Yeni Üyelik
32.
Bölüm

Bazen Tehlike Geliyorum Der

@alpellal

Merhabaaaa can okurlarım:)

 

Bu fotoğrafı beğendiniz mi bilmiyorum ama daha önce söylemiştim, ben pek photoshop yapamıyorum🥲 Zaten ben o modelleri afiş, kesit vs için kullanıyorum, önemli olan sizin zihninizde karakterleri hayal edebilmeniz. Umarım bunu başarabilmişimdir.

Neyse biz konumuza dönelim🤭 Geçen bölüm sonu geçmişten bir tanıdık önemli bir mesaj atmıştı. Hatta bana kızanlarınız olmuştu ☹️😂 Bu bölümün başlarında o olayın etkilerini göreceksiniz elbette. Ben de Levent'i üzmeyi sevmiyorum ama senaryo gidişatı için bunu yapmam gerekiyordu. Tabii bu gidişat için yapmam gereken güzel şeyler de var.

İyi okumalar dilerim :)

***

Aras'ın anlatımından...

İki saat önce yaşananlar tazeliğini koruyordu. Markete gidene kadar Levent hiç konuşmamıştı. Konuştuğunda da olanlarla ilgili tek bir kelime bile etmemişti. İçinde fırtınalar kopuyordu ama bunu dışarıya yansıtmak istemiyordu. Alışveriş yaparken kısa kısa sohbetlerimiz olmuştu, sesini neşeli bir tonda çıkarmaya uğraşıyordu. Pek başarabildiği söylenemezdi. Benim aklını başka şeylere çekmem gerekiyordu. Floresan lambaların aydınlattığı otoparkın karanlığında benden birkaç adım önde yürüyordu. Yüzünü görmemem için uğraştığını anlamıştım, adımlarımı hızlandırıp ona yetiştim. Poşetlerin çoğunu inatla o taşımak istemişti.

 

"Poşetler çok ağır geldiyse birazını bana ver istersen."

 

"Ağırlık elimde değil, içimde dostum." dedi kısık sesle.

 

Gözlerimi yüzüne çevirdim. Kahverengi gözleri yine koyuluğuna dönmüştü, öfke ve hüzün karanlığın içinde yüzüyordu. Kaşları hafif çatılmıştı, yutkunuyordu. Mesajı gösterdikten sonra ilk defa derdini bana açmıştı. Aslında tam açmış sayılmazdı.

 

"İçinden atmak istiyorum ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum." dedim çaresiz olduğumu belli eden bir sesle.

 

"Kendi cezamı ben çekeceğim." dedi bana dönerek. "Benim için kendini üzmeni istemiyorum Aras."

 

"Ben de senin üzülmeni istemiyorum. Mutlu olmak senin hakkın!"

 

Konuşurken arabasının önüne gelmiştik. Son cümleme karşılık vermeyip bagajı açtı, konuşması için onu zorlamak istemediğimden ben de bir şey söylemedim. Bagaja poşetlerimizi koyduktan sonra arabanın içine oturduğumuzda da konuşmadı. Tolga'ya küfretmemek için kendimi zor tuttum. Onu gördüğümde şeytana uyup ben de dövebilirdim, karşıma çıkmasa onun adına iyi olurdu. Alışveriş merkezinin otoparkından çıkmıştık.

 

"Eve gidince soslu makarna yapalım mı kanka? Sebze ve sucuk da koyarız içine, güzel olur ya!"

 

İçimden "Az önce mutsuzdu. Ne oldu lan buna?" diye geçirdim. Sanki hiç tehdit edilmemiş gibi konuşuyordu. Tolga mesaj atmadan önce ondan istediğim gibi davranmaya çalışıyordu. Yüzüme bir gülümseme yerleştirip elimi radyoya uzattım. Onun istediğine uyacaktım.

 

"Olur kanka. İldeniz de seviyor zaten."

 

"Karışımlar bazen çok iyi olur. Ama insanın zihni karışırsa çok kötü olur."

 

"Anlamadım?"

 

Oysa çok iyi anlamıştım. Ne yaparsa yapsın acısını dışarıya yansıtmadan bunu başaramıyordu. Yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirdikten sonra "Önemli bir şey değil. Her zamanki gibi saçmalıyorum işte!" dedi. Ah Levent ah! Güçlü görünmeye çalışmak zorunda değilsin. Kendini boşuna yoruyorsun, konuyu da boşuna kapatmaya çalışıyorsun.

 

"Yok sen çok mantıklı konuşuyorsun. Şu an öyle konuşmadığın doğru."

 

"Tam tersi olması gerekmiyor muydu?"

 

"Gerekmiyordu."

 

Son derece ciddi verdiğim cevap onu güldürdü. Elbette komik bulduğu için gülmüyordu, bu hallerine alışıktım. O da beni yıllardır tanıdığı için söylemek isteyip söyleyemediğim şeyleri tahmin edebiliyordur. Mesela şu an o olayı daha fazla konuşmak istemediğim için az konuştuğumu anlamıştır.

 

"Bugün bir komedi filmi izleyelim mi Aras?"

 

Şaşkın şaşkın "Ev... Evet! Çok iyi olur. Neşemiz yerine gelir." dedim. Sorusunu duyana kadar iyi iş çıkardığımı sanıyordum.

 

"Niye neşemiz yerinde değil miydi?"

 

Levent bana neden bunu yapıyorsun? Tam unuttuğunu sanarken aynı şeyi yapıyorsun!

 

"O anlamda demedim. Mutluyuz ama daha mutlu olalım demek istedim."

 

"Gerçekten aşırı mutluyuz. Hiç derdimiz yok!"

 

Sesindeki ima olmasaydı ciddi olduğunu sanardım. Sinirlendiği zaman alaycı bir insana dönüşmesine bir çözüm bulabilseydik şu an onun zihnini son gelen mesajdan uzaklaştırabilmiş olurdum. Yakın zamanda aklına tekrar gelecek bir konu bulmalıydım. Böylece aklı başka şeylerle meşgul olacaktı. Aklıma gelen fikir final sınavlarıydı ve bu sınavlar maalesef Haziran ayında başlayacaktı.

 

"Finaller yaklaşıyor. Çalışıyor musun?"

 

"O da vardı değil mi? Geçen gün ufaktan çalışmaya başladım. Bu arada bazı derslerin geçen seneki final sorularını üst sınıflardan buldum."

 

"Üst sınıflardan tanıdıkların mı var?"

 

Sinsi bir gülümsemeyle "Tabii ki var! Sen de üst sınıflardan dost edinmelisin." dedi. "Çok avantajlı bir durum."

 

Kaşlarımı kaldırıp "Sen nasıl onlarla dost olabildin?" dedim. "Onlarla pek aynı derslerde denk gelmiyoruz."

 

"Yemekhane, kütüphane ve kantin gibi ortak alanlarda onlarla çok denk geliyorum. Bilirsin, insanlar benim sohbetimi sever."

 

Konudan onu yine uzaklaştırabilmiştim. Eve az kalmıştı ve benim yolun geri kalanında da onun dikkatini dağıtmam gerekiyordu. Final sınavlarının Haziran ayında olacağını henüz hatırlamamıştı. İçimin rahatladığını hissetmiştim, üstümden tonlarca yük kalkmıştı. Daha önce araba bana çok sıcak gelirken şimdi serin geliyordu.

 

"Tabii öyle olur! Senin gibi dost kolay kolay bulunmaz."

 

"Senin gibisi de öyle!"

 

Eve varmamıza az bir zaman kalmıştı. Levent radyoda çalan şarkıya başıyla ritim tutuyordu, bana mutlu gözükmeye çalışıyormuş gibiydi. Keşke gerçekten öyle olsaydı. Birinin gözümün önünde felakete sürüklenmesi ve benim hiçbir şey yapamamam zoruma gidiyordu. Haziran ayını iptal edebilir miyiz? Hayır.

 

"İldeniz'in de hakkını yemeyelim şimdi. Onun gibi dost da zor bulunur."

 

"Kesinlikle öyle! Biliyor musun? Bu okuldaki ilk günlerimde dost edinemediğim için kendimi çok yalnız hissetmiştim."

 

Bunu bana ilk kez itiraf ediyordu. Ben önceki okulumdayken onunla konuştuğumda ne kadar mutlu olduğundan bahsedip duruyordu. Haliyle bu itirafı beni çok şaşırtmıştı.

 

"Yok, bilmiyordum. Güllaç'la hemen dost olmadınız mı?"

 

Gözlerini kısıp "O hemen olmadı. Adımı bile üçüncü karşılaşmamızda ezberledi. Bana Mert demişliği oldu, ne alaka ya!" dedi.

 

Gerçekten Güllaç'ın ona söylediği isimle tek ortak ikinci ve son harfleriydi. Bence Güllaç bu hatayı bile isteye yapmış olabilirdi. Çok değişik huyları olduğu için onun hakkında net karar veremiyordum. Levent'in zihnine geçmişe yollayarak iyi bir yol izliyordum, aynı yönde devam etmeliydim.

 

"Tabii sen buna bozulmuşsundur ama her şeyi bir gülümsemeyle saklamışsındır. Öyle değil mi?"

 

"Doğru. Böyle yapınca çok kötü patlıyorum ama bunlar hep iyi olmak istememden."

 

Sitenin otoparkına girmiştik. Şansımıza arabayı park edebileceğimiz çok alan vardı. Önümüze çıkan ilk yere arabayı park ettikten sonra bagajdan poşetleri alıp eve geçtik. İldeniz'in henüz uyanmadığını düşündüğümüz için zile basmadık. Levent kendi anahtarını deliğe geçirdi. Kapı açılır açılmaz çığlık attı.

 

"Lan!"

 

Tutmasaydım üzerime düşüyordu. Kapının önündeki İldeniz ise gülme krizine girmişti, ben de gülmeye başladım. Levent ansızın karşısında onu görünce irkilmişti. Derin bir nefes alıp kaşlarını çattı.

 

"İldenizciğim, gözleri kadar kafası da güzel kardeşim! Anahtar sesini duyunca neden kapının dibinde bitiyorsun? Bir markete gidip geldim diye beni bu kadar çok özlemiş olamazsın."

 

"Poşetleri taşımanıza yardım etmek için geldim salak. Beni gördüğün için şükretmelisin ya bir hırsızla karşılaşsaydın!"

 

Levent alaycı bir sesle "Ben neler neler yaşadım, bir şey olmadı. Ona da bir çözüm bulurdum." dedi.

 

Onu uyarırcasına ensesine bir şaplak atıp içeri ittim. Bana ters bir bakış attıktan sonra İldeniz'le beraber mutfağa gitti. Ben de peşlerinden gittim. Aldıklarımızı mutfağa yerleştirdikten sonra soslu makarnayı yapmak için harekete geçtik. Levent yaşanan son gelişmeyi İldeniz'e anlatmamıştı, sanki unutmuş gibiydi. İldeniz'e ikimiz baş başayken anlatmalıydım. Şimdi bu mutlu anın tadını çıkarmamız gerekiyordu.

 

Tavayla uğraşırken "Film düşünüyorduk ama dizi de olabilir. 1 Erkek 1 Kadın'a başlayalım mı?" dedim. "Aybars önermişti, ne zamandır aklımdaydı."

 

İldeniz başını sallayarak "Olur. Ben de merak ediyordum zaten." dedi.

 

"Aynısından." dedi Levent.

 

İldeniz onun omzuna yumruk atıp "Bu kadar üşengeç olma." dedi.

 

Üç kişi beraber yaptığımız için işimiz çabuk bitmişti. Makarnaya kekik, pul biber ve karabiber de eklemiştik. Sosla da birleşince güzel bir karışım oluyordu. Tabaklarımızı televizyonun karşısında olan yemek masasına koyduktan sonra gerekli ayarlamaları yaptık. Levent marketten aldığımız gazlı içecekleri de koyarken "Kızları da mı çağırsaydık?" diye sordu. Gözlerimi devirdim.

 

"Onlar her takıldıklarında bizi çağırıyorlar mı? Hayır. Anın tadını yaşa, bir ara onları da çağırırız."

 

"Aras haklı. Zaten günün yarısında onlar yanımızdaydı."

 

"Doğru. Böylesi daha iyi!"

 

Ardından telefonunu çıkarıp gülümsedi. Bu fotoğraf çekilmemizi istediği anlamına geliyordu. Arabada yaşananlardan sonra böyle davranması çok garibime gidiyordu. İldeniz'e anlatmamıştık ama o da şaşırmış görünüyordu. Bence Levent bizim şaşırdığımızı fark etmişti ama bu durumu hiç umursamıyordu.

 

"Bu mutlu anımızı ölümsüzleştirelim. Bastırıp anı albümüme koyacağım."

 

Levent'in bir anı albümü olduğunu ilk defa duyuyordum. Belki yoktur ama ileride alacaktır diye düşünüp üstünde durmadım. Aslında benim de bir anı albümüne ihtiyacım vardı.

 

"Mantıklı!" dedim sırıtarak. "Gelecek yıllarda bakıp bakıp hatırlarsın bugünü."

 

Bir kolunu benim omzuma diğer kolunu ise İldeniz'in omzuna atıp tüm dişleri gözükecek şekilde gülümsedi. Telefonunu bana vermişti, fotoğrafı ben çektim. Telefonu ona geri uzatırken "Bana da at, dursun galerimde." dedim. Başını salladı.

 

"Olur, doğum günümde paylaşırsın. Süslü süslü yazılar da eklersin. Dur bir dakika! Sen süslü şeyler yazamıyorsun."

 

Alaycı bir kahkaha atıp "Sevgiline bir şiir yaz desek yazamazsın. Kendi adına konuş!" dedim.

 

İldeniz yemeğine çatalını daldırırken "Aras haklı şimdi. Sen süslü şeyler yazabilsen sevgilini bu kadar zor elde etmezdin." dedi. "En azından duygularınız karşılıklıydı."

 

"Tamam lan tamam! Bir şaka yaptım, yaptığıma pişman oldum." diye sitem etti Levent.

 

Dışarıya mutlu gözükmek isterken gerçekten mutlu oluyor gibiydi. Bunun farkında mıydı bilmiyorum ama bu olaylardan önce nasılsa şimdide aynıydı. Onu böyle mutlu gördükçe benim içim ümitle doluyordu. Dirseğimi masaya yaslayıp başımı elime yaklaştırdım. Yüzümde gururlu bir gülümsemeyle onun hayata karşı dik duruşunu hissettim.

***

Saat geç olmuştu. Dizinin birkaç bölümü bittiğinde hepimizin uykusu gelmişti ama Levent ikimizden de önce koltukta sızmıştı. Onu uyandırmaya cesaret edemediğimiz için öylece koltukta yatmasına izin vermiştik. Yanımda ince bir battaniye vardı, usulca onun üstüne örttüm. Ardından gözlerimi İldeniz'e çevirdim. O da sırıtarak Levent'e bakıyordu.

 

"Marketten döndüğünden beri bunda bir gariplik var. Bir şeyi unutmak için böyle neşe dolu davrandı değil mi?"

 

"Nereden anladın?" diye sordum şaşkınlıkla. "Anlamadığını sanıyordum."

 

Dişlerini gıcırdatıp "Bir insanla uzun süre dost olduğunda onun gözünden derdini anlayabilecek kıvama geliyorsun." dedi.

 

"Beni de anlıyorsun yani?"

 

Kahkaha atarak "Eve geldiğinden beri olanları bana anlatmak için zaman kolluyorsun." dedi. "Bunun sağı solu belli olmaz, her an uyanabilir. Gel biz üst katta konuşalım!"

 

"Benim odaya gidelim."

 

Merdivenlerden üst kata çıkarken ses yapmamaya özen gösterdik. Levent'in peşimizden gelip olanları tekrar hatırlamasını istemiyordum. Haziran ayına girmemize az bir süre kalmıştı, elimizden tek gelen onu o konudan uzaklaştırmaktı. Odama girdiğimizde kapıyı kapatırken çıkan sesi önemsemedim. Levent duyamazdı. İkimiz de yatağımın üstünde bağdaş kurduk, evin sessizliği üstümüze çökmüştü. Polisten kaçmaya çalışan bir suçlu gibi hissetmiştim kendimi. İldeniz beklentili gözlerle bana bakıyordu.

 

"Öncelikle şunu söyleyemeliyim ki bu sefer hamle atanamamış psikoloğumuz Tolga'dan geldi."

 

"İyi bok yemiş!

 

"Olayı anlatayım sonra rahat rahat söversin."

 

Ardından olayı tüm detaylarıyla anlattım. İldeniz bazen araya söverek giriyordu ama sonra hemen susuyordu. Ona hak vermemek elde değildi. İnsanın Tolga'yı gördüğü yerde dövesi geliyordu. Bitirdiğimde derin bir nefes aldım, o kaşlarını çatmıştı.

 

"Ben bu Tolga iyi mi yoksa kötü mü anlayamıyorum Aras!"

 

Derin bir iç çekerek "Bu yaptığı kötü. Ama kötü biri olsa bizim kızlar bunu daha önce fark ederdi." dedim. "Ne düşüneceğimi ben de bilemiyorum."

 

"Asıl suçlu Levent, bunda hepimiz hemfikiriz ama bu herif de pek masum değil."

 

"Bu olay Levent'in dengesini de bozdu. Tam mutlu oluyor diye sevinirken başa sarıyor."

 

İldeniz bir süre sakalını sıvazladı. Benim yaşadığım zorluğu o da yaşıyor olmalıydı, o da Levent'i nasıl kurtaracağımızı bilmiyordu. Mavi gözlerinde çaresizlik ve öfkeden başka bir şey göremiyordum. Oysa ben çaresiz kaldığımda o bana hemen çözüm önerisinde bulunurdu.

 

"Ölmek üzere olan birine son mutlu günlerini yaşatacağız. Başka çaremiz yok Aras."

 

"Haklısın. Aklıma bir şey geldi şimdi. Her şeyi öğrendiğinde Güllaç bize de küser mi?"

 

"Ondan ben de korkuyorum, Dalya adına da korkuyorum. Kız zaten kanser hastası bir de ona üzülmesini hiç istemem. Gerekirse bizi hayatından silsin ama onu silmesin."

 

Başımı ellerimin arasına alıp "Ahuşen yıkılır. Zaten Dalya'nın hastalığını duyduğunda derinden sarsıldı, bu büyük bir felaket olur!" dedim. "Haziran ayını atlayıp Temmuz ayına geçebilsek keşke!"

 

"Temmuz daha fena olacak, geriye bir enkaz kalacak. Of Levent of!"

 

Çok değişik bir gün geçirmiştim. Bir günde neredeyse tüm duyguları yaşamıştım, bu bünyeme çok fazlaydı. Daha fazla olumsuzluklar üzerine konuşmak istemiyordum. Hatta evimizin sokağından mutsuzluğun geçmesini bile istemiyordum. Bu kadarı yeterdi! Harekete geçmeliydim.

 

"Madem durduramıyoruz olacakları biz de güzel şeylere odaklanalım o zaman."

 

Sert tepki vereceğini düşünüyordum ama beni yanılttı.

 

"Mesela şehir dışı planı mı yapsak? Kızlar daha önce Eskişehir'e gitmeyi planlamış."

 

Kolumu onun omzuna attıktan sonra "İyi akıl ettin! Ben de orayı gezmek istiyordum." dedim. O da kolunu benim omzuma atmıştı. Yıllardır aklımdan hep Eskişehir'i gezmek geçiyordu ama her seferinde bir aksilik çıktığı için gidemiyordum. Tek gezmeyi sevmezdim, birden fazla kişiyle gezmek çok eğlenceliydi.

 

"Yakın yer zaten. Gün içinde gezer, geri döneriz."

 

"Şatonun önünde fotoğraflarımı çektireceğim sana."

 

"Ben evde seni çekiyorum, fotoğrafını mı çekmeyeceğim! Sen iste ben bir albüm dolusu fotoğrafını çekerim."

 

İlk cümlesinden ötürü ona alayla baktım. O da bana aynı şekilde bakınca kafasına hafif bir şaplak attım, çekilmeyecek insan değildim. Kahkaha atıp "Seni çekebilmek harika bir şey dostum! Oldu mu şimdi?" dedi. Ben de kahkaha attım, biz başımıza ne gelirse gelsin gülmek için bahane bulurduk.

 

"Ahuşen'in çekmekten kendimi çektirmeye vakit bulabilirsem tabii!"

 

"Dalya da fotoğraf çektirmeyi çok sever. İkisini birbirinin üstüne salarız biz de birbirimizi çekeriz."

 

Yüzüme şeytani bir gülümseme yerleştirip " İyi fikir lan! Çok zekiler yalnız. Dikkatli olalım!" dedim. Planı yaparken Levent aklımıza gelmemişti. Nasıl olsa onun sevgilisi çok fotoğraf çektiren bir insan değildi. O bizden rahat olacaktı.

 

İldeniz dişlerini gıcırdatarak "Yeter ki mutlu olalım, onlar bizi yorsa bile sıkıntı olmaz. Dersler şu sıralar yoğun. Haziran'ın ilk haftası gidelim!"

3 hafta sonra...

Ahuşen'in anlatımından...

Haziran ayının ilk günündeydik. Her şeyin sarsılacağı bir zaman dilimine sakin bir şekilde girmiştik. Bu aydan ben belki dimdik çıkacaktım ama başkaları yıkık olarak çıkacaktı. Kalplerindeki sancı uzun süre geçmeyecekti. İçimden bir ses benim için önemsiz olan birinin başına bu ay içinde kötü bir şey geleceğini söylüyordu. Her içimden geçenin doğru olmayabileceğini kendime hatırlatarak rahatlamaya çalışıyordum. Ayın sonunda ailemin yanına mutlu ve aklım burada kalmamış bir şekilde gitmek istiyordum. Aras'tan uzak kalacağım için üzülmüyordum çünkü yaşadığı şehir benimkine çok yakındı. Kızlar da benimle aynı kaderi paylaşıyordu.

 

"Ahududu! Sen neden hep benim karşıma çıkıyorsun?"

 

"Aynı okulda ve aynı fakültede olduğumuz için olabilir mi Yılanbike?"

 

Fakültenin karşısındaki bir bankta tek başıma oturuyordum. Asalbike ise podyuma çıkan bir manken gibi egolu egolu yürüyordu. Yüzündeki yoğun makyajdan anladığım kadarıyla okuldan çıktıktan sonra babasının kanalına programını sunmaya gidecekti. Normalde sunucular makyajını çekim için kanala gidince yapmaz mıydı? Bence bu anormal bir durumdu.

 

"Olabilir. Ne yazık ki durumlar öyle."

 

Bunu söylerken tam karşıma durmuştu. Mavi gözleriyle beni alaylı bir şekilde süzüyordu, gülümsemesi de öyleydi. Hafif esen rüzgarın uçuşturduğu sarı saçlarına arada eliyle müdahalede bulunuyordu. Üstünde omuzlarını açıkta bırakan kırmızı renk ,yazlık bir elbise vardı.

 

"Bugün neşen yerinde Asalbike. Neye sevindin bu kadar?"

 

"Doğru bildin! Bu ay ablam nişanlanıyor. Bugün nişanda giymek için kendime elbise bakmaya gideceğim."

 

Asalbike bunu söylediği an içimde öncekinden daha kötü bir his belirdi. Oysa ablasının nişanlanması gayet güzel bir şeydi. İçimdeki garipliği bir kenara itip Asalbike'ye karşılık verdim. Ben de ona alayla gülümsedim.

 

"Ne kadar güzel, hayırlı olsun. Kurtuluyor demek ki masum insan."

 

"Teşekkür ederim ama benim ablam neyden kurtuluyor?"

 

"Yalnızlıktan işte." dedim yüksek sesle.

 

Asalbike ise kaşlarını hafif çatarak "Ben hiç öyle anlamadım. Sen sanki ablamın benden kurtulduğunu ima ettin gibi geldi bana!" dedi. "Sesinden anladım."

 

Doğru anlamıştı. Sadece onun çenesinden kurtulmak için bunu inkar etmem gerekiyordu, yapmadığım şey değildi. Asalbike laf söyleme konusunda yetersiz bir insan olduğu onu herkes çok kolay yenebilirdi. Aslında ben karşımdaki kişi anladığı halde yalan söylemeyi hiç sevmem biliyor musunuz? Tabii ki biliyorsunuz!

 

Elimi düzeltmek istediğim kıvırcık saçlarıma götürüp "Sen çok yanlış anlamışsın. Ablanın neden senden kurtulacağını düşüneyim? Ben kötü kalpli, sinsi ve içi kararmış bir insan değilim." dedim. "Her şeyi başka bir şeye yormamak gerekiyor."

 

Şimdi de laf sokmuştum ama o bunu fark edemezdi. Ablasının nasıl biri olduğunu merak ediyordum, adını kardeşinin ağzından sık olarak duyduğum bu Aybike Giray kimdi? Kardeşi Asalbike Giray kadar kötü bir insan mıydı? Asalbike'nin ailesini internetten araştırdığım için dış görünüşünü biliyordum. Saç ve göz rengi kardeşinden farklıydı, mesela onun gözleri yeşildi. Bildiğim kadarıyla mesleği öğretmenlikti ve kardeşi Asalbike kadar medya sektörüne ilgili değildi.

 

"Sabah sabah seninle hiç uğraşamam Ahududu! Sınıfa gideceğim, gel beraber gidelim."

 

Bu teklifi beni şaşırttı ama belli etmedim. Ayağa kalkıp "Ben de oraya gidecektim zaten." dedim.

 

Ciddi ciddi Asalbike ile beraber dersimin olduğu sınava gidiyordum, biri bana böyle bir durumun gerçekleşeceğini söylese onunla alay ederdim. Bir başka şaşırdığım durum ise felaket tellalı iç sesimin Asalbike yanımdayken daha çok konuşmasıydı. Bana bu ay içinde okulda kaos çıkacağını söylüyordu, buna bir anlam veremiyordum. Kaos çıksa bile kimden ötürü çıkacaktı?

 

"Ablamın nişanına sen de gelsene. Gözün elitlik görsün!" dedi coşkulu bir sesle.

 

Hadi canım!

 

"Ben ne yapayım senin ablanın nişanında? Hiç tanımadığım bir insan."

 

"Eğlenirsin. Başına bir şey gelmez merak etme!"

 

Tabii tabii! Buna inanamıyordum ve Asalbike'ye güvenmiyordum. En iyisi teklifini kabul etmemekti, kendimi riske atmak istemiyordum. Alaycı bir sırıtmayı yüzüme yerleştirip "O konuda sana güvenemiyorum. Zaten bu ay ben çok yoğunum, gelemem ama teklifin için teşekkür ederim." dedim. Kıza hem güzel hem de kötü konuşmuştum. Bence Asalbike'ye bu bile fazlaydı.

 

"Rica ederim. O gün çok değişik bir gün olacak bence Ahududu, senin de tanıklık etmeni isterdim."

 

O sırada sınıfa girmiştik. Bizimkiler de oradaydı, hepsi bize dönmüştü. Şaşkın şaşkın bakıyorlardı, özellikle Aras'ın gözlerinde bir sürü soru işareti görüyordum. En büyük düşmanımla beni yan yana görüp şaşırmaması ilginç olurdu. Asalbike onların bu halini fark edip yüzüne her zamanki gibi küçümseyici bir gülümseme yerleştirdi. Ardından yerine geçti.

 

Dalya meraklı bir ses tonuyla "Ahu sen dışarıda tek değil miydin?" diye sordu. Aras da tek kaşını kaldırmıştı ve benden bir cevap bekliyordu. Konuştuklarımızdan ufak bir kesit vermemin bir zararı yoktu.

 

"Asalbike'nin ablasının bu ay nişanı varmış. Benim de katılmam için çok ısrar etti."

 

Ortamdaki şaşkınlık iyice arttı. Asalbike anlamadığını belli eden kısılmış gözleriyle bizi izliyordu, asıl anlaşılmayan onun beni ablasının nişanına davet etmesiydi ama bunun farkında değildi. Bizim kızları biraz olsun tanıyorsam onlar bu davetten bin tane kötü anlam çıkarırdı. Aras duruşunu dikleştirdi.

 

"Hangi Asalbike?"

 

Çok fena saçmaladın Aras. Tanıdığın başka bir Asalbike mi var? Yanımda gelen kişiden bahsettiğimi ne çabuk unuttun.

 

Asalbike derin bir nefes alıp "Benden başka Asalbike gördün mü? Benim ben!"dedi. "Neden bu kadar şaşırdınız bu davete?"

 

İldeniz geldiğimizden beri Asalbike'ye bakıyordu. Mavi gözlerinin derinliklerde ürkütücü bir koyuluk görüyordum. Hani belgesellerde vahşi hayvanlar öldürecekleri savunmasız hayvanlara bakarlar ya, aynen öyle Asalbike'ye bakıyordu. Buz gibi bir sesle konuştu:

 

"Peki sen bu davete ne dedin Ahuşen?"

 

Asalbike'nin bu sefer gözleri büyüdü. Yerinde titremeye başladı, bu kızı neden sadece İldeniz korkutuyordu?

 

"Bu ay çok yoğun olduğumu için katılım sağlayamayacağımı söyledim."

 

"Dalya'yla ben gidebiliriz. Asalbike gibi temiz kalpli bir insanı o gün yalnız bırakmak istemem."

 

Dalya gülerek "Ben yalnız bırakmak isterim, sen kendi adına konuş İldenizciğim." dedi. "Asalbike var işin içinde Asalbike!"

 

Asalbike kısık sesle "Ablamın nişanına bunun gelmemesi için ben kötü kalpli bir kraliçeyim diye bağırmak istiyorum!" diye mırıldandı. Galiba bunu içinden söylediğini sanmıştı ama biz söylediğini çok net duymuştuk. Bence o söylemek istediği cümleyi İldeniz nişana gitmese bile eline mikrofon alıp tüm Yıldırım Üniversitesi'nin öğrencilerinin önünde ilan etmeliydi. Elbette İldeniz o nişana gitmeyecekti.

 

"Hatta Aybars ve Hesna da gelsin." dedi İldeniz sinsi bir ses tonuyla.

 

Adını duyan Aybars şaşkın şaşkın İldeniz'e baktı. Kaşları bir yukarı bir aşağı iniyordu, davet edildiği yer Asalbike'nin evi olunca neye uğradığını şaşırmıştı. O masumca bakan mavi şirin gözleri İldeniz'e "Ben sana ne yaptım?" der gibi bakıyordu. Önündeki Hesna kahkaha atınca o da biraz rahatladı. Başını hafif Asalbike'ye çevirip cıkladı, neşesi yerine gelmişti.

Hesna yapmacık bir üzüntüyle "Üzgünüm Asalbike, biz de gelemeyiz. Bu ay hem finaller ve bütünlemeler var hem de biz çok yoğunuz." dedi. Onu biraz olsun tanıyorsam aslında bu ay için planı falan yoktu. Asalbike'nin olduğu ortama kimse gitmek istemiyorsa onun kendini bir sorgulaması gerekiyordu. O ise beni şaşırtan bir şey yaptı:

 

"Ben Ahuşen'i çağırdım. Siz neden kendi kendinize gelin güvey oldunuz? İki saattir büyük bir sabırla sizi dinliyorum!"

 

Levent kıkırdayarak "Çok ayıp. En sevmediğin insanı bile çağırıyorsun ama bizi çağırmıyorsun." dedi. "Hiç yakıştıramadım!"

 

Asalbike tıslayıp "Senin gibi salak insanları niye ablamın nişanına davet edeyim?" diye sordu. "Bence senin bu ay sevgilinle planların vardır. Hee! Yoksa bile ansızın gelişebilir."

 

Bu kesinlikle bir imaydı. Tolga olayını hatırlatmaya çalışıyordu, Levent bunu fark edince yüzüne karanlık bir ifade yerleştirdi. Yüzüne bakınca Tolga'ya saldırdığı anı tekrar görür gibi oldum. Asalbike de bir anlığına ürperdi. Güllaç bal rengi gözlerini bir ona birde Levent'e çeviriyordu. Neden böyle hissediyordum bilmiyordum ama bazen onun aslında her şeyin farkında olduğu düşünüyordum.

 

"Asalbike bırak Levent'in zeka seviyesini ve şunu düşün: Sen neden sadece babanın kanalında kariyer yapabiliyorsun?"

 

Bunu ben bile Güllaç'tan duymayı beklemiyordum. Cümlesini "Başarısız olduğun için sana sadece baban iş veriyor ve sevilmiyorsun." diye zihnimde çevirmiştim. Ses tonundaki acımasızlık da bunu doğruluyordu. Levent ağzı açık bir şekilde ona bakıyordu. Asalbike elini yumruk yapmıştı, dişlerini dudağına geçirmişti.

 

"Sen bir gün çok fena üzüleceksin ama benim buna ömrüm yeter mi bilmiyorum!"

 

İldeniz tam o an Asalbike'yi yerinden sıçratan bir bomba patlattı:

 

"Peki şeyi biliyor musun? Fakültenin ses sisteminin mükemmelliğini. Bilmiyorsan elimde bir ses kaydı var, onu tüm fakülteye dinleterek bunu test edebiliriz."

 

Sınıfın içindeki bunaltıcı hava bizi yalnız bırakmak istedi. Uçuşan perde hareket etmeyi bıraktı, dışarıdaki sesler ortak bir karar vermiş gibi aynı anda sustu. Asalbike'nin gözlerindeki kötü kalpli kraliçe yerini korkan ufak bir kız çocuğuna bırakmıştı. İldeniz ise o an merhametten yoksun bir padişahtı. Asalbike oturduğu yerde biraz kıpırdandı.

 

"Biliyorum, fakültemiz çok güzel bir ses sistemine sahip. Ortada test etmeni gerektiren bir durum yok."

 

Güllaç ellerini beline koyup "Ya buna gerek varsa? Mesela ben İldeniz'in ne dinleteceğini merak ediyorum!" dedi.

 

"Ben hiç merak etmiyorum Gülden!"

 

"Ne?" diye şaşkınlıkla bağırdı Güllaç. Sesi yüksek çıktığı için irkilmiştim.

 

"Ayy! Güllaç diyecektim."

 

Erkekler Güllaç'a çaktırmadan gülmeye çalışıyordu. Levent'in gözleri büyümüştü, güldüğünü anlamayalım diye ağzını kapalı tutuyordu. Onu öyle görünce bana da bir gülme isteği geldi ama zar zor bastırdım. Güllaç ortamdaki havanın garipliğini fark edip arkasına dönünce tehditkar bakışlarını Levent'e yolladı. Levent hemen ciddileşti.

 

"Sadece senin sahip olduğun bir adı yanlış söylemesi ne ayıp!"

 

"Senin ismini yanlış söyleyen biri olduğunda öyle bir kahkaha atacağım ki ortalık ayağa kalkacak Levent."

 

"Sen bana zamanında Mert demiştin!"

 

Bu sefer kahkahamı tutamadım. Sadece ben değil, diğerleri de buna gülüyordu. Güllaç ise yapmacık bir kinle Levent'e bakıyordu. Sevgilisine hiç kıyamıyordu, çok temiz bir kalbi vardı.

 

"O zaman yeni tanışmıştık!"

 

"Sen bana Mert dedin mi? Dedin!" dedikten sonra göz kırptı Levent. "Gönlünü birine kaptırıp o kişi adını yanlış söyleyince insan unutamıyor!"

 

Güllaç da gülmeye başladı. Mert deme olayını ben de az buçuk hatırlıyor gibiydim. Levent'in o gün Güllaç'la samimi olmaya çalışması dikkatimi çekmişti. Bir ara size anlatırım belki.

 

"Ah Levent ah! Bizim evin mutfağı dile gelse senden şikayetçi olurdu."

 

Güllaç'ın neşesini hiç bozmadan Levent'e bu imayı yapması bana komik gelmişti. O olaydan sonra mutfağın bahçeye açılan kapısını kilitlediğim için bir sürü laf etmişti. Bence çok iyi yapmıştım, o kapı kilitli olduğu için Levent'in her ruh halini görmüştü. Aras tartışma programlarında bilmediği konuda soru sorulan konuklar gibi sessiz sessiz onları izliyordu. Gözlerinden kahkaha atmamak için kendini sıktığını görebiliyordum.

 

"Aman ne uzattınız!" dedi Doğay masmavi gözlerini devirerek. "Herkes dörtlük sistem üzerinden notu kadar konuşsun. En azından bunu baz alırsak sınıfta ömrünün sonuna kadar konuşamayacak insanlar var!" dedi.

 

Aybars elini yumruk masasına vurduktan sonra "Yengeciğim Baybars'ın notları yüksek ama ikiz olsak bile bizim notlarımız aynı değil. Öyle bir şey hiç gerçekleşmesin!" dedi.

 

Doğay bir süre konuşmak yerine sadece kahkaha attı. Biz de ona katıldık, Asalbike bile kendini tutamayıp güldü. Gerçekten sınıfta geçmiş yıllarda geçemediği derslerden ötürü birinci sınıfın derslerini alan çok öğrenci vardı. Doğay içini çekerek konuşmaya devam etti:

 

"Bizim sınıf çok üşengeç! Üniversite sınavı sonucu açıklandığı zaman itiraf sayfaları bana istek attı, kabul ettim. Neyse o sayfalardan bizim bölümün grubunun olup olmadığını araştırdım. Yoktu, ben açtım. Okula yurt dışından gelen öğrenciler ve derslerine özen göstermeyen her gün bana yazıyor, öğrenci işlerine ve hocalara sormaları gereken şeyleri bana soruyorlar. Bazen laf sokuyorum sinirden, onu da anlamıyorlar! Neyse tam gruba ayar veriyorum, bu sefer hiç tanımadığım insanlar sınav listesinden soyadıma bakıp İnstagram'dan bana mesaj atıyorlar. Ders notu varsa atmamı istiyorlar. Sırf derslerini geçemediği için tanışıp kanka olduğum gerçekten iyi niyetli insanlar var. Bazı arkadaşlarda yardım ettiğim için bana hediyeler getiriyor. Bu iki grup hariç diğerlerine sinir oluyorum, ben kimseye yardım etmek zorunda değilim!"

 

Baybars büyümüş gözlerle ona bakıp "İçin ne kadar dolmuş!"dedi. "Bana da sürekli derdini döküyordun ama bu kadar dökmemiştin."

 

Bence Doğay çok haklıydı. Fakültemize yoldan geçerken uğrayanlar okula düzenli olarak gelenlerden özellikle sınav haftasında not dileniyorlardı. Sınıfın en çalışkanı Doğay olduğu için en çok not sorulan kişi oydu. Aras yarı ciddi bir ses tonuyla "Doğay Reis'i ezdirmeyiz!" dedi. Doğay yine tüm sinirini unutup kahkaha attı. Sınıftaki diğer öğrenciler sanki Doğay hiç onlardan bahsetmemiş gibi başka şeylerle uğraşıyorlardı. İşlerine gelmeyince böyle davranıyorlardı işte! Baybars gözlerini kısarak "Doğay Reis'i ezeni ben zaten hiç acımadan tek başıma ezerim." dedi. Dalya sırıtıp "Ooo! Baybars'ı en son ikizi silahlı herifle aynı mekandayken böyle görmüştüm." dedi. Ah Dalya hatırlatma şunu! Levent'in kanlar içindeki görüntüsü yine aklıma gelmişti. Oysa yakın zamanda Eskişehir'i gezeceğimiz için mutlu olmalıydım.

 

"Hatırlatma şunu!" diye bağırdı Asalbike. "Tam mutlu bir andayız, bozuyorsun."

 

Onu işaret ederek "İlk defa şu kız doğru konuştu!" dedim. Asalbike bana göz kırptı.

 

Yazarın anlatımından...

Temmuz 2018...

 

GİRAY MEDYA CENTER

 

Ay sonuna yakın yaşanan acıların yankısı diğer ayın sonuna kadar sürer. Eğer durum tehlikesini sürdürüyorsa ortadan kalkmamakta inat eder. Aslında şu da var: Bir olay merkezdeki kişiyi tanıyan herkesi etkileyebilir. Tabii bu durum bazı insanları acısını içine gömüp hayatına devam etmeye iter. İnsanlar daha önce hiç çıkarmadıkları dersleri sonu kötü biten bir durumdan sonra çıkarabilir. Gülüşü güzel insanlar en güvendikleri insanlar tarafından kırılınca dünyayı siyah görebilir. En güzel anıların yaşandığı yerler bir gün en kötü anıların yaşandığı yerlere dönüşebilir. En acısı ne biliyor musunuz? Şenlik olacak evler yas tutulacak evlerle aynı evler olabilir. Tıpkı güneşli bir Haziran gününde üç eve olduğu gibi!

 

Güneş sokağı sıcaktan bunaltacak derecede rehine almıştı. İnsanlar bunu bildiği için kapalı ortamlarda durmaya çalışıyor gibiydi çünkü normalde en işlek olan yer şimdi bomboştu. Neşeden de yoksun bir yer olmuştu, bir ay öncesine kadar tüm sokağı şenlendiren 19 yaşında gencecik bir kız vardı. Başkaları onu kötü ve itici bulurdu ama o bazen herkesin yüzünü güldürürdü. Şimdi o da ortalarda olmadığı için sokak mutluluğa küsmüştü.

 

Sokağın en göze çarpan yerinde sıra sıra dizilmiş reklam panoları vardı. Reklamları hepsi panoların tam arkasındaki binada bulunan Giray Medya Center'e aitti. İlginç bir durumdu ama bu afişlere bakan insanlar özellikle bir afişe acıyarak ve hüzünle bakıyorlardı. Bu afiş en ağır hasarı gören afişti, diğer afişler yenilenirken o yenilenmiyordu. Bugün yenilecekti ama kimse oraya başkasının fotoğrafını asmak istemiyordu. Söz konusu afiş şuydu:

ASALBİKE İLE MÜZİK KARNAVALI

 

HAFTA İÇİ HER GÜN 17:00-19:00 ARASINDA

 

ASALBİKE GİRAY'IN SUNUMUYLA GİRA TV'DE

Afişin sağ tarafında krem rengi elbisesiyle Asalbike Giray duruyordu. Sarı saçlarını sağ omzundan aşağıya sarkıtmıştı. Masmavi gözleri parlıyordu, yerli halka inci dişlerini göstererek gülümsüyordu. İnsanlar afişte ona odaklanınca üzülüyordu.

 

Dışarısının aksine kanal binası daha hareketliydi. Yeni bir tanıtım videosu ve afiş çekimi için herkes koşturuyordu. Aslında kimse yeni çekilecek afişe başkasını yakıştıramıyordu. O programın sahibi belliydi, yerine gelecek kişi asla onun yerini tutamazdı. Asalbike'nin kulisinin düzeniyle ilgilenen çalışanlar ona ait şeyleri çıkarma cesaretini kendilerinde bulamamışlardı. Kaza gününden bu yana ne stüdyoya ne de kulise biri girmişti. Her şey Asalbike'yle yapılan son yayındaki gibi yerli yerindeydi.

 

Giriş katın koridorunda pembe bir topuklu ayakkabının çıkardığı ses masalarında tanıtım çekimini planlayan çalışanların dikkatini dağıttı, sesin geldiği yöne baktılar. O ise hiç duygu barındırmayan mavi gözleriyle sadece önüne bakıyordu. Sarı saçlarına bakım yaptırdığı çok kolay anlaşılıyordu. Kuliste bir sürü kıyafet olduğu halde ayakkabısının rengiyle aynı tonda tüllü pembe bir elbise giymişti. Giyim tarzı çalışanlara birisini hatırlatmıştı.

 

"Aynı Asalbike Hanım gibi giyinmiş!"

 

"Aynen ya! Kaza gününde bile üzerindeki bluzu pembeymiş."

 

"Bu programı sunana bazı özellikler otomatik olarak yükleniyor."

 

"Bir gün bana o Müzik Karnavalı'nı sunacak deseler gülerdim. Şimdi tam o amaçla karşımda!"

 

"Asalbike Hanım'ın da geldiğini topuklu ayakkabısının çıkardığı sesten anlardık."

 

O çalışanların kendisi hakkında dediklerini duymamazlıktan geliyordu. Zaten kendisini oraya ait hissetmiyordu. Giray ailesi ondan Asalbike'nin anısına sahip çıkmasını istediği için programın yeni sunucusu olmayı kabul etmişti. Arkadaşının en sevdiği şey sunduğu programdı, onu başkasının sunmasına izin veremezdi. Yüzüne acı bir gülümseme yerleştirip kulislerin olduğu tarafa doğru yürümeye başladı. Daha önce Asalbike'yle Türk kahvesi eşliğinde sohbetler ettiği kulise şimdi onsuz gidiyordu. Kamera arkasında arkadaşını merakla izlerken şimdi o kameranın önüne o geçecekti. Geçmişten bir cümle gelmişti aklına ona acıyı tekrar yaşatan.

 

"Babamla annem konuşurken duydum, programımın reytingi düşükmüş. Babam böyle giderse programımı yayından kaldıracakmış. Tek kendimi iyi hissettiren şey programım Ayşen!" demişti Asalbike titreyen sesiyle.

 

Ayşen kendi kendine "Sen yoksun ama programın bitmedi Asalbike." diye mırıldandı. Kaza gününün gecesinde fakültedeki Piyano Odası'nın yanmasıyla Asalbike konusunun bir ilgisi olduğunu düşünüyordu. Bunu düşünmesinin nedeni aynı gün iki kişinin daha hayatının tehlikeye girmesiydi. Biraz çekinerek kulisin kapısını açtı. Tam karşısında perdesi açık bir pencere vardı, onun yanında makyaj masası vardı. Makyaj masasının aynasının üst kısmında yuvarlak lambalar vardı. Asalbike hep o aynanın önünde fotoğrafını çektirir ve sosyal medyadan yayının başlayacağını duyururdu. Onun makyaj malzemeleri masanın üstünde duruyordu, sanki daha az önce oradaymış gibiydi. Ayşen kendisini bunalmış gibi hissetmişti hemen camı açtı. Duvara yaslanmış kırmızı koltuğa kendini attı.

 

"Keşke Müzik Karnavalı'nı beraber sunsaydık. Bir hata yaptığımda umarım bana kızmazsın canım arkadaşım."

 

Bunu söyledikten sonra gözüne koltuğunun yanındaki askıya sıralanmış kıyafetler ilişti. Hepsinin renkleri birbirinden farklıydı, tam Asalbike'nin tarzıydı. Sponsorlar onun zevkine uygun kıyafetler gönderiyordu. Ayşen içinden "Kim bilir o kaza olmasaydı sonraki yayınında bu elbiselerden hangisini giyecekti." diye geçirdi. Şimdi normalde Asalbike'nin giymesi gereken elbiseleri o giyecekti. Bursa'nın en görünen yerlerine onun programının adıyla Ayşe'nin fotoğrafının olduğu afişler asılacaktı.

 

"İnanıyorum bir gün bir mucize olacak."

 

Arkadaşıyla aralarında bir zıtlık vardı. Asalbike egoist ve başkalarına kötü davranışlar sergilerken Ayşen onun tam tersiydi. Kötü tarafını Ayşen'e göstermemek için hep çaba harcardı, onun dostluğuna en sadık arkadaşı Ayşen'di. Olay günü ablasının nişanına davetli olan tek arkadaşı da oydu. Zavallı Ayşen o süslenmiş haliyle hastaneye koşmuştu. O gün yerel gazetelerde kaza "GİRAY AİLESİ'NİN KANLI NİŞANI" başlığıyla verilmişti. Aynı zamanda o gün gazetelerde verilmeyen bir olay daha vardı: Asalbike'yle aynı üniversitede ve fakültede okuyan genç çiftin başına gelen korkunç şey.

 

Ayşen dolan gözleriyle duvara asılmış olan Asalbike'nin programının afişine baktı. Sanki arkadaşı fotoğrafta değil, yanında gülümsüyor gibiydi. Elini uzatıp zorla afişten onu çıkarmak istedi ama henüz o kadar delirmiş değildi. Titremesine engel olamadığı sesiyle "Bizi saç ve göz rengimiz aynı diye kardeş sananlar oluyordu, hatırlıyor musun Asalbike? Keşke... Keşke burada olsaydın ve yine öyle sanılsaydık!" dedi. Asalbike'nin ona cevap veremeyeceğini bildiği halde onunla konuşmak Ayşen'e iyi geliyordu. Birden telefonundan gelen mesaj sesiyle dikkati dağıldı. Ekranı açıp baktığında mesajın Doğay'dan geldiğini gördü. Çok şaşırmıştı.

 

"Merhaba Ayşen. Nasılsın? Bugün Asalbike'nin programının tanıtım çekimine katılacağını duydum. Biliyorsun, ben seni severim ama Asalbike'yi pek sevmezdim. Bu onun başına gelene üzülmediğim anlamına gelmiyor çünkü ne olursa olsun o bir insan. Ben de iki arkadaşımı kaybetme korkusu yaşadığım için seni çok iyi anlıyorum. Büyük ihtimalle o programı sunarken ilk deneyimin olduğu için stres yapacaksın. Sakın öyle bir hata yapma, kim sana nasıl yorum yaparsa yapsın o program sana yakın arkadaşının emaneti. Onun gücü olsaydı senin sunmanı isterdi. Afişte sakın suratını asma gelir zorla güldürürüm!"

 

Aldığı mesaj onu şaşırtmıştı. Hatta son cümlesinde istemeden gülmüştü. Doğay sınıfın en yardımsever öğrencisiydi, kimseye bir kötülüğü dokunmazdı. Aynı gün onun da iki arkadaşının başına çok kötü bir şey gelmişti. Haziran ayının en korkunç gününün üstünden neredeyse bir ay geçmişti, izleri henüz silinmemişti. Doğay'a cevap yazmak istedi.

 

"Merhaba Doğay. İyiyim, sen nasılsın? Sen temiz kalpli bir insan olduğun için bazı şeyleri hissetmişsin. Gerçekten stresliydim ama bu güzel mesajın beni biraz olsun mutlu etti. Asalbike'nin şu an yanımda olmasını çok isterdim ama nasip değilmiş. Bazen tehlike geliyorum dermiş. Haklısın, bu program onun bana emaneti ve bana düşen onun istediğini yapmak. Keşke ikimizin de arkadaşları böyle şeyler yaşamasaydı. Desteğin için çok teşekkür ederim, senin hatrın için çekimde gülümseyeceğim!"

 

Gerçekten Doğay'ın mesajı onu biraz mutlu etmişti. Birilerinin onun acısını anladığını görmek tanıtım çekimi için daha az stres yapmasını sağlamıştı. Asalbike'nin ona bir emaneti vardı ve bu emaneti en güzel şekilde yaşatmalıydı. Her ne kadar programın adında artık Ayşen'in adı geçsede o programın asıl sahibi Asalbike'ydi. O programda Asalbike'nin neşeli ve tatlı hallerinin olmaması çok büyük bir eksiklik olacaktı.

 

"Ayşen İle Müzik Karnavalı adlı programın tanıtım videosu ve afiş çekimi 10 dakika sonra başlayacaktır. Herkes hazır olsun!"

 

Nereden geldiğini çözemediği telsiz sesi onu şaşırtmıştı. Bu sektördeki ilk günü olduğu için henüz böyle şeylere alışkın değildi. Vakti zamanında Asalbike'ye merak edip sorsaydı hiç böyle şeyler yaşamayacaktı. Makyajını gelmeden önce kendi yapmıştı ama ufak bir müdahaleye ihtiyacı vardı. Fazla vakit kaybetmeden makyaj masasının önündeki sandalyeye yerleşti. Eline kırmızı ruju aldı. Aynadaki Ayşen ona buruk bir gülümsemeyle bakıyordu.

 

"Gözün arkada kalmasın canım dostum, civcivim!"

***

Kitabın sonuna bu sefer gerçekten az kaldı😂 Üç bölüm falan sonra sezon finali. Bir de bu kadar yıl sizinle burada buluştuk, yazarın vedası diye bir bölüm de yazarım🤗 Zaten Ayşen'i anlatmamdan sezon finaline yaklaştığımızı anlamışsınızdır. Sahi Asalbike harici o gün kimin başına bir şey gelmiş olabilir? Bu bölüm hakkında yorumlarınızı merak ediyorum. Lütfen yorum atın ve ben okuyayım. Hepinizi çok özledim🤎

Kendinize iyi bakın, görüşürüz 🤎

 

 

 

Loading...
0%