unutamıyordu. Benim bu konuda şaşırdığım şey ise bu kadar sosyalken notlarını hep yüksek tutmasıydı. Sadece gezme konusunda sosyal olduğu söylenemez, sosyal medyada da çok aktif bir kullanıcıydı. Benim onu tanıyamama sebebim ise uzun olan sarı saçlarını kestirmesiydi.

 

"Saçlarını kestirmişsin, ondan tanıyamadım. Nasıl kıydın o uzun sarı saçlara?"

 

"Tatilde üniversite sınavına çok çalıştım. Haliyle stres yaptım ve saçlarım dökülmeye başladı. Ben de dün kestirdim."

 

Kahkaha atarak "Gerçekten hiç kafe kafe dolaşmayıp ders mi çalıştın?" diye sordum. Bu sorum somurtmasına neden oldu. Şimal'i tanıyan herkes onun bu huyuyla alay edilmesine kızdığını bilirdi ama ben umursamıyordum. Gözlerini devirdi:

 

"Koca tatilde hem kafeye gitmiş hem de evimde ders çalışmış olamaz mıyım Çağlar?"

 

"Şaka yaptım ya! Olabilirsin, neden olmasın?"

 

"Ha şöyle! Benim hangi sınıfta olduğuma baktın mı?"

 

"Hayır, şimdi bakayım."

 

Listelerde Şimal Kayayurt adını aramaya başladım. Kağıtların hepsi yan yana olduğu için sırayla hepsine baktım. Bulduğumda çok şaşırdım, yine aynı sınıftaydık. Sırıttım:

 

"Şimal sana kötü bir haberim var!"

 

"Oha! Neymiş o haber?"

 

"Yine aynı sınıftayız. Yani ikimiz de 12-E sınıfındayız."

 

Hafifçe gülümsedi. Mavi gözlerini büyüterek "Bu mu kötü haber? Benim gibi başarılı bir hanımefendiyle yine aynı sınıfta olduğun için sevinmelisin." dedi. Şimal'in bir huyu da kendisini her fırsatta övmesiydi. Yüzüme alaycı bir gülümseme yerleştirdim.

 

"Bir dersten bile düşük yazılı notu alırsan sakın gözüme gözükme Şimal."

 

"Tamam o zaman, seni gördüğümde arkana geçerim. Sonuç olarak gözüne gözükmemiş olurum!"

 

"Gülmedim Şimal.".

 

"Of! Sınıfa gidelim."

 

Merdivenin ilk basamağına adımımı atarken "Sınıfın kaçıncı katta olduğunu biliyor musun?" diye sordum. Soruma bir cevap vermeden basamakları çıkmaya başladı. Bir süre sonra "İkinci kattadır, geçen sene son sınıflar oradaydı." dedi. Başımla onaylayıp soluma baktım. Tavandan zemine kadar inen büyük camdan okula ait olan ormanlık alan gözüküyordu. Ormanın daha rahat görülebilmesi için camla aynı hizadaki kırmızı perde, krem rengi duvara tutturulmuştu. Hiç konuşmadan ikinci kata çıkan merdivenlere adım attık.

 

Diğer katlardan küçük sınıfların sesleri geliyordu, yıllardır değişmeyen şeylerden biri de buydu. Öğrenciler sanki sınıfları yokmuş gibi koridorda her türlü şamatayı yapıyorlardı. Hele hele dersten bir bahaneyle çıkıp biz dersteyken koridorlarda bağırmaları yok mu? İnsanın gidip ağızlarının payını veresi geliyordu. Lisenin başından beri hiç disipline gitmemiştim çünkü bu tür rahatsız edici şeylere karşı sabırlıydım. Ben bunları düşünürken ikinci kata gelmiştik.

 

"En azından geçen seneki gibi fazla yürümemize gerek kalmayacak. Değil mi Çağlar?"

 

"Aynen öyle."

 

Karşımızda uzun ve dar bir koridor gözüküyordu. Yine krem rengi duvarlar her tarafımızı sarmıştı. Siyah ahşap kapılar yan yana sıralanmıştı. Gül desenli beyaz fayanslara adımımı atarken Şimal'e yol gösterdim:

 

"İkimiz yan yana yürüyemeyiz, önden sen git."

 

"İyilikte Çağlar gibi ol! Tamam, bakayım sınıf hangisiymiş."

 

Eliyle sarı saçlarına bir düzen atıp önüme geçti. Tek tek sınıfların kapısının yanında yazanları okuyordu. Koridorun sonundaki kapısı açık olan sınıfın önünde durduğunu görünce sınıfı bulduğunu anladım. Ben de oraya doğru yürüdüm. Şimal'in arkasında kalan dev cam hoşuma gitmişti. Sınıftan dışarı adım attığımda oradan rahatlıkla dışarıyı seyredebilirdim. Şimal'e yaklaştığımda bir şeyi fark ettim ve olduğum yerde durdum. Şimal şaşkınlıktan ağzı açık kalmış bir şekilde sınıfın içine bakıyordu.

 

Sınıfta ne görüpte bu kadar şaşırabiliyordu? İçimden sınıfın içinde sıra bile olmayabileceği geçti, sınıf depo olarak kullanılıyor olabilirdi. Şimal konuşsa ne gördüğünü öğrenebilecektim ama konuşmuyordu. Sesimi ayarlayıp "Şimal?" dedim. Sanki konuşmak için ona seslenmemi bekliyormuş gibi hemen konuştu:

 

"Bugün herkes yiyecek bir şey yapıp okula mı getirecekti? Bundan benim niye şimdi haberim oluyor?"

 

"Ne alaka Şimal? Öyle bir şeyin duyurusu bile yapılmadı."

 

Sadece ikimizin duyabileceği bir sesle "Kızın biri masasının üstüne büyük bir plastik kap koymuş ve gözümün içine baka baka elmalı kurabiyeleri bir güzel götürüyor!" dedi. Nedense duyduklarıma şaşırmamıştım, bence bir insanın okula elmalı kurabiye getirmesi gayet normal bir şeydi. Şimal'in bu duruma neden bu kadar şaşırdığını anlayamamıştım. Bir insan okulda elmalı kurabiye yiyemez miydi?

 

"Buna mı şaşırdın?"

 

"Bir de sen bak. Çok iştahlı yiyor!"

 

"Bakayım!"

 

Kapının yanından kafamı uzatıp sınıfı inceledim. Beyaz duvarlardan sağ tarafta olanına büyük bir pano asılmıştı. Ahşap zeminin parlamasından yeni temizlendiğini anladım. Karşımdaki büyük iki cam açık olduğu uzun tül perdeler uçuşuyordu. Sınıfın eskiliğine ters düşen şeyler yenilenmiş tavan, köşedeki dolaplar ve kürsünün yanındaki duvara asılı olan akıllı tahtaydı.

 

"Günaydın!"

 

Duyduğum sesle beraber gözlerimi sağ tarafa çevirdim. Şimal'in bahsettiği kızla göz göze geldim. Kahverengi saçlarını topuz yapmıştı, kahverengi gözlerini çevreleyen ince kaşları havaya kalkmıştı. Elindeki elmalı kurabiyeyi iştahlı bir şekilde ısırdı. Yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Benim de canım elmalı kurabiye çekmişti.

 

"Günaydın! Yeni misin? Seni daha önce bu okulda hiç görmedim."

 

Şimal "Bir sınıfa girseydik değil mi Çağlar?" dedikten sonra kızın yanına gitti. Önümde bir engel kalmadığı için ben de yanlarına gittim. Kız önündeki mavi kabı bize doğru itti.

 

"Evet, adım Gökçe. Senin adını arkadaşın söyledi demin, Çağlar'mış."

 

"Doğru! Arkadaşımın adı Şimal bu arada."

 

Şimal bana "Benim dilim var Çağlar!" demek ister gibi bir bakış yollayıp "Eh! Adımı öğrendin. Tanıştığımıza memnun oldum Gökçe!" dedi. Sesindeki bana sitem eden ton kıkırdamama neden oldu. Oysa dolaylı yoldan o da benim adımı söylemişti. Gökçe parmağıyla plastik kabı işaret etti:

 

"Ben de! Kurabiye yemez misiniz?"

 

Şimal gözlerini büyüterek "Açık açık söylemem gerekirse canımı çektirdin. Yerim!" dedi. Ben de başımı sallayıp "Yerim. Sen mi yaptın?" diye sordum.

 

"Evet. Aslında ben her gün yemek için bir şeyler yapıyorum."

 

"Mutfağa meraklısın yani?"

 

"İnsanlar benim yaptığım yemekleri görmeye meraklı."

 

Neden böyle söylediğini anlamamıştım. Bir insan nasıl Gökçe'nin yaptığı yemekleri görmeye meraklı olabilirdi? İşin ilginç yanı yemeye değil görmeye meraklı olmalarıydı. Elime bir kurabiye aldım.

 

"Yemeye meraklı değiller mi?"

 

"Yiyemezler."

 

"Neden?"

 

"Mümkün değil!"

 

Alaycı bir sırıtmayla "Yoksa içine zehir mi koyuyorsun?" dedim. Şimal omzuma vurup "Kurabiyeden soğutma beni!" dedi. Gökçe ikimize kısa bir süre baktıktan sonra kahkaha attı:

 

"Hahaha! Benim yaptığım yemekleri yemeleri mümkün değil ama tarife uyarlarsa kendilerinin yapabilmesi mümkün."

 

"Yemiyorlar ama tarifini soruyorlar öyle mi? Çok garip gerçekten."

 

"Yiyebilmeleri için teknolojinin daha çok gelişmesi gerekiyor Çağlar."

 

Söylediği cümle karşısında Şimal'le birbirimize anlamsız bir şekilde baktık. İkimiz de teknolojinin Gökçe'nin yaptığı yemeklerle ilgisini anlamamıştık. Şimal ellerini iki yana açıp sordu:

 

"Teknoloji olmadan yiyemezler mi? Anlayamıyorum."

 

"Beni bulurlarsa yerler!"

 

"İnsanlardan mı kaçıyorsun?"

 

"Hayır."

 

"Ağzından lafı cımbızla alacağız galiba."

 

Gökçe arkasına yaslanıp "Anlamadığınızın farkındayım. Sınıftakilerin davranışlarını bir gözlemleyeyim hele, o zaman teknolojinin ne alaka olduğunu açıklayacağım." dedi. Gökçe'nin ağzından çıkan her lafın anlamını düşünmekten yorulmuştum, bilmece gibi konuşuyordu. Hatta bence bilmece bile daha anlaşılır bir haldeydi! Test kitaplarındaki paragraf soruları da bu kızın söylediklerinden daha anlaşılırdı. Kurabiyeden bir ısırık aldım, tadı çok güzeldi.

 

"Ne alaka sınıftakilerin davranışları şimdi? Bu arada ellerine sağlık, kurabiye nefis olmuş."

 

"Teşekkür ederim. Bu okulun öğrencilerini pek tanımıyorum, haliyle benimle alay etmelerinden korkuyorum."

 

"Hepsinden korkmana gerek yok."

 

"Korkulması gerekenler de var yani?"

 

"Her okulda olduğu gibi!"

 

"Anladım!"

 

Gökçe'ye yalan söylemek istememiştim. Her okulda olduğu gibi bizim okulumuzda da kötü insanlar vardı. Tam beklenmedik anlarda okulu birbirine katıyorlardı. Onlar için insanların duygularının önemi yoktu, kalpten yoksunlardı. Aslında bizim okulda her türlü çılgınlık mevcuttu.

 

"Okulda büyük küpe takmak yasak değil miydi?"

 

Gökçe bunu söylerken Şimal'in kulağındaki halka küpeleri işaret etmişti. Şimal derin bir iç geçirdi, okula yeni gelen birinin ona kuralları hatırlatması hiç hoşuna gitmemiş olmalıydı. Okulda kız öğrencilerin büyük küpe takması yasaktı ama küçük küpe takması yasak değildi. Şimal halka küpelerini okulda taktığı için hep hocalar tarafından uyarı almıştı. Ani bir hareketle küpeleri kulağından çıkardı.

 

"Aaa! Unutmuşum, teşekkür ederim."

 

"Rica ederim."

 

Kapının gıcırdamasıyla arkama döndüm. Önce siyah spor ayakkabıları gözüktü sonra kendisi ortaya çıktı. Yeşil gözleriyle sınıfı taradı, tanıdık birini arıyor gibiydi. Sağ tarafa doğru kafasını çevirdiğinde gür kaşları havaya kalktı. Nedense Gökçe'yi görmemezlikten geldiğini hissettim. Sanki sadece Şimal'le beni görmüş gibiydi. Özenle taranmış kahverengi saçlarını eliyle düzelterek bize yaklaştı. Şimal baştan aşağı onu süzdü.

 

"Vay! Korcan yine okul için özene bezene hazırlanmış."

 

"Sen de az süslenmemişsin Şimal!"

 

Korcan'ın gülerek söylediği bu söz karşısında Şimal'in yüzü kızardı. Kendisini fazla süslü biri olarak görmüyordu ama yanılıyordu. Korcan da yıllar boyu bizimle aynı sınıfta okuduğu için Şimal'i çok iyi tanıyordu. Şimal onun alaycı tavırlarından hiç hoşlanmıyordu. Ben de Korcan'ın alaycı söylemlerini hiç tasvip etmiyordum, bazen haddini aşıyordu. İçimden Gökçe'yle öyle konuşmaması için dua ettim. Gecikmiştim:

 

"Kurabiyeler çok güzel gözüküyor. Hangi pastaneden aldın?"

 

"Pastaneden almış olsam bu kapta neden olsun? Kendim yaptım."

 

"Mantıklı. Bir tane de ben yiyebilir miyim?"

 

"Tabii!"

 

Korcan küçümseyici bir yüz ifadesiyle kaptan bir elmalı kurabiye aldı. Gökçe topuzundan bağımsız bir halde gözünün önüne gelen saç telini kulağının arkasına attı. Korcan kurabiyeyi yerken ilk başta gözlerini kapatıp kaşlarını kaldırdı sonra eski yüz ifadesini tekrar yüzüne yerleştirdi. Gökçe'ye acımıştım.

 

"Güzel olmuş ama ben daha iyisini yaparım."

 

"Teşekkür ederim. Daha önce hiç elmalı kurabiye yapan bir erkek duymamıştım açıkçası!"

 

"Bir istisnayım o zaman!"

 

"Yaptığın kurabiyeyi yemek isterim." dedi Gökçe meydan okuyan bir yüz ifadesiyle.

 

"Çok... Çok yoğun bir insanım. Yapmaya vaktim yok yani."

 

Şimal sinsi sinsi sırıtarak "Aaa! Yapmazsan başının etini yerim. Gökçe'nin kurabiyesinin tadına baktık, yarın seninkinin tadına bakmak istiyoruz. Değil mi Çağlar?" dedi. Gökçe ve Şimal'in bana baskı yapmak ister gibi attıkları bakış vereceğim cevabı bulmamı zorlaştırdı. Korcan çaktırmadan başını olumsuz anlamda sallıyordu. Gözlerimi Korcan'dan kaçırdım:

 

"Aynen öyle. Yarın Korcan'ın yaptığı kurabiyeyi yiyelim."

 

"Of Çağlar! Sana hiç yakıştıramadım."

 

"Kıza hava atan sendin Korcan."

 

Gökçe bu duruma çok sevinmişti. İçinden bir sürü şey geçiyormuş ama onları dışarı aktarmaya korkuyormuş gibiydi. Korcan ise Gökçe'yle yarışacağı için pek bir mutsuzdu. Onu daha önce hiç biriyle yarış içindeyken görmemiştim. Tek bildiğim bir şey vardı: Yenilirse Şimal'in dilinden kurtulamayacağı.

 

"Adın Gökçe'ymiş. Peki soyadın ne?" diye sordu Korcan konuyu değiştirmek ister gibi.

 

"Karakum! Senin?"

 

"Köseoğlu."

 

"Aslında beni görür görmez bu tür sorular sormalıydın, tanışma adabı diye bir şey var." dedi Gökçe buz gibi bir sesle.

 

Şimal'le birbirimize baktık. Sanki Gökçe'de bir şeyler sezmiş gibiydi. Kıstığı mavi gözlerini Korcan'a çevirdi. Korcan esrarengiz gülümsemesini Gökçe'ye sundu:

 

"Ben artık bir yere oturayım. Ayakta durmaktan yoruldum."

 

Sonra arkasına dönüp Gökçe'nin arkasındaki sıralara doğru yürüdü. İki sıraya hiç bakmadan geçip üçüncüye oturdu. Yeşil gözlerinde çözemediğim bir bakış vardı ve bu bakış doğrudan Gökçe'yi hedef alıyordu. Onun hakkında ne düşündüğünü anlayamıyordum. Gökçe'nin kurabiyeleri neler doğuruyordu! Okula gelir gelmez dikkatleri üzerine çekmişti. Şimal ona eliyle kaymasını işaret etti, Gökçe kayınca yanına oturdu.

 

"Korcan'ın da dikkatini çektin!" dedi fısıldayarak. "Okuldaki ilk gününden biriyle yarışmak nasıl bir duygu?"

 

Gökçe göz devirip "Bilmem!" dedi. Bence Gökçe kendisini daha ilk günden tehlikeye atmıştı. Korcan biri ona imalı laflar söyleyince o kişiyi hiç rahat bırakmazdı ama Gökçe'ye bir bakışı bir farklıydı. Tam nefretle baktığını söyleyemem, ondan etkilenmiş gibi bakıyordu. Gökçe'nin duyguları hakkında bir tahmin yapamıyordum. Şimal bu işin peşini bırakmıyordu:

 

"Korcan hakkında ne düşünüyorsun?"

 

"Sadece gözlerinin rengini beğendim. Onun dışında çok itici biri gibi duruyor."

 

Şimal sarı saçlarından bir tutamı eline alıp ağzını kapatacak şekilde yüzüne yaklaştırdı. Ne yapmaya çalıştığını çok iyi anlamıştım. Gülüşünü saklıyordu!

 

"Yani gözlerini onun yeşil gözlerinden alamadın öyle mi?"

 

Gökçe bir süre onun ne demek istediğini anlamadı. Anladığında kaşlarını çatıp "Senin dilin ne söyliyir Şimal?" dedi. Bu tepkisine Şimal'le beraber kahkaha attık. Korcan şaşkın şaşkın ikimize baktı. Konunun kendisi olduğunu anlamamış olmalıydı. Şimal'in dediği şeyi duysaydı iş bir hayli zorlaşacaktı. Gökçe, Şimal'in dediğine takılmıştı.

 

"Konuşurken insanın gözünün içine bakmak suç mu? Göz teması kurmasaydım saygısız biri olduğumu düşünecektiniz."

 

Şimal'e dönüp "Kız haklı! Saygısından ötürü gözlerine bakmış ve rengini beğenmiş." dedim. Şimal aşırı yapmacık bir ses tonuyla "Şaka yapıyoruz şurada! Bu arada Korcan'ın gözleri konusunda çok haklısın. Ben bir yere oturayım artık." dedi. Solundaki sıralara baktı, gözleri tam Korcan'ın sırasının çaprazındaki sırada durdu. Korcan'ın ona bıyık altından gülümsediğini görebiliyordum, Şimal'le çok uğraşacağa benziyordu. Gökçe'ye Şimal'in arkasındaki sırayı göstererek "Ben de şuraya oturayım. Zaten yıl boyu aynı sınıfta olacağız, bol bol sohbet ederiz." dedim.

 

"Aynen öyle."

 

Korcan'ın sağı ve Şimal'in arkası konumunda olan sırama oturdum. Açık camdan gelen hava doğrudan sırtıma çarpıyordu. Kot pantolonumun cebinden çıkardığım telefonumu masanın üstüne koydum. O sırada koridorun ucundan gelen iki kızın konuşmalarını duydum. Dikkatle kulak kesildim:

 

"Gitmişler okulun en dar koridorunu bize vermişler. Baksana Gaye, yan yana yürüyemiyoruz!"

 

"Zayıf olduğum için ben hiç zorlanmıyorum."

 

"Ben de zayıfım!"

 

"Bundan yanaklarının haberi var mı Asude?"

 

"Sadece yanaklarım biraz tombik ama bunun koridorla pek ilgisi olduğunu düşünmüyorum! Bilmem anlatabildim mi?"

 

"Anlatabildin canım."

 

Ayakkabılarının zeminde çıkardığı ses yaklaşınca sınıfın önüne geldiklerini anladım. Önce sınıfa Gaye girdi. Koyu kahverengi saçlarını at kuyruğu yapmıştı. Kahverengi gözlerini çevreleyen gür kaşları açık tenli yüzünü süslüyordu. Turuncu bir gömlekle siyah bir kumaş pantolonu kombinlemişti.

 

En güzel gülümsemesini bize sunarak"Günaydınlar efendim!"dedi.

 

Hepimiz bir ağızdan "Günaydın!" diye karşılık verdik. O, Gökçe'nin önündeki sıranın duvar kenarındaki kısmına yerleşirken Asude kapıda belirdi. Omuzlarına dökülen kahverengi saçlarını kırmızı bir bandanayla süslemişti. Üstüne bandanasıyla aynı renk olan kareli bir gömlek giymişti, altında ise beyaz bir pantolon vardı. Görünüş olarak zayıftı ama yanakları biraz topluydu. Mavi gözlerinin üstündeki gür kaşları hafifçe yukarı kalktı.

 

"Günaydın!"

 

Biz de aynı şekilde karşılık verdik. Sırıtarak Gaye'nin yanına oturdu. İkisini de tanıyordum ama hiç aynı sınıfta bulunmamıştık. Asude anladığım kadarıyla çantasından bir şey çıkarmak arkasına döndü. İştahlı bir şekilde elmalı kurabiye yemekte olan Gökçe'yle göz göze geldi.

 

"Afiyet bal şeker olsun! Çok severim elmalı kurabiyeyi. Sen yeni mi geldin?"

 

"Teşekkür ederim! Evet, yeni geldim. Adım Gökçe. Senin adın ne?" diye sordu. "Bugün herkesin dikkatini kurabiyelerim çekti bu arada!"

 

Gaye de Gökçe'ye dönmüştü. Asude gözlerini kurabiyelerden tarafa çevirerek "Benim adım Asude. Tanıştığımıza memnun oldum!" dedi. Gaye ona yan yan baktı. "Ben Gaye! Ben de seni tanıdığıma memnun oldum."

 

"Ben de sizi! Kurabiye yemez misiniz?"

 

Gaye bu cümleyi duyunca güldü. Gökçe ve Asude onun neye güldüğünü anlamamış gibi bakışıyorlardı. Gaye onların tepkisini görünce gülmeyi bıraktı. Şimal'in kendi kendine "Sınıfın delisi belli oldu." dediğini duydum. Gaye'nin gülme sebebini ben de çözememiştim ama Gökçe ve Asude'nin yüz ifadesine gülmemek için kendimi zor tutuyordum.

 

"Çok pardon! Asude'nin soruna vereceği cevabı hayal edince kendimi tutamadım." dedi. Gaye'nin koridorda konuştukları konuya gönderme yaptığını anladım.

 

Asude onun omzuna hafif bir şaplak atıp "Kurabiye yememe engel olamayacaksın." dedi. "İkram edilen şey alınır, değil mi Gökçe?"

 

"Aynen öyle. Ben ikram ediyorum sana, al!"

 

Asude eline bir kurabiye aldı. Gaye'ye "Kudur!" dercesine bir bakış atıp kurabiyeyi hızla ağzına götürdü. Her ısırık alışında elini lezzetli anlamında salladı. Gaye onun bu haline kıs kıs gülüyordu. Kurabiyenin tadına baktığım için ben de lezzetli olduğunu düşünüyordum. Elinin lezzetini deneyimlediğim Gökçe'nin sırrını da öğrenmek istiyordum. Sınıftakilerle yeni tanışacağı için kendini gizlemesini anlayışla karşılıyordum. Yeni gelinen bir ortamda çoğu kişi aynısını yapardı.

 

Asude ilk kurabiyeyi bitirdikten sonra "Ellerine sağlık! Mutfakta çok vakit harcıyor olmalısın." dedi. Bu yaşta bu yetenek... Ben hazır çorbayı bile zor yapıyorum!"

 

Şimal benim yüz ifademe bakmak için arkasına döndü. Sırıtıyordum. Sonra Asude ve Gökçe'ye döndü. Ne söyleyeceğini çok merak ediyordum.

 

"Sus Asude sus! Şimdi sana gizemli bir şekilde neden mutfağa çok girdiğini anlatacak ama senin kafan karışacak."

***

Dersin başlamasına az kalmıştı. Sınıfa yavaş yavaş diğer öğrenciler girmeye başlamıştı. Aylar sonra karşılaşanların ve yeni tanışanların seslerinden ötürü sınıf biraz gürültülüydü. Gökçe'nin kurabiyelerinin tadına bakan kişilerin hepsi bizim yaşadıklarımızın benzerlerini yaşamıştı. Kimse onun sakladığı şeyin ne olduğunu çözememişti. Şimal çantasının küçük gözüne küpelerini koyarken Gökçe'ye uzun uzun baktı. Vazgeçemediği halka küpelerinden ötürü ondan uyarı almasını daha sindirememişti. Okul bitene kadar Gökçe'ye hep bununla ilgili laf sokarsa hiç şaşırmazdım.

 

Kolumu dürten elden ötürü sağ tarafıma dönmek zorunda kaldım. Yanıma oturduğundan beri fazla konuşmamıştık. Fönle havaya kaldırdığı kahverengi saçları harika gözüküyordu. Bal rengi gözlerini çevreleyen uzun kirpikleri gür kaşlarıyla çilli yüzünde çok iyi bir uyum oluşturmuştu. Senelerdir aynı sırayı paylaştığım arkadaşım Olcay'la yine aynı sınıfa düşmüştük. Bembeyaz dişlerini görebileceğim şekilde gülümsedi:

 

"Vay be! Bu sene son kez yan yana oturuyoruz, öyle mi?"

 

Sınıfı kısa bir süre gözlerimle taradım. Sebepsiz yere bu okulu çok özleyeceğimi düşünüyordum. Yakın çevremdeki insanlar genellikle liseyi bitirdikleri için şükrettiklerini söylüyorlardı. Onların bu düşüncesinin sebebini nedense anlayamıyordum. Olcay'ın omzuna bir yumruk attım.

 

"Öyle! Okul bitince de görüşeceğiz ama değil mi?"

 

"Bu ne biçim soru? Tabii görüşeceğiz lan!"

 

Şimal yüzünü bize dönmeden küçümseyen bir ses tonuyla "Yaşarsanız görüşürsünüz." dedi. "Hayat bu, belli mi olur?"

 

Ben bir karşılık vermedim çünkü Şimal'in bu tür sözlerine çok alışıktım. Aslında Olcay da öyleydi ama bugün çok farklı karşıladı. Çattığı kaşları Şimal'i hedef almıştı. Öfkeden göz bebekleri büyümüştü. Şimal onun bu halini görmediği için Olcay çok rahat bir şekilde tepkisini verebiliyordu. Ne oluyordu bu çocuğa?

 

"Sen öldürmediğin sürece yaşayabiliriz!"

 

"De get! Karıncayı bile incitemem."

 

Onların bu atışmasını izlemek bana keyif vermişti. Şimal önümüzde oturduğu sürece bu sahneye daha çok denk geleceğim belliydi. Olcay'la zıt kutuplardı ve her fırsatta birbirlerine laf atarlardı. Şimal başıyla Gökçe'yi işaret etti:

 

"Gökçe'nin kurabiyelerinden yedin mi Olcay?"

 

"Yedim ama kız çok garip! İnsanlar onun yemeklerini merak ettiği için kız mutfağa girip yemek yapıyormuş. Peki bunun neresinin ilginç olduğunu biliyor musunuz?"

 

Şimal'le aynı anda "Merak ettikleri halde yiyememeleri!" dedik. Olcay'ın ikimizin söylediği şeyi duyunca dudakları kenara kıvrıldı. Gözleriyle bize alaycı bakışlar atıyordu.

 

"Birileri sanırım sınıfa girer girmez kızı uzun bir sorguya çekmiş!"

 

Yan sıradan Korcan kafasını uzatıp "Hatta bu iki manyak yüzünden kızla yarışa girdim. Yarına elmalı kurabiye yapmak zorundayım!" dedi. Oysa kurabiyeyi güzel yaptığını iddia eden zaten kendisiydi. Suçu bize atması başlı başına bir saçmalıktı. Şimal dudakları sımsıkı kapalı bir şekilde ona döndü. Olcay kahkaha atıyordu. Parmaklarımı sıranın ahşap yüzeyinde gezdirdim.

 

"Daha kaç kere hatırlatacağım? Kızın kurabiyesini kendi yaptığın kurabiyeyle karşılaştıran sendin!"

 

"Siz araya girmeseydiniz kızı yarıştan vazgeçirecektim."

 

"Olsun! Bize de eğlence çıktı. Sence kim elmalı kurabiyeyi daha iyi yapıyordur Şimal?"

 

"Kesinlikle Gökçe! Korcan'ın geçen sene sınıfın WhatsApp grubunda yapılışı en basit yemeklerin tarifini sorduğunu hatırlıyorum. Ne hikmetse yaptığını iddia edip attığı yemek fotoğraflarını İnstagram'da da görüyordum!"

 

Korcan'ın bu sırrını yeni öğreniyordum. Bize attığı fotoğraflar başka birilerine mi aitmiş yani?Demek aslında uygulamaya geçirdiği tariflerden olumsuz sonuç alıyordu. Zaten o kadar becerikli olması tuhafıma gitmişti. Korcan göz ucuyla Gökçe'ye bakıp "Sakın bunu o kıza söyleme! Sene sonuna kadar benimle alay eder yoksa." dedi. Şimal onun masasının üstündeki paragraf soru bankasını göstererek "Bırakın Gökçe'yi falan. Oturun ders çalışın!" dedi. Olcay çenesini yukarı kaldırdı:

 

"Şimal çok haklı! Mesela benim tek gayem..."

 

Cümlesini devam ettiremedi, bir süre önüne baktı. Önce nefesini alışı ve verişi hızlandı sonra bal rengi gözleri büyüdü. Ağzı bir şey söylemek ister gibi açıktı. Bu haliyle onu bir balmumu heykeline benzetmiştim. Omuzlarından sarsıp "Gaye dedin sustun. Ne oluyor kanka?" diye sordum. Soruma karşılık vermek yerine önüne bakmayı sürdürdü. Korcan ve Şimal de ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Başımı Olcay'ın baktığı tarafa çevirdim. Kapının yanındaki plastik çöp kovasının yanında Gaye vardı. Şaşkın şaşkın Olcay'a bakıyordu. Eyvah! Çocuğu yanlış anlamıştı!

 

"Bana mı seslendin Olcay?"

 

Korcan yüzünü masasına gömüp gülmeye başladı. Şimal masasının üstünden aldığı bir kitapla ağzını kamufle etti. Gaye onların bu halini görünce kaşlarını çattı. Asude bir ona bir de Olcay'a bakıyordu.

 

"Bir yanlış anlaşılma oldu." dedi Olcay utangaç bir ses tonuyla.

 

Gaye hızlı adımlarla yanımıza geldi. Yüz ifadesinde bir değişim yoktu. Elinde tuttuğu kalemtraşın içine kurşun kalemi sımsıkı bastırıyordu. Tam Olcay'ın yanında durdu. Kahverengi gözlerini onun bal rengi gözlerine odakladı.

 

"Alışığım normalde. Neden yanlış anladığımı bilmiyorum." dedi Gaye. Yüzünde artık buruk bir gülümseme vardı.

 

Şimal kısık sesle "Neden acaba?" dedi. Gaye söylememesi gereken bir şeyi söylemiş gibi ona baktı. Olcay da Şimal'i de anlamaya çalışıyordu. Ben Şimal'i çok iyi anlamıştım ona katılmıyordum. Öyle bir şey olsaydı Gaye yıllarca saklayamazdı. Okulda mutlaka duyulurdu.

 

Gaye konuyu değiştirmek için "Eee... Siz ne konuşuyordunuz öyle?" diye sordu. "Dördünüz birden konuşunca çok merak ettim açıkçası!"

 

Boğazımı temizleyerek "Gökçe'nin elinin lezzetini konuşuyorduk." dedim. Gökçe'nin duymaması için sesimi aşırı kısık bir şekilde kullanmıştım. Korcan başını kaldırıp bana gözlerini devirdi. Gaye masamızın kenarını sımsıkı tuttu. Bana bakarak tek kaşını kaldırdı.

 

"Çok mu beğendiniz Gökçe'yi? Çağlar ve Olcay?"

 

Bu ne biçim bir soruydu böyle? Ben kızın elinin lezzetinden bahsediyordum ama Gaye bana kızın kendisini beğenip beğenmediğimi soruyordu. Olcay'a neden takmıştı? Dudaklarımı yaladım.

 

"Güzel ve iyi niyetli bir kız ama öbür türlüsünü diyorsan cevabım olumsuz olur. Peki sen Olcay?"

 

"Aynılarını söylediğimi hayal edin." dedi Olcay sert bir ses tonuyla. Gaye'ye kızmıştı. Gaye bir süre ikimize baktı. Ne olduğunu anlamadığım bir anda gülmeye başladı. Şimal haklıydı, bu kız sınıfın delisi olabilirdi. O da benim gibi düşünmüş olmalıydı ki çantasından kulaklığını ve cebinden telefonunu çıkardı. Kulaklığı kulağına takarken "Bu şarkı bile Gaye'nin gülmesinden daha mantıklı!" diye söylendi. Gaye birden sustu.

 

"Çok pardon! Şaka yapmıştım. Siz anlamayınca güldüm!"

 

Bence ortada gülünecek bir şey yoktu. Olcay'ın yüzünde mimik bile oynamamıştı. Şimal zaten kulaklıkla müzik dinlediği için onu duymamıştı. Korcan kendi yüzünü işaret edip "Ama ben gülemedim!" dedi.

 

"İnsan yapmacıktan bile olsa saygıdan ötürü gülerdi. Laubali herif!"

 

Laubali kelimesi saygısız insanlar için kullanılırdı. Şimal duysaydı kesinlikle Korcan'a lakap olarak bunu takardı. Gaye yerine geçerken Korcan ona hayranlık dolu bakışlarını yolladı. Seçtiği kelimeden ötürüydü sanırım.

 

"Laubali ha? Bir laubali olmadığım kalmıştı!"

 

Olcay elindeki silgiyi havaya atıp tuttuktan sonra "Kız senin için en iyi tabiri buldu kardeşim." dedi.

 

Asude, Gaye'nin yerine oturması için ayağa kalkmıştı. Birden gözlerini akıllı tahtanın önüne dikti. Bir şey görmüş olmalıydı. En arka sırada oturduğum için zeminin o tarafta bulunan kısmını göremiyordum. Usul usul oraya gitti. Eğilerek yerden bir şeyi aldı.

 

"Bu uçlu kalem kimin?"

 

Siyah bir uçlu kalemi boyunun yettiği kadar yukarı kaldırdı. Çoğu kişi onu umursamadı bile. Umursayanlarda hiçbir şey söylemedi. Asude bu duruma kızmıştı, çattığı kaşlarından bu anlamı çıkarmıştım.

 

"Kürsüye koyayım bari! Okulun ilk günü kalem getirmeyi unutan elbette çıkacaktır, kullansın!" dedi kınayan sesle. "Bu kalemin fiyatını dün bir online alışveriş sitesinde 60 TL olarak görmüştüm. Kimin kalemiyse parası adına çok üzüldüm!"

 

Gerçekten o fiyata satışı yapılan bir kalemi sahibi nasıl kaybedebilirdi? Benim öyle bir kalemim olsa sürekli yanımda taşırdım, işim bittiğinde mutlaka kalem kutuma geri koyardım. Kalemin sahibine acıdım. Neyse en azından kendisini kaybetmedi.

 

"60 TL mi? Keşke benim kalemim olsaydı."

 

Gaye demin Korcan'la olan diyaloğunun etkisinden çok çabuk çıkmıştı. Yüzünde güller açıyordu. Keşke ben de her şeyi bu kadar çabuk unutabilseydim. En azından yıllar boyunca utanç verici anılarımı zihnimde taşımazdım. Asude elindeki kalemi kürsünün üstüne bırakırken "Sen hiç konuşma Gaye! Seninle her kitapçıya gidişimizde bir poşet dolusu uçlu kalem satın alıyorsun. Evinizde kaçak dershane işletiyorsunuz herhalde!" dedi.

 

"Öyle bir şey olsaydı sen cahil olmazdın. Götürürdüm bizim eve!"

 

Asude elini savurarak "Cahil mi? Geçen sene tüm notlarım seninkilerden yüksekti!" derken "Ah!" diye bir erkek sesi duyuldu. Ben de Asude'yle beraber sesin geldiği yere baktım. Asude'nin arkasındaki erkek acıyla yanağını tutuyordu. Anladığım kadarıyla Asude'nin savurduğu eli onun suratına çarpmıştı.

 

"Yeni okuluma girer girmez tokat yiyeceğim hiç aklıma gelmezdi!"

 

Sarı saçları, kahverengi gözlerini çevreleyen gür kaşlarının üstünde dağınık bir şekildeydi. Uzun boyundan ötürü Asude onun yanında kısa kalıyordu. Onu daha önce bu okulda hiç görmemiştim, zaten yeni geldiğini söylemişti. Kahverengi deri ceketini bu havada giymeyi tercih etmesi çok ilginçti. Tek omzuna taktığı siyah çantası yere düşmek üzereydi. Yüzünde memnuniyetsiz bir ifade vardı.

 

Asude ona biraz daha yaklaşarak "Çok... Çok özür dilerim! Arkamda olduğunu bilmiyordum." dedi. "Hepsi Gaye denilen şahsiyet yüzünden!"

 

Gaye şaşkınlıkla kendisini işaret ederek "Benim yüzümden mi?" diye sordu. Asude onun sorusunu duymamazlıktan geldi çünkü yeni gelen çocuğu süzmekle meşguldü. Çocuk elini yanağından çekti. Omzuyla bir hareket yaparak çantasını düşmekten kurtardı. Asude'ye bakışında bir değişiklik olmuştu, gözleri parlıyordu. Asude ise ona ciddi bir yüz ifadesiyle karşılık veriyordu.

 

"Sorun... Sorun değil!" dedi çocuk sırıtarak. "İstemeden yapmışsın sonuçta. Bu arada benim adım Soner."

 

"Asude. Tanıştığımıza memnun oldum!"

 

Gaye demin ona atılan suçun intikamını almak istermiş gibi "Adı Asude ama sen ona uzun uzun Anormal Sude diyebilirsin!" dedi. Yanımdaki Olcay onun bu sözüne sırıttı. Asude'den korkmasam ona lakap olarak bunu takabilirdim. Sınıfın bazı köşelerinden kahkahalar yükseldi, Soner de Asude'ye çaktırmadan gülüyordu. Gülmeyen tek kişi Asude'ydi, Gaye'ye "Görürsün sen!" der gibi bakıyordu. Gaye eliyle ağzına fermuar işareti yaparken Soner "Şu sıraya oturayım!" dedi. Gösterdiği yer Şimal'in önündeki sıraydı.

 

Asude "Aynen, oraya otur sen!" dedi Gaye'ye olan kızgınlığını belli eden bir ses tonuyla. "İki sarışın arka arkaya oturmuş olursunuz!"

 

Soner bu söz üzerine Şimal'in saçlarına baktı. İkisinin saçlarının rengi ton olarak aynı sayılırdı. Şimal ona gözünün ucuyla çok kısa bir süre baktı. Soner sırasına doğru yürüdüğü esnada Asude fazla yüksek olmayan bir sesle "Saça bak. Pişmaniye gibi. Canım pişmaniye çekti!" dedi. Sesini sadece kendisinin duyduğunu sanmış olmalıydı. Birkaç kişi ona baktı ama o fark etmedi. Soner'e dönünce onun şeytani gülümsemesiyle karşılaştım. Bana göz kırptı, sırıttım.

(Bu aslında gifti Wattpad'deki halinden ss aldım.)

Kendi kendine "Sen görürsün Anormal Sude! Ben sana o lafı yedirmez miyim?" diye söylendiğini duydum. Eyvah eyvah! Asude daha okulun ilk gününden birisini kızdırmıştı. Soner iyi birisine benziyordu ama her iyi niyetli gözükene kanmamak lazımdı. Bulunduğum ortama yeni gelen birine hemen güvenemezdim. Şimal kulaklığını çıkarıp sırasından kalktı. Köşedeki dolaplara bakıyordu.

 

"Kimse dolap seçmedi, ben dolabımı seçeceğim!"

 

Turuncu kalem kutusunun fermuarını açtı. Elini bir süre içinde gezdirdikten sonra bir tükenmez kalem çıkardı. Ucundaki kapağın rengi siyahtı. Dolapların yanına giderken onu gözlerimle takip ettim. Her sene dolap seçme olayını o başlatırdı. Sırayla dolapların kapağını açıp baktı, ondan önce birinin dolap seçip seçmediğini kontrol ediyordu. Şansına tüm dolapların içi boştu. Sağ alt taraftaki dolabın kapağını inceledi. Tükenmez kaleminin kapağını açıp dolabın kapağına bir şey yazdı. Başımı oraya doğru uzatarak yazdığı şeyi okumaya çalıştım.

 

ŞİMALİSTAN

 

Dolabının kapağına anlamsız yazılar yazan insanları lise hayatım boyunca çok görmüştüm ama böylesini ilk defa görüyordum. Bu nasıl aklına gelmişti? Aslında bunu yazanın Şimal olmasına çok şaşırmamıştım çünkü o her şeyiyle sınıftaki diğer kızlardan farklıydı. Saçları, giyim tarzı, makyajı ve değişik huylarıyla diğer kız öğrencilerin arasından çok rahat ayırt edilebilirdi. Dışarıdan gören biri onu itici ve kötü biri sanabilirdi ama o hiç öyle biri değildi. İnsanlara yardım etmeyi çok sever, hayvanlar için her gün mama alıp sokaklara koyardı. Hatta hayvanları insanlardan daha çok severdi.

 

"Aaa! Aylin, sen de mi bu sınıftasın?"

 

Gaye'nin şaşkınlıktan yüksek çıkan sesi kulağımın ağrımasına neden oldu. Aylin adında birisini tanımıyordum, kim olduğunu merak etmiştim. Gözlerimi kısarak önüme döndüm. Gaye'nin karşısında dikilerek onunla sohbet eden kıza kaydı gözlerim. Yıllardır onu okulda görüyordum ama adını yeni öğrenmiştim. Açık tenli bir yüzü vardı, hafif makyaj yaptığını onu gören herkes tahmin edebilirdi. Fazla iri olmayan kahverengi gözlerini incecik kaşları çevreliyordu. Kahverengi saçlarını tokayla toplamak yerine sırtından aşağıya sarkıtmayı tercih etmişti. Üstüne uç kısımlarında püskül detayı olan koyu mavi bir bluz, altına ise açık mavi bir pantolon giymişti. Yüzündeki en güzel gülümsemesiyle Gaye'yi dinliyordu.

 

Birden ona Gökçe'nin oturduğu sırayı göstererek uzaklaştı. Gökçe'yle kısa süreliğine bir şeyler konuştuktan sonra onun yanına oturdu. Oturduktan sonra da konuşmaya devam ettiler. Adını bile yeni öğrendiğim bu kıza neden tüm dikkatimi vermiştim? Hele o dönüp bana bakmamışken!

 

Aylin'in anlatımından....

 

Eylül 2020

 

Bazı beklenen olaylar vardır. Bu olayların gerçekleşmesi yıllar, aylar, haftalar veya günler sürebilir. Biz ise olay gerçekleşeceği zaman yapacaklarımızı hayal ederiz. Bedenen yerimizde dururuz ama aklımız Fizan'a kadar gitmiştir. O anlarda sessize alınmış bir telefona dönüşür dünyamız. Aslında ses vardır ama biz gözümüzün önündekini görüntüye odaklandığımız için onu duyamıyoruzdur.

 

Olay günü gelip çattığında her şey olabilir. Zaten insanlar o gün her şeye karşı tetiktedirler. Başlarına bir talihsizlik gelirse diye her türlü tedbiri almışlardır. Bazen hiç aksilikle karşılaşmazlar, bazen ise her şey iyi giderken bir aksilik olur. Tüm sevinçleri kursaklarında kalır. Hayat onlara en kötü yüzünü gösterir. Çığlıklar, feryatlar ve hıçkırıklar birbirlerine karışır.

 

En mutlu gününde acı çeken insanlara hep üzülmüşümdür. Onların yaşadıklarının benim başıma gelmesinden hep korkardım. Biri yanımda ne zaman sonu kötü biten bir hikaye anlatsa kaçmak için bir bahane bulmaya çalışırdım. Sanki hayat bana negatif yönünü hiç göstermeyecekmiş gibi! Kaçan kovalanır demişler ya hani, işte o çok doğruymuş. Nefesim kesilene kadar koşarak hayattan kaçıyordum ama yakalanıyordum. Avazım çıktığı kadar "İmdat!" diye bağırmak istiyordum, sesimi çıkaramıyordum. Çıkarabilseydim sesim Gebze'nin tüm sokaklarında yankılanırdı. Ama kimse o sesin lise son sınıf öğrencisi Aylin Ekiz'e, yani bana ait olduğunu bilemezdi. Bilenler ise kesinlikle beni çok iyi tanıyordur. Bunun başka bir açıklaması olamazdı!

 

Aslında çığlık atsam bile duyan olmazdı. 2003 yılından bu yana attığım hangi çığlık duyulmuştu?Cevap veriyorum: Hiçbiri. Kendi halinde takılan, etliye sütlüye karışmayan bir kız olduğum için kimsenin dikkatini çekmiyordum. Bu fark edilmek için kötülük yapacağım anlamına gelmiyor. Beni seven böyle sevsin, sevmeyene bir şey söyleyemem. Sırf biri beni sevmedi diye huylarımı ve dış görünüşümü değiştiremem, öyle yapsaydım herkesin diline düşerdim. Okuldan birçok arkadaşımın bu değişimine tanık olmuştum. Hepsinin sonu hüsranla bitmişti. Yine yalnız kalmışlardı ve yine kimse onları umursamamıştı. Her zamanki gibi sınıfta ruh olarak gezmişlerdi. Bedenen sınıftalardı ama aslında hiç sınıfta değillerdi.

 

"Aylin kitap poşetini bir verir misin? Bende eksik kitap var mı diye bakacağım."

 

Beni düşüncelerimden uzaklaştıran şey duvara sırtını yaslayan Gökçe'nin neşeli sesi oldu. Kızla tanışalı bir saat olduğu halde adını unutmamıştım, o da benimkini unutmamıştı. Yıllardır Gürhan'da okuduğumu duyunca beni soru yağmuruna tutmuştu. Verdiğim cevaplardan yeni bir soru ortaya çıkararak sohbeti uzattıkça uzatmıştı. Büyük bir sabırla tüm sorularını yanıtlamıştım, benim nadiren sabrım tükenirdi. Bana işaret parmağıyla önündeki poşetleri gösteriyordu. Birinde okulun dağıttığı kitaplar, diğerinde ise devletin verdiği kitaplar vardı. Ben kitaplarımı masanın altına koymuştum. Gülümseyerek ellerimi poşetlere uzattım. İki poşet de ağır olduğu için çekerken kolumun acıdığını hissettim.

 

"Yardım edeyim mi canım?" diye sordu Gökçe tedirgin bir ses tonuyla. "Bu zayıf bedenle onları oradan çıkarman çok zor."

 

Zayıf olduğumu söylemesine sevinmiştim ama kilolarımız bence aynı sayılırdı. Onun da bedeni çok zayıftı. Bana her gün mutfağa girip yemek yaptığını söylemişti. Bu kadar yemekle iç içe olan birinin zayıf olması beni şaşırtıyordu. Düzenli olarak spor yapıyorsa zayıf olması çok normaldi. Beni asıl şaşırtan şey başkaydı: Gökçe'nin yaptığı yemekleri insanların görmek istemeleri ama yiyememeleri. Bir insan nasıl görmek istediği yemeği yiyemez? Gökçe'ye aynı soruyu sorduğumda hep üstü kapalı cevaplar alıyordum. Asude'den duyduğuma göre herkese aynısını söylüyormuş. Çok değişik bir kızdı bu Gökçe!

 

"Bu zayıf beden neler kaldırdı neler! Bak, çıkardım!"

 

Gururlu yüz ifademle ona döndüm. Bana zoraki bir gülümseme sundu. Sırayla kitap poşetlerini ona uzattım. Her alışında yüzünü ekşitiyordu. O da zorlanmıştı. Eee! Sen misin benim poşetleri oradan çıkaramayacağımı düşünen? Benden aldığı poşetleri zar zor duvara dayadı.

 

"Aynı kilodayız galiba Gökçe?"

 

"Galiba!"

 

Laf soktuğumu anlamamıştı ya da anladığı halde bozuntuya vermiyordu. Teker teker kitaplarımı incelemeye başladı. Elini zorlukla poşetin içine sokabiliyordu. Gözlerini devirerek "Daha bunları eve götürmesi var." dedi. Alaycı bir sesle "Taşırız taşırız!" dedim.

 

Sonra arkama kısa süreli bir bakış attım. Korcan'ın yeşil gözlerinin bize odaklandığını fark ettim. Beni değil, sadece Gökçe'yi izliyordu. Bakışlarında düşük şiddetli öfke saklıydı. Gökçe ise her şeyden habersiz kitapları sayıyordu. Aklımdan ona arkasına dönmesini söylemek geçiyordu. Oysa kızın okulun ilk gününden Korcan'la tartışmasını hiç istemiyordum. Yaptığım çıkarımlara göre Gökçe dobra biriydi.

 

"Aylin!" dedi kalın bir ses, "Yine mi sen ya? Bıraksana artık peşimi kızım!"

 

Sesin sahibini tanımıştım. O benimle böyle eğlenmeyi çok severdi. En iyi anlaştığım erkeklerden biriydi. Bakışlarımı bir kedininki gibi olacak şekilde ayarladım, gözlerimi ona çevirdim. Kusursuz gür kaşlarının altındaki kahverengi gözleri parlıyordu. Kahverengi saçlarına fön makinesiyle müdahale ettiği çok belliydi. Benden uzun olduğu için ve ben oturduğum için Yalçın gözüme yüksekte duruyormuş gibi geliyordu. Yüzünde anlam veremediğim bir gülümsemeyle beni inceliyordu. Gökçe gözlerini kısarak bir Yalçın'a birde bana baktı. Aklından neler geçtiğini tahmin etmek bile istemiyordum.

 

"Aaa! Bu arkadaş kim?"

 

"Yeni gelmiş. Adı Gökçe'ymiş."

 

"Adımı söyleyebiliyorum ama neyse!"

 

Gökçe'nin bana yaptığı göndermeyle Yalçın'ın dudakları kenara kıvrıldı. Ben de aşırı samimiyetsiz bir gülümsemeyi Gökçe'ye sundum. Gökçe utana utana "Ay pardon! Kızcağız benim yüzümden konuşamadı." dedi. Ha bunu bileydin!

 

"Yok canım!" dedim yine samimiyetsiz bir sesle. "Yalçın'ın peşinde olmadığımı söyleyecektim zaten."

 

"Yaa!" dedi Gökçe çantasının yan gözden suluğunu çıkarırken. "Yalçın arkadaşımız elmalı kurabiye yemek ister mi?"

 

"Lütfen yeme Yalçın!" dedim içimden. Çünkü Gökçe birisine elmalı kurabiye verdikten sonra o kişiyi bir gizeme sürüklüyordu. Kurabiyenin tadı çok güzeldi bu arada.

 

"Yok Gökçe, teşekkür ederim. Gelmeden önce bir kafede serpme kahvaltı yaptım." dedi Yalçın gözlerini kırpıştırarak. Kendisini büyük bir gizemden kurtarmıştı. Gökçe bu duruma hiç sevinmediğini yüz ifadesiyle belli etti.

 

"Tüh! Oysa insanlar bana yemek yap diye yalvarıyorlar."

 

"Neden? Ellerini kullanamıyorlar mı?"

 

Onun bu sorusuyla beraber Gökçe gözlerini kocaman açtı. Ön sıramızdaki Gaye ve Asude de şaşırarak bize dönmüştü. İçimden kahkaha atmak geliyordu ama Gökçe'nin kızmaması için bunu yapmıyordum. Yalçın boğazını temizleyerek "Kızlar, ben yanlış bir şey mi söyledim?" diye sordu. Gözlerinde endişe vardı. Asude başını iki yana sallayıp "Hayır." dedi. "Herkese aynı cümleyi söyledi ama bu karşılığı veren tek kişi sendin." dedi.

 

Gaye kendi kendine konuşur gibi "Resmen sınıftakilerle tanışmak için kurabiye yapmış!" dedi. "Bir kişi vardı tanışmasını istemediğim, onunla da tanıştı!"

 

Gaye'nin son cümlesini anlayamamıştım. Soran gözlerle konuyu bildiğini düşündüğüm Asude'ye baktım ama o da aynı durumdaydı. Gaye birden irkilerek elini ağzına götürdü ve hızla önüne döndü. Söylememesi gereken bir şeyi söylemiş olmalıydı. Asude de önüne dönerken yüksek sesle "O burada mı?" diye sordu. Yalçın onların bu konuşmasına anlam veremediğini belli etmek için kaşlarını çattı. İkisi de bunu fark etmedi. Yalçın bana gözüyle Şimal'in yanını işaret etti, başımı salladım. Şimal onu fark edince ifadesiz bir şekilde baştan aşağıya onu süzdü. Tek kaşını havaya kaldırarak Yalçın'ın yanına oturmasını izledi. Neden böyle yaptığını anlamamıştım.

 

"Yıllardır bugünü bekliyordum Asude. Dört yıl ya! Resmen dört yıldır bunu hayal ediyordum."

 

Gaye'nin söyledikleriyle dikkatimi tekrar onlara verdim. Bahsettikleri kişi hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama merak etmiştim. Asude masmavi gözlerini büyüterek "Ve yıllardır bana o kişinin kim olduğunu söylemiyorsun!" dedi. Konu şimdi daha çok ilgimi çekmişti. Sesimi çıkarmadan onları dinlemeye devam ettim. Gaye'nin gözleri çaresizce sınıfta gezdi. Sesi titriyordu artık.

 

"Beni... Onun beni fark ettiğini sandım! Adımı biliyor, beni tanıyor ama beni hiç anlamıyor. Ben sevilmeyecek bir insan mıyım Asude?"

 

Asude acıyan bir yüz ifadesiyle onu önüne döndürdü. Çok kısık sesle konuşmaya başladığı için artık onu duyamıyordum. Gökçe'ye baktım, okula daha yeni gelmişti ama Gaye'nin dedikleri hakkında ne düşündüğünü merak etmiştim. Morali bozuktu, gözleri boşluğa bakıyordu. Beni anlamış gibi cevap verdi.

 

"Gaye tam dört yıldır aşkına karşılık bulamamış. İnsanı en çok sevilmemek yıprandırır. Gaye içten yıpranmış sadece!"

 

***

 

Telefonlarımızı plastik bir kutuya koymuştuk. Birkaç kişi bunu pek istememişti ama sonunda herkes telefonunu vermişti. İlk dersimiz Coğrafya'ydı. Hocayı daha önce hiç okulda görmemiştim, yeni gelmiş olmalıydı. Ön sıramda oturan Gaye'nin yüzünde silik bir gülümseme vardı. Asude bir şekilde onun yüzünü güldürmeyi başarmıştı. Keşke beni de en zor anımda güldürecek bir arkadaşım olsaydı. Gaye bu yönden çok şanslıydı.

 

"Sarı kafa biraz eğilsene tahtayı göremiyorum."

 

Bunu söyleyen kişi yüksek sesle söylemişti. Hepimiz sesin geldiği tarafa döndük. Şimal önünde oturan sarışın çocuğa öfkeli gözlerle bakıyordu. Çocuğun adını bilmiyordum Yalçın ise kaşlarını kaldırmıştı, Şimal'in bu kabalığına şaşırdığını anlamıştım. Sınıfta gergin bir hava hissetmiştim. Adını bilmediğim çocuk hiç arkasına dönmeden düz bir sesle "Adım Soner. İnsan daha kibar bir şekilde seslenirdi." dedi. Sanki iç sesim ona ulaşmış gibi aklımdaki soruya cevap vermişti. Şimal mavi gözlerini devirerek "Adını bilmiyordum. Nasıl hitap etmemi isterdin?" dedi. Yalçın araya girdi:

 

"Saygı kavramı hakkında bilgisi olan onu uygulamaya geçirir. İnsanları kırmadan nasıl hitap edebileceğini de bilir."

 

Sınıfta derin bir sessizlik oluştu. Şimal'in ağzı açık kalmıştı. Ben de Yalçın'ın sözlerine çok şaşırmıştım, o kolay kolay böyle konuşmazdı. Soner sinsi bir gülümsemeyle omzunun üstünden Şimal'e baktı. Bunlar yaşanırken nedense Gaye aynı yöne üzgün gözlerle bakıyordu, ya da bana öyle gelmişti. Aşık olduğu kişi her kim ise onu öğrenmem gerekiyordu.

 

"Öldürürüm seni. Sus!" dedi Şimal sıktığı dişlerinin arasından.

 

Yalçın başını sol omzuna yatırarak alay edercesine "Sen elini kana bulayamazsın Şimal. Elitliğine aykırı!" dedi.

 

"Tartışmayın gençler. Konuşma sırası bende." diyen hocanın sesiyle tüm dikkatimi ona verdim. Yeşil gözleri Şimal ve Yalçın'ı susmaları için adeta uyarıyordu. Çok genç bir hocaydı, büyük ihtimalle üniversiteden birkaç yıl önce mezun olmuştu. Parmağındaki tektaş yüzükten evli olduğu anlamını çıkardım. Hızla arkasını dönüp akıllı tahtadan Coğrafya kitabına tıkladı. Tahtanın sol üstünde adı yazıyordu.

 

COĞRAFYA

 

AYBİKE GİRAY GENÇERLER

 

Sınıfta fısıldaşmalar başladı. Hocanın adını bir yerden hatırlıyordum ama nereden olduğunu bulamıyordum. Hoca bizi anlamış gibi gülümsedi. Asude tahtayı işaret ederek "Hocam! Aybike Giray adında sunucu yok muydu?" dedi. Hoca Asude'ye bakmak yerine sırayla herkese baktı.

 

"Hayır canım. Senin bahsettiğin kişi kardeşim Asalbike Giray."

 

İşte şimdi hocayı nereden hatırladığımı bulmuştum. Adları çok benzediği için kardeşiyle karıştırmıştım. Sınıftaki herkes benim gibi düşünmüş olmalıydı. Bildiğim kadarıyla Asalbike Giray sadece ailesinin sahibi olduğu kanalda müzik programı sunuyordu. İlginç olan bir şey daha vardı: Ailesi zenginken Aybike Hoca'nın öğretmenlik yapmasıydı. Sormaya utanmasam nedenini soracaktım. Şimal sarı saçlarıyla oynayarak "Hocam siz ciddi misiniz? Asalbike Giray'ı da andırıyorsunuz ama o sarışındı, siz kahverengi saçlısınız." dedi. Sesinden şaşırdığı çok rahat bir şekilde anlaşılıyordu. Gerçekten Aybike Hoca kardeşini andırıyordu. Hoca tanınmasının verdiği şaşkınlıkla bir süre bir şey söylemedi. Gökçe kulağıma eğilip "Asalbike nedir? Başka ad mı bulamamışlar?" dedi. "Bilmem." dedim, "Çok havalı bir ad bence!"

 

"Ben babamıza benzemişim, Asalbike ise annemize benzemiş. Siz daha fazla soru sormadan ben kendimi tanıtayım en iyisi!"

 

Hoca Şimal'in sorusuna bu cevabı verdikten sonra sınıfın ortasına geçti. Kulağındaki halka küpeleri o an gördüm. Asalbike Giray'ın programını birkaç kez izlemiştim, o da her yayınında halka küpe takardı. Acaba kulağındaki küpe kardeşinin miydi? Asalbike Giray'ın başına gelenleri hatırlayınca bir anda şoka uğradım. Hele 2018 yılında olanlar... İstemsizce gözlerim büyüdü. Ellerim yanaklarıma baskı uyguladı. İçimde bir acı vardı, en kötüsü ise o acının bin kat fazlasını Aybike Hoca çekmişti.

 

"Adımı öğrendiniz. Anlayacağınız üzere evliyim, henüz çocuğum yok. Aslen Eskişehirliyim ama Bursa'da büyüdüm. Eskişehir Çebi Üniversitesi'nden mezun oldum, işte şimdi yolum Kocaeli'ye düştü. Biliyorum siz yaşımı soracaksınız. Yirmilerin ortasında olduğumu söyleyebilirim."

 

"Burcunuz ne hocam?" diye sordu Gökçe. Her sınıfta hocalara bu soruyu soran bir kız öğrenci olurdu. Bizim sınıfta bu soruyu sormayı görev edinen kişi Gökçe olmuştu. Daha önce içime giren acı şimdi kanat takıp benden uzaklara gitmişti. Sebebini anlamamıştım ama gittiği için sevinmiştim. Bir acı uzun süre durursa gitmesi çok zor olurdu çünkü! Aybike Hoca'nın kahkahasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Sınıftaki diğer öğrencilerden de samimiyetsiz kahkahalar yükseldi.

 

"Hahaha! Bu soruyu bekliyordum. Ben burçlara inanmıyorum canım."

 

"Ben de inanmıyorum hocam. En iyisini yapıyorsunuz!"

 

Şimal kısık sesle "Madem inanmıyorsun neden soruyorsun? Bu kız çok garip!" dedi. Kimse onu umursamadı. Yalçın dudaklarını oynatarak bir şeyler dedi ama duymadım. Yan gözle Gökçe'ye baktım, o da bana bakıyordu. Elindeki uçlu kalemi sımsıkı tutarak "Bu Şimal hep böyle mi? Yani her şeye burnunu sokar mı?" dedi. Şimal'i o da duymuştu ve anladığım kadarıyla duyduklarına pek sevinmemişti. Kıyafetimi düzeltip "Onunla aynı sınıfta ilk kez okuyacağım ama yıllardır gözlemlediğim kadarıyla pek sandığın gibi değil." dedim.

 

"Sizin bu sene sınav seneniz, bol bol nasihata ihtiyacınız var." dedi Aybike Hoca. "Biz de sizinle aynı süreçten geçtik" dedi.

 

Sınav kavramını duyduğum an elim ayağım titredi. Yazın sınava bol bol çalışmıştım ama korkuma bir çözüm bulamamıştım. Sanki sınav günü kötü bir şey olacakmış gibi hissediyordum. Kabuslarıma giriyordu. Sınav demek benim için karanlık demekle aynı şeydi. İki gün boyunca içinde kalacağım karanlığa aylar öncesinden prova yapıyordum. Acilen beni biri bu karanlıktan kurtarmalıydı.

 

"Öncelikle dostluk ilişkilerinden çok sınav konularıyla ilgilenin."

 

Durdu. Acıyla gülümsedi.

 

"Ama dostsuz kalmayın. Yoksa ağlayınca teselli edeniniz olmaz, gülmek için kendiniz bahane üretirsiniz."

 

Bu cümleyi söylerken sesi titremişti ama hemen toparlanmıştı. Aklına her ne geldiyse onu çok üzmüştü. Bize nasihat vermek isterken kendi yarasını deştiğini anladım. Onun bu halini fark eden tek kişi ben değildim, birkaç kişi daha şaşırmıştı. Hoca zorla gülümseyerek "Başka türlü arkadaşlıklarda da karşı tarafı üzmeyin. Bakmayın öyle tuhaf tuhaf! Neyden bahsettiğimi anladınız." dedi. Aşktan bahsediyordu. İnsanı bir etkisi altına aldığında uzun süre sancı yapan aşktan. Henüz birine aşık olmamıştım ama çevremdeki aşıklardan gözlemlemiştim. Sınıfta yine gülüşmeler oldu. Gökçe kendi kendine "Karşı taraf bizi üzeli çok oldu hocam." dedi. Sesini sadece ben duymuştum. Gaye de aynı şekilde "Karşı taraf bizi görmüyor zaten." dedi. Asude ona döndü, yüzünü göremiyordum. Gaye kesinlikle Asude gibi bir arkadaşı olduğu için çok şanslıydı. En kötü anında hem mecazi hem gerçek anlamda yanındaydı.

 

"Senin sevgini görse o senin peşinden koşar." dedi Asude kısık sesle. "O seni sevmese bile senden nefret edemez."

 

"Adımı söyleyince bile mutlu olmam normal mi peki?"

 

"Normal!"

 

Hocanın parmağındaki yüzüğe yine gözüm kaydı. Onun aşktan yana yüzü gülmüştü ama kardeş yönünden yüzü gülmemişti. Aklımdan kardeşiyle ilgili olan acı olayın tüm detayları geçiyordu. Aynısını ben yaşasam kolay kolay toparlanamazdım. Ben aklımdan bunları geçirirken Aybike Hoca "En mutlu gününüzde acı bir haberle yıkıldınız mı hiç?" diye bir soru yöneltti. Sınıftan teker teker cevaplar yükseldi.

 

"Evet."

 

"Geçen hafta amcamın düğününde dedem kalp krizi geçirdi."

 

"Doğum günü pastamı üflerken masanın ayağı kırıldı. Pasta özel yapımdı!

 

Ne dertler var! Hoca bu tür acıdan bahsetmemişti.

 

"Ameliyathanenin önünde kardeşimin doğmasını beklerken ölüm haberini aldım. Ondan sonra bir kardeşim daha oldu ama ben yüzünü bile göremediğim kardeşimi unutamadım."

 

Hıçkıra hıçkıra ağlamak istedim. Herkesin içinde bunu yapmak istemediğim için sustum.

 

"Bu okula tam burslu kabul edildiğimi öğrendim gün büyüyüşüme tanıklık eden kedim Tommy öldü."

 

Bunu söyleyen kişi Asude'ydi. Daha önce hiç Tommy adlı bir kediden bahsetmemişti. Son duyduğum bu cümle ile herkesin susmasını istemiştim. Birkaç kişi daha konuşursa kimseyi umursamayıp ağlardım. Sınıfın yarısının bir acısı vardı ama ben dinlemek istemiyordum. Hoca şaşkın şaşkın bakarak "Daha ilk günden acılarınızı gün yüzüne çıkarmak istemem. Sırayla tanışalım." dedi ve eliyle Gaye'ye işaret yaptı. Gaye oturuşunu düzeltti.

 

"Ben Gaye Süveran. Memleketim Bilecik ama doğduğumdan beri burada yaşıyorum. Gelecekte sınıf öğretmeni olmak istiyorum."

 

"Bilecik mi? Adım gibi bilirim orayı. Sık sık gidiyor musun oraya?" diye sordu meraklı bir sesle Aybike Hoca.

 

"Evet hocam."

 

Hoca sırayla hepimizle tanıştı. Yeni gelenler hakkında daha fazla bilgi edinmiştim. Gökçe ve Soner hakkında günler geçtikçe daha fazla şey öğreneceğimi biliyordum. Soner pek konuşmayı sevmeyen, yalnız takılan birine benziyordu. Nedense onun gizemli olduğunu düşünüyordum. Bazen sessiz sakin insanların içinden korkunç şeyler çıkardı. Gökçe ondan daha gizemli olmasına rağmen daha konuşkan biriydi. Gaye hakkında söylediği cümleye bakılırsa o da geçmişte bir aşk acısı çekmişti. İyice güvenini kazandığımda hikayesini dinlemek istiyordum. Acaba onun kilitli ahşap kutusunun içinde ne vardı?

***

Bana nedense hayatım boyunca ikindi vakti huzur vermiştir. Anlam veremediğim bir mutluluk tam o saatlerde içimi sarıyordu. Sırf bu mutluluk için günün o saatini hep heyecanla bekliyordum. Tek benim yüzüm değil, birçok insanın yüzü o saatlerde gülüyordu. Acaba okuldan çıktığım için mutlu olabilir miydim? Sanırım bu mantıklıydı.

 

Kucağımdaki ağır kitap poşetlerini söylene söylene taşıyordum. Hava yağmurluydu ve ben durağa kadar onları taşımak zorundaydım, bu bile benim mutluluğumu bozmamıştı. Yağmurun sesi ile sağımdaki denizin sesleri birbirine karışıyordu. Bu kendimi plajdaymış gibi hissetmeme neden oldu. Gözlerimi yavaş yavaş kayalıklara çevirdim. Gördüğüm şey beni çok şaşırttı. Gaye bir kayanın üstüne oturmuştu, yüzü denize dönüktü. Saçlarındaki tokayı daha önce çıkardığı için ıslak saçları uçuşuyordu. Çantası ve kitap poşetleri yanındaki kayanın üstündeydi. Görebildiğim kadarıyla titriyordu.

 

"Dikkatini çekemedim onun. Onun... Onun gözünde sıradan bir kızım." dedi titreyen sesiyle. Ağlıyordu. Adını bilmediğim bir erkek haberi bile olmadan onu üzmüştü. Okulda yıkılmak istemediği için oradan çıkar çıkmaz yıkılmış olmalıydı. Hıçkırıkları ortamdaki ses korosuna yeni sesler ekliyordu. Onu izlerken ıslanıyordum ama umrumda değildi, o benim arkadaşımdı. Derdini tam anlatmasa bile o benim arkadaşımdı!

 

"Amacından bahsederken nasıl atladın öyle Gaye? Senin gibi önemsiz birinden bahsetmeyeceğini şu kafandan çıkar artık!"

 

"Sene sonuna kadar onu görmek zorundasın. Daha doğrusu onun başkalarına gülen yüzünü görmek zorundasın!"

 

"Sevebileceği son insansın Gaye!" diye bağırdı birden. "Sana cevap verirken bile sesi sertti."

 

Bu düşüncesine katılmıyordum. Gaye çok iyi bir insandı, kendisini boş yere kötülüyordu. Kendisine bunu yapmasına izin veremezdim. Karşısındaki güzel manzara karşısında gülümsemesi gerekirken o ağlıyordu. Ona yaklaştım. Arkamdan bana yaklaşan birinin adım sesleri geliyordu. Yan gözle arkama baktım, Asude geliyordu. Onun da gözleri hüzünlüydü. Kısık sesle "Benim duyduklarımı sen de mi duydun?" diye sordum. Konuşmadı, başıyla onayladı. Gaye bizi henüz fark etmemişti, acı denizinde yüzüyordu. Boğulmak üzereydi ama biz onu kurtarmak istiyorduk. Çıkarabileceğim en yüksek sesimle "Gaye!" diye bağırdım. Sustu. Titremesi durdu. Artık sadece kayalara çarpan dalgaların ve yağmurun sesi duyuluyordu. Omzunun üstünden bize baktı sonra tamamen döndü. Yağmur damlaları ile gözünden akan yaşlar birbirine karışıyordu. Elindeki peçeteyle akan makyajını siliyordu.

 

"Siz... Siz ne zamandan beri beni dinliyordunuz?"

 

"Dikkatini çekememekten bahsediyordun." cevabını verdim utanarak.

 

Asude de ağlamaklı bir sesle "Ben de tam onu söylerken geldim!" dedi.

 

Gaye gözlerini bizden kaçırdı. Oturduğu kayadan yavaşça kalktı, denizle arasında bir adım vardı. Biraz daha hareket ederse denize düşebilirdi. Dört yıl boyunca onu hiç bu kadar üzgün ve sarsılmış görmemiştim. Aşkın insanların üzerinde sarsıcı bir etkisi yok muydu zaten? Vardı, Gaye bunun en önemli kanıtıydı. Tökezleyerek bize doğru bir adım attı.

 

"En azından adını öğrenmemişsiniz!"

 

Asude rüzgarın uçuşturduğu saçlarını eliyle geriye atarken "Öğrenseydik kimseye söylemezdik. Değil mi Aylin?" dedi. Gaye'yi sakinleştirebilmek için benden yardım istiyordu.

 

Başımı sallayarak "Duyduğum an unuturdum!" dedim. Aslında hiç öyle olmazdı, yıllarca beynimde kira vermeden yaşardı. İç sesim "Yalan söyleme!" diye bağırdı. Haklıydı.

 

"Olabileceğimize dair bir umudum olsa adını size mutlaka söylerdim!"

 

Sesinden bile umutsuz olduğu anlaşılıyordu. Çantasını sırtına taktı, kitap poşetlerini eline aldı. Ağır ağır yürüyerek yanımıza geldi. Bedeni yine titriyordu. Asude ona iyice yaklaşarak "Bugün bizim evde kalmak ister misin?" dedi, sesindeki acımayı hissettim. Gaye başını olumsuz anlamda salladı. Yürümeye mecali kalmamıştı, ağlamak onu çok yormuştu.

 

"Babamla buluşacağım." dedi sonunda. "İki sokak öteden beni arabayla alacak."

 

Zoraki bir gülümsemeyle "Canın ne zaman isterse beni ara olur mu? Telefonum sana hep açık." dedim.

 

Asude de "Aynısı benim içinde geçerli. Yarın yanıma mutlu oturmanı istiyorum!" dedi.

 

Ardından Gaye'yle vedalaştık ve bizden uzaklaştı. Arkasından bakarken az önce gördüklerimin, duyduklarımın şokunu atlatmaya çalışıyordum. Sınıfımdaki erkeklerden biri Gaye için çok değerliydi ama hangisiydi? Saatlerdir bu soruma bir cevap bulamamıştım. Tüm gün Gaye'yi gözlemlemiştim ama kime aşık olduğunu bulamamıştım. Gürhan Anadolu Lisesi'nde hiçbir şey dört yıl saklı kalamazdı, Gaye'yi saklamayı başardığı için tebrik etmek gerekiyordu. Asude'ye döndüm, o da bana bakıyordu.

 

"Bu sene onun için çok zor geçecek Aylin. Onun hep yanında olmalıyız."

 

Yürümeye devam ederken "Bir de şu meseleyi tamamen anlatması için ikna etmeliyiz." dedim. O da yanımda yürüyordu, galiba o da otobüs durağına gidiyordu. Durak okula biraz uzaktı, havanın yağmurlu olması bu açıdan kötüydü. Tüm okulların çıkış saati aynı olduğu için otobüste yer bulamama ihtimalimiz vardı. Asude mavi gözlerini bana çevirerek "Gaye biraz inatçıdır. Kolay kolay söylemez!" dedi. Gaye bence de inatçı bir insandı, kolay kolay kimse onu kararından vazgeçiremezdi. Karşılık bulamayacağını düşündüğü aşkı onun için kalbinden söküp atamıyordu.

 

"Yardıma ihtiyacınız var mı kızlar?"

 

Duyduğum erkek sesiyle arkama döndüm, Asude de aynısını yaptı. Karşımda tanıdık bir sima duruyordu. Sınıfta Olcay'ın yanında oturan çocuk gülümseyerek ikimize bakıyordu, adı Çağlar'dı. Şimdiye kadar benimle hiç konuşmamıştı, lisenin ilk senesinde konuşmayıp son senesinde bunu yapması beni çok şaşırtmıştı. Yıllarca aynı ortamlarda bulunmuştuk ama hiç benimle ilgilenmemişti. Asude demin olanlardan zorla gülümseyerek "Yok, teşekkür deriz." dedi. Çağlar bal rengi gözleriyle beni süzdü.

 

"Senin ihtiyacının olmadığı belli. Ayça'nın taşırken zorlandığı dışarıdan rahatlıkla görülebiliyor!"

 

Ayça mı?

 

Ayça...

 

Bana resmen Ayça dedi!

 

Bu beni nedense sinirlendirmişti. İsmim Ayça ismine ilk iki harfi dışında benzemiyordu. Şaşkın şaşkın ona baktığımda yüzünün kızardığını gördüm, bir hata yaptığını anlamış gibi duruyordu. Asude bizim aksimize gülüyordu. Ona Sude deseydi görürdüm! Gözlerimi devirdim.

 

"Ayça burada olsaydı eminim zorlanırdı. Burada olmadığı için zorlanması mümkün değil!"

 

"Ben..." dedi çenesini kaşıyarak. "Adını yanlış mı söyledim?"

 

Rahatlaması için gülümseyip "Adım Aylin." dedim. Amacıma ulaşmıştım, biraz rahatlamıştı. İnsanın gözlerine baktıkça bakası geliyordu. Gözlerini kırpıştırarak "Özür dilerim." dedi. Sesinde, bakışlarında her şeyinde samimiyet vardı ama ben insanlara hemen güvenmezdim. Aynı zamanda Çağlar'ın kimseye bir kötülüğünün dokunduğunu duymamıştım. Adımı yanlış bilmese iyi çocuktu aslında.

 

"Sorun değil."

 

"Ben..." durdu, boğazını temizledi. "Ben isimleri pek aklımda tutamam. Tabii bu sana her zaman Ayça diyeceğim anlamına gelmiyor."

 

Asude kısık sesle "Evet bir dahaki sefere başka bir ad söylersin" dedi. Ancak dediğini ikimiz de duymuştuk, buna nedense gülmek istemiştim. Çağlar tam ağzını açtığı sırada bir arabanın korna sesi tüm dikkatimizi dağıttı. Siyah bir Renault tam bizim yanımızda durmuştu. Üçümüzde camından içindeki kişiyi görebilmek için arabaya yaklaştığımızda cam yavaş yavaş aşağıya indi, bu irkilmeme neden oldu. Gördüğüm kişi karşısında ne söyleyeceğimi bilemedim.

 

"Soner!" dedi Asude gözlerini büyüterek.

 

Okula yeni gelen öğrenci Soner sürücü koltuğunda oturuyordu. Sırıtırken gösterdiği beyaz dişlerinden diş bakımına özen gösterdiği belli oluyordu. Bizimle aynı sınıfta olup araba kullanması dişlerinden daha çok dikkatimi çekmişti. Eğer benimle yaşıtsa reşit değildi. Arabayı işaret ederek "Sen hangi yılda doğdun?" diye sordum. Reşit olmayan birinin araba sürmesi tehlikeliydi.

 

Kaşlarını ortada birleştirip "2002 yılında doğdum. Yani reşitim, korkma!" dedi. Sanki zihnimi okumuştu.

 

Çağlar "Araba babanın mı?" sorusunu sorduğunda başını aşağı yukarı salladı. Ne şanslıydı! Biz ıslana ıslana durağa yürüyecektik ama onun sadece arabası ıslanacaktı. Biz soğuktan üşürken o arabasında ısınacaktı. Onun adına sevinmiştim.

 

"Ne duruyorsunuz? Binsenize!"

 

Bir an yanlış duyduğumu sandım.

 

Elini alnına vurarak "Tabii siz! Sınıf arkadaşlarımsınız, bu havada sizin çile çekmenize izin verir miyim?" dedi. Sesi çok samimi bir tonda çıkmıştı. Daha fazla vakit kaybetmemek için hemen arka koltuğa oturdum, Asude de yanıma oturdu. Çağlar ön koltuğa oturdu. Onların da benim gibi şaşkın olduğunu fark ettim. İyiliğin ölmeye yüz tuttuğu şu zamanlarda Soner'in yaptığı iyiliğe şaşırmam gayet doğaldı. Yıllardır aynı okulu paylaştığımız insanlar bile bunu yapmamıştı. Çantamı sırtımdan çıkarıp Asude'yle arama koydum. Soner dikiz aynasından bize baktı.

 

"Şarkı açalım mı Asude?"

 

Asude bu soru karşısında şaşkınlıkla Soner'e baktı. İşte şimdi Soner'in hangimize baktığını anlamıştım, Asude'ye bakıyordu. Dikiz aynasından gördüğüm kadarıyla yüzündeki sırıtma yerinde duruyordu. Asude gözlerini yağmur damlalarının çarptığı cama çevirerek "Arabada müzik dinleyerek yolculuk etmeyi severim. Olur!" dedi. Soner bir el işaretiyle Çağlar'a radyoyu açmasını söyledi. Çağlar galiba biraz kararsız bir insandı galiba çünkü tüm radyo kanallarını hızlı hızlı geçiyordu.

 

Kıkırdayarak "Birileri kararsız çıktı!" dedim. Herkes güldü, Çağlar en sonunda bir radyo kanalında durdu. Ece Mumay'ın Galaksi şarkısı arabanın içini doldurdu.

 

Karaları bağlamadan hadi bana gel

 

Durma durdurma beni

 

Saçını başını toplamadan bana gel

 

Sorma sordurma beni

 

Tavrını tarzını saklamadan gel

 

Zorla, oldurma bizi

 

Memleket neresi ver artık adresi

 

Nasi bi' galaksi

 

Şimdi ne fark eder pazartesi, cumartesi

 

Yanımda yoksun iyi mi böylesi

 

Aklım almıyo geldiğin yer neresi nası' bi galaksi

 

Eline beline dokunamaz oldum

 

Su gibi tenine sarılamaz oldum

 

Sensiz bi' güne uyanamaz oldum

 

Bittim özüme sözüme dönemez oldum

 

Çağlar radyonun sesini son ses yaptığı için kendimi bir partideymiş gibi hissetmiştim. Aslında bu yolculuk hayatım boyunca yaptığım en güzel yolculuktu. Arabadaki diğer üç kişinin şarkıya eşlik ettiğini duyunca ben de eşlik ettim. Asude elindeki telefonu mikrofon niyetine kullanıyordu. Soner direksiyona vurarak ve kafasını sallayarak ritim tuttu. İstemsizce bir kahkaha attım. Çağlar bana döndü, yüzünde daha önce görmediğim bir gülümseme vardı.

 

"Eğleniyor muyuz Aylin?"

 

Başımı sallayarak "Evet! Eğlenmemek ne mümkün?" dedim. Çağlar cevap vermek yerine göz kırparak tekrar önüne döndü. O sırada elimdeki telefonum titredi. Ekranı açtığımda Twitter'den bildirim geldiğini gördüm, Şimal bir tweet atmıştı.

Şimal Kayayurt @şimalamasınavahazırlanan

 

Bugün lisenin son senesinin ilk günü. İşin ucunda üniversite sınavı olmasa her şey çok güzel aslında.

***

 

Bir şey hakkında hemencecik olumsuz düşünmemek gerekir. Bazı olumsuzluklar zaman içerisinde karşımıza olumlu bir şey olarak çıkabilir. İşte o an acıyla geçen günler aklımıza gelir ve olduğumuz yerde öylece kalakalırız.

  ***

Aybike Giray Gençerler yazarın Yeniyim Ben adlı kitabındaki Asalbike karakterinin ablasıdır.

 

Merhaba! Bu bölüm yazarlık hayatımın rekorunu kırdım. Umarım sıkılmamışsınızdır😶 Ama hayalimdeki sahneler için bu kadar uzun olması gerekiyordu.

 

En çok hangi karakteri sevdiniz? Bu sorunun cevabını çok merak ediyorum. Lütfen yorumlara yazın!

 

Gökçe sizce neden her gün mutfağa giriyor ve insanlar bunu istiyor?

 

Korcan elmalı kurabiye yapabilecek mi?

 

Gaye sınıftaki erkeklerden kime aşık? Bunun hakkında bir delil bulabildiniz mi?

 

Bir dahaki bölüm üniversitede başlayacak. Bu sefer Aylin'le başlayacak Çağlar'la bitecek. Pelin ve Okan'ı unutmayalım tabii!

 

Sahi Okan ve Pelin hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Bu arada bir ufak duyuru yapayım. Bir iki aya yaşadığım şehirden başka bir şehire taşınıyorum. Bir de sınavlarım var, üçüncü bölümü yazdım. Ama o biraz geç gelebilir. Alta bölüme yakıştırdığım şarkıyı bırakıyorum. Bir dahaki bölümde görüşmek üzere!

Loading...
0%