@alpellal
|
Merhabaaa🤗
Geçen bölümün sonu çok merak ettirici bir şekilde bitmişti. Haziran Ayı'na az kaldığını düşünürsek o günle ilgili gittikçe daha çok şey öğrendiğinizi söyleyebilirim. Aslında sizi yavaş yavaş son bölümde olacaklara hazırladığımı da söyleyebilirim. Bu arada fotoğrafta Güllaç'ın siyah beyaz olması tamamen bir tesadüf. Bu fotoğrafı geçen yaz hazırlamıştım, şimdi kullanmak nasip oldu. Şimdi size ilk önce Dalya anlatacak çünkü onun da size söyleyeceği çok şey var. Umarım bölümü beğenirsiniz.
İyi okumalar:)
Dalya'nın anlatımından...
Korktuğum her şey bir bir gerçekleşiyordu. Kilitli kasada sakladığım sırrım hiç beklemediğim bir anda kilit engelini aşıp ortaya çıkmıştı. Kasa olarak gördüğüm şey kendi saçlarımdan yapılan bir peruktu. Aslında kendimi zorla soktuğum bir kalıptan tesadüfen kurtulmuştum. Ama bazen kurtuluşlar insanı daha kötüye hazırlar, hazırlıklı olmak bence iyi bir şeydir. Oysa ben kurtulmak yerine kaçmayı seçmiştim. Aylarca kalabalık ortamlarda ruhen yalnızlık çekmiştim, bir sürü dostum olduğu halde. Başkalarının ailesinden uzakta olduğu için hissettiği yalnızlığı ben kanser olduğum için hissetmiştim. Her mutlu oluşumda kendini hatırlatan bir hastalığım vardı, mutsuz olduğumda zaten yakama yapışıyordu.
Olsun! Tedavim olumlu bir yönde gidişatını sürdürüyordu. İstanbul'a gittiğimde ailem başta hastalığımı duyunca çok üzüldü ama hemen kendilerini toplayıp bana destek oldular. Tabii benim ricam üzerine hastalığım hakkında Ahuşen ve Güllaç'a bir şey söylemediler. Kendi mutsuzluğumun onlara da sıçramasını önlemeye çalışmıştım ama bir süre sonra tüm çabalarım yetersiz olmuştu.
İldeniz'le yanımızda Güllaç varken rahat rahat konuşamazdım. Ortamda o olduğu için duygularımı pek dışa vuramıyordum çünkü kötü etkilenirdi. Odama gitmemiz uygun bir çözüm yoluydu, alt katta olduğu sürece bizi duyamazdı. İldeniz benim ne yapmaya çalıştığımı anladığı için bu fikre hiç itiraz etmemişti. Aynı şeye onun da ihtiyacı vardı.
Odamın kapısını kapatırken "Şimdi istediğin gibi içini dökebilirsin." dedi. Sesinde soğukluk aradım ama bulamadım. Tam tersi samimi bir sesle konuşmuştu.
Usulca yatağımın kenarına oturdum, o da yanıma oturdu. Odamın camının kapalı olmasına rağmen titriyordum. İçinde olduğumuz mevsime göre bu pek normal bir durum sayılmazdı. Ben korkudan titriyordum, İldeniz'i kaybetmekten korkuyordum.
"Konuşmayacak mısın Dalya?"
"Şey..."
"Ney?"
"Kendimi çok yalnız hissediyorum. Hastalığım yüzünden!" dedikten sonra hıçkırıklara boğuldum. Başından beri yapmak istediğim şeyi şimdi yapıyordum. Yaşların ıslattığı gözlerim bulanık görüyordu, İldeniz'e bakamıyordum. Birkaç dakika öncesinde olduğu gibi cesur olamıyordum.
"Ben varım artık. Aslında hep vardım ama hastalığını yeni öğrendim!"
"Hepiniz çok mutluydunuz. Benim yüzümden neşemizin kaçmasını istemedim, size ayak uydurmaya çalıştım."
Bir süre bana cevap vermeyince dönüp ona bakmak zorunda kaldım. Mavi gözleri sanki daha bir koyulaşmıştı, gür kaşlarını çatmıştı. Buna tam kızgınlık denemezdi çünkü gözlerinin içi parlıyordu. Bu içinden bana son cümlelerim için kızdığını ama bunu dışarıya yansıtmak istemediği anlamına geliyordu. Galiba çok yanlış konuşmuştum. Oysa doğruları söylemek istemiştim.
"Daha önce söyleseydin seni öyle bir mutlu ederdik ki hastalığını saklamak için sürekli yalan söylemek zorunda kalmazdın." dedikten sonra derin bir nefes aldı.
"O zaman neşemizi kaçırmak istemedin ama şimdi kaçırdın Dalya."
"En azından iyileşmek üzereyim İldeniz. Bu iyi bir şey değil mi?"
"Elbette iyi bir şey. Sıkıntı aylarca hastalıkla tek başına mücadele etmiş olman."
Ben gerçekten dost ve sevgili konusunda çok şanslı bir insandım. Başkası olsaydı bu duruma çok kötü bir tepki verirdi. Cesaretimi toplayıp gözlerine tamamen baktım, işte o an bir şey fark ettim. İldeniz'in gözlerinin gerçek parlama nedeni ağlamasıydı. Bunu benden saklamaya çalışıyordu.
"İldeniz neden ağlıyorsun?"
"Yok ağlamıyorum. Gözüme kirpik geldi."
"Sesine de mi bir şey kaçtı? Ağlıyorsun işte!"
"Çok dikkatlisin bakıyorum." dedi yutkunarak. "Kendime hakim olamıyorum bazen."
Benim de gözlerim yaşarmıştı. Onu ağlarken görmek bana vicdan azabı çektiriyordu, sonuçta benimle tanışmasaydı başına böyle bir olay gelmeyecekti. Ciddi görüntüsünün altında yatan hüzünlü erkek benim için ortaya çıkmıştı. Onu bu durumdan kurtarabilmem için önce kendimi kurtarmam gerekiyordu.
"Yaz gelirken insanların mutlu olması gerekir ama şu an kış mevsimindeymişiz gibi."
Başımı omzuna koyarak "Biz iyi olduktan sonra mevsimin önemi yok." dedim. "Kışın mutlu günlerimiz de olmuştu."
"Biz zaten tam o zamanlarda birbirimizin hayatına girdik. Bu durumda bizim kışımız çok güzeldi."
Bir süre gülümsedi. Sanırım geçmişi hatırlamak onu biraz mutlu etmişti. O sıralar ben hastalığımı yeni öğrendiğim için üzgündüm, İldeniz bana ilaç gibi gelmişti. Sevgisi beni iyileştirmeye devam ediyordu. Birden derin bir nefes alarak "Bu yaz bazı arkadaşlarımız için kötü geçecek Dalya." dedi.
"Nasıl yani? Kimlerin kötü geçecek?"
Aklıma kimse gelmiyordu, kendi derdimden arkadaşlarımınkine geçmeye fırsat bulamamıştım. Onların mutsuz olması beni de mutsuz ederdi. Cümlesi aklıma Levent'i ve Güllaç'ı getirmişti. En son onların ilişkisini etkileyecek bir olay olmuştu ama biz olayı Güllaç'tan saklıyorduk.
"Levent ve Güllaç'ın yazı kötü geçecek. Zaten Levent ona kızgın olduğun için üzgün."
"Arkadaşımı dövdü. Üstelik çocuk masumdu!"
"Levent çok pişman, tüm neşesini kaybetti."
"Benim hastalığımı duyduktan sonra ne yaptı?"
Cebinden çıkardığı peçeteyle gözünün yaşını sildi. Konuyu kendi üzerimden çekip Levent'in üzerine itmiştim. Çünkü İldeniz ona da değer veriyordu. Levent'in kırdığı herkese kendini affettirmeye çalıştığının farkındayım.
"Sevgilisine belli etmemeye çalıştı ama sen ona kırgın olduğun için de çok üzgün. Zaten kahveyi gönlünü almak için getirmişti."
Levent çok tatlı bir insandı. Onu hiç tanımayan bir insan bile üzülmesini istemezdi. Ben de hep onu gülünce kısılan gözleriyle hatırlamak istiyordum. Bir an önce onun karşısına geçmeliydim. En büyük yıkımı yakında yaşayacaktı, bir de ben üzemezdim.
"Bu olay çok uzadı İldeniz. Levent'i affedeceğim."
"Uyumasaydı o da buraya gelirdi. Fark ettiği zaman buraya damlar artık."
"Hastalığımı... Hastalığımı öğrendiğim gün beni o güldürmüştü." dedim titreyen sesimle. "Bilmiyordu ama bana çok büyük bir iyilik yapmıştı."
"Bana ağlamamam gerektiğini söylerken aynısını sen yapıyorsun."
Alaycı bir şekilde kahkaha attım, o da bana eşlik etti. Haklıydı. Ondan istemediğim şeyi kendim yaparak kendimle çelişiyordum. Zorda olsa bu duruma bir son vermem gerekiyordu. Yeterince üzülmüştüm işte, neyime yetmiyordu?
"Tamam, bu durum için daha fazla üzülmeyeceğim!"
Öyle bir gülümsedi ki mavi gözleri kayboldu. Sanki içinde ona büyük bir baskı yapan bir ağırlık varmış ve şimdi ondan kurtulmuş gibiydi. Bana sarılıp "Başına ne gelirse gelsin mutlu olabilmek için bir sebep ara. Bazen sadece bunu yapabileceksin." dedi.
"Hayatımdan bir insan çıktığında onun olumsuz yönlerinden kurtulduğum için sevinirim. Ölmemişse tabii!"
"Ben de bunu yapıyorum. Ne tesadüf!"
Bir ses duymuştum. Duyduğum ses Güllaç'a aitti. Sesinde bir neşe belirtisi sezmiştim, büyük ihtimalle Levent'i karşılamıştı. İldeniz yine haklı çıkmıştı. Saçlarımı düzeltirken "Dediğin gibi Levent uyanır uyanmaz buraya damlamış." dedim. Bana kibirli bir gülümseme sundu.
"Kaç yıllık arkadaşımı benden iyi tanıyamazsın."
Tam ona cevap vereceğim sırada merdivenlerden gelen ayak seslerini duydum. Levent tek başına gelmiyordu, fısıldaşmalar da duyuyordum. Güllaç'ın yanımıza gelmesini istemiyordum çünkü o gelirse Levent'le rahat konuşamazdım. İkimiz de gözlerimizi kapıya çevirdik, adım sesleri durmuştu.
"Şükür! Nihayet buluşabildik." dedi utangaç bir ses tonuyla. Arkasında Ahuşen ve Aras vardı, Güllaç onlarla beraber gelmemişti. Oysa böyle durumlarda mutlaka yanıma gelirdi. Levent resmen çökmüştü. Gözlerinin altı mosmordu, İldeniz onun uyuduğunu söylemişti ama hiç uyumamış gibi gözüküyordu. Saçları dağılmıştı. Aras'ın da saçları dağınıktı ve Levent'ten daha az bitkin gözüküyordu. Ahuşen'in yüzünde makyaj yoktu, gözleri yorgun bakıyordu. Levent'i itip ani bir hareketle bana sarıldı.
"Dalya! Canım kankam!"
"Ahu!" diye bağırdım heyecanla. "Nefessiz kalmak üzereyim ama önemli değil!"
Aras bu cümleme buruk bir gülümsemeyle karşılık verdi, Ahuşen'in yüzünü göremiyordum ama hıçkırıklarını duyabiliyordum. Büyük ihtimalle mutluluktan ağlıyordu. Daha önce kuruyan gözyaşlarım bu durum karşısında tekrar ortaya çıktı. Levent yere oturup endişeli bir yüz ifadesiyle beni inceledi.
"Güllaç'ı alt katta kalması için ikna etmem zor oldu. Seninle daha rahat konuşmak istedim."
"Şimdi rahat konuşabiliriz ancak bir gün olanları onun da öğreneceğini hepimiz biliyoruz."
"Bir sorun var. Konuya nasıl başlayacağımı bilmiyorum!"
Ahuşen bedenini benden uzaklaştırdı. Aras da Levent'in yanına oturup bağdaş kurdu. İldeniz anlamadığım bir sebepten Levent'e göz kırptı. Şu erkeklerin anlaşma biçimini henüz çözememişti. Neyse biz kadınların da gizli anlaşma yolları vardı.
Levent esasını kaşıyıp "Tolga'ya yaptıklarımdan ötürü çok pişmanım, yapmamalıydım. Zaman makinasını icat edebilseydim keşke." dedi.
Sesi titremişti. İçinde olduğu enkaz onun neşesini de içine almıştı. Şimdilik bu yönünü sadece bize gösteriyordu, eğer Güllaç'a gösterseydi her şey acı bir sonla biterdi. Başımı sallayarak "Keşke bulsaydında ben de kullansaydım canım." dedim. "Size hastalığımı en başında söylerdim."
"Ben de Güllaç'a onu sevdiğimi en başta söylerdim."
İldeniz gülerek "Evet, bu iyi olurdu. Sana cesaret vermeye çalışırken biz yorulmuştuk." dedi. Kaşlarımı çatıp omzuna sert bir yumruk attım. Levent'in yaşadıklarını o yaşasaydı hiç böyle konuşamazdı. Dünyada yakın arkadaşına aşık olan tek erkek Levent değildi, hatta sevdiği için canını tehlikeye atan ilk insan da Levent değildi.
"Ah! Neden yumruk attın şimdi?"
"Dalga geçme çocukla!"
"Bence bu kadarına hakkım var!"
"Benim neye hakkım var biliyor musun?"
"Tamam, sustum!"
Tehditimden ne anladığını bilmiyordum ama susturabilmiştim. Levent bana teşekkür edercesine kısa süreli bir gülümseme yolladı. Ben de aynı şekilde ona karşılık verdim. Levent derin bir iç çekerek "Senden de özür dilerim Dalya." dedi. "O kavga hiç olmamalıydı."
Daha önce duygularında patlama yaşayınca hayatı darmadağın olmuştu. Şimdi ikinci kez aynı hatayı yapmıştı. Bu sefer hatasını daha iyi anladığını gözlerindeki hüzünden anlamıştım. Bir darbeyi de ben ona vuramazdım, bu acımasızlık olurdu. Bir süre drama uzak kalmak istiyordum.
"Affederim ama bir şartım var! Senin sarılmanı özledim, bilmem anlatabildim mi?"
"Anlatabildin. Hem de fazlasıyla!" dedikten sonra gülümseyerek ayağa kalktı. Ahu onun ne yapmak istediğini anlamış gibi benden biraz uzaklaştı. Ondan boşalan yere Levent oturdu ve daha fazla vakit kaybetmeden bana sarıldı. Vücudumdaki kanın yenilendiğini, yüzümdeki yorgunluğun gittiğini hissettim. Kulağıma doğru eğilip fısıltıyla "Bir daha önemli bir hastalığın olduğunda bana söylemezsen işte o zaman kızarım. Merak etme mutfağınızı kırıp dökmem. Yeter ki sen benden sır saklama!" dedi. Kendimi kahkaha atmamak için zor tuttum, eğer atsaydım diğerleri ne konuştuğumuzu merak ederdi. Ben de aynı şekilde "Yemin ederim sana yemek takımı aldırtırım. Mutfağımızı rahat bırak!" dedim.
Aras gözlerini kısarak "Yemek takımı mı? Ne konuşuyorsunuz?" dedi. Olamaz! Aras bizi duyabiliyordu. Ben sadece Ahuşen'in duyabileceği şekilde konuştuğumuzu sanıyordum. İldeniz başını sağa yatırıp tek kaşını kaldırdı. Bedenimi Levent'ten uzaklaştırdım.
"Kulağın ne güzel duyuyor Aras!" dedim. "Levent bana bir iki şaka yaptı."
"Sizin duymadığımı sandığınız ama aslında duyduğum çok şey var." dedi sinsi bir ses tonuyla.
İldeniz ve Levent aynı anda ona dönüp endişeli gözlerle baktığında Ahuşen bir kahkaha attı. Ben onun kadar yüksek sesli olmasada kıkırdadım. Neşemiz çok çabuk yerine gelmişti ve bu güzel bir şeydi. Haziran ayında ortalık karışacaktı, o zamana kadar hepimiz gülmeliydik. Beni her koşulda güldürebilecek yakın arkadaş grubuna sahip olduğum için çok şanslıydım. Levent ensesini kaşıyarak "Bundan sonra fısıltıyla konuşurken dönüp arkamda kimin olduğuna iyi bakacağım." dedi. Onun da güldüğünü sesinden anlamıştım.
İldeniz kolunu omzuma attıktan sonra "Aras'tan sakladığım pek bir şey olmadığı için ben rahatım. Zaten aynı evdeyiz, nasıl sır saklayayım?" dedi. Oysa ben aynı evde yaşadığımız halde aylarca yakın arkadaşlarımdan hastalığımı saklamıştım. Yani aynı evin içinde gayet iyi sır saklanabilir. Sır görünmez bir sızıntı yaparsa işte o zaman ortalık karışırdı. Bir sızıntıyla başlayan her şey sonunda büyük bir patlamaya dönüşürdü. Bazı insanlar tam patlamadan önce kaçıp kendini kurtarırlardı, bazı insanlar ise kaçacak vakit bulamazdı. Olan kaçamayana olurdu. Aras'ın anlatımından... Gökyüzü yaz aylarına yaklaştığımızı müjdeler gibi cıvıl cıvıldı. Dostluklar fakültenin bahçesine taşmıştı. Kampüsün rengarenk kedileri çimenlerin üstünde oynuyordu, köpekleri bugün hiç görmemiştim. Fakülteden yükselen müzik sesleri bu güzel ortamla birleştiğinde ortaya bir şenlik ortamı çıkıyordu. Burnuma yakındaki bir kafeden yeni yapılan kahvenin kokusu geliyordu. Arkadaşlarımla beraber çimenlerin üstüne dizilmiş olan rengarenk pufların üstüne oturmuştum. Dersimizin başlamasına yarım saat vardı, sınıfta canımızın sıkılmamasını istemiştik. İkizler ve partnerleri de bizim yanımıza gelmişti.
"Vay be! Ne çabuk Mayıs ayına geldik." dedim neşeyle. Tabii Haziran ayında yaşanma olasılığı olan olaylar aklıma gelmeden önceydi bu. Her mutlu olduğumda bir gölge gibi zihnimin bir köşesinde beliriyordu.
Güllaç saçlarını savurarak "En sevdiğim zamanlar geldi. Üniversitedeki ilk yazımın kötü geçmesini istemem." dedi. Levent'in gözlerinde kısa süreliğine bir hüzün gördüm sonra hemen eski haline döndü.
Dalya zoraki bir gülümsemeyle "Hayatın ne zaman çelme takacağı belli olmaz. Sen her şeye hazırlıklı ol." dedi. Biri bana karşı böyle bir cümle kursa benden üzüleceğim bir şeyi sakladığını hemen anlardım ama Güllaç bunu hiç sorgulamadı. Dalya genelde olumsuz konuştuğu için onu umursamamış olabilirdi.
"Sonuçta şu an herkes mutlu. Mutsuzluğu çağırmayın."
Hepimiz bunu söyleyen Ahuşen'e döndük. Konuyu sadece iki cümleyle değiştirmeye çalışmıştı, gülümsediği için küçük gözleri kısılmıştı. Bizi şaşırtan Dalya'nın söylediklerinin çok zıttını söylemesiydi. Amacının Levent'in rahatsız olmamasını sağlamak olduğunu anlamıştım. Konu ne zaman Haziran ayına gelse Levent'in morali bozuluyordu, sevgilisi anlamasın diye mutluymuş gibi davranıyordu. Bazen sır saklamaktan yorulduğum için Haziran ayının hemen gelmesini istiyordum ama bu düşüncemden hemen vazgeçiyordum. Omzumun üstünde bir kol hissedince sırıtarak Aybars'a döndüm. O bana bakmıyordu, tüm dikkati Hesna'daydı.
"Ders Berna Hoca'yla mıydı?"
"Evet canım."
"Asalbike yine önüme oturmaz değil mi? Onun saçlarını sürekli savurma huyu yüzünden masam sarı civcivlerin yuvası gibi oluyor."
Hepimiz son cümlesine kahkaha attık. Asalbike'nin imza hareketi onun arkasına oturan kişilere zorluk çıkarıyordu. Bundan birkaç haftadır Aybars da nasibini alıyordu, bir gün makasla Asalbike'nin saçlarını ucundan kesse hiç şaşırmazdım. Hesna saçlarını düzelterek "Bu sefer ben oturayım önüne. Ben de sarışınım ama korkma ben saçlarımı savurmam." dedi. Yanında oturan Doğay fakültenin kocaman açtığı masmavi gözlerle fakülte binasına bakıyordu. Korku filmi izliyor olsaydı en az bu kadar korkardı. Galiba onun bu halini sadece ben fark etmiştim.
İldeniz şeytani bir gülümsemeyle "Otursa bile ben kaldırırım kardeşim." dedi.
"Eee bu bildiğin yılan!" dedi Doğay ellerini yanaklarına götürdükten hemen sonra. "Hele hele gözlere bak!"
Doğay bunu İldeniz'e mi demişti? Hayır, bu çok saçma olurdu. Ortada bir gariplik vardı!
İldeniz yapay bir kırgınlıkla "Kanka bari sen yapma ya! Ne kötülüğümü gördün?" diye sordu. "Ayrıca gözlerimde ne gördün?"
"Ayy hem de kocaman bir yılan!" diye devam etti Doğay.
Hepimiz onun baktığı yöne baktık. Asalbike fakülteden çıkmıştı ve doğrudan bize bakıyordu. Mavi gözlerini şaşkın şaşkın bizim üstümüzde gezdiriyordu, o da bizim gibi ne olduğunu anlamamıştı. Doğay onu görüp nasıl böyle tuhaf bir tepki verebilmişti? Gözlerimi kısarak ona baktım. Asalbike neler olduğunu öğrenebilmek için elinde kahve bardağıyla bize doğru geliyordu. Baybars kıkırdayarak "Asalbike mi kocaman? Onun boyuyla alay etmek istemem ama acilen seni göz doktoruna götürmeliyiz sevgilim." dedi. Elimdeki su şişesinin kapağını açtım ve suskunluğumu korumaya devam ettim.
Ahuşen ise elini çenesine koyup "Bu tepkiyi ben vermeliydim. Doğay beni bazen çok şaşırtıyorsun." dedi. "Kızın neresi kocaman gerçekten?"
Doğay çığlık atar gibi "Bu beni hiç parçalamadan yutar!" dedi.
Güllaç onu sarsarak "Doğay! Ben senden korkmaya başladım. Bu yılan hiç büyük değil!"dedi. "Göz doktoru şart kesinlikle!"
Asalbike tam karşımızda hesap sorar gibi dikiliyordu. Mavi gözleri kibirle bizim üstümüzde gezdi, şaşkınlığını henüz atlatamamıştı. Doğay ona dehşetle bakmayı sürdürüyordu ve arada onun soluna da bakıyordu. Asalbike saçlarını savurarak "Hayırdır arkadaşlar? Asaletim karşısında şok mu oldunuz?" diye her zamanki egoist tavrını sergiledi. Ahuşen midesinin bulandığını belirtmek ister gibi yüzünü ekşitti. Güllaç elini yumruk yapıp "Asaletin batsın senin!" diye bağırdı. Bu sırada Doğay oturduğu yerden kalkmış geri geri yürüyordu.
"Duymuyor musunuz? Çok korkunç tıslıyor!"
Asalbike kaşlarını satarak "Korkunç senin babandır!" dedi. "Bana yılan demeyi bıraksanız çok iyi olur!"
"Aptal sarışın, soluna bakar mısın artık?"
Asalbike ile beraber biz de onun soluna baktık. Keşke bakmasaydık! Onunla göz göze geldiğim an bedenimin titrediğini hissettim. Daha önce hiç böyle bir durumla karşı karşıya kaldığımı hatırlamıyordum. Ağzımda su şişesi öylece kalakalmıştım. Gözlerim eğer yapabilseydi yerinden fırlayabilirdi, gür kaşlarımı biraz daha kaldırsaydım saçlarıma karışacaktı.
Kahverengi ve yeşil renkleri derisinde harmanlanan büyük bir yılan orman tarafından sürüne sürüne Asalbike'ye doğru geliyordu. Tıslaması ölümü haber veriyordu sanki. Ahuşen'in koluma sımsıkı tutunduğunu fark ettim. O da en az benim kadar korkmuştu. Aldığı nefesin sesini kendiminkinden daha net duyuyordum. Ben adım atmıyordum o beni zorla yürütüyordu.
Dalya geriye doğru bir adım atıp "Asalbike şu karşındaki arkadaşın senden daha akıllı. Kaçsana kızım!" dedi.
"Bu... Bu neden bana öldürecek gibi bakıyor?"
"Yuvadan kaçmışsın ondan sana kızgın. Ne aptal aptal bakıyorsun? Kaçsana kızım!" diye tekrar bağırdı.
Asalbike elindeki bardağı düşürdü. Korkudan irice açılmış gözlerle geri geri fakülteye yürümeye başladı. Bedeni titrediği için ağır hareket ediyordu. Aramızda yılandan en az korkan kişi İldeniz'di. Yerinden pek kıpırdamamıştı. Alaycı bir ses tonuyla "İldeniz aslında bir yılan bakıcısı. Evin garajında sakladığımız yılanlar var." dedim. Kimse bana gülmeyince durumun ciddiyetini daha iyi anladım.
Levent gözüyle Asalbike'yi işaret ederek "Biz de okula girelim. Orası daha güvenli." dedi. Güllaç onun kolunu sımsıkı tuttuğu için özgürce hareket edemiyordu. Dalya yüzünde gram korku olmayan İldeniz'e ters ters bakıyordu. Önce hareket eden biz olduk, Ahuşen'le beraber kenardan kenardan binaya gidecektim.
"Ahu sakin bir şekilde gideceğiz. Çığlık falan atma, yılanın dikkatini çekersin."
"Yeter ki bana bulaşmasın. Gerekirse ömrümün sonuna kadar susarım!"
Yolumuzu yılana gözükmeyecek bir şekilde hazırlamıştım. Biz ses çıkarmadan giderken diğerleri bizim yılandan nasıl kaçtığımızı izliyordu. Ahuşen sık sık arkamızı kontrol ediyordu, o böyle yaptıkça kendimi korku filmindeymiş gibi hissediyordum. Biz ona yaklaşınca Asalbike binanın içinde kayboldu. Bu kızın tüm kötü huylarına rağmen biz kurtulana kadar kapıda beklemesi ikimizi de çok şaşırtmıştı. İçinde bir yerlerde merhamet duygusu mu filizlenmişti yoksa? Onun gibi bir insan normalde hemen binaya girerdi ama o bizi beklemişti. Bu kızı ben hiçbir zaman çözemeyecektim.
Güllaç kısık bir sesle "Biz de gidelim. Yoksa hastanelik!" olacağız dedi. O sırada yılan başını ona çevirip tısladı.
Bu gelişme sonucu diğerleri de hızla bizim yanımıza geldi. Artık hepimiz fakültenin içindeydik, Dalya ve Güllaç nefes nefese kalmıştı. Dalya hasta olduğu için kendini yormamalıydı ama korku insana her şeyi yaptırır. İldeniz çantasından çıkardığı suyu ona vakit kaybetmeden içirdi. Dalya'nın ne zaman halsiz olduğunu görse elinden geleni yapıyordu güzel kalpli dostum. Ahuşen asansörü olduğumuz kata çağırdıktan sonra "Hayatımda ilk defa bu kadar büyük bir yılan gördüm." dedi. Doğay kahkaha attı.
"Peki ya ben yılandan bahsettikçe sizin başka bir şeyler anlamanız? Hahahaha!"
Baybars gözlerini devirip "Baktığın yönde Asalbike varsa bizim suçumuz ne?" diye sordu. "Aslında sen büyük dediğinde anlamalıydık."
Kahkaha atıp "Hadi birazda sınıfta muhabbet edelim." dedim.
Sınıfa girdiğimde Asalbike'nin bizi orada beklediğini gördüm. Direkt olarak yüzü kapıya dönüktü. Yılandan korktuğu için döktüğü kahvesi yerine bir bardak daha kahve almıştı. Kahvenin kokusu sınıfın her yerine sinmişti. Sanki sınıfa değil bir kafeye girmiştim. Herkes yerine geçince bir sessizlik oldu. Ahuşen karşısında kibirle ona bakan Asalbike'ye sinsice gülümsedi. O da aynısını yaptı. Galiba ortalık karışacaktı.
"Yılan kime gideceğini iyi biliyor Ahududu."
"Evet ondan hemen sana gitti."
Asalbike'nin imalı lafını ona geri gönderince Ahuşen kahkaha attı. Diğer kızlar da ona eşlik etmişti. Biz erkekler ise sessizce onların savaşını izliyorduk. Kızların laf dalaşına karışmak tehlikeli olurdu. Asalbike başını dikleştirip "O anlamda demedim Ahududu. Benim asaletimi ve güzelliğimi görünce direkt bana gelmek istemiş." dedi. "Güzel olmak ne tehlikeli bir şey!"
Doğay masmavi gözlerini kısarak "Onun için mi öldürmek ister gibi bakıyordu hayvan? Bari bundan kendini övmek için pay çıkarma!" dedi.
Levent sessizliğini bozup "Hanımlar bırakın güzelliği, asaleti. Canımızı kurtardık ya ona şükür!" dedi.
Hesna çantasından çıkardığı suyu kafasına dikti. Korktuğu için bunu yaptığını irileşmiş yeşil gözlerinden anlamıştım. Asalbike'den daha çok korkmuş gibi gözüküyordu ama Asalbike korkusunu çok çabuk kamufle ediyordu. Aybars kaşlarını kaldırarak "Öyle güzel su içtin ki ben de susadım." dedi ve o da su içti. Bu duruma gülen tek kişi Ahuşen oldu. Ben de susadığımı hissetmiştim. Yanımda biri su içince otomatik olarak benim de su içesim geliyordu. Hemen ben de onlara uydum. Ahuşen daha çok güldü:
"Hahahaha! Birazdan tüm fakülte su içecek galiba!"
Asalbike de beni şaşırtacak bir şekilde gülüp "Bizim kanalda su reklamı yapılacak olursa firmalara oyuncu olarak sizi önereceğim." dedi. "Tacirlere faydam olsun."
Hesna yüksek sesle "Manyak! Ne taciri?" diye sordu.
Asalbike alaycı bir sesle "Bir ticari işletmeyi kısmen de olsa kendi adına işleten kişiye tacir denir. Aklına gelen diğer anlamdaki tacirlere sizin adınızı verecek bir insan mıyım?" dedi. Alındığını belli eden bir yüz ifadesi vardı. Ama biz ona acımadık.
Hepimiz aynı anda "Evet!" dedik.
Güllaç ona kötü kötü bakıp "Bu soruyu sorman bile hata Yılanbike!" dedi. "Pembe bir yılanım olsa adını Asalbike koyardım."
Asalbike saçlarını savurdu. Hepimize kınayan bakışlarını yolladı, ben de tek kaşımı kaldırdım. Sanki Levent onun yüzünden ölümden dönmemiş gibi konuşması çok saçma ve rezil bir durumdu. Egosu resmen yaptığı kötülükleri fark etmesini engelliyordu. İçimden bir ses onun yakında başına çok kötü bir şey geleceğini söylüyordu ve bu hiç büyütülmeyecek bir olay değildi.
"Geçmişi bir unutsanız her şey güzel olacak. Benim talihsiz sınıf arkadaşlarım!"
Dişlerimi birbirine bastırarak "Sen de iyi bir insan olsan her şey çok güzel olacak." dedim. Bunu duyunca yüzü düştü. Sanki ona küfür etmişim gibi bir havaya girmişti. Mavi gözlerindeki derin denizler adeta taşacakmışcasına titriyordu. Çattığı kaşlarından zerre korkmuyordum. Ahuşen ona imalı bir bakış atmakla yetindi.
"Günaydın gençler."
Berna Hoca sınıfa girmişti. Keyfinin yerinde olduğu her halinden belliydi, onun keyfi yerindeyse sesi daha bir neşeli çıkardı. Asalbike her zamanki yapay gülümsemesiyle yerine oturdu. Huyunu bilmesem onu gördüğümde iyi biri olduğunu düşünürdüm. Hocanın dikkatini çekmemek için biz de yerlerimize geçtik. Biz rol yapmamaya karar vermiştik. 5 saat sonra... Derslerimiz bittikten sonra eve dönmüştük. Can sıkıntısından mutfaktaki eksiklere bakmaya karar vermiştim. Tahmin ettiğim gibi çok eksik vardı, Levent benimle markete gelmek istemişti. İldeniz son zamanlarda yaşadığı olayların yorgunluğundan ötürü okuldan eve döner dönmez uyumak için odasına çıkmıştı. Levent onun arabasıyla gitmemizi istediği için ona itiraz etmemiştim. Bildiğimiz büyük bir market vardı, oraya gidecektik. Zaten üstümüz düzgün olduğu için fazla vakit kaybetmeden arabaya bindik. Levent'in yanındaki koltuğa oturdum.
"Uzun süredir benim arabama binmemiştin Aras."
"Daha geçen hafta bindim ya salak."
"Geçen hafta uzun bir zaman değil mi?"
Alaycı bakışlarımı ona yollayıp sırıttım. Arkadaşımın bu hallerini özlediğimi fark etmem sırıtmamın iyice genişlemesine neden oldu. Biliyordum içi cayır cayır yanıyordu ama bunu bastırmaya çalışıyordu. Onun canını sıkacak bir şey yapmamalıydım, radyo kanallarını gezerken Power FM'de durdum. Yeni çıktığını anladığım bir şarkı arabanın içini doldurmuştu.
"Sırf senin hatrına uzun bir zaman olarak kabul edeceğim."
"Adamsın adam!" dedi coşkulu bir sesle.
Kahkaha attım, o da aynısını kısık sesle yaptı. Normalde gülünce gözü kaybolurdu ama arabayı süren kişi o olduğu için bunun olmamasına dikkat ediyordu. Gideceğimiz market çok yakın olmadığı için onunla daha çok sohbet edebilirdim. Konu açmak için aklıma gelen tek şey sevgilisiydi. Eğer bu konuyla ilgili bir şey söyleyeceksem aklına Tolga'yı getirmemeliydim.
"Güllaç'ın bugün neşesi yerindeydi sanki?"
"Neşesinin yerinde olmaması mı gerekiyordu?" diye alaycı bir sesle soruma soruyla karşılık verdi.
Bugün onu kafasını bir yere sert bir şekilde çarparken görmemiştim. Bu durumda bu yaklaşımından ötürü aklından pozitif düşünceler geçtiğini çıkarabilirdim. İnsan psikolojisinin derinliklerinde hüznün saklandığını biliyordum, onun da içinde yüzeye çıkmak için kendi benliğini rahatsız eden bir yükü vardı. Tek istediğim bu yükü daha fazla içinde tutmayıp acı çekmeden dışarı atmasıydı. Sorduğu soruya cevap verirken dikkat etmeliydim.
"Yerinde olsun tabii! Ben ilişkinizin nasıl gidişat gösterdiğini soracaktım."
"Harika! Bazen keşke baştan itiraf etseydim diyorum, bu mutluluğa ulaşmak için çok beklememiş olurdum."
"Bizi dinleseydin her şey farklı olabilirdi."
Bunu duyunca bir kahkaha attı. Bu kahkahasını nerede duysam tanırdım, sinirliydi. Ne zaman kendisine kızsa böyle bir kahkaha atardı. Hangi konuyu açarsam açayım bir şekilde konu Tolga olayına geliyordu. Konuyu ondan derhal uzaklaştırmalıydım. Direksiyonun orta kısmına bir yumruk atarak "Sizi dinlemediğim zaman hata yapmaya alıştım ben. Şimdi hatamın farkındayım ama gelecekte olacakları engelleyemeyeceğim." dedi. Mutluluktan yoksun bir yüz ifadesiyle yolu izliyordu. Kahverengi gözlerinde görmeye hiç alışkın olmadığım bir koyuluk vardı. "Bugün sanki hiç derdimiz yokmuş gibi konuşalım mı Levent?"
"Nasıl yapacağız?"
"Tolga olayı hiç yaşanmamış gibi konuşalım işte. Sanki hafızamızdan son yaşanan kötü olaylar silinmiş gibi davranalım!"
Bir süre bana bir karşılık vermedi. Gözleri yoldaydı ama çaktırmadan bana da bakıyordu. Ondan tek istediğim arabaya bindiğimizdeki konuşmasıydı ama bunu henüz idrak edememişti. Ya da daha önce yaptığı şeyin farkında olmayabilir miydi? Konu Levent olunca gerçekten bazen ne düşüneceğimi bilemiyordum. Sonunda neşeli bir sesle "Bugün Doğay'ın yılan gördüğünü söylemesi ve bizim ısrarla onu anlamamamız çok komikti." dedi. Sonunda başarmıştı!
"İldeniz'in kendisine yılan denildiğini sanması ayrı bir komikti." dedim sırtımı arkama iyice yaslayarak. "Doğay düzgünce söyleseydi hiç zorlanmazdık."
"Asalbike'nin olduğu tarafa bakıyordu ama biz ne yapalım? Yine ona laf soktuğunu sanmıştım."
Kıkırdayarak başımı sol omzuma yatırdım. Planım işe yaramıştı, gözlerinin içi gülüyordu. Daha önce koyuluğa kendini kaptıran gözleri şimdi her zamanki kahverengiliğindeydi. Gözlerimi kısıp "Bir insan yaptığı kötülüklerle anılıyorsa herkesin aklına ortalık karıştığında o kişi gelir. O insanın nefsine hakim olamaması bizim suçumuz değil." dedim. O da başını sallayarak beni onayladı. İkimizin telefonundan da mesaj sesleri geliyordu.
"İkimize de aynı yerden mesaj geliyor galiba. Nereden geldiğine baksana."
Dediğini yaptım. Sınıf grubundan gelmişti.
"Sınıf grubundan gelmiş."
"Okusana merak ettim."
Sertaç: Arkadaşlar uzun süredir derslere giremiyorum. Aranızdan kalbi kadar defteri de temiz olan biri bana son işlenen konuların notlarını atabilir mi?
Murat:@Doğay Gerilmez
Asalbike: @Doğay Gerilmez tabii ki! Kendisi güz döneminde bütünlemelere kalmayan tek insan.
Baybars: Doğayy gel buraya seni anıyorlar.
Sertaç: Sınıfta Doğay diye biri mi vardı?
Asalbike: Bu sorundan bile ne zamandır okula uğramadığını anladım Sertaç. Okulun adresini buraya yazar mısın?
Doğay: Normalde kendimi övmeyi hiç sevmem ama Asalbike bile temiz kalpli olduğumu yazmış. Demek ki öyleymişim:)
Doğay: Özelden yazar mısın Sertaç? Bak, normalde okula gelmeyene not vermezdim. Asalbike beni övdü diye atacağım.
Asalbike: Keşke sen de beni övsen Doğay:)
Doğay: Seni Sertaç övsün bence.
Mesajları okumayı bitirdikten sonra ikimiz de kahkaha attık. En az Doğay kadar ben de Asalbike'nin onu övmesine şaşırmıştım. Doğay'ın sınıfta anlaşamadığı kimse yoktu, sevmediği insanlara bile iyilik yapardı. Onun bir sınavı kötü geçse bile hocalar onu sevdikleri için tüm derslerden geçirirlerdi. Asalbike de onun için Doğay bizim yakın arkadaşımız olduğu halde onu övmüştü. Levent beğenme işareti yaparak "Doğay'ın verdiği cevap on numara!" dedi. Bir yandan yola bakıyordu bir yandanda bana bakıyordu. Yapmacık bir endişeyle gözlerimi büyüttüm.
"Sertaç da övmesin. Asalbike bunu çok yanlış anlayabilir!"
"Okula pek gelmiyormuş zaten. Asalbike'den çok rahat kurtulabilir."
"Haklısın." dedim ve gözlerimi onun benden uzakta duran telefonuna çevirdim. Ben konuşurken onun telefonuna mesaj gelmişti. Bu durumu o da fark ettiği için elini telefonuna uzatmıştı. Ekrana yan gözle baktı. Birden yutkundu, gözleri korkudan kocaman oldu. Bana hiçbir şey söylemiyordu. Kaşlarımı çatarak ona baktım, benim varlığımı unutmuş gibiydi. Araba çok sıcak olmamasına rağmen ikimiz de terliyorduk. Birkaç saniye sonra arabayı kenara çekip durdu.
"Levent ne oluyor?"
"..."
"Güllaç'a bir şey mi olmuş?"
Telefonu kendine biraz daha yaklaştırdı. Dudaklarını dişlediğini görünce hem korkum hem de merakım arttı. Nefesini alışı ve verişi hızlanmıştı. Birden başını önüne eğip telefonunu bana uzattı. Derin bir nefes alıp ekrana baktım. Yazan ismi görür görmez kalp atışım hızlandı, ellerim titredi. Mesajı defalarca yüksek sesle okudum.
Tolga:
Bugün okulunuzun akademik takvimine baktım. Ne yapmaya karar verdim biliyor musun Levent? Arkadaşımı senin gibi kötü bir insandan tam son sınıfların mezuniyetinin olacağı gün kurtaracağım. Son mutlu günlerinin tadını çıkar:)
Artık ben de konuşamıyordum. Cümlelerim tükenmişti ve ben bir yenisi kurabilecek durumda değildim. Yolun kenarında derdimizle baş başa kalmıştık. Olanların bir şaka olduğunu düşünmek istiyordum ama bu imkansızdı. Tamamen gerçek bir durumun bizi kısıtlamasına ve buna devam edecek olmasına izin veriyorduk. Haziran ayında hayatımız darmadağın olacaktı. *** Merhaba sayın okurlarım. Öncelikle nasılsınız? Ben iyiyim. Umarım siz de iyisinizdir. Uzun süredir yoğunluktan bölüm atamıyordum. Ama her boş vaktimde çabaladım. Umarım bu süreçte sayınız azalmamıştır. 2023 yılının ilk ayı bitmeden bölümü yetiştirebildim en azından 😇 Buraya destan yazabilirim şu an 😂
Öncelikle bölümü beğendiniz mi? En beğendiğiniz ve en üzüldüğünüz yer neresi? Ya da en güldüğünüz yer neresi? Ben nedense en çok şu kampüse gerçek yılanın girdiği yeri yazarken eğlendim😂 Bu sahneyi yazdıktan sonra bugün Şahmaran'ı bitirdim🤭 Yorumlarınızı okumayı çok özledim. Wattpad'e yorum beğenme özelliği de geldi beğenirim tüm yorumları |
0% |