@alpellal
|
Hoş geldiniz!
Bu bölümün multimedyasını aylar öncesinden hazırlamıştım. Dalya ve İldeniz'in yan yana olduğu ilk multimedya😊 Son yaşananlardan sonra bu multimedyada onlar olmalıydı arkadaşlar. Bakalım son olaydan sonra bizimkilerin durumu ne halde? Bu bölümün diğer bölümden farkı: Bu bölümün başında Dalya'nın sırrı belli. Ben beş yıl boyunca bu bölümü de yazmayı bekledim arkadaşlar. İlk bölümde Dalya'nın size verdiği bazı ipuçları vardı😊 Şu an kitapta Mayıs ayının ilk haftasındalar. Haziran'a az kaldı😱 Size iyi okumalar dilerim.
Aras'ın anlatımından...
Her şeyin rengi solmuştu sanki. Sokaklarda gördüğüm çiçeklerin renkleri normalde göz kamaştırıyordu ama ben her şeyi siyah ve beyaz görüyordum. Hava daha birkaç saat önce hafif eserken şimdi daha şiddetli esiyordu Evin içi dışarıdan daha kötüydü. Evimizde de renkler solmuştu. Bir hafta önce evimize neşenin geri geldiğini sanmıştım. Meğer mutsuzluk ben bu eve geldiğim günden beri başka bir evde saklanıyormuş. Neredeyse her gün onu görmüşüm ama anlamamışım. Ah Dalya!
Dalya gittikten sonra hepimiz yıkılmıştık. Onun tüm acısının üstünün perukla örtmesini fark edememiştik. Büründüğü ciddiyetin altında Lösemi'yi saklamıştı. Bir arkadaşı olarak daha önce sırrı konusunda onun üstüne gitmediğim için kendime kızgındım. Şu an Dalya'nın yanına gidip onunla uzun uzun konuşmak istiyordum ama öncesinde evdekileri sakinleştirmem gerekiyordu
Başta İldeniz ve kızlar Dalya'nın yanına, yani eve gitmek istemişlerdi. Levent'tle beraber onları Dalya'nın biraz yalnız kalması gerektiğine zar zor ikna edebilmiştik. Okulda herkesin bizim halimizi görmemesi için bizim eve gelmiştik. Gelirken İldeniz'in arabasını ben sürmüştüm çünkü İldeniz sürekli ağlıyordu. Evin salonu şu an bir morg kapısının önünden farksızdı.
"Her gün... Her gün aynı evdeydik. Ben bunu nasıl anlayamadım?" diye bağırdı Güllaç hıçkırıklarının arasından.
Ahuşen elleriyle yüzünü kapatmıştı. Yüzünü bizden gizlemişti ama hıçkırıklarını duyabiliyorduk. Onu daha hiç böyle görmemiştim. Arada derin derin nefes alıp veriyordu. Elimin tersiyle gözümün yaşını silerken "Ben de onu çok görüyordum ama ben de bunu fark etmedim Güllaç. Kendine yüklenme!" dedim. Ahuşen'i teselli etmeye çalışırken kendimi ağlarken bulmuştum, Levent vurulduğu zaman hissettiğim acıyı tekrar hissediyordum. Ahuşen'in yüzünden ellerini çekip kafamı ona doğru eğdim. Yüzündeki makyaj akmıştı, kahverengi gözleri yorgun gözüküyordu. Tüm gücünü sanki bugün görmüş gibiydi. Kollarımı onun vücuduna sardım.
"Ahu, biliyorum çok üzgünsün! Ama Dalya için güçlü olmak zorundasın."
"Odalarımız karşılıklı bizim! Ben her sabah odamdan çıkarken onun güçlü duruşunu görüyordum!" diye bağırdığında güçlükle konuşabildiğini fark ettim.
Güllaç endişeli gözlerle ona döndü. Ahuşen'i yıllardır tanıdığı için onun bu haline alışık olmalıydı ama o ilk kez onu böyle görüyormuş gibi bakıyordu. Elimi göğsüme vurup "O işi ben hallederim!" dercesine bir hareket yaptım. Sehpadan aldığım bir peçeteyi Ahuşen'e uzatırken "Bilemezdin. Mesela benim odam Levent'in odasına çok yakın ama ben Levent'i gördüğümde onun benden bir şey saklayıp saklayamadığını kolay kolay anlayamam." dedim. Aslında Levent'in ruh halini gözlerinden anlardım, Ahuşen'in içini rahatlatmak için yalan söylemiştim. Ahuşen benden aldığı peçeteyle akan makyajını silmeye başladı.
"Levent ile Dalya bir mi? Dalya resmen aylardır gözümüzün önünde kanserle savaşıyormuş! Levent ne yaptı peki?"
"Haklısın Ahu! Hiç alakaları yok." diyerek konuyu Levent'ten uzaklaştırmaya çalıştım.
Güllaç şüpheli gözlerle Ahuşen'e kısa süreliğine baktı. Ahuşen bunu fark etmemişti ama ben direkt olarak Güllaç'ın gözlerinin içine bakıyordum. Levent gibi ben de Güllaç'ın gözlerinin içine bakıyordum. Levent gibi ben de Güllaç'ın her öyle bakışında korkar olmuştum. Levent başını önüne eğmişti, acısını Güllaç'a belli etmemeye çalışıyordu. Güllaç önüne dönerek "Ben Dalya'ya hastalığını sakladığı için kızmam. Zaten kız kanserle savaşıyor, bir de ben mi üstüne gideyim? Normalde Levent bile benden bir şey saklasa çok fena küserim bilirsiniz!" dedi. Bu cümlesiyle herkesin dikkatini dağıtmıştı. İldeniz bile başını kaldırıp ona bakmıştı. Levent gözlerini kırpıştırarak Güllaç'a baktı, Dalya'ya üzüldüğü için gözlerindeki pişmanlık belli olmuyordu. İldeniz titreyen sesiyle konuştu.
"Ben de... Ben de ona kızamam! Ama Levent senden bir şey saklamaz, yanlış örnek verdin."
"Levent benden zaten bir şey saklamaz. Ben normalde birinin benden bir şey sakladığını fark ederim ama o kişi bana gerçekleri söyleyene kadar bilmiyormuş gibi davranırım. Bazen bu hiç olmuyor!"
Levent'in ona aşık olduğunu anladığında da öyle yapmıştı. Şüphelenmeye başladığı andan itibaren delil toplamaya başlamıştı. Levent onun gözünün önünde patladığında bile bilmiyormuş gibi davranmıştı. Söylemediği bir şey vardı: Ona yalan söyleyeni pişman ediyordu. Bu son söyledikleri Levent'in defalarca yutkunmasına neden oldu. İçindeki pişmanlığın onu yiyip bitirdiğini görebiliyordum. Gözlerimi İldeniz'e çevirdim.
Tüm kontrolünü kaybetmişti. Daha önceki korkunç bakışların yerini ağlamaktan yorgun düşmüş gözler almıştı. Tekli koltukta bizden ayrı olarak oturuyordu. İçinden ortalığı kırıp dökmeyi istediğini tahmin edebiliyordum. Bunu Ahuşen ve Güllaç daha fazla üzülmesin diye yapamıyordu. O kendini bıraktığında biz de kendimizi bırakırdık. İlk günden beri Dalya'nın kanserle savaştığını fark edemediği için içi cayır cayır yanıyordu. Yangın bize de sıçramıştı, ev yanmıyordu ama biz yanıyorduk.
Mavi gözlerini sırayla hepimizde gezdirerek "Hatırlıyor musunuz? Son zamanlarda bazı şeyleri yememeye başlamıştı, diyette olmasını bahane olarak göstermişti. Demek ki kanser olduğu için sağlıklı beslenmeye çalışıyordu!" dedi. Ağlamaya devam ettiği için bazı kelimeleri tekrar söylemek zorunda kalmıştı. Gerçekleri öğrenince daha önce göremediğimiz küçük detaylar zihnimizde turluyordu, İldeniz de şu an bu durumu yaşıyordu. Atlatamadığı bir şok vardı ve bundan kolay kolay kurtulamazdı.
"Ben onu kendi ellerimle hastaneye götürdüm. Yine anlamadım!"
Ahuşen gözlerinin çevresini peçeteyle silerken "Bazen ansızın bir şeyin düşmesinden korkardı. Meğer o şey perukmuş." dedi. Ahuşen'in sesli olarak dile getiremediği daha bir sürü detay olduğuna adım kadar emindim. Hiçbirimiz Dalya'nın karşısına çıkmaya hazır değildik. Kızın morali bizi görünce daha çok bozulurdu. Ama iç sesim beni onun yanına gitmem için beni zorluyordu. Telefonumdan bir mesaj sesi gelince düşüncelerimden sıyrılıp ekranı açtım.
Dalya: Aras şu an aralarında sadece Levent ve sen iyi durumdasın değil mi? Lütfen kızların bugün eve gelmemesini sağla! Bugün onları görmeye hazır değilim. İldeniz'in hep yanında ol:)
Mesajı sesli olarak okuduğum için herkes dikkatini bana vermişti. Güllaç mesajın sonunda ağlamaya kaldığı yerden devam etmişti. İldeniz ise yüzüne acılı bir gülümseme yerleştirmişti, Dalya'nın zor anında bile onu düşünmesi güzeldi. Yutkunarak "Ona söylemem gerekenler var. Yanına geliyorum." dedi. Sonra hiç vakit kaybetmeden yanıma gelip yere oturdu. Titreyen elini telefonumu almak için uzattı, heyecanlanmıştı. Hiç vakit kaybetmeden telefonumu ona verdim. Önce yutkundu sonra parmağını ekrana bastırdı.
"Dalya... Dalya biz sana kızmadık, zaten kızamayız! Tedavinin iyi gitmesine hepimiz sevindik ama keşke acını paylaşmamıza izin verseydin. Sen iyi bir insansın. Kimsenin mutsuz olmasını istemediğini biliyorum çünkü sevgilinim. Şu an o evde tek başına olduğun için korkuyorum Dalya! Düşüp bayılsan kim yardımına koşacak?"
Gözlerini kapattı, artık daha yüksek sesle ağlıyordu. İkinci ses kaydına geçti.
"Kızlar da çok kötü bir durumda. Merak etme, onlar için elimden geleni yapmaya çalışacağım. Bugün onları görmek istememe ben de hak veriyorum, onları iyi edeyim öyle yanına göndereceğim. Güllaç yine senin giydiğin beyaz kıyafetleri beğenmeyecek, sen yine ona göz devireceksin. Ahuşen her zaman olduğu gibi sizi gülerek izleyecek. En önemlisi ne biliyor musun? Sen yakında yine o kumral saçlarını savurarak karşımıza çıkacaksın."
Telefonu dizimin üstüne bıraktı. Gözleri boşluğa dalmıştı, baktığı yönü takip ettiğimde Ahuşen'le ikimizin ortasına bakıyordu. Ahuşen bir süre onun gözlerinin içine bir şey söylemeden baktı. Ardından hızla üst kata çıkan merdivenlere yöneldi. Titreye titreye ağlıyordu, bu mesaj olayı ona hiç iyi gelmemişti. Üst katta nereye gittiğini bilmiyordum. İldeniz yan gözle o son basamağa adımını atana kadar izledi. Kısık sesle "Çok çaresiz bakıyordu, sanki nefes alamıyormuş gibi gözüküyordu. Lütfen Ahuşen'in yanına git!" dedi. Ben onun boşluğa baktığını sanıyordum ama o bir taraftan da Ahuşen'e bakıyormuş. Demek ki Ahuşen onun gözlerindeki acıya dayanamamıştı.
Güllaç hıçkırıklarının arasından "Ahu'yu bıraksanız üst katta bir gün boyunca aralıksız ağlar. Yanına giderseniz girdiği odanın kapısını kilitlediğini göreceksiniz." dedi. "Aras ne olur onun yanına git! Ben bu halde gidemem."
Üst kata çıkmak için harekete geçerken "Merak etme Güllaç. Ben onunla ilgilenirim." dedim. Üst kata çıktığımda sadece benim odamın kapısının kapalı olduğunu gördüm. Diğer odaların kapısı ardına kadar açıktı. Odamın kapısını açmak için elimi kapı koluna götürdüm, tıpkı Güllaç'ın dediği gibi kapı kilitliydi. Ahuşen kendisini benim odama kilitlemişti. Sırtımı duvara yaslayarak şakaklarımı okşadım.
"Ahu ben geldim. Yanında olmak istiyorum, kapıyı açar mısın?"
Çok kısık bir sesle "Beni böyle görmeni istemiyorum." dedi.
Yüzüme alaycı bir gülümseme yerleştirerek "Ben bugün herkesin en kötü halini gördüm. Hatta gördüklerimin gerçek olması çok garip." dedim. "Utanma benden!"
"Ben rahat rahat ağlamak için buraya geldim!"
Elimi yumruk yapıp "Bunu neden beraber yapmıyoruz? Dalya benim de arkadaşım değil mi Ahu?" diye sordum. Dalya benim de arkadaşımdı ve ben de en az Ahuşen kadar onun durumuna üzülüyordum. Ahuşen son soruma olumsuz cevap veremezdi. Dalya'yı ne kadar sevdiğimi o da biliyordu. Odadan ses gelmiyordu, vücuduma korku yerleşiyordu. Kapıya vurarak "Ahu orada mısın?" dedim. Sesimdeki endişeyi tüm çabalarıma rağmen gizleyememiştim.
"Buradayım."
"Kapıyı sen mi açarsın, yoksa ben mi kırayım?"
Birkaç saniye sonra kapının arkasından anahtarın sesi geldi. Kapı ses çıkarmadan ardına kadar açıldı ve direkt olarak onunla göz göze geldim. Gözlerinde tarif edemeyeceğim kadar büyük bir acı vardı. Sabah evden çıkarken açık bıraktığım camdan içeri giren rüzgar kıvırcık saçlarını uçuşturuyordu. Tek bir kelime dahi etmeden camın önündeki zemine oturup başını ellerinin arasına aldı. Kapıyı kapattıktan sonra ben de onun yanına oturdum. Dolu gözlerle ona baktım.
"İldeniz'e bakınca daha kötü oldun. Benim görmediğim bir şey mi gördün?"
"Gözlerinde suçluluk da vardı, ben onu gördüm. Dalya benim burnumun dibindeydi ve ben de Lösemi olduğunu fark edemediğim için kendime kızıyorum."
Parmaklarım gözünden süzülen yaşlara gitti. Sırtıma vuran serinlik umrumda değildi, yanımda teselli edilmesi gereken bir Ahuşen vardı. Birinin de beni teselli etmesi gerekiyordu ama buna Ahuşen'in daha çok ihtiyacı vardı. Önceden belirmesi gereken bir yara şimdi belirmişti. Geç geldiği için etkisi daha ağırdı. İnsanın ruhunu acıtıyordu.
"Hiçbirimiz onun kanser olmasını istemezdik, ondan hiç bu ihtimali düşünmedik. Kendini suçlamayı bırak artık!"
"Tedavisinin iyi gittiğini söyledi ama ben korkuyorum Aras!"
Onu kendime çekip sarıldım. Omzum onun gözünün yaşlarıyla ıslanıyordu, benimkinden akanlar da onun omzuna aynısını yapıyordu. Her gün gördüğüm Dalya nasıl kanser olabilirdi? O parlayan yeşil gözler nasıl içinde acı saklayabilirdi? Aklım birden bu şehirdeki ilk günüme gitti. Dalya telefonda karşısındaki kişiye bir şeyin dökülmesini istemediğini söylemişti, o gün anlamamıştım. Meğer dökülmesini istemediği şey saçlarıymış. Bu benim aklıma nasıl gelmemişti?
"Biz... Biz onun moralini iyi tutarsak o da umutlu olmaya devam eder. Dalya asla pes etmez!" dedim cebimden çıkardığım peçeteyle gözümün yaşını silerken.
"Benim onun pes etmesine fırsat vereceğimi mi sanıyorsun?"
"Hayır!"
O sırada kapı açılınca ikimiz de o yöne baktık. İldeniz elinde bir bardak suyla bize doğru geliyordu. Gözlerinin hedefi doğrudan Ahuşen'di. Suyu Ahuşen'e getirdiğini düşündüm çünkü ona bakarken daha bir hüzünlü bakıyordu. Onun kötü yanını gösterdiği tek kişi Asalbike'ydi, onu görünce gözleri bir korkunç oluyordu. Tahmin ettiğim gibi bardağı Ahuşen'e uzattı. Ahuşen şaşkın şaşkın "Teşekkür ederim." dedi. İldeniz elini kalbine götürüp benim yanıma oturdu. Bu sefer kapıda Levent gözüktü, Güllaç yanında değildi. Daha önce İldeniz'in açık bıraktığı kapıyı o kapattı. Onun da gözleri bir şelaleye dönüşmüştü. Yavaş yavaş yıkılıyordu.
"Güllaç'ı yalnız mı bıraktın?" diye sordu Ahuşen sert bir ses tonuyla.
Levent ikimizin tam karşısına oturup sırtını yatağıma yaslayarak "Sakinleştirici verdim, odamda uyuyor. Dinlenmeye çok ihtiyacı vardı." dedi. Onun gözlerinde ise suçluluk vardı, bu da Ahuşen içindi. Kahve vermesinden sonra barışma konusu bir daha açılmamıştı. Levent kendini affettirmek için gelmiş olmalıydı. Birinin kalbini kırdığında içi kötü olurdu.
Ahuşen kendi kendine "Sakinleştiriciye Haziran ayında da ihtiyacı olacak!" diye mırıldandı. İçimden Levent'in bu cümleyi duymaması için dua ettim. Her şey yeterince kötüyken bir olayın daha ortaya çıkışını kaldıramazdım. Levent gür kaşlarını havaya kaldırıp yutkundu.
"O zaman ona sakinleştiriciyi ben veremeyeceğim. Hatta belki hayatımın geri kalanında yanına yaklaşamayacağım."
"Şüphelendiğinin farkındasın değil mi?"
"Farkındayım."
Levent derin bir nefes aldı. Ruhen çok yorgundu, her şey üst üste gelmişti. Dalya'nın onu korurken kendi sırrını açık etmesi onu çok etkilemişti. Eğer Ahuşen'le arası düzelmezse bu içerisinde olduğu süreçten çıkması zorlaşacaktı. Gözlerini Ahuşen'in yüzünde gezdirerek "Bırak beni. Senin iyi olman gerekiyor." dedi. Her kelimesine dikkat ederek konuşuyordu, her şeyi iyice berbat etmekten korkuyordu. Ahuşen başını omzuma koydu.
"Cam açıkken saçlarıyla oynamasından bir şeyler olduğunu anlamıştım. İşte her mutlu olmaya çalıştığımda aklıma acı bir detay geliyor."
İldeniz ona bakmadan kısık sesle "Ben bir terslik olduğunun farkındaydım ama onun bana itiraf etmesini bekliyordum." dedi. "Kendi ellerimle onu hastaneye bıraktım ama yine anlamadım."
Geçmişteki güzel günlerimizin içinde de meğer kötü bir şey varmış. Arada bize göz kırpmış ama biz görmemişiz. Eğer daha dikkatli olsaydık her şey daha iyi olabilirdi, Dalya şu an kendini eve kapatmış olmazdı. Benim arkadaşım benim yanımdayken benden uzak acı çekmiş olmazdı. Yanında olduğumuz için hastalığına üzülmeye vakti kalmazdı. Oturuşumu düzelttim.
"Gerçeği söyledikten sonra bizi teselli etmek için iyileşme aşamasında olduğunu söylemesini aklımdan hiçbir şekilde çıkaramıyorum. Dalya'nın üzülmemesi için kendimizi toparlamamız gerekiyor."
İldeniz yan yan bana bakıp "Ben kolay kolay toparlanamam. Dağıldım ben! Parçalarım bir yerlere saçıldı, ben bulamıyorum!" dedi.
Levent ensesini kaşımaya başladı. Her zamankinden daha hızlı kaşıyordu, galiba kendi canını acıtmak istiyordu. Ahuşen de şaşkınlıkla ona bakıyordu. Levent alaycı bir ses tonuyla "Asıl ben hiçbir zaman toparlanamayacağım. Değer verdiğim herkesi kaybediyorum." dedi. İçimden Ahuşen'in ona acıması için dua ettim. Levent'in gözlerine yaşlar yine hücum etmişti. Gerçekten kimi teselli edeceğime karar veremiyordum!
"Aynı şey bir daha olsa başka birine yine aynısını yapar mıydın?" diye sordu Ahuşen.
"Yapmazdım. Gerekirse dövülen kişi ben olurdum ama yine hiçbir şey yapmazdım."
Ahuşen gözlerini kısarak ona baktı. Levent'e güvenip güvenemeyeceğini anlamaya çalışıyordu. Onu anlayabiliyordum, ev arkadaşının mutlu olmasını istiyordu. Kimse arkadaşı için kötünün olmasını istemezdi. Levent, Ahuşen'e yaklaşarak "Lütfen Ahuşen... Lütfen güven bana! Yaptığım tüm saçmalıklar için özür dilerim. Dalya ve sen olmadan bu süreci zor atlatırım." dedi. Ahuşen tehditkar bakışlarla onun dolu olan kahverengi gözlerine baktı. Levent korktuğunu dişlerini alt dudağına geçirerek belli etti. "Ben çocuk ruhlu arkadaşımın kalbinin kırılmasını istemiyorum Levent."
"Onu kırmak için yaptığımı düşünmüyorsun değil mi?"
"Tabii ki düşünmüyorum!" dedi Ahuşen kaşlarını çatarak. "Öyle düşünseydim baştan sevgili olmanızı engellerdim."
"Ne var o zaman Ahuşen? Beni Aras'tan daha önce tanıdın, o zamanlar da sana karşı bir kötülüğüm olmadı."
Levent hüngür hüngür ağlamamak için kendisini zor tutuyordu, sesinden bunu anlayabiliyordum. Son iki haftadır yaşadıkları onu yıpratmıştı. İşin kötüsü sevgilisine karşı rol yapmak zorunda kalıyordu. Ahuşen öyle bir gizemli konuşuyordu ki ben bile ne söyleyeceğini kestiremiyordum. Eğer Levent kendisini ona affettirirse geriye özür dilemesi gereken tek kişi olarak Dalya kalacaktı. Haziran ayını saymazsak tabii!
İldeniz başını Ahuşen'e doğru eğip "Ahu daha fazla uzatma sen de! Yıktığı yerleri toplamaya çalışıyor, bırak toplasın. En azından sağlığı yerindeyken to... toplasın." dedi. Ardından kafasını dizlerine gömdü. Yanında oturduğum için hıçkırıklarını duyabiliyordum. Onu zorla bacağıma yatırdım, hiç itiraz etmedi. Mavi gözlerine bakınca yutkunmaktan edemedim. Ahuşen acıyan gözlerle ona bakıyordu.
"Dalya'nın kötü gününde yanında olamıyorum Ahu. Yanımda sen varken senin de mi yanında olmayayım?" dedi Levent çocuksu bir ses tonuyla.
"Bir daha hiçbir arkadaşımı dövmeyeceğine söz verirsen seni affederim. Bir de Güllaç'ın kalbini kırabileceğin başka bir hareketini görmeyeyim!"
Levent duruşunu dikleştirerek "Söz... Söz veriyorum! Her ikisi için de!" dedi.
Ahuşen kollarını iki yana açarak "Şimdi gel bana sarıl benim salak ama güzel kalpli arkadaşım!" dedi. O an gülmemek için dudaklarımı birbirime bastırdım, gülünecek bir zaman değildi. Levent elinin tersiyle gözünden akan yaşları silip kendisinden isteneni yaptı. Ahuşen demek ki bir haftadır bu anı beklemişti. Ben onları İldeniz'in dağınık saçlarını düzelterek izliyordum. Levent burnunu çekip "Neden bana Asalbike'nin seslendiği gibi seslendin?" diye sordu. Ahuşen onun sırtına bir yumruk attı, Levent geri çekildi.
"Ah! Neden yaptın bunu şimdi?"
"Asalbike sana güzel kalpli mi dedi?" dedi Ahuşen kaşlarını yukarı kaldırarak.
"Hayır! Bunun için mi sırtıma vurdun?"
"Ah Levent ah! Beni nasıl Asalbike'ye benzetirsin!"
Levent buruk bir gülümsemeyle "Tamam tamam, az önce söylediğimi geri alıyorum. Yeter ki başıma daha fazla kötü şey gelmesin!" dedi. Tüm dertleri yok olsa bile onun bir derdi yerinde sabit kalacaktı. Benle göz göze gelince diğer bacağıma kafasını koydu, anlaşılan bugün ev arkadaşlarımı teselli etme görevi bendeydi. Diğer elimle Levent'in saçlarını karıştırdım. Ahuşen de başını omzuma koymuştu. Hepsinin içindeki acıyı ben taşıyormuşum gibi hissediyordum. Bu oda ilk defa beni bu kadar mutsuz ediyordu.
"Keşke şu an yaşananlar gördüğüm bir kabustan ibaret olsa." dedi İldeniz titreyen sesiyle.
Levent gözlerini yumdu ve "Ben son yaşadığım bir haftanın kabus olmasını isterdim." dedi. Onun da sesi titremişti.
"Haziran ayı hepimizin hayatında büyük bir etki yaratacak, bunu hissediyorum. Dalya'nın tedavisinin olumlu gidişat göstermesi biraz olsun teselli ediyor. Güllaç konusunda ben de endişeliyim çünkü kız şüphelenmeye başladı!"
Ahuşen, İldeniz'in son cümlelerine karşılık olarak "Dalya'nın bana şu an ihtiyacı var ama kaçıyor. Güllaç'ın gelecek ay bana ihtiyacı olacak ama ben bunu bildiğim halde ona söyleyemiyorum. Benim bir şekilde bugün eve girmem lazım!" dedi. İldeniz de gözlerini kapatıp yutkundu. Ahuşen yanımızda olduğu için tepkilerine dikkat ediyordu, onun moralini yerine getirmeye çalışıyorduk.
"Hayır Ahuşen. Şu an sizi görmek onu çok üzer."
"Aklım onda kaldı."
"Benim de... Benim de Ahuşen! Fakat inan oraya gitmemizin sonuçları kötü olacak."
Ahuşen derin bir nefes alıp bitkin bir şekilde verdi. Nefesinin sıcaklığı yanağıma gelmişti. Levent'in kapalı gözlerinin arasından yaşlar süzülmeye devam ediyordu, İldeniz'in de öyle. Tabii ortamın havası beni de etkilediği için benim de gözlerim tekrar yaşarmıştı. İçimin kemirildiğini hissediyordum, acaba Dalya da mı böyle hissediyordu? Bizim yanımızda mutlu olurken aslında içinden kanser olduğu için ağlıyor muydu? Cevabı çok iyi biliyordum, aslında siz de biliyorsunuz. Dalya'nıın içi kemirilmişti. Dışarıdan ondan hiçbir şey anlaşılmamıştı.
"Dün çok kötü bir kabus gördüm." dedi Levent dudaklarını büzerek.
Hepimiz aynı anda "Ne gördün?" diye sorduk.
"Hani doğum gününü kutladığımız yer var ya... İşte tam oradaydık. Karşımda o vardı. Suyun içindeydi ama ayakta duruyordu, elbisesinin üst kısmı kuruydu. Bal rengi gözlerinde nefret vardı. Sanki benden tamamen soğumuş gibiydi, benden ya benden! Ona doğru bir adım atıp "Neden bana kötü kötü bakıyorsun?" diye sordum. Bir süre bana hiçbir şey söylemeden bakmaya devam etti. Ben de suyun içine girdim ama hiç tepki vermedi. Sonunda "Senden nefret ediyorum artık. Güvendiğim dağlara kar yağmış ama ben o dağdaki barakadaymışım." dedi. Sesinde öyle bir kızgınlık vardı ki uyandığımda aklıma çoktan kazınmıştı. "
Bir süre hiçbirimiz bir şey söylemedik, daha doğrusu söyleyemedik. Levent'in rüyasında Güllaç tam gerçekte konuştuğu tarzda konuşmuştu. Onun doğum gününü kutladığımız yerde deniz vardı ve Levent'in anlattığına göre denizin içine girmişti. Gerçekten çok kötü bir kabustu. Ahuşen bir eliyle saçını düzeltip "Bu konuşma şekli gerçekteki konuşma şekline çok benziyor ve bu korkutucu. Aklınızın çok karıştığını biliyorum ama şimdilik Dalya'yı konuşmamız gerekiyor." dedi. Sıkıntılarımızın çokluğundan hangisini önce konuşmamız gerektiğine karar veremiyorduk. İldeniz gözlerini tavana sabitleyerek Ahuşen'e cevap verdi.
"Haklısın, Dalya'nın moralini iyi tutmamız lazım. Eski günlerdeki gibi hep onun yanında olmalıyız."
"Asalbike acaba tüm sınıfa bu peruk olayını anlatmış mıdır? Dalya'nın bir de ona üzülmesini istemem." dedim titreyen sesimi düzene sokmaya çalışırken.
Levent başını iki yana sallayarak "Anlatamaz, buna cesaret edemez. İldeniz'le göz göze geldiği an korkuyor zaten!" dedi. "Son halini gördüğünde bile ardına bakmadan kaçtı."
Ahuşen tebessüm ederek "İldeniz'i tanımasam ben de onun bakışlarından korkardım." dedi.
İldeniz alaycı bir kahkaha attı. Bu kahkahası onu daha çok korkunçlaştırıyordu, Asalbike'nin neden ondan bu kadar korktuğunu şimdi anlayabiliyordum. Anladığım başka bir detayda İldeniz'in kahkahasında acının da kendisine bir yer edinmesiydi. Ahuşen ve Levent de bunu anlamış gibi suskunlaşmıştı. Kafamı arkamdaki duvara sert bir şekilde çarparken acımı umursamadan "Bu acıya bile şükreder oldum." dedim. İldeniz yutkundu.
"Ne ilginç değil mi? Acıların içinden acı beğeniyoruz."
İldeniz'in anlatımından... Bazen nefes alırken çok ama çok zorlanırız. Hayatımızdaki son anlarımızı yaşadığımızı düşünürüz, duvarlar üstümüze üstümüze gelir. Yaptığımız her şeye son yaptıklarımızmış gibi yaklaşırız. Hava serindir ama biz terden sırılsıklam oluruz, bizi öyle gören kişi başından beri yanımızdaysa eğer bu duruma hiç şaşırmaz. Zaten öyle hissetmemizin sebebini çok iyi biliyordur.
Ben işte tam olarak bu durumdayım. Aldığım nefesleri zorlanarak alıyordum, her hareket ettiğimde son hareketim olduğunu düşünüyordum. Ben böyleysem Dalya daha kötü bir durumdadır. Ben kendimi bugün böyle hissetmeye başlamıştım ama o hastalığını öğrendiği günden beri öyle hissetmeye başlamıştır. Kimseyi acısına ortak etmek istememişti, sevgilisiydim ama bana bile söylememişti. Bunun için ona kızamazdım. Zaten üzgündü, o haldeyken üstüne gitmek bana yakışmazdı.
Onu son görüşümün üzerinden saatler geçmişti. Aklımda düşen peruğun görüntüsü dönüyordu, ona durmasını söyleyemiyordum. Her şeyle alay eden Asalbike de o an şoka girmişti. Yani kimse onun kanser olduğunu tahmin edememişti. Son zamanlarda saçlarına daha özen gösteriyordu, saçlarına dokunmama izin vermiyordu. Keşke inat edip saçlarına dokunsaydım, keşke hastalığını daha o söylemeden fark etseydim.
Zihnimin yorgunluğu yüzünden gözlerimi açmak zorunda kaldım, uyuyamıyordum. En son Aras'ın dizinde uyuyakalmıştım. Yan gözle solumdaki camdan dışarıya baktım. Sabah olmak üzereydi, hava yas tutuyormuş gibi koyu bir renge bürünmüştü. Acaba bu evin tüm mutsuzluğu ona da sıçramış olabilir miydi? Mümkünse sıçramamış olsun, bari onun morali bozulmasın.
Evde bizim haricimizde Güllaç vardı. Levent ona en son sakinleştirici vermişti, çoktan uyanmış olabileceğini düşündüm. Onu en son salondaki koltukta bırakmıştık. Dalya'nın çok sevdiği bir arkadaşı olduğu için ve benim de bir arkadaşım olduğu için Güllaç'ı teselli etmem gerekiyordu. Önce elimi yüzümü yıkadım sonra fazla vakit kaybetmeden alt kata indim. İlk olarak salona girdim.
"Güllaç!"
Bir cevap gelmeyince salonun ortasına doğru yürüdüm. Daha önce onun yattığı koltuk şimdi boştu, Güllaç sakinleştiricinin etkisinden kurtulmuştu. İçimden eve gitmemiş olması için dua ettim. O eve gitmesi gereken kişi bendim. Aklıma bahçede olabilme ihtimali geldiği an koşarak bahçeye açılan kapıyı açtım. Bugün birçok şeyde yanılmıştım ama bu tahminimde yanılmamıştım. Güllaç tam havuzun kenarında oturuyordu, ayaklarını havuza doğru sarkıtmıştı. Yüzünü göremiyordum. Vücuduna ince, turuncu bir pikeyi şal niyetine sarmıştı.
"Oturma grubuna otursaydın keşke. Zemin soğuktur."
"..."
"İşte bu suskunluk çok şey anlatıyor!"
"Zeminin soğukluğu şu an umrumda olabilecek son şey İldeniz."
Sesi titremişti. Sadece zemin değil, Güllaç'ın içi de soğuktu. Zihninden geçenler onun bir anda üstesinden gelebileceği kadar basit değildi. Birinin onu o soğuk ortamdan kurtarması gerekiyordu, bu görev şimdilik bana düşüyordu. Ona bir karşılık vermeden yanına oturdum. Bal rengi gözleri koyu bir renge bürünmüştü. Bana değil, önüne bakıyordu. Yanaklarından aşağı yine yaşlar süzülüyordu. Kaşlarımı çatarak başımı ona tamamen çevirdim.
"Kendine çok zarar veriyorsun. Sen bizim neşemizsin, seni böyle görmek istemiyorum."
"Ben de Dalya'nın Lösemi olduğunu kendi gözlerimle görmek istemezdim."
Sesindeki hayal kırıklığını sanki kendi sesimdeymiş gibi hissettim. İçime bir yara açılmıştı, kanamıyordu ama çok acı veriyordu. Bunu dışarıya yansıtacak olsaydım şu anki amacıma ulaşamazdım. Bu olaydan bir yara aldığımı zaten biliyordu, tek yapmam gereken bunu şimdilik bir çekmeceye kaldırmaktı.
"Ben hem onu hem de son zamanlarda olanları görmek istemezdim."
Şüpheci bakışlarını bana yönlendirerek "Son zamanlarda ne oldu İldeniz?" dedi. "Bilmediğim bir şey mi oldu?"
Resmen pot kırmıştım. Bu durumdayken bile her söylediğimin altında bir anlam arıyordu, çok zekiydi. Gözlerimi büyütüp başımı sol omzuma yatırdım.
"Son birkaç aydan bahsetmiştim. Senden neyi saklayayım ki?"
"Neyse... Şu an benim seni teselli etmem gerekirken olduğumuz durum tam tersi."
"Dalya olsaydı seni teselli etmemi söylerdi." dedim sırıtarak. "Aslında burada olsaydı direkt olarak o teselli ederdi ama şimdilik benimle yetinmen gerekiyor."
"Senin teselli etmen de güzel."
Kaşlarımı kaldırarak "Evdekileri hallettim, sıra sende. Buradan gülümseyerek kalkmanı istiyorum." dedim.
Gözlerini devirip "Başarabileceğimi sanmıyorum ama deneyeceğim." dedi. "Senin o umut dolu masmavi gözlerinin hatrına!"
Umutla baktığımı o söyleyene kadar anlayamamıştım. Onunla konuşmanın bana iyi geleceğini düşünüyordum. Pozitifliğin bir simgesi olsaydı bu kesinlikle Güllaç olurdu. Tam Levent'e yakışan biriydi.
"Dalya senin bu halini görmeyi istemez. O senin hep yüzünün gülmesini, mutluluktan ağlamanı ister."
"Peki Levent kanser olsaydı sen ne yapardın?"
"Şu an nasılsam o zaman da öyle olurdum. Dalya'nın sevgilim olduğunu unuttun galiba!"
" Of kafam yerinde değil işte!"
Üstündeki ince battaniye daha sıkı sarıldı. Hava onun üşüyeceği kadar soğuk değildi ama titriyordu. Onu eve girmeye ikna etmeyi düşündüm. En azından üşümesi kesilirdi, belki Levent'i de uyandırırdım. Derin bir nefes alarak "Eve girmek ister misin?" diye sordum. Bir süre umursamamazlıktan geldikten sonra bir cevap beklediğimi anlamış gibi başını iki yana salladı. Bir an önce onu bu ruh halinden çekip çıkarmam gerekiyordu.
"Açık havayı tercih ederim."
"Ben de o zaman senin yanında durmaya devam etmeyi tercih ederim." dedim inatla.
"Yalnız bırakmamakta kararlısın yani?"
Gözlerimi kısarak "Arkadaşlarımı yalnız bırakmam ben, yakışmaz bana." dedim. "Dökül bakayım!"
"Ben zaten dökülmüş bir durumdayım İldeniz. Nereye döküldüğümü bilmiyorum, bilsem bile toplayabilecek halde değilim. Sen de öylesin biliyorum."
Gerçekten ben de öyleydim. Adımda geçtiği gibi bir denize dökülmüştüm, bu deniz kapkaranlıktı. İçinde sadece sevdiğim insanlar vardı. Onlar bu denizde boğuluyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Denizin en sonunda Dalya gülümseyerek bana bakıyordu, ben ona doğru dökülemiyordum. Bu düşüncem gözümü yaşartmıştı. Güllaç battaniyenin içinden bana bir peçete uzattı. Alırken ona şaşkın şaşkın baktım.
"Bakma öyle! Sonuçta ben buraya ağlamaya geldim. Hem peçetenin bir amacı da yaşaran gözü silmektir."
"Beraber ağlıyoruz işte. Ne güzel bir dostluğumuz var."
Zoraki bir gülümsemeyle "Birimizin ağlamayı kesmesi gerekiyor. Yoksa saatlerce bu döngü devam eder." dedi. "Bu durumda... Sen ağlamayı bırak artık!"
"Sen bırakırsan ben de bırakırım. Başka türlüsü mümkün değil."
"Ya bırakmazsam?"
"Evdeki peçete stoğunu bitiririz."
Kahkaha atmaya başladı, ben de kendimi tutamadım. Ağlanacak halimize gülmek tam anlamıyla buydu. Aslında amacım Güllaç'ın eski neşesini yerine getirmekti ve galiba bunu başarmıştım. Boğazımı temizledikten sonra "Bana bak Naroğlu! Bir daha böyle mutsuz olduğunu görürsem Asalbike'yi görünce gözlerime yerleşen bir bakış var ya hani? İşte o bakışı artık sana da yollarım." dedim. Sustu, şaşkınlıktan gözleri büyümüştü. Sesimdeki tehditkar tını onu ürkütmüş olmalıydı.
"Şaka yapıyorsun değil mi?"
"Hiç olmadığım kadar ciddiyim Naroğlu."
"Eyvah! Bu arada bana neden soyadımla hitap ediyorsun?"
Yüzüme korkunç bir ifade yerleştirdim. Güllaç'ın dikkati artık Dalya konusundan uzaklaşmıştı. İnsanların benim bakışımdan korkması bazen çok işime yarıyordu. Oysa ben en az korkulması gereken insanlar arasında ilk sıralardayım. Kaşlarımı havaya kaldırarak "Eğer şu an mutsuz olmak yerine beni teselli etmezsen sana hep Naroğlu derim. Hatta günün birinde Levent'le evlenirsen Alıngan derim!" dedim. "En iyi sen teselli edersin diye yanına geldim. Kıymetimi bil!"
Yüzüne sempatik bir gülümseme yerleştirip "Gerçekten öyle mi düşündün?" diye sordu. "Vay arkadaş buna bile sevinemiyorum!"
"Gerçekten. Bak evde o kadar insan varken senin yanındayım."
"Benim de şu an kızlarla Eskişehir yolunda olmam gerekiyordu."
Kaşlarımı çatarak ela gözlerini inceledim. Gayet normaldi, hiç şaka yapar gibi bir hali yoktu. Üstüne üstlük bu gezi planının içinde Dalya da vardı. Şimdiye kadar bu plandan haberim yoktu, bence Aras ve Levent'in de haberi yoktu. Hiç yanımda Eskişehir konusu açılmamıştı. Bir cümle üzerinden böyle bir çıkarım yapmam yanlış olurdu.
"Sadece üçünüz mü Eskişehir'e gidecektiniz?"
"Size de haber verecektik ama bu olaydan ötürü fırsat bulamadık."
Unutulmadığıma sevinmiştim. Hepimizin bir arada olduğu bir gezi bünyemize çok iyi gelirdi. Bu şimdi olmasa bile yakın zamanda olmalıydı, bunun için bir karar vermiştim. Oturuşumu düzeltirken "Söz... Söz veriyorum, şu süreci atlattığımızda sen Eskişehir'e gideceksin. Ben götüreceğim. Bizimkiler de gelir." dedim. Güllaç'a verdiğim sözü zihnimin bir köşesine kazıdım, verdiğim sözü tutamazsam kendimi kötü hissederdim. Güllaç elini ağzına götürüp baştan aşağıya beni süzdü. Galiba beni ciddiye almamıştı. Yüzüme alaycı bir gülümseme yerleştirerek yaşlı gözlerimle doğrudan onun gözlerini hedefledim. "Neden bana öyle bakıyorsun? Arkadaşlarımı toplayıp gezme fikrim sana şaka gibi mi geldi? Eğer bu verdiğim sözü unutursam gel küs bana."
"Ben..." dedi içinde bulunduğu şoktan sıyrılarak "Senin bu durumdayken böyle konuşmana şaşırdım."
"Herkes yıkıldı, ben de yıkıldım. Dalya bizden bunu istemiyor. İşte onun bu olanlardan ötürü kendini suçlamaması için bizim kendimizi düzeltmemiz gerekiyor."
"Haklısın."
"Ve benim Dalya'nın yanına gitmem gerekiyor."
Oturduğu yerden kalktı. Vücuduna sardığı pikeyi düşmemesi için sımsıkı tutmuştu. Bir süre benimle konuşmadan havuzun çevresini turladı. Daha önce Levent'le de bu anın benzerini yaşadığını duymuştu. Ama bunu yaptığında Levent'e sinirliymiş. İlginç bir şekilde yüzünde hiç kızgınlık belirtisi yoktu, gökyüzünü incelemesinden ötürü düşünceli olduğu anlamını çıkarmıştım. Zaten bana kızması için bir nedeni yoktu. Ani bir hareketle yanımda durup bana baktı.
"Tek mi gideceksin?"
Biraz düşündükten sonra "Aras ve Levent de gelebilir aslında." dedim. "Kendimi yalnız hissetmemiş olurum."
"Onlar seninle gelmesin."
"Tamam, tek giderim."
Derin bir nefes alarak "Lan hayır! Ben de seninle geliyorum." dedi. "Yenge desteği şart!"
İstemsizce bir kahkaha attım. Bu onu da gülümsetmişti, ruh hali çok hızlı değişiyordu. Bence bu iyi bir şeydi. Ayağa kalkıp "Enişten olarak arabama gitmeyi tavsiye ediyorum." dedim. Sesimin neşeli çıkmasına dikkat etmiştim. Güllaç'ı içindeki hüzünden uzaklaştırmak için uğraşıyordum. Gelecek ay belki bunu başaramayacaktım, hatta belki hiçbirimiz başaramayacaktık. Her şeyin ortaya çıkacağı gün gelmeden bir şeyleri başarmak zorundaydım. Arkadaşlarımın mutsuzluğu benim de mutsuzluğum demekti.
"Eniştemin tavsiyesine uyayım bari! Bazen tavsiyeye uymayanlar çok yanlış yönlere gidiyor." *** İçimdeki mutsuzluk beni kendisine hapsetmişti. Önümdeki parmaklıkları aşamıyordum, bir güç bunu engelliyordu. Bir suçum yoktu ki benim! Neden önüme engel koyulmuştu? Önümde kesinlikle hayalet bir engel vardı. Bu hayalet engel yüzünden Dalya'yla konuşamıyordum. Ama unuttuğu bir şey vardı! Dalya için ben her engeli aşardım, tıpkı şimdi olduğu gibi.
Hava artık daha aydınlıktı. Kuşlar daha çok ötüşmeye başlamıştı. Bir hafta önce kıyametin koptuğu otopark biraz boştu, anlaşılan komşular erkenden evlerini terk etmişti. İlk defa bu mahalle bu kadar sessizdi. Dalya için üzülmüş olabilirler miydi? Bilselerdi belki üzülürlerdi. Burada yaşadığı süreçte Dalya'nın iyi anlaştığı komşularının da olduğuna emindim. Komşularıyla hiç tanışmamıştım.
Arabadan indikten sonra göz ucuyla Güllaç'a baktım. Evinin olduğu mahalleye gelmemize üzülmüş gibi gözüküyordu. Bal rengi gözlerini hüzünle otoparkın çıkışından bana çevirdi. İç sesiyle bana bir şeyler söylüyordu ama ben anlayamıyordum, keşke içini okuyabilseydim. Gözlerinde kısa bir süreliğine şüphe gördüm ama sonra bu meraka dönüştü. Bulunduğumuz konumdan ötürü onun bu hali beni biraz korkutmuştu.
"Geçen hafta Tolga'yı burada uğurlayamadım. Şu an aklıma bu geldi ve daha çok üzüldüm." dedi pişmanlık dolu bir sesle. Geçen hafta olay günü onu kim aramışsa iyi ki aramıştı. Tabii bunu sesli olarak ifade edemezdim.
"Nasip değilmiş. Bir daha gelmek isterse o zaman uğurlarsın."
"Neden gelmek istemesin? Gelmek istememesi için bizim burada adam dövmemiz lazım."
"Doğru!" dedim boğazımı temizleyerek. "Biz adam dövmeyiz burada."
"Ama komşular döver değil mi İldeniz?"
Otoparktan çıkmıştık. Onların evine ulaşmamıza az kalmıştı, Dalya'ya kavuşmama da öyle. Güllaç'ın son sorusu yüzünden yanaklarımın kızardığını hissetmiştim. İlk defa onunla böyle bir duruma düşmüştüm ve ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Tek bir hatamda Levent'in başını derde sokabilirdim. Kaşlarımı kaldırıp "Komşuların da bazen hataları olabiliyor." dedim. Bıyık altından güldüğünü fark ettim, bu cümleden bir soru daha ortaya çıkarmaması beni sevindirmişti. Ben ondan kurtulmuştum ama Levent kurtulamayacaktı.
"Biz eve girince Dalya kızar mı?"
"Saçmalama! Ne hakla evime girmeme kızacak?"
"Haklısın."
Evin bahçe kapısı tam karşımızda duruyordu. Evdeki tek hareketlilik ön cepheye bakan odanın açık camındaydı. Perdesi dışarıya doğru uçuşuyordu, bu oda Güllaç'ın odasıydı. Dalya'nın odasının camı arka cepheyi görüyordu. Güllaç gözlerini devirerek "Dün evden çıkarken odamın camını kapatmayı unutmuştum. Umarım Dalya üşümemiştir." dedi. Açık bıraktığı camın arkadaşına olumsuz etkisini düşünmesi beni gülümsetmişti. Tahta kapıyı elimle itip evin kapısına usul usul yaklaştım. Anahtarım olmadığı için yan yan Güllaç'a baktım.
"Anahtarın yanında mı?"
"Evet."
Elini çantasının derinliklerine attı. Birkaç saniye sonra çıkardığı anahtarı bana gösterdi. Başımı sallayarak kapıyı işaret ettim, fazla vakit kaybetmemeye kararlıydım. Bu kapının ardında Dalya'nın olduğu gerçeği kalbimin küt küt atmasına neden olmuştu. Yeşil gözlerini onu görmediğim kısa sürede çok özlemiştim. Özlenmeyecek gibi değildi ki...
"Önce sen gir İldeniz." dedi Güllaç kenara çekilirken.
Bir karşılık vermeden evin içine gittim. Kalbimin gürültüsünü artık duyamıyordum. Evin içinde ses yoktu ama buna rağmen duyamıyordum. Ayaklarım zemini incitmek istemiyormuş gibi ağır ağır hareket ediyordu. Gözlerim daha onu görmeden yaşarmıştı. Salonun her köşesinde bulanık görüşümle onu arıyordum, yoktu. Üst katta olmalıydı. Alt katta olsaydı kapının sesini duyardı ve karşıma çıkardı. Kalbimin atışını tekrar duymaya başlamıştım, bence bu sefer Güllaç da duyuyordu.
"Güllaç! Ya da Ahu! Hanginiz geldi?"
Bağırdığı için sesini çok rahat bir şekilde duymuştuk. Tahminlerime göre üst katta merdivenin ilk basamağındaydı. Güllaç'la birbirimize baktık, onun da gözünden yaşlar süzülüyordu. Evin ortasındaydık. Aynı zamanda bir hüzün sarmalının ortasındaydık. Bizi bu sarmaldan kurtarabilecek tek kişi Dalya'ydı, başka birisi bizi anlayamazdı. Sesimin titremesini engelleyemeden sorusunu bağırarak cevapladım.
"İl... İldeniz olmaz mı? Beklemiyordun ama geldim işte! Yapamadım Dalya yapamadım!"
"Sen... "
Şaşırdığını sesinden anlamıştım. Güzel sesini duyduğum an aslında biraz rahatlamıştım, saatlerdir duymamıştım. Önümüzdeki tek engel merdivendi, üst kata çıkmak için kendimde yeterli gücü bulamıyordum. Acaba o da mı şu an aynı durumdaydı? Keşke cesaret edip üst kata çıkabilseydim. Güllaç elini omzuma koyup sıktı. Bu "Her şey yoluna girecek." demekti.
"İçimi, yaşam enerjimi ve tüm neşemi kemiren bu hastalıkla baş başa kalmıştım. Keşke gelmeseydin!"
Dalya bağırarak bunu söyledikten sonra ayak seslerini duydum. Merdivenden aceleyle iniyordu. Kalbime giren sancıdan ötürü ona cevap veremiyordum, çok ağır bir cümle kurmuştu. Güllaç boşta kalan eliyle ağzını kapatmıştı. Bu sırada Dalya merdivende gözükmüştü.
Güllaç hıçkırıklarının arasından "Seni... Seni bir günde çok özledim!" dedi.
Dalya peruğunu çıkarmamıştı. Yüzünde hiç makyaj yoktu, onu nadiren böyle görürdüm. Makyajsız haliyle de güzeldi fakat benim dikkatimi yorgun bakan gözlerinin altıydı. Gece boyunca uyuyamadığı belli oluyordu. Üstünde dün giydikleri vardı. Bana suçluymuş gibi bakıyordu, oysa onun bir suçu yoktu. Hiçbirimiz ona kızgın değildik. Konu ciddi bir hastalık olunca bizde akan sular dururdu. Aynı şeyi Dalya için söyleyemeyeceğim! Utançtan yüzü kıpkırmızı olmuştu. Tam önümde durduğunda bunu daha net görmüştüm.
"Size aylarca yalan söyledim. Neden bana kızgın değilsiniz? Kendimi kötü biriymiş gibi hissediyorum!"
"Dalya... Sen beni hiç tanıyamamışsın! Hasta olduğunu benden sakladın diye mi kızacağım?" dedim kaşlarımı çatarak. "Senin bu süreçte yanında olmak varken senden uzaklaşamam. Çok saçma... Gerçekten çok saçma!"
Gözlerini benden kaçırıp "İldeniz deme öyle!" dedi.
Gözünden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Aramızdaki mesafeyi kapattım, yeşil gözlerini yerden kaldırıp benim gözlerimle aynı hizaya getirdi. Elimi usulca yanaklarına koydum. Yaşları artık onun yanağını değil, benim elimi ıslatıyordu. Gözleri şaşkınlıktan büyümüştü. Bedeni titriyordu. Güllaç burnunu çekerek "Desin! Kanser olduğunu baştan söyleseydin bu evi ben hastaneye çevirirdim kızım! Her gün organik beslenirdik. Bir de bizi üzmek istememiş, bak bak!" dedi. Dalya boşta kalan eliyle peruğunu düzeltti.
"Her şeyi tamamen iyileşene kadar saklayabileceğimi sanmıştım. Yanıldım."
Başımı yana yatırarak "Perukla daha fazla saklayamazdın Dalya! Son zamanlarda garip davranıyordun. Zaten bizim bu saçın aslında peruk olduğunu anlayamamıza şaşkınım!" dedim. Saçları gözümde hiç değişmemiş gibiydi. Oysa ben birinin peruk taktığını hemen anlayabilen biriydim. Dalya'nın peruğu çok gerçekçiydi.
"Peruğum kendi saçımdan yapıldı. Onun için siz fark etmediniz. Tek fark eden kişi Tolga'ydı."
Güllaç'la aynı anda "Neee?" diye bağırdık. Zihnimin tam ortasına bir şimşek çakmıştı. Dalya aylardır gözümün önündeydi ve ben onun hakkında önemli bir detayı gözümden kaçırırken kısa süreliğine buraya gelen Tolga fark etmişti. Kendimi aptal bir insan gibi hissediyordum. Hatta gibisi fazlaydı! Aklımdaki sorular kanatlanmıştı.
"Tolga nasıl fark etti? Biz o sırada yanında mıydık? Ne olur ikinci sorumun cevabı olumsuz olsun!"
Dudaklarını büzerek tek nefeste "Peruğum yerinden oynamıştı. Ben onu düzeltirken Tolga bana dönmüştü. O sırada yanımdaydınız ama ben bir şekilde olayın üstünü kapattım. Tolga sağ olsun bir daha konuyu açmadı." dedi. Geçmişi anlatırken bana bakmakta zorlanıyordu. Galiba artık ben de Tolga'ya sinir oluyordum.
"Of ya! Böyle önemli bir konuyu nasıl bana söylemez!"
"Çünkü beni kimseyi mutsuz etmemek için bu peruğu taktığımı anlayacak kadar iyi tanıyordu."
Alaycı bir gülümsemeyle "Ben seni iyi tanımıyor muyum yani?" diye sordum. Büyüleyici güzellikteki yeşil gözlerini devirdi. Bu onun simge hareketiydi, tıpkı Levent'in sık sık ensesini kaşıması gibi. Bana sorumun cevabını gözlerini devirerek vermişti ama ben sesli olarak söylemesini istiyordum. Yüz ifademi değiştirmeden Güllaç'a dönüp "Ben Dalya'yı iyi tanıyor mu kanka?" dedim. Güllaç bir süre gözlerini kısarak bana baktı. İster istemez duruma şüpheli yaklaştığını düşündüm. Eve girdiğimizden beri pek konuşmamıştı.
"Tanıyorsun kanka." dedi kendinden emin bir ses tonuyla. "O alaycı gülümsemenin seni korkunç gösterdiğini de hatırlatayım bu arada."
Gözlerimi tekrar Dalya'ya çevirip tek kaşımı kaldırdım. Omzumun üstünden yardım dilenircesine Güllaç'a baktı. Her şeyden bir günlüğüne uzaklaştıktan sonra bizim ona tekrar hatırlatmamız onu bunaltmıştı. Ben de bunu yapmak istemezdim. Aklımdaki tüm soruların cevabını bulmak için onun üstüne gitmeliydim, başka çarem yoktu. O da beni anlıyordu. İnsanoğlunun görevi zaten bilinmeyenleri çözmekti.
"Tanıyorsun İldeniz! Şimdi gel üst katta sadece ikimiz konuşalım." dedi kaşlarını çatarak. "Daha konuşacağımız çok şey var." Asalbike'nin anlatımından... HAZİRAN OLAY GÜNÜ
SAAT: 14:50
YER: ÜNİVERSİTE KAMPÜSÜ Kalabalık ortamların olumsuz yanları vardır. Herkesin dikkati başka yerdedir. Fark edilmek için çaba harcamanız gerekir, genelde bu çabalar görmezden gelinir. İşte tam o an hayat bir tokat daha atar bize. Bu tokat çok ağır bir tokattır, tekrar ayağa kalkabilmek cesaret ister. Hayatımın bazı dönemlerinde kalabalıkta kendimi belli edebilmiştim. Nasıl mı? Kötüyü oynayarak!
Fakültenin çevresi kalabalıktı. Mezuniyet coşkusu kampüsü etkisi altına almıştı. Yüksek sesle çalan şarkılar yüzünden kimse çığlıklarımı duyamamıştı. Beni bir tek duvarlar ve o duymuştu. Duvarların eli kolu yoktu, onun da insana acıması yoktu. Aslında dün gece yaptığım şeyden ötürü bana acımamasını anlayışla karşılamam gerekiyordu. Elinde benimle ilgili iki kozu vardı. Eğer ona karşı bir hareket yaparsam bu hayat bana zindan olurdu.
Beni zorla Piyano Odası'na getirmişti. Koridorlarda da kimseyi göremediğim için ondan kaçamamıştım. Tehditkar mavi gözleri beni ürkütüyordu. İlk defa benimkilerle aynı renk gözlere sahip bir insandan korkmuştum. Odada karşıma geçip uzun uzun baktığında hızlı nefes almaya başlamıştım.
"Gerçekten suçunun cezasız kalacağını mı sandın Asalbike?"
"İldeniz!" dedim adını vurgulayarak. ""Bana ne yapacaksan yarın yap. Bugün ablamın nişanı var!"
Alaycı bir kahkaha attı. Gerçekten kafayı yemiş olmalıydı. Ablamın nişanı benim için çok önemliydi, o benim tüm güzel günlerimde yanımda olmuştu. Tek kardeşi ben olduğum için bana ihtiyacı vardı. Eğer İldeniz'den kurtulamazsam her şey çok kötü olacaktı.
"Senin gibi bir insanın özel etkinliklere katılması kötü sonuçlar doğurabilir. Eğer buradan çıkarsan tüm kirli işlerini medyaya söylerim. Kanıtlarım da var."
Titreyen sesimle "Ablam o benim, en özel gününde yanında olmalıyım. Sen... Sen acımasızın önde gidenisin!" diye bağırdım. Niyetim karanlıkta kalan iyi yönünü ortaya çıkarmaktı ama İldeniz'in değişmeyen yüz ifadesinden bunu başaramadığımı anlamıştım. Kısa bir süre sonra tek kaşını kaldırdı. Arkamdaki duvara bedenimi yasladım, çok korkmuştum. İçimden bir ses Piyano Odası'nda öleceğimi söylüyordu.
"Kızların evinin karşısındaki kütüphanenin kamera kayıtları senin benden daha acımasız olduğunu söylüyor. Bu kadar acımasız olmak için birinden özel ders mi aldın Çıngıraklıbike?"
"Adımın içine sıçmayı bırakın artık!"
Dayanamayıp göğsünü yumruklamaya başlamıştım. Onun ve zeka seviyesi düşük arkadaşlarının bana taktığı lakaplar sinirimi bozuyordu. İldeniz duruşunu hiç bozmadan ve beni engellemeden yerinde duruyordu. Gözümden akan yaşları koluma silerek "Ben bir şey yaptıysam haklı bir sebebim vardır." dedim. Başını yana yatırdığında onu yumruklamayı bıraktım.
"Dün gece yaptığının da mı haklı bir sebebi vardı? Galiba akıl hastanesini aramam gerekiyor."
"Hayır!" diye bağırdım. "Ben deli değilim!"
"Daha önce bir silahlı bir saldırgana Levent'e ateş etmesini söyledin. Açıkçası sen delisin, boşuna itiraz etme."
"O gün mantıklı sebeplerim vardı!"
Dışarıda çalan şarkı yerini daha enerjik bir şarkıya bırakmıştı. İnsanların kahkahalarını duymak beni çok üzüyordu. Aynı yerdeydik ama onlar mutluluktan dans ediyorlardı. Bense karşımda kaşlarını çatmış bir şekilde bana bakan İldeniz'i izliyordum. Tehdit ettiği için hiçbir şey yapamıyordum.
"Ahuşen'i zehirledin. Buna ne diyeceksin?"
"Keşke seni zehirleseymişim!"
O an bana öyle bir bakış atmıştı ki tir tir titremeye başlamıştım. Keşke içimden geçeni direkt olarak söylemeseymişim. İldeniz hiçbir zaman çözemediğim bir insandı, sağı solu belli olmuyordu. Dişlerinin arasından "Dün neyine yetmedi ya?" diye sordu. Aynı saniyede başka bir ses duymuştuk.
"Levent! Bırak beni!"
İldeniz'le birbirimize şaşkın şaşkın baktık. Koridordan gelen sesin sahibi Güllaç'tı ve sesinden kızgın olduğu anlaşılıyordu. Odanın kapısı açıldı, İldeniz odaya gireni görebilmek için başını hafif öne eğdi. İlk giren Güllaç olmuştu. Üstünde omuzlarını açıkta bırakan, etek kısmında dantel detayı olan siyah bir elbise vardı. Kaşları çatıktı ve gözlerinin çevresi ıslaktı. Ağlamıştı!
"Konuşacak bir şey kalmadı. Beni neden buraya getirdin?"
"Ben sandığın gibi biri değilim Güllaç."
Levent de odaya girip ardından kapıyı kapatmıştı. Üstündeki beyaz gömleğinin yakasındaki düğmeler kopmuştu. Kahverengi saçları dağılmıştı, onun da gözleri ıslaktı. Anladığım kadarıyla onu bu hale Güllaç getirmişti. Bugün herkes Piyano Odası'nda yüzleşecekti.
"Ne?" dedim kahkaha atarak. "Çok komiksin Levent!"
"Sen sussana yılan!" diye Güllaç bağırınca daha çok kahkaha attım. İldeniz'le göz göze gelene kadar devam ettim. Gözlerinde gördüğüm ünlem hiç iyi şeyler olmayacağını söylüyordu. Levent de bana ters ters bakıyordu. Güllaç geriye bir adım atarken "Gözümün içine baka baka yalan söyledin bana Levent! Sana güvenmekle hata yapmışım, seni sevmemeliydim." dedi. Şaşkınlığımı gizlemek için ağzımı elimle kapattım. İldeniz kısık sesle bir küfür ettikten sonra "Öğrenmiş!" dedi. Levent başını önüne eğdi.
"Bir aydır ben içimde çok savaş yaşadım. Hepsinde kaybettim. Şimdi yine mi kaybedeceğim?"
"Kaybettin bile! Senden alacağım intikamın sonucunda dünyadan izim tamamen silinecek."
Gözlerimi devirerek "Keşke hepinizin izi silinse!" dedim. Keşke demeseydim! Güllaç üzerime geldi, İldeniz yerinden kıpırdadı. Güllaç bluzumun omuz kısmından tutup beni hızla kendine çekerek "Dün yaşanan olayın bazı sonuçları olacak. Ondan buradasın!" dedi. Bluzumun omuz kısmı ani hareketinden ötürü yırtılmıştı. Sonra olan şeyi başta anlayamadım. Ta ki vücudum duvarla buluşana kadar! Güllaç beni duvara fırlatmıştı. Omuzlarımın acısından ötürü can havliyle bağırdım, kimse beni umursamamıştı. Kolumu piyanoya çarptığımdan ötürü o da acımıştı. İşte bu olanlar her şeyin fragmanıydı. Filmin kendisi acı ve hüzünle çok yakında vizyona girecekti.
"Benim sana can borcum var Levent. Onu da ödeyeceğim! Yarın benim cenazeme geleceksin." dedi Güllaç beni ürküten bir sesle. Güllaç ne demek istedi acaba?
Asalbike ilk defa kendi adı ile anlattı. İtiraf edin bölümün başından beri Asalbike ortalıkta yok diye sevinmiştiniz değil mi 🤭😂
Olsun geldi ve kaza günüyle ilgili yeni detaylar verdi size.
Peki ya İldeniz ve Güllaç sahnesi? İldeniz'in acısını dondurup Güllaç'ı düzeltmeye çalışması...
Bu bölümü umarım beğenmişsinizdir😇 Yorum okumaya bayılırım. Sizlerle yorumlarda buluşalım! Biliyorum yine mi Levent'i üzdün diyecekler çıkacak 😂😂😂
|
0% |