Yeni Üyelik
20.
Bölüm

Gecikmiş Açıklamalar

@alpellal

Bu bölümün multimedyası şunu temsil ediyor: Asalbike ses kaydını ormanda almıştı. Levent'in neşesi son olanlardan sonra kaybolunca bende ormandaki bir fotoğrafında yüzüne siyah-beyaz efekt uyguladım. Fark ettiyseniz geçen bölümün multimedyasında da etrafı açık renkken yüzü siyah-beyazdı. Levent hayaline kavuşunca o yüz aydınlanacak😇Hayalini söylememe gerek yok değil mi?

Aras'ın anlatımından...

Güneş bizim gördüğümüz şeyleri görüp kaçalı çok olmuştu. Tıpkı Güllaç'ın Levent'ten kaçması gibi o da bizden kaçmıştı. Belki havanın kararması Levent'i üzmezdi ama Güllaç'ın onu sevdiğini itiraf ettikten sonra kayıplara karışması üzmüştü. O gittikten sonra derslerde hiç konuşmadan oturup uzaklara dalmıştı. En azından sınıfa kimse gelmeden ağlamasını durdurabilmiştik. Derslerimiz bitince kızların evinde toplanmıştık ve saatlerdir oradaydık. Levent başını önüne eğmiş bir şekilde koltukta oturuyordu. Yanına oturup derin bir nefes aldım:

 

"Sen böyle yaparsan o kızın yerini öğrenemeyiz."

 

Levent elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Bir insanın ağlamaktan gözleri yorulabilir miydi?Levent'in yorulmuştu işte. Aslında onu yoran şey Güllaç'ın ona aşık olup aynı zamanda da kızgın olmasıydı. Şaşkınlık ve hüzün beynini iki yandan kemiriyordu. Sevdiği kişi ondan kaçıyordu ama o kendini toparlayamıyordu. Karşılık verirken sesi titredi:

 

"Bana... Bana aşık olduğunu nasıl görmedim?Beni çok seven birine bağırmışım ben!"

 

"İkiniz de birbirinize karşı olan duygularınızı açıklamamıştınız. Normal değil mi?"

 

"Benim anlayamadığım şeyi o nasıl anladı?"

 

Benim yüzümden!Okula geldiğim ilk gün ona istemeden delil vermiştim, zamanı geriye alabilseydim delil verdiğim günlere gidip kendimi durdururdum. Levent'e bunu söyleseydim benim de kalbimi kırardı.Gözlerimi karşımdaki Ahuşen'e çevirdim. Gözleri kapanmak üzereydi ama uyumamak için itiraz ediyordu. Olanlar karşısında o da duygusal bir ruh haline bürünmüştü. Levent'in bağırmasıyla ikimiz de irkildik.

 

"Aras!Soruyu Ahuşen'in alnına yazarsam cevap vereceksin galiba!"

 

"Kanka dalmışım!"

 

"Belli!Soruma cevap ver."

 

"Çok belli etmişsindir."

 

Aklımdan geçen ilk şeyi söyledim çünkü yalan uyduracak vakit bulamamıştım. İldeniz gözlerini camdan ayırıp bana şüpheli bakışlarını yolladı. Bu çocuk günün birinde patlayıp beni öldürecek!Levent ayağını yere sert bastı:

 

"Bu işte bir terslik var. Aniden ona olan aşkımı anlayıp laf sokması çok garip."

 

Ahuşen gözlerini büyüterek"Şimdi tek derdin bu mu?İstanbul'a giderken ona yaptıklarından şüphelenmişti sonra başka deliller de bulunca kafasında netleşti."dedi. Levent bu cümleleri duyunca ayağa fırladı. Elini çenesine götürüp önümde volta atmaya başladı. Onun için bugün şok olma günüydü.

 

"O zamandan beri delil topluyordu yani?İşini çaktırmadan halletmiş!"

 

"Dalya da şahidim!"

 

Dalya, Ahuşen'i başıyla onayladı. Levent ikisini de umursamadı. Kendisine kızıyordu ama üzüntüsü de onu rahat bırakmıyordu. Ahuşen bana"İşimiz çok zor!"der gibi baktı, haklıydı. Bir yandan Levent'i teselli etmeye çalışıyorduk bir yandan da Güllaç'ın yerini tahmin etmeye çalışıyorduk. Eve değilde okula gitmesi beni çok şaşırtmıştı. Sanki Levent'in onu görmesini istemiş gibiydi. Ahuşen saçını eline doladı.

 

"İkinizin ne olduğunu sorarken aslında sana itiraf ettirmeye çalışıyordu."

 

"Ben onu başka bir şey anlamıştım!"

 

"Sen zaten hep başka bir şey anladığın için bu hale gelmedin mi?"

 

O an salona bir sessizlik çöktü. Ahuşen'in bağırarak sorduğu soru karşısında Levent verecek cevap bulamamıştı. İçimden Ahuşen'e"Gitme kankamın üstüne!"dedim. Ahuşen çekine çekine Levent'e baktı, Levent ona bakamıyordu. Onu öyle görünce sevgilime mi kızacağımı yoksa arkadaşımı mı teselli edeceğime karar veremedim.

 

"Kız haklı!Ona kızacağımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz."

 

Levent bunları söyledikten sonra elini yumruk yapıp önündeki duvara vurdu. Acıyı hissettiğini yüzünden anladım ama o aynı şeyi tekrar yaptı. Yerimden hızla fırlayıp onu duvardan çektim. Beni itmeye çalıştı ama izin vermedim. Kendine olan sinirini duvardan çıkarıyordu.

 

"Kanka bırak beni!"

 

"Olmaz!Kendine fazla yükleniyorsun."

 

"Ne fazla yüklenmesi?Olduğu yere götürecek bir kanıt bulamadım!"

 

Dalya mutfak kapısının önünden geçerken"Bir kanıt var ama önemsiz."dedi. Herkes dönüp ona baktı. İçimden tahminler yapıyordum, olay günü ben bir delil bulamamıştım. İldeniz"Ona yaklaşarak"Söylesene!"dedi.

 

"Aras'ın aldığı çikolatayı hatırlıyor musunuz?Levent o gün seninle birlikte geleceği için Aras'a aldırmıştı. Aras'a kapıyı ben açtığım için çikolata kutusunu hemen yanımdaki ayakkabı dolabının üstüne koymuştum. Güllaç giderken jet hızıyla o kutuyu da aldı."

 

Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Ben nasıl o gün çikolatanın kaybolduğunu fark etmemiştim?Levent özellikle Güllaç'ın sevdiği çikolatayı almamı istemişti. Hatta ben alt katta Ahuşen'i ararken Levent ve İldeniz de gelmişti. Benim anlamadığım şey Güllaç'ı bulmamızda bunun nasıl bir yardımı olacağıydı. Gözlerimi kısarak"Peki bunu bilmemizin bize nasıl bir faydası olacak?"diye sordum. Dalya derin bir nefes alıp soruma cevap verdi:

 

"Güllaç'ın bu şehirde tanıdığı insanların hepsi bizim okulda okuyor. Otele gitmemişse kesinlikle okuldan birinin evine gitmiştir."

 

"Eee?"

 

"O çikolatayı sana ikram etsem sen onu herkese över miydin Aras?"

 

"Tadını çok güzel bulduğum ve tanıdıklarıma övdüğüm bir çikolata."

 

"Yarın okulda Güllaç'ın en iyi anlaştığı kişilerin ağzını bu delili kullanarak arayabiliriz. Kim bir çikolatanın tadını överse ondan şüphelenmeliyiz çünkü o çikolata gerçekten çok lezzetli!"

 

Levent duyduğu şeyleri birleştirmeye çalışıyor gibiydi. Dalya'nın söylediği şeyler karşısında ona hayran kalmıştım. Bir çikolata üzerinden böyle bir sonuç çıkarmasını hiç beklemiyordum, aslında kimse beklemiyordu. Levent'in konuşurken sesi titredi:

 

"O... O çikolatayı çok seviyordu. Keşke nerede olduğunu başka türlü öğrenebilsem."

 

Ahuşen ellerini ovuşturup"Eninde sonunda bulacaksın!Bir görüneyim sonra kaçarım dedi herhalde!"dedi. Başımı olumsuz anlamda sallayarak"Hayır. Levent'e itiraf ettirmeye geldi ama Asalbike ondan daha önce davrandı."dedim. O sırada İldeniz'in beni incelediğini gördüm. Yüz ifadesi çok garipti, ya bana bıyık altından gülüyordu ya da benim bir şeyler çevirdiğimden şüphelenmişti. Bu durum beni çok rahatsız etmişti.

"Ben bir kahve içeyim. Uyuyamayacağım nasıl olsa!"

 

Ahuşen gözleriyle bana onay verdi. İldeniz'e bakmadan mutfağa doğru yola koyuldum. Mutfağın kapısını açtığım an bir hafta önce orada yaşananlar aklıma geldi. Asla başıma gelmesini istemediğim bir şeydi. Yutkunarak kahve makinasının olduğu tezgahın önüne gittim. Tam kahvenin yerini ararken kapının kapandığını duydum.

 

"Ne saklıyorsun sen?"

 

Bu ses İldeniz'e aitti. Gözlerim büyüdü, peşimden gelmesini beklemiyordum. Yüzümü ona dönmeye korkuyordum ama başka çarem yoktu. Şimdi kaçsam bile evde beni sorguya çekecekti. Nefes alış ve verişim hızlanırken yüzümü ona döndüm. Kaşları çatılmıştı, mavi gözleri avını yakalamış bir kaplanınki gibi bana odaklanmıştı. Bana biraz daha yaklaştı.

 

"Sana bir soru sordum Aras!"

 

İçimden"Bu mutfak hep böyle tartışmalara mı tanıklık edecek?"diye geçirdim. İldeniz'in bana kızmasını hiç istemiyordum. Dudaklarımı araladım:

 

"Levent'in bilmemesi gerekiyor. Yoksa benim de kalbimi kırar."

 

"Söz veriyorum, ona bir şey söylemeyeceğim!"

 

Gözlerindeki öfke yerini samimiyete bıraktı. Ardından elini omzuma koydu, korktuğumu fark etmişti. Fazla yüksek olmayan bir sesle Güllaç'la olan konuşmamı anlattım. Bitirdiğimde elini tezgaha vurdu. Kendimi suçlu hissettim:

 

"Benim yüzümden oldu. Bana kızacak olursan haklısın."

 

Gözlerimi ondan kaçırdım. İçimdeki suçluluk duygusu beni rahatsız ediyordu. En yakın arkadaşımın aylarca sakladığı aşkını benim hatalarım açığa çıkarmıştı. İldeniz'in sesini duyunca tekrar ona döndüm:

 

"Kızmadım."

 

"Neden?"

 

"Çünkü bu olayda benim de suçum var!Ben de bazen kızın yanında imalı konuşuyordum."

 

İstemsizce tek suçlunun ben olmadığına sevinmiştim, elimi cebime koyup"Peki bunu Levent'e söylemeli miyiz?"diye sordum. İldeniz bana ciddi bakışlarını gönderdi, derin bir nefes alarak cevap verdi:

 

"Yok. Sen canına mı susadın?"

 

"Hayır!"

 

"Susasaydın Levent'e çoktan söylemiştin zaten!"

 

Ensemi kaşıdıktan sonra"Bu küslük öncekinden çok farklı. Bu sefer kız her şeyi biliyor, elimizden bir şey gelmeli!"dedim. İldeniz kısa bir süre bana karşılık vermedi. Zihninden geçen düşünceleri bilemediğim için büyük bir sabırla konuşmasını bekledim ama o an başka bir ses duydum:

 

"Levent üst katta ne var?"

 

Ahuşen bu cümleyi bağırarak söylemişti ve sesinde biraz endişe vardı. İldeniz'le birbirimize baktık, o da benim gibi olanları anlamamıştı. O daha bir şey söyleyemeden mutfaktan çıktım. Ahuşen ve Dalya endişeli gözlerle üst kata çıkan merdiven basamaklarına bakıyordu.

 

"Neler oluyor?"

 

Ahuşen bana dönüp"Ağlıyordu, biz daha ne olduğunu anlayamadan üst kata kaçtı. Galiba Güllaç'ın odasına gitti."dedi. O sırada İldeniz de yanıma gelmişti. Merdivene yönelirken ona seslendim:

 

"Gel! Yine çıldırmaz umarım."

 

Basamakları düşmemeye özen göstererek çıktım. Son basamağa adımımı attığımda Levent'in hıçkırıklarını duydum. Sesi Güllaç'ın odasının olduğu taraftan geliyordu. İldeniz'e"Ahuşen doğru tahmin etmiş."dedikten sonra sesi takip ettim. Odanın kapısı açıktı, Levent sırtını yatağın kenarına yaslamış bir şekilde yerde oturuyordu. Karşısındaki duvarda asılı olan Güllaç'ın fotoğrafına yaşlı gözlerle bakıyordu. Fotoğrafta Güllaç bir ormanlık alanda siyah uzun saçları uçuşurken poz vermişti, ela gözleri çok güzel gözüküyordu. Levent'in beyaz bir hırkayı burnuna yaklaştırdığını fark ettim. Hafızamı yokladım, iki hafta önce Güllaç'ın üstünde görmüştüm. Levent fotoğrafla konuşmaya başladı:

 

"Kaçsan bile evine geri döneceğini ve benim burada olmayacağımı söylemiştin ama ben buradayım, sen yoksun!"

 

"Sana duygularımı itiraf etmediğim için cezalandırıyorsun beni. Yapamıyorum, sensiz yapamıyorum!"

 

"İnanır mısın? Sırf kokun benden kaçmasın diye bu hırkayı kokluyorum."

 

"Gel! Benimle konuşmayacak olsan bile gel!"

 

Ses çıkarmamaya özen göstererek yanına oturdum, İldeniz de diğer yanına oturdu. Levent'i kendine çekip"Sen onun hayatını kurtardın. Sırf onun için bile göre döner."dedim. Bu dediğim şey onun gülümsemesine neden oldu. Levent'i tanıdığım kadarıyla o gülümseme hiç normal değildi.

 

"Bana iki şeyden ötürü kızgınken mi?"

 

Bu soru karşısında yutkundum. Levent'in umutsuzluğa düşmesi benim ruhen kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu. İldeniz'in elini alnına koyduğunu gördüm.

 

"Sonuç olarak senin onu sevdiğini biliyor!"

 

"Olsun Aras! Kalp kırılmışsa sevgi zaten uzak diyarlara yolculuk eder. Tekrar arayacağım!"

 

Pantolonunun cebine eline sokup telefonunu çıkardı. Kaşlarımı çattım, daha fazla üzülmesini istemiyordum. Ben onun toparlanmasını istedikçe o kötüleşiyordu. Çıkarabileceğim en yüksek sesle"Arama!"diye bağırdım. Levent benim tepkime şaşırdı ama telefonunun ekranını açtı.

 

"Arayacağım!"

 

"Aramayacaksın! Bıkmadın mı?"

 

Elinden telefonu almaya çalıştım ama vermedi. İldeniz de sesini yükselterek"Çocuk gibisiniz! Telefonu çekiştiriyorsunuz!"dedi. Levent dişlerini sıktı, ikimiz de telefonu bırakmıyorduk.

 

"Aras, bırak şunu!"

 

"Bırakmam!"

 

Gözlerimi ekrana çevirdiğimde yanlışlıkla Snapchat'ı açtığımı gördüm, Snap Haritası kısmı açılmıştı. Tam yanlışlıkla hikaye atabileceğimi düşünürken aklıma başka bir şey geldi. Bunu başından beri düşünmememiz hataydı!

 

"Levent! Durmalıyız, aklıma bir fikir geldi."

 

"Ne fikri?"

 

Telefonu onun elinden aldım. Haritada Güllaç'ın bitmolojisini aramaya başladım. Bursa'da olan bitmoloji sayısı çoktu. Sonunda buldum:

 

"Görükle'de! Güllaç orada!"

Levent'in anlatımından...

1 gün sonra...

Bazı gerçekler gözümüzün önündeyken biz göremeyiz. Aslında ufak tefek şeylere dikkat etsek görebilirdik. Öyle yapmadığımız için karşımızdaki insan itiraf edene kadar gerçekleri öğrenemeyiz, ben bunu ruhen çöküşteyken yaşamıştım. Karşılıksız sandığım duygular meğer karşılıklıymış ve ben bunu, o bana küsken öğrenmiştim. Bu durum beni tamamen yıkmıştı. Günlerdir uyuyamadığım için kendimi çok yorgun hissediyordum. Oysa hastaneden yeni çıkmış sayılırdım. Benim aksime etrafımdaki insanlar çok mutlu gözüküyordu, keşke ben de onlar gibi olabilseydim. Adımlarımı yavaş atıyordum, Doğay ve Hesna bizimkilerle beraber kızların Stalk Köşesi adını verdiği masaya oturmuştu. O ikisinin ağzını arayıp hangisinin Görükle'de oturduğunu öğrenebilirdim. İkisi de orada oturmuyorsa başka kişileri sorguya çekmem gerekecekti. Arkalarındaki masadan bir sandalye çekip yanlarına oturdum.

 

"Selam!"

 

Sesim fazla yüksek çıkmamıştı, hiçbir şeye mecalim kalmamıştı. Hepsi bana karşılık verdikten sonra masa sessizleşti. Doğay'ın mavi gözlerindeki acımayı gördüğümde kaçmak istedim. Son günlerde insanların bana öyle bakmasından bıkmıştım. Evde bile bana acıdıklarını hissetmiştim. Hesna elini yanağına koyup"İyi misin?"diye sordu.

 

"Değilim. Görmüyor musun?"

 

"Seni affedecek. Ben inanıyorum."

 

Zaten yine karşıma çıkıp sonra sonra kaçarsa olanları kaldıramazdım. Bir gün önce okula geldiğinde kendimi özür dilemek için hazırlamıştım ama boş yere umutlanmıştım. Sevilen kişinin uzaklaşması meğer insanı nasıl yerle bir ediyormuş. Alaycı bir gülümsemeyle"Pardon sizin de neşenizi kaçırdım."dedim. Aras öne doğru eğilip kaşlarını çattı.

 

"Onu bulman için elimden geleni yapacağıma emin olabilirsin."

 

"Konuyla ilgili bir ipucumuz var ama daha fazlası lazım."

 

Hesna'nın endişelendiğini yüz ifadesinden anladım. Yeşil gözleri masadaki herkesi taradı, Doğay'la göz göze geldiğinde başını iki yana salladı. Bu kızlar benden ne saklıyordu? Bir süre görmemezlikten gelmeye karar verdim. Gözlerim Doğay'ın önündeki açık deftere ve uçlu kaleme kaydı.

 

"Ders notu mu çıkarıyorsun?"

 

"Evet. Şimdi onu yapacaktım."

 

"Sen kitabı bana ver, ben geçiririm. Kafam dağılır biraz."

 

"İkisi de... Al al!"

 

Cümlenin başında ne demeye çalıştığını anlamamıştım. Defteri ve kalemi önüme itti, kitabı çantasından çıkarıp bana uzattı. Hesna'nın iyice endişelendiğini görmemem mümkün değildi. Başımı deftere eğince kimsenin yüz ifadesini göremedim. Defterdeki yazılara göz attım. Önümdeki yazıyı daha önce görmüş gibiydim, yani aynı şekilde yazan birini tanıyordum ama kim olduğu aklıma gelmemişti. Kaşlarımı kaldırıp bir önceki sayfayı açtım. İki yazının yazılış biçimi arasında epey fark vardı, daha önce birinin Doğay'a yardım ettiğini anladım.

 

"Geçen hafta eve baharatlık aldım. Çok kaliteli çıktı!"

 

Dalya'ya o an çok şey söylemek isterdim. Gerçekten şu süreçte onun kaliteli baharatlığı bizi ilgilendirir miydi? Hayır! Şüphelendiğim yazı Güllaç'a ait olabilirdi. Yakın zamanda Güllaç'ın ders notlarının fotoğraflarını çekip kendi defterime geçirmiştim, hemen telefonumu çıkardım. Doğay ise Dalya'yla konuşuyordu:

 

"Ben de iki gün önce anneme hediye olarak sipariş ettim. Dur, siteden fotoğrafını göstereyim."

 

Galerimi açtıktan sonra ders notu fotoğraflarından birine tıkladım. Ruhum derinden sarsıldı, tıpkı günlerdir olduğu gibi. Vereceğim tepkiyi seçemiyordum. Bir yanım Doğay'a kızıyordu ama diğer yanım Güllaç'ı bulduğum için seviniyordu. Doğay telefonunu Dalya'ya uzatıp"Bak, bunu aldım."dedi. Aklıma şeytani bir fikir gelmişti.

 

"Bizim eve de baharatlık lazım. Ben de bakabilir miyim?"

 

"Tabii!"

 

İldeniz'in ve Aras'ın bana ters ters baktığını gördüm. İçlerinden"Evde baharatlık varken neden bunu söyledi?"diye geçirdiklerini tahmin edebiliyordum. Doğay bana telefonu verince gözlerim ürünün altındaki sipariş durumuna kaydı. Evinin adresini sonuna kadar okudum ve şunu gördüm:

 

Görükle/Bursa

 

Telefonumun arka kamerasını açıp adresin fotoğrafını çektim. Doğay kaşlarını çatıp"Neden ekranının fotoğrafını çektin?"diye sordu. Yüzüme ciddi bir ifade yerleştirip dudaklarım ısırdım. Ağzıma kan tadı gelmişti.

"Günlerce gözünün önünde acı çektim. Sana normalde çok kızardım ama onun söylememen için tembihlediğini biliyorum."

 

"Daha büyük çaplı bir tepki vermeni bekliyordum. Şaşırttın!"

 

"En son kızdığım kişi kayıplara karıştığı için olabilir mi?"

 

Doğay gözlerini merakla açarak"Peki benim evimde olduğunu nasıl anladın?"diye sordu. Yapmacık bir gülümsemeyle"Güllaç'ın yazısı senin defterinde ve Snapchat'ın Snap Haritası kısmında Güllaç'ın Görükle'de olduğu gözüküyor. Senin evin Görükle'deymiş ve sen Güllaç'ın sizde olduğunu yalanlamadın."dedim. Ahuşen ve Dalya zekama hayran kalmış gibi bana bakıyordu, Aras ise gözleriyle Doğay'ı kınıyordu.

 

"Sen benim arkadaşımsın ve ben sana asla darılmam. Bana evde başka kimin olduğunu söyler misin?"

 

"Annem ve babam şehir dışında, sadece Güllaç var."

 

Böylece çikolata delilini sunmama gerek kalmadan Güllaç'ın yerini bulmuştum. Doğay'ın telefonunu masaya koydum. İldeniz sırıtarak bana bakıyordu ama Aras bir ciddiyete bürünmüştü.

 

"Ben gidiyorum. Sakın... Sakın ona haber vermeyin. Yoksa oradan da kaçar!"

***

Arabamın kapısını sert bir şekilde kapattım. Birkaç adım daha attığımda onu görecek olmam aklıma geldikçe daha hızlı davranıyordum. Sokağın zeminine döşenmiş taşlara hızlı hızlı bastım. Süslü, siyah ve demir bir kapının önüne gelince durdum. Dişlerimin arasından"Bu sefer uzun uzun konuşacağız"diye mırıldandım. Bu görüşmemizin öncekilerden farkı bana karşı olan hislerini bilmemdi. Ben resmen bana aşık olan birinin kalbini kırmıştım! Bilmeden soktuğunu sandığım lafları aslında bilerek sokmuştu. Tam anlamıyla onun kurduğu tuzağa düşmüştüm. Yavaş bir şekilde kapıyı ittirdim. Rengarenk çiçekler evin siyah dış kapısına kadar uzanıyordu. İki katlı evin sarı dış cephesi yeni boyanmış gibi gözüküyordu. Üst katın açık camlarından birinin beyaz tül perdesi uçuşuyordu. Merdiven basamağına adım atarken evin ön cephesini gören bir kamera olmaması için dua ettim. Derin bir nefes alarak zile bastım. Vücudum heyecandan titremeye başladı, ne oluyordu bana? Gözlerimi tamamen kapıya odakladım. Kapı açılmadı.

 

"Orada olduğunu biliyorum. Konuş... Konuşmamız gerekiyor!"

 

Sesimin titremesine söz geçirememiştim. Ani bir hareketle tekrar zile bastım. Sonuç aynı oldu ve o an kendimi kaybettim. Gözlerime yaşlar doldu, Güllaç beni görmek bile istemiyordu. Hıçkırarak"Sana... Sana kızgın değilim! Kapının deliğinden beni izlediğini biliyorum."dedim. Evin bahçeye açılan bir camı olabileceğini tahmin ettim. Arka tarafa doğru giden taş yolu takip etmeye başladım. Karşıma çıkan pencerelere göz ucuyla baktığımda onu göremedim. Ağaçların boy boy sıralandığı bir yere gelmiştim. Ağaçların karşısında ise büyük bir havuz vardı, içi boştu. Tahmin ettiğim gibi bahçeye açılan büyük bir cam vardı. Camın çaprazında ahşap bir oturma grubu yer alıyordu. O tarafa yaklaşırken beni esir alan yorgunluk kayboldu ve koşmaya başladım. Camın önüne geldiğimde yutkundum.

 

"Sen..."

 

Camın arkasındaki öfkeli ela gözlerini bana çevirdi. Konuşmasa bile bana ne demeye çalıştığını anlayabiliyordum. Onun böyle bakması hiç hayra alamet değildi. Çok kızgındı bana!

 

"Senin için geldim. Gel... Gel konuşalım!"

 

Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. Ellerimi cama vurup"Aşığım sana... Aşığım!"dedim. Gözlerimin önü ağlamaktan bulanıklaşmıştı. Onun da gözünden yaş süzülüyordu. Yere çöküp sırtımı cama verdim:

 

"Ben ağlıyorum ama sen ağlama!"

Güllaç'ın anlatımından...

Sinir ve aşk bir araya gelince insan ne yapacağını bilemez. Karşı tarafın yıkılışı insanı elbette mutlu etmez ama karşı taraf onu zaten yıkmıştır. Levent benim kalbimi kırmıştı ve bana aylarca aşkını itiraf etmeyerek benim onun karşısında arkadaşıymış gibi davranmama neden olmuştu. Karşımda ağlamasına dayanamıyordum. Gördüğüm kadarıyla gözlerinin altı daha kötü olmuştu, gece yine uyuyamamış olmalıydı. Saçları da dağınıktı. Az önce yüzüme karşı bana aşık olduğunu söylemişti. Şimdi ise kafasını dizlerine gömmüş bir halde camın önünde ağlıyordu. Onun bu halini görünce kendimi suçlu hissettim. Bir hamleyle camı açtım.

 

"Bana istediğin kadar kız ama önce konuşmama izin ver."

 

Bunları başını kaldırmadan söylemişti. Tek bir kelime dahi etmeyerek yanına oturdum. Pes etmiş gibiydi, son bir haftadır yaşadıklarımızın sonucunun bu olmasına hiç şaşırmamıştım. Başını kaldırıp fısıldarcasına"Ben... Ben isteyerek laf soktuğunu bilmiyordum. O gün aslında senin söylediklerine kızmıştım."dedi. Alaycı bir sesle"Bence kendi cesaretsizliğine kızsaydın. Aylardır gözünün önündeydim Levent!"diye bağırdım. İstemeden gözlerimi büyütmüştüm. Başıyla onayladı:

 

"Haklısın. Benim yüzümden bu haldeyiz!"

 

"Daha önce itiraf etseydin kaçmazdım. Hatta sevinirdim! Ama şimdi..."

 

Gözlerine bir korku yerleşti. Artık ben de hıçkırarak ağlıyordum. Elini yanağımda gezdirip"Bilmiyordum. Söylersem benden uzaklaşacağını sandım!"dedi. Kaşlarımı çatarak ellerini yanağımdan ayırdım.

 

"Peki mutfakta bana bağırırken uzaklaşmamdan korkmadın mı?

 

Ellerimi yumruk yapıp göğsüne vururken"Ha? Korkmadın mı?"diye bağırdım. Yarasına vurduğumu yüz ifadesinden anladım. Mutfakta tartışırken de benzerini yapmıştım, bana kızacağını sandım. Ellerimi tutarak yaşlı gözlerini bal rengi gözlerime dikti:

 

"Kendimde değildim. Seni başka birisine kaptırmak istemedim ve evet, uzaklaşmandan korktum!"

 

Şimdi bağıran taraf oydu. Bu cümlesine verilecek karşılığı bulamamıştım. Devam etti:

 

"Sen, bana "kanka" dediğinde benim ne kadar üzüldüğümü anlayamazsın! Aras ve İldeniz bile başından beri seni sevdiğim kız olarak tanıyordu. İldeniz yok mu İldeniz? Biz küsken ben aşk acısı çekiyorum diye Dalya'yla sevgili olduklarını söylemedi. Senin İstanbul'a gittiğin günü hatırlıyor musun?"

 

"Ev... Evet!"

 

Kaşlarını havaya kaldırıp bana doğru eğildi. Sanki uzun süredir bu konuşmayı yapmak istiyormuş gibi bir hali vardı. Aylarca sakladığı aşkını tüm gerçekleriyle yüzüme söylemeye devam ediyordu.

 

"O gün... O güne zaten mutsuz kalkmıştım. Neden biliyor musun? Çünkü sevdiğim kişiyi bir süre göremeyecektim ve o kişi benim onu çok sevdiğimi bilmiyordu. Her neyse! Ben sana sarılırken içimden geçen duygularla sarıldım. Saçlarını kokladım çünkü bir süre o kokudan mahrum kalacaktım!"

 

"Levent!"

 

"Dur, daha bitmedi! Geçen okula silahlı bir adam gelip sevenin yok diye seni öldürmeye kalkıştı. Kimin yüzünden? Benim!"

 

Ellerimle yüzümü kapatıp hıçkırıklarımın arasından"Hayır! Senin bir suçun yoktu!"diye bağırdım. Levent ellerimi zorla yüzümden çekerken"Tek suçum sana olan aşkımı itiraf edememekti. İşte onun için o merminin önüne atladım!"dedi. Kendimi tutamadım ve ona sarıldım. O da bana sımsıkı sarıldı.

 

"Özür dilerim Güllaç! Her şey için!"

 

"Affettim!"

 

Hıçkırıklarımız birbirine karıştı. Kafasını saçlarıma gömdüğümü hissettim. Gözünden damlayan yaşlar saçlarımla buluştu, sarılışı bana İstanbul'a gittiğim günü hatırlatmıştı. Gerçek duygularıyla sarılışı buydu işte! Sevdiği kız için hayatını tehlikeye atan Levent şimdi aşkını haykırışının tadını çıkarıyordu. Birden bedenimi kendinden uzaklaştırınca ne yaptığını anlamadım. Gözlerindeki yorgunluk yerini sevgiye bırakmıştı. Gözyaşlarımı eliyle silmeye başladı.

 

"Benim hayatımdaki görevine sevgilim olarak devam eder misin?"

 

Yüzüme en güzel gülümsememi yerleştirdim. Aylardır duymayı beklediğim soru şimdi soruluyordu. Hiç tereddüt etmeden"Evet!"dedim. Levent'in o an gözleri parladı, uzun süredir görmediğim bir mutlulukla bana baktı. Kendimi bir rüyadaymışım gibi hissediyordum. Gerçeklerin bir bir anlatıldığı bir rüya... Ve benim rüyam gerçekti! Levent yanağıma bir öpücük kondurdu:

 

"O zaman hayatıma sevgilim olarak hoş geldin!"

Ve... Ve sonunda Levent ve Güllaç barıştı. Onlar artık sadece arkadaş değiller, sevgililer! Bu kitabın ilk bölümünden beri bu kavuşmayı hayal ediyordum. Levent'in Güllaç'a aşkını haykırışını, sevgili oluşlarını yazmayı çok istiyordum. Bu bölüm Yeniyim Ben'in yazarken en kendimi kaptırdığım bölümüydü. Yarın bir işlerim olmasaydı belki bölüm daha uzun olabilirdi. Sizden ricam en duygusal sahneyi ve görüşlerinizi yazmanız olacak😇

 

 

Loading...
0%