Yeni Üyelik
29.
Bölüm

Kamufle Olmuş Gerçek

@alpellal

Selaamm🤗

 

İki kitaplık düşündüğüm serinin son birkaç bölümünden birine hoş geldiniz! Bunu zaten geçen bölüm Gizemli Kişi'nin kim olduğunu öğrenince anlamışsınızdır. Bu kitabı yazmaya başladığımda Aras'tan küçüktüm şimdi ise onunla yaşıtım. 5 yıl falan olmuş bu kitabı yazmaya başlayalı. Neyse biz şimdi konumuza dönelim😊 Geçen bölümün sonu resmen kaostu. Daha önce böyle bir bölüm yazmamıştım. Umarım okuyunca beğenirsiniz🙏😊 *Bu bölümün afişini ben yaptım. Farkındaysanız Aras ve Levent siyah - beyaz. Bu kırgınlıktan ötürü. Güllaç ise onlardan uzakta, renkli. Onun fotoğrafı düşmek üzere. Bunun nedenini anlamışsınızdır bence:)

***

Aras'ın anlatımından...

Duvarlar hiçbir anlam ifade etmez. Saatlerce bir anlam çıkarmaya çalışırız duvarlara bakarak ama başarısız oluruz. Buna rağmen bir şey düşüneceğimiz zaman ya tavana ya da duvara bakarız. Bunu neden yaptığımız hakkında en ufak bilgim yok. Sabaha kadar karşımdaki duvara boş gözlerle bakmıştım. Duvardan bağımsız olarak aklımdan bir sürü düşünce geçiyordu. Ev halkı olarak bir bilinmezlik çukuruna düşmüştük. Bu çukura dün gece düştüğümüz için yaşadığımız şoku atlatamamıştık. Acaba dün gece yaşadıklarım bir kabus muydu? Yok, olamazdı. Levent'e bağırınca boğazımda bir acı hissetmiş olmam her şeyin gerçek olduğunun kanıtıydı. Acısını, gerektiğinde yasını ve sevincini paylaştığım arkadaşıma bağırıp çağırdıktan sonra eve dönmüştüm. Eve geldiğimden beri odamdan hiç çıkmamıştım. Kimse yanıma gelmemişti, evde hiç ses yoktu. Ne İldeniz'in ne de Levent'in sesini duymuştum. Levent'in son halini deli gibi merak ediyordum. Güllaç eğer gece olanları öğrenmişse Levent iyice kafayı yemiş demektir. Hemen telefonumu çıkararak merakımı giderdim.

 

Ben: Ahu uyandın mı?

 

Ahuşen: Uyandım.

 

Ben: Bizim ev sessiz. Sizin evde durumlar nasıl?

 

Ahuşen: Güllaç'ın olanlardan haberi yok, söylemedik. Bir şekilde bunu Levent'e söyle.

 

Gözlerimi şaşkınlıkla büyüttüm. Ben onların her şeyi Güllaç'a anlatacaklarını düşünmüştüm. Tabii bu Tolga'nın da bir şey anlatmadığı anlamına geliyordu. Özetle bugün okulda Güllaç'a Levent'le aramın kötü olduğunu belli etmemem gerekiyordu.

 

Ben: Neden söylemediniz? Siz ondan kolay kolay bir şey saklamazdınız.

 

Ahuşen: Eve döndüğümüzde onu bahçe kapısının önünde çay içerken bulduk. Çok mutluydu:)

 

Bir elimi alnıma koydum.

 

Ben: Köy yanarken deli!

 

Ahuşen: Delinin bizim evde olduğunu mu düşünüyorsun? Güldürme beni:)

 

Ben: Haklısın:)

 

Telefonumu cebime koydum. Ahuşen'in de Levent'e kızgın olduğunu anlamıştım. Dalya'nın kızgın olduğunu biliyordum ama Ahuşen'e şaşırmıştım. Dün sinirden ona bir şey söylemeden eve dönmüştüm. Benden istediğini gerçekleştirmek için ayağa kalktım. Levent'in odası benim odama yakındı. Onun yüzüne bakmakta zorlanacaktım, kendi hatam aklımdan çıkmıyordu. Koridorda yürüdükçe Levent'in sesleri kulağıma geliyordu. İldeniz'in sesi gelmiyordu, o da mı kendisini odasına kapatmıştı?

 

"Aras bile kızgın bana. Kimse kalmadı, Güllaç da öğrenmiştir."

 

Yutkundum. Levent kimse yanında olmadığı için kendi kendine dertleşiyordu. Bir an onu yalnız bıraktığım için kalbimin derinliklerinde acı hissettim. Acı çok kuvvetliydi. Odasının kapısı aralıktı, biraz uzaktan dinlemeye devam ettim. Ağladığını titreyen sesinden anlamıştım.

 

"Ben arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakacağım? Herkesi kaybettim."

 

"Tolga gelince böyle bir duruma düşeceğimi biliyordum!"

 

Daha fazla dayanamadım. Kapıyı elimle ittim. Levent'in ıslak kahverengi gözleri bana döndü. Kafasını yatağının başlığına dayamıştı, saçları dağılmıştı. Gözlerinin altı mosmordu. Beni görünce birkaç saniyeliğine gülümsedi. Ardından gülümsemesi kayıplara karıştı. Odanın içine doğru bir adım atarken gözlerimi ondan kaçırdım.

 

"Levent..."

 

"Ne oldu?" dedi acı çektiğini belli eden bir sesle. "Merak etme, senin arkadaşın olan Levent karşında duruyor."

 

Dün gece ona bağırarak söylediğim cümleyi hatırlatmıştı. Ona baktığımda gözlerinde pişmanlık olduğu için bana fazla kızgın olmadığını düşünmüştüm. Gözlerime duygusuz bir ifade yerleştirerek "Güllaç'ın haberi yokmuş." dedim. "Yani onun yanında aramızda bir sıkıntı yokmuş gibi davranalım."

 

"Desene tek sevgilim bana kızgın değil. Onunda hiçbir şeyden haberi yok."

 

Onun bu cümlesiyle beraber aklıma gelen düşünce yutkunmama neden oldu. Güllaç öğrenene kadar Levent hep onu kaybetme korkusuyla yaşayacaktı. Sevgilisine hiç mutlulukla bakamayacaktı. Yanında olmadığı her saniye kendisine "Ya öğrenmişse?" sorusunu soracaktı.

 

"Öyle." dedim.

 

"Tolga aslında Güllaç'ı değil Naz'ı övüyordu. Ben yanlış anladım."

 

Kahkaha attım. Gerçeği yeni görmesi bana komik gelmişti, baştan görseydi şimdi bu durumda olmayacaktı. Gülmemde Levent'e olan kızgınlığımın da etkisi vardı. Levent kaşlarını çattı.

 

"Sinirden gülüyorsun değil mi? Sen sinirlenince böyle gülersin."

 

"Evet biraz öyle oldu."

 

"Zamanı keşke geriye alabilsem."

 

Ben de kaşlarımı çattım. Yüz ifadem artık ciddiydi. İş işten geçtikten sonra hatasını anlaması bir yarar sağlamıyordu. Yaptığı şey çok yanlıştı. Sırf sevgilisini kıskandığı için birini dövmüştü, dövdüğü kişi sevgilisinin yakın arkadaşlarından biriydi. Ben Güllaç'ı biraz tanıyorsam Levent'i uzun süre affetmezdi.

 

"Sen bence şimdiden Güllaç öğrenince ondan nasıl özür dileyeceğini düşün." dedim. Kolumu yanımdaki duvara dayayarak "Kıracağın en büyük kalbin sahibi o."

 

"Her şey daha yeni düzelmişti. Bu sefer ikimizin de yüzü gülecekti."

 

"Ve sen yaptığın hatayla ikinizin de mutsuz olmasına sebep olacaksın."

 

Bana yalvaran gözlerle baktı. Kafasının içinin ne kadar dolu olduğunu tahmin edebiliyordum. Bir yerde ben de vardım, o söylemese bile biliyordum. Gözlerimi kısıp "Mutlu olan insanların acı çekişleri çok sancılı olur. O da mutlu bir insan." dedim. Benim Levent'i teselli etmem gerekiyordu ama tam tersini yapıyor gibiydim. Alt kattan zil sesi gelince başka bir şey söylemede merdivenlerden alt kata indim. İldeniz'in "Ben açarım!" dediğini o an duydum. Demek alt katta olduğu için üst katta onun için sesini duyamamıştım. Acaba eve kim gelmişti?

 

"Hoş geldiniz!"

 

Gelen kişi yalnız gelmemişti. Kızların olabileceğini düşündüm ama kimlerin geldiğini görünce yanıldığımı anladım. Karşımda Aybars ve Baybars duruyordu, arkalarında da yorgun gözlerle bana bakan İldeniz duruyordu. Dün gece o da hiç uyumamış olmalıydı.

 

Aybars mavi gözleriyle beni baştan aşağı süzerken "Sence biz hoş gelmedik mi?" diye sordu. "Gözlere bak! Gece hiç uyuyamadınız galiba."

 

İçimden "Dün gece olanları bilseydiniz bize hak verirdiniz." diye geçirdim. Bugün kafamın doluluğundan ötürü hiçbir şeydeki güzelliği göremiyordum. Zoraki bir gülümsemeyle "Kusura bakmayın. Şu sıralar zor bir süreç geçiriyorum, ondan biraz dalgınım. Hoş geldiniz!" dedim. İkizlerin yüzünde meraklı bir ifade aradım ama bulamadım. Sanki olanları biliyormuş gibiydiler. İldeniz de kaşlarını çatıp gözlerini kısmıştı.

 

Baybars üst kata çıkan merdivenler, bakarak "Levent kankam odasında mı? Onunla konuşmam gereken bir konu var." dedi. "Yalnız başına kafayı yemesin."

 

Başımı öne eğip "Evet, odasında." dedim. Evde Levent harici iki kişiydik ve ikimiz de onu teselli etmiyorduk. Sırf arkadaşımı yalnız bıraktığım için kendimi suçladım. O benim tüm acı günlerimde yanımdaydı. Ona kızgınlığımı bir kenara bırakıp yanına gitmeliydim ama bunu yapamıyordum. Ben başka bir şey söyleyemeden Baybars üst kata çıktı. Aybars elini sağ omzuma koyarak "Hava iyi. İkimiz bahçeye geçelim mi?" dedi.

 

Başımı sallayarak "Olur! Size biri bir şey mi söyledi?" diye sordum. "Baybars konuşmasaydı anlamayacaktım."

 

Bir şey söyleyemeden bahçeye açılan kapıdan çıktı. Ben de peşinden gittim. Güneş ile temas eder etmez gözlerimi kıstım. Kuş sesleri bu sabah daha fazla geliyordu, bahçedeki çiçeklerin kokusu bugün burnuma her zamankinden daha yoğun geliyordu. Benim şu an onların keyfini çıkaramayacağım acı bir gerçekti. Arkama döndüğümde şaşırdım. Aybars bana acıyan gözlerle bakıyordu. Aslında onun bakışlarında hüzün ve alaycılık da seziyordum.

"Yanıma otursana." dedi ve oturduğu koltuğu işaret etti. Dediğimi yaptıktan sonra vücudumu ona çevirip meraklı gözlerle baktım. Aklımda bazı sorular vardı. Sormam gerekiyordu.

 

"Baybars bana kızgın mı? Bana hiçbir şey söylemeden Levent'in yanına gitti."

 

"Sana kızması için bir sebep söyle."

 

"Levent'e dün çok yüklendim. Bugün ise onu yalnız bıraktım. Bence yeterli bir sebep!"

 

Kaşlarını kaldırarak "Levent'e neden o kadar kızdın?" diye sordu. "Bizi Ahuşen gönderdi bu arada."

 

Ahuşen mesajlaşırken bana bunu söylememişti. Levent'le pek konuşmayacağımı bildiği için ikizleri göndermiş olmalıydı. Büyük ihtimalle ikizler konuşmak için kendi aralarında bizi paylaşmışlardı. Peki ya Baybars bana kızgın mıydı? Cevabını alamadığım bu soru beni huzursuz etti. Aybars bunu anlamış gibi "Merak etme Baybars sana kızgın değil. Levent'i çok merak ettiği için hemen üst kata çıktı." dedi. O soruma cevap vermişken benim onun sorduğu soruya cevap vermemem saçma olurdu.

 

"Bizi dinlemedi ama Asalbike'yi dinledi, zaten onun yüzünden iyice öfkelendi. Kendisi gibi değildi ya! Gözü bizi bile görmedi, Tolga'nın fazla bir suçu olmadığı halde onu dövdü." dedim tek nefeste.

 

"Peki Levent'in yerinde sen olsaydın ne yapardın? Tolga, Ahuşen'in de yakın arkadaşı."

 

Bunu hiç düşünmemiştim. Hep Levent'e kızmıştım ama kendimi hiç onun yerine koymamıştım. Aynısı başıma gelse ben de Levent gibi kendimi kaybeder miydim? İçimden bu soruyu defalarca kendime sordum. Ben Ahuşen'i hiç kıskanmamıştım, ondan Levent'e bu kadar tepki göstermiştim. Ama bu Levent'in suçsuz olduğu anlamına gelmiyordu.

 

"Levent kadar kendimi kaybetmezdim. Ayrıca Asalbike'nin beni kışkırtmasına izin vermezdim."

 

"Asalbike de biraz ortalığı karıştırmak istemiş."

 

"Ya Güllaç'a olanları o anlatırsa."

 

Asalbike bizi mutsuz etmek için hiçbir fırsatı kaçırmazdı. Dün gece resmen ona malzeme vermiştik. Çoktan olayı herkese anlatmaya başlamış olabilirdi. Eğer Güllaç öğrenirse bunu ya Asalbike'den ya da Tolga'dan öğrenirdi. Ama Asalbike böyle bir şey yapmaya kalkışırsa İldeniz ondaki ses kaydını yerel medyayla paylaşırdı, Asalbike onun için İldeniz'den çok korkuyordu. Aklına bu gelmişse olanları kimseye anlatmamıştır.

 

Kaşlarını çatarak "Sence anlatır mı?" dedi.

 

"Anlatamaz." dedim başımı olumsuz anlamda iki yana sallayarak. "İldeniz onu geçmişte bir ses kaydıyla tehdit etmişti."

 

"Anlatmasa bile olan yine Levent'e olacak."

 

Haklıydı. Biz anlatmazsak bile Gülaç bir şekilde öğrenecekti. Öğrendiğinde ise Levent'in dünyası başına yıkılacaktı çünkü daha önceki hatasında Güllaç bir haftalığına kayıplara karışmıştı. O bir haftada Levent adeta çıldırmıştı. Levent'e bir anlık kızgınlıkla karşımda duranın o değil, dış görünüş olarak ona benzeyen biri olduğunu söylemiştim. İşte Güllaç onu terk ettiğinde de öyleydi. Peki ya ben o an kendim miydim?

 

"Bu ay Levent için kabus ayı olacak." diye devam etti Aybars.

 

"Güllaç'ı da düşünüyorum. Mutlu olunca çok mutlu, morali bozulunca çok mutsuz oluyor."

 

Aybars beni başıyla onayladı. Mavi gözlerinde acımanın verdiği solgunluk vardı. Kendi içinde Levent'le empati yapmaya çalışıyor gibiydi, bakışlarından bunu çıkarmıştım. O da olanlara en az bizim kadar üzülmüştü. Utangaç bir ses tonuyla "Biliyorum ona kızgınsın ama bir şeyi merak ediyorum. Levent yakın zamanda bir çöküş yaşasa ona önceki gibi davranır mısın?" diye sordu. Bir süre cevap vermedikten sonra alayla güldüm. Şaşkın şaşkın bana baktığını fark ettiğimde sustum. Bu soruyu sorması bile hataydı.

 

"Ben Levent'e kızarım, o bana küser ama bizim dostluğumuz bitmez. Bitemez lan! Aramızda ufak bir gerginlik olması aramızdaki sevgiyi yok etmez."

 

"İldeniz de öyle mi? Onun Levent'e kızgın olup olmadığını anlayamadım. Şifresi hiç kimse tarafından bilinmeyen bir kasa gibi."

 

Gözlerimi kısarak onun gözlerinin içine baktım. Aramızdan en iyi Levent'i tanıyordu, onun için İldeniz ve benim hakkımda pek bir şey bilmiyordu. İldeniz'i bazen ben de anlayamıyordum. Tıpkı Aybars'ın dediği gibi kilitli bir kasa gibiydi. Dişlerimi dudağıma bastırarak "Daha önce benle arası bozulduğu için aynı hatayı yapmamaya çalışıyor. Konudan alakasız olarak ama buradan biraz uzaklaşmak istiyorum. Eğer bugün senin de dersin varsa okula gidelim mi?" dedim.

 

Ayağa kalkıp "Kanka bugün dersimiz aynı hocadan, unuttun galiba. Benim arabayla gidelim. Baybars sonra Levent'le gelir." dedi.

***

Evden uzaklaşmıştım ama aklım evde kalmıştı. En yakın arkadaşımın yanında olmamak beni çok üzüyordu. Eğer okula gelirse yine görüşecektik ama bu sefer Güllaç da yanımızda olacaktı. Sanki dün gece yaşananlar aslında benim gördüğüm bir kabusmuş gibi davranmak... Bugün anlaşılan çok zorlanacaktım. Okula gelir gelmez fakültenin karşısındaki bir banka oturmuştuk. Neredeyse bir saat boyunca pek konuşmamıştık. Galiba mutsuzluğumu Aybars'a da bulaştırmıştım. Onun yüzü nadiren asık olurdu, şimdi bizim yüzümüzden asıktı. Birkaç dakika önce keyifsiz bir ses tonuyla Hesna ve Ahuşen'in de yanımıza geleceğini söylemişti. Onu bu derece mutsuz eden kişi bensem gülümseten kişi de ben olmalıydım. Sırıttım.

 

"Aybars."

 

Yan yan bana bakarak "Efendim?" dedi. Sesi çok duygusuzdu.

 

"Hani Baybars senin tek yumurta ikizin ya..."

 

"Evet. Ne oldu?"

 

"Hiç birisini Baybars olduğunu söyleyerek kandırdın mı?"

 

Yüksek sesle kahkaha attı. Bu amacıma ulaştığımın kanıtıydı, artık benim içimdeki mutluluk kırıntıları da kendilerini belli etmeye başlamışlardı. Aybars gülmemeye çalıştıkça daha çok gülüyordu. O öyle yaptıkça ben de aklından geçenleri daha çok merak ediyordum. Gülerek sırtına vurdum. Zorlukla tek nefeste "Bunu çok yaptım. Sen sorunca en komik olanları aklıma geldi. En son okulun ilk haftalarında Asalbike'yi kandırmıştım!" dedi. Kaşlarımı çatıp gözlerimi büyüttüm. Asalbike'nin onun şakasına inanmasına nedense çok şaşırmıştım. Benim bildiğim Asalbike kendisine şaka yapıldığını hemen anlar ve bunu laf sokarak karşı tarafa belli ederdi. Etrafımıza kısa bir göz gezdirdikten sonra "Bu nasıl oldu?" diye sordum.

 

"Bir gün ikimiz de kafamıza bere takıp buraya gelmiştik. Hocalardan biri o haftaki ödevleri toplama görevini Baybars'a vermişti. Dersten önce kantine gitmiştik. Birden Asalbike yanımızda belirdi, o zaten hep öyle yapar bilirsin. Biz genellikle saçlarımızdan ayırt ediliriz ama o gün bereden ötürü saçlarımız gözükmüyordu. Asalbike uzun süre kimin kim olduğunu anlamaya çalıştıktan sonra Baybars'ın hangimiz olduğunu sormuştu. Ben de eğlenmek için Baybars olduğumu söylemiştim. İnanmıştı!"

 

Ben de kahkaha atmaya başlamıştım. Ben Aybars'ı ve Baybars'ı saç şekillerinden ve bakışlarından ayırt edebiliyordum. Aybars'ın gözleri ne kadar sevgi dolu gözüküyorsa Baybars'ın gözleri bir o kadar ürkütücü gözüküyordu. Ha bir de Baybars'ın yanağında bir gamzesi vardı. Asalbike anladığım kadarıyla o zamanlar bu detayları fark edememişti. Gür kaşlarımı kaldırarak "Ona gerçeği söylediğinde ne yapmıştı?" diye sordum.

 

"Bir iki laf sokup yanımızdan ayrılmıştı. Bir hafta boyunca bana surat asmıştı."

 

"Beyler! Sohbete dalmışsınız, bizi fark etmiyorsunuz."

 

Ahuşen'in sesini duyunca önümüze döndük. Yanında Hesna da vardı, ikisi de gülümsüyordu. Ahuşen'in gülümsemesinin zoraki olduğunu iç sesim bağıra bağıra söylüyordu. O Güllaç'ı benden daha iyi tanıyordu, haliyle olanları öğrenince vereceği tepki onu da rahatsız ediyordu. Levent'e o da benim kadar kızgın mıydı? Dün gece Dalya'nın zoruyla eve gittiğini öğrenmiştim. Levent'e kızgın olsa bile onun derdini dinlemesini istiyordum çünkü Levent'in buna ihtiyacı vardı. Rahat rahat içini birisine dökmeye ihtiyacı vardı. Yakın arkadaşına da öyle! Duruşumu dikleştirerek "Kusura bakma. Dün olanlardan sonra kafam yerinde değil." dedim ve yerimden kalkmak için ayaklandım. Ahuşen zorla beni yerime geri oturttuğu için bunu yapamadım.

 

"Oturun. Birazdan zaten sınıfa gideceğiz."

 

"Öyle olsun madem. Konuşmayalı neler oldu?"

 

Ahuşen yüksek sesle derin bir nefes aldı. Hakkında yorum yapmakta zorlandığı durumlarda böyle yapardı. Yüzünde az bir yer kaplayan küçük kahverengi gözleri iyice küçülmüştü. Bana doğru bir adım daha atarak "Tolga'ya ulaşmaya çalıştım ama başarısız oldum. Hiçbir şekilde ona ulaşamadım." dedi. Çaresiz bir şekilde Aybars'a döndüm. Ben mantıklı düşünebileceğim bir durumda değildim.

 

"Hiç bana öyle bakma kanka!" dedi alt dudağını dişleyerek. "Tolga her şeyi Güllaç'a anlatacak ve biz onu durduramayacağız."

 

Hesna onu rahatlatmak için ellerini omuzlarına koyarken "Biz burada dururken Asalbike yılanı herkese yaymış olabilir. Bir tarafı tutsak bile diğer tarafı tutamayız." dedi. Evdeyken Aybars'a söylediklerimi bir daha Hesna'ya söylemek beni yoracaktı ama onun da öğrenmesi gerekiyordu. Yerimden kalktım ve tam onun karşısına geçtim, yerimde oturmaktan sıkılmıştım. Yeşil gözlerindeki şaşkınlığı dikkatli bakan herkes görebilirdi.

 

"İldeniz varken Asalbike buna hiçbir şekilde cesaret edemez Hesna. Onun elinde Asalbike'yi ve ailesini tüm Bursa'ya rezil edecek bir ses kaydı var."

 

"Ne? Oha!"

 

"Evet, bence de oha!"

 

Ahuşen istemsizce Hesna'nın tepkisine güldü. Başta ona ters ters baksamda sonra ben de sırıttım. Ahuşen elini ağzına götürüp "Çok özür dilerim! Levent'e o kadar kızgınım ki buna ihtiyacım olduğunu hissettim." dedi. Onu başımla onaylayıp Aybars'a döndüm. Onda bir gariplik vardı, bana değil arkama bakıyordu. Oturduğu yerde duruşunu dikleştirdi ve gözlerini kıstı. Gözlerini baktığı yerden hiç ayırmadan sakalını sıvazlamaya başladı. Hesna da saçlarını düzeltip büyümüş gözlerle aynı yöne baktı.

 

"Konuşabileceğim bir insan arıyordum, sizi bulmayı beklemiyordum."

 

Bu Levent'in sesiydi. Okula bu kadar erken gelmesini beklemediğim için kaşlarımı çattım. Sesinde alayla karışık çaresizlik hissetmiştim, çıldırmak üzere olduğuna emindim. Acaba Ahuşen'in son cümlesini duymuş muydu? Usul usul başımı Ahuşen'e çevirdim. Levent ortama giriş yapınca ciddileşmişti, yüzünde daha önce hiç görmediğim bir kızgınlık ifadesi vardı. O da bana yardım isteyen gözlerle bakıyordu. İkimiz de yüzümüzü Levent'e çeviremiyorduk. Birkaç saniye sonra Levent daha önce benim oturduğum yere oturdu. Artık acısını dışarıya taşıran kahverengi gözleri doğrudan beni hedef alıyordu.

 

"Kusura bakma Ahuşen. Seni gülmeye hasret bıraktığım için!"

 

Olamaz! Ahuşen'i duymuştu. Ortalık şimdi daha çok karışacaktı. Buna izin veremezdim, dün gece yaşadıklarımızdan ötürü ortalık zaten yeterince karışıktı. Başımın ağrıdığını hissettim, psikolojik durumumun bedenime etkisiydi. Ahuşen utancından Levent'in gözlerine bakamıyordu. Yüzünden aşağı ter damlıyordu, yüzü kızarmıştı. Levent'in inanabileceği bir yalan bulmaya çalışıyor olmalıydı. Benim tanıdığım Ahuşen bunu yapardı. Gözlerimi kısarak Levent'i süzdüm. O sırada Ahuşen "Levent..." derken Levent elini kaldırıp susmasını söyledi.

 

"Kızmadım merak etme. Sen de haklısın tabii! Bu işin sonunda senin yakın arkadaşını da istemeden gülmeye hasret bırakacağım."

 

"Levent!"

 

"Dalya seni nasıl çekip götürdü öyle? O da bana kızgın değil mi? Bir dostumu daha kaybettim galiba."

 

Sesinin titrediğini fark ettim. Saklamaya çalıştığı belliydi ama saklayamıyordu. Ahuşen de bunu fark etmiş olmalıydı ki bana yardım istercesine baktı. Kaşlarımı çatarak "Başka hangi arkadaşını kaybettin? Çok merak ettim şu an." dedim. Herkes dönüp şaşkın şaşkın bana baktı. Levent başını önüne eğdi. Nefesini hızlı alıp veriyordu. Sorduğum soruyu anlayabilseydi hiç böyle olmazdı. Ani bir hareketle ensesini kaşıyıp "Seni kaybetmedim mi Aras?" diye sordu.

 

"Bunu ciddi ciddi sordun mu ya?"

 

"Kafam çok karışık. Yapayalnızım, Güllaç'ı zaten kaybedeceğim."

 

Sert bir ses tonuyla "Sana kızgın olmam dostluğumuzun bittiği anlamına gelmez Levent." dedim. "Bunu anlayamayacak kadar kendinde değilsin!"

 

Gözlerini tekrar bana çevirdiğinde gözlerinin yaşardığını fark ettim. İçinde yuvarlandığı enkazın içinde ona ışık tutmuştum. Eğer o ışığı takip ederse daha fazla yara almadan o yığının içinden çıkabilecekti. Dışarıdan duygusuz gibi görünebilirdim ama benim de duygularım vardı. İçimdeki huzursuzluk yüzüme yansıyordu. Yutkundu.

 

"Onun için bugün odama geldin değil mi?"

 

Bir detayı fark etmişti. Bu güzel bir şeydi ama o konu hakkında daha fazla konuşmak istemiyordum. Ahuşen'e omzumun üstünden bakarak "Yavaş yavaş okula mı girsek? Asalbike ve Güllaç'ın karşılaşmasını hiçbirimiz istemeyiz." dedim. O da "O değişik türden yılan benim arkadaşıma yaklaşmamalı!" diyerek beni onayladı. Aybars ve Hesna da başlarıyla beni onayladı. Levent bir şey demeden yerinden kalkıp yanıma geldi. Güllaç onun yüzünün halini görmemeliydi. Bu durumda Levent'i yine uyarmam gerekiyordu. Kolumu omzuna attım, gözleri irice açıldı.

 

"Güllaç'ın yanında aramızda bir sorun yokmuş gibi davranacağız, bunu sakın unutma. Bir de yüzüne bir gülümseme yerleştir. Deminden beri ruh hastası gibi bakıyorsun!"

 

"Belki gerçekten öyleyimdir." dedikten sonra yüzüne en güzel gülümsemesini yerleştirdi. Gözleri yüzünde adeta kaybolmuştu. Böylece eski haline dönmüştü. İçindeki yıkılmışlığın yerinde durduğunu görebiliyordum. Ben de yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirdim. Boşta kalan kolumu Ahuşen'in omzuna koydum. O da gülümsüyordu artık.

 

"Güllaç gibi zeki birine yakalanmamamız lazım."

 

Hepimiz daha fazla vakit kaybetmeden fakülte binasına girdik. Kantinde Güllaç'ı bulamadığımız için asansörle sınıfın olduğu kata çıktık. Koridor bugün biraz kalabalıktı. Gözlerimi kısarak herkesin yüzünü detaylıca inceledim. Herkes kendi arasında konuşuyordu, çok ses vardı. Gözüm koridorun diğer ucundaki İldeniz'e takıldı. O da beni görmüştü, yanındaki Dalya ise karşısındaki kısa siyah saçlı kızla konuşuyordu. İldeniz sırıtarak masmavi gözleriyle o kızı işaret edince onun Güllaç olduğunu anladım. Ben de sırıtıp ona göz kırptım.

 

"Bir beyinden ve kendini tutma kavramından yoksun olan Levent salağının burada ne işi var? Mutluluğuna hayran kaldım bu arada!"

 

Asalbike aniden karşıma geçtiği için irkildim ama bunu belli etmedim. Fazla yüksek sesle konuşmadığı için bizim dışımızda kimsenin dikkatini çekmemişti. Üstüne omuzlarını açıkta bırakan beyaz bir bluz giymişti. Altına kot pantolon giymeyi tercih etmişti, boynunda turuncu bir fular vardı. Mavi gözlerinde tehditkar bir bakış vardı. Bu bakış doğrudan Levent'i hedef alıyordu. Ahuşen yumruklarını sıkmıştı ve öfkeyle Asalbike'ye bakıyordu.

 

"Asalbike o olayda sen de kışkırtıcı bir unsurdun!"

 

"Ben sana bir şey mi dedim Ahududu? Hemen arkanda bulunan salakla konuşuyordum."

 

"Sen bana nasıl Ahududu diyebilir..." diyip ona saldıracağı sırada Levent'le ikimiz onu kollarından tutarak geri çektik. Asalbike yüzüne kibirli bir gülümseme yerleştirdi. İnsan onun yüz ifadesini gördükçe sinirlenirdi, onun da bunu bildiğine adım kadar emindim. Levent dişlerini sıkarak Ahuşen'in önüne geçti. Sakin kalmaya çalışıyordu çünkü Asalbike ortalığı iyice karıştırabilirdi.

 

"Asalbike dediklerinde haklısın, buna itiraz edemem. Ama... Ama Güllaç'a bu olanları anlatma."

 

Asalbike bir süre düşünüyormuş gibi yapıp "Aaaaa! Belki benim canım bildiklerimi içimde tutmayı istemiyor?" dedi. Sesinde çok keskin bir alaycılık vardı. Levent derin bir nefes aldı.

 

"Zor bir durumdayım Asalbike. Yalvarırım dün geceyi unut!"

 

Ahuşen yanındaki Hesna'ya "Bu Yılanbike adını unutur ama dün geceyi unutmaz." dedi. Ben de onunla aynı fikirdeydim. Asalbike sarı saçlarını savurarak "Sen bana yalvardın mı? Yazık! Umarım bu olay tüm fakülteye yayılır ve sevgilin senden ayrılır. Acıyorum o kıza!" dedi. Aslında kendisi acınacak haldeydi ama bunun farkında değildi. Ya da farkındaydı ama umursamıyordu. Tolga'nın ona uyguladığı gizli tedavi yarım kaldığı için eskisi gibi davranıyordu. Kötü olmayı kendine çok değerli bir elbiseymiş gibi yakıştırıyorum. Levent sert bir sesle karşılık verdi.

 

"Sen Güllaç'a acıyamazsın!"

 

"Acırım tatlım. Dalya şu an onunla konuşuyor, fark etmediğimi mi sandın? Tolga bu şehirden gitti. O anlamamış, ben anlatayım."

 

Tolga İstanbul'a geri dönmüştü demek. Bunu Ahuşen de bilmiyordu çünkü bana söylememişti. Levent'le karşılaşmayacak olması iyi bir şeydi ama Tolga olanları Güllaç'a anlatacağını söylemişti. Bu durumda Tolga ansızın ötebilirdi. Bizse bu gerçekleşirken elimiz kolumuz bağlı duracaktık. Levent'in Asalbike'nin karşısında çaresiz olması hoşuma gitmiyordu.

 

"Sen kendine acı Asalbike. Şu an tehdit ettiğin Levent senin yüzünden ölümden döndü. O gün kütüphanede rehine olan herkes bunu şahit!"

 

Asalbike'nin gülümsemesi yok oldu. Gözlerindeki geçmişin acısı saklanacak delik arıyordu ama bulamıyordu. Levent ona doğru hafifçe başını eğerek tek nefeste "Güllaç'ın ölmesini istedin ya sen! Dün seni evinde ağırlayan kızın ölmesini istedin. Benim adımı verseydin umursamazdım. Sen gittin benim bal rengi gözlerine, güzel gülüşüne bakınca huzur bulduğum kadının ölmesini istedin! Bu arada senin o eve gelmeni kimse istemedi Asalbike. Sen bu kötülükle bizimle aynı koltuğa bir daha zor oturursun. Dün hayatımın en büyük ikinci hatasını yaptım, peki ya sen şimdiye kadar kaç büyük hata yaptın Asalbike?" dedi. Asalbike son sorusu karşısında konuşamadı. Olduğu yerde titremeye başladı. Ellerini yumruk yaptı, oysa kendini koruması gereken bir durum yoktu. Etrafındaki insanların ona bakıp bakmadığını inceledi. Kimse onu umursamıyordu.

 

"Şimdi gidip olanları sevgiline anlatmam için önümde hiçbir engel yok Levent."

 

Levent beni bile ürküten bir sesle "Benim mutsuzluğum çevreme de zarar verir Asalbike." dedi. "Dün olanlar gözünde bir fragmana dönüşür."

 

Asalbike gözlerini kırpıştırarak "Güllaç'ın tek pişmanlığı olacak kişinin bunu söylemesi çok normal." dedi.

 

"Neden Levent benim tek pişmanlığım olacakmış Asalbike?"

 

Yutkundum. Asalbike'nin tam arkasında Güllaç, Dalya ve İldeniz duruyordu. Üçü de merakla bize bakıyordu, İldeniz bir de gözlerine korkunç bir bakış yerleştirmişti. Asalbike'yi görünce otomatik olarak bunu yapıyordu. Güllaç bal rengi gözleriyle direkt olarak Asalbike'yi süzüyordu. Onu biraz tanımışsam eğer bu süzüşü hiç normal değildi. Asalbike yüzünü ona çevirdi ve bir adım geri attı. Güllaç'tan çok İldeniz onun dikkatini çekmişti. Az önceki titremesi daha çok şiddetlenmişti. İldeniz şeytani bir gülümsemeyle ona yaklaştı. Dalya ise tüm olanlardan bağımsız Levent'e kızgın kızgın bakıyordu ama Asalbike onu da üstüne alınmıştı.

 

"Ay Asalbike! Korku filmine giden seyirci gibi ne bakıyorsun öyle?" dedi Güllaç gözlerini devirerek.

 

"Şey... Şey Levent yemek yapmayı beceremiyormuş. Ben de senin yemek yemeyi çok sevdiğini ve buna çok üzüleceğini söyledim."

 

Güllaç yüksek sesle kahkaha attı. Levent ise derin bir nefes alarak İldeniz'e göz kırptı. Onun için dakikalar çok yavaş geçiyordu. Asalbike'yi durdurmak için elimizdeki tek koz İldeniz'di. Levent'i huzursuzluğundan kurtaramayacaktık belki ama biraz olsun azaltabilecektik. Güllaç sonunda ciddileşerek "Canım benim Levent çok güzel yemek yapar. Bir dahakine seni onun evinde ağırlayalım istersen?" dedi. "Ayrıca ben yemek yemeyi pek sevmem. Yanlış gözlem yapmışsın."

 

Asalbike ellerini sallayarak "Aman! Yok ben onun evine gitmeyeyim!" dedi.

 

Güllaç kendi kendine "Zaten sen gelmek istesen bile ben izin vermem." derken İldeniz kaşlarını çatarak "Dur bir dakika! Sen Güllaç'a az önce obur mu dedin?" diye çıkıştı. Aybars ve Hesna uzun süren sessizliklerini kıkırdayarak bozdu. Ahuşen de birkaç saniye ciddi kaldıktan sonra güldüğünü saklamak için elini ağzına götürdü. Ben olduğum yerde ellerimi pantolonumun cebine koymuş alaycı bir gülümsemeyle Asalbike'ye bakıyordum. Verecek cevaplarının olduğu sandığın anahtarını bulamıyordu. Eğer bulsaydı İldeniz'e ağzının payını verirdi. Belli ki anahtarı ilginç bir yerde ebediyen saklıyordu.

 

"Ol... Olur mu öyle şey İldeniz? Ben Güllaç'ı başka biriyle karıştırmışım." dedi sonunda yedek anahtarı bularak. "Ben sınıfa gideyim artık, görüşürüz!"

 

Ardından biz ona bir şey söyleyemeden koşarak yanımızdan uzaklaştı. Güllaç elleriyle saçlarını düzelterek omzunun üstünden ona baktı. Gözlerinde çok sayıda soru işareti görüyordum, tıpkı her şeyi öğrendiğinde kalbinde oluşacak kırgınlığı şimdiden görebildiğim gibi. Levent şimdi ona karşı daha hassas olacaktı. Güllaç'ın yüzündeki en ufak kızgın ifadede korkacaktı. Uyuyacağı uykuların hep yarıda kesileceğini de biliyordum.

 

"Aman bırakın şu yılanı! Ben biraz mutsuzum. Tolga bu sabah İstanbul'a dönmüş ve bana bunu bir saat önce söyledi. Acil bir işi çıkmış, ondan gitmiş."

 

Güllaç'ın cümleleri bir kurşun gibi bizi delip duvara çarpmıştı. Artık sadece kendi nefesimin sesini değil, hepimizin nefesinin sesini duyabiliyordum. Levent'in ağzı açık kalmıştı. Zaten karışık olan kafası artık komple durmuş gibiydi. Müzelerdeki heykeller ondan daha canlı duruyordu. Tolga'nın Güllaç'a iletişime geçmesi bizi korkutmuştu. Levent gidip Güllaç'a sarıldı.

 

"Olsun, ben varım sevgilim. Ben seni her fırsatta mutlu etmeye çalışacağım. Bu arada Tolga sana başka bir şey söyledi mi?"

 

"Bu gitmesine sebep olan işi bana Haziran ayında anlatacakmış. Neden o zaman anlatacağını sordum, söylemedi."

 

"Belki güzel bir iştir."

 

Oysa o da kötü bir iş olduğunu biliyordu. Güllaç anlamamıştı ama Tolga olanları ona Haziran ayında anlatacaktı. O ayı seçmesinin nedeni okul tatile gireceği için yollarımızın ayrılacak olması olabilirdi. Aklıma başka bir sebep gelmiyordu. Benim de aklım durmuştu. Ahuşen'in kulağına eğilerek "Haziran ayında bu günleri özleyeceğiz. Farkında mısın?" dedim. Sesimi sadece o duymuştu. Başını omzuma koyarak "Bana kalırsa farkında olmayan tek kişi Güllaç." dedi. Güllaç elini Levent'in yüzünde gezdirmeye başladı. Birden durdu. Şüpheci bakışlarını görünce dudağımı ısırdım, çok ama çok zeki bir kızdı.

 

"Levent sen bugün ağladın mı?"

 

Gözlerine iyi dikkat etmişti. Levent yüzündeki gülümsemeyi yakalanmamak için hiç bozmadı.

 

"Hayır. Bunu nereden çıkardın şimdi?"

 

"Gözlerinin çevresi ıslak ve altı mosmor! Gece uyuyamamışsın. Ne saklıyorsun benden?"

 

İldeniz gözlerini kapatıp şakaklarını ovuşturdu. İkimiz de Güllaç'ın zekasına karşı bir bahane bulamazdık. Detayları iyi buluyordu. Levent düşünmeye zaman kazanmak için Güllaç'ın saçlarını okşadı. Güllaç ondan cevabını beklediğini kaşlarını çatarak belli etti. Aklıma bir senaryo gelince gözlerim büyüdü. Bu senaryomla kızgın olduğum yakın arkadaşımı zor durumdan kurtarabilirdim. Sırtımı yanımdaki duvara vererek tek nefeste "Sen gelmeden önce ben Levent'e bir şaka yaptım ona güldüğü için gözlerinden yaş geldi. Uykusuzluğunun sebebini de biliyorum. Bizim yan komşu dün gece geç saate kadar evinde tadilat yaptı. Levent'in odası oraya çok yakın biliyorsun, gelen sesten ötürü uyuyamadı. " dedim. Uydurduklarıma Ahuşen sırıtarak karşılık verdi. Doğruları söylemem gerekirse ben böyle bir şey yapabileceğimi bilmiyordum. Güllaç bana inanmıştı.

 

"Çok şükür. Levent'in morali bozuk sanmıştım!"

Levent'in anlatımından...

Ben bir bilinmezlik çukurunda yaşıyordum. Yaptıklarımı neden yaptığımı bilmiyordum. Tek bildiğim şey içinde yaşadığım bu bilinmezlik çukuru yüzünden tüm sevdiklerimle aram bozuluyordu. Yanımda kalan tek kişi sevgilimdi ama o da yakında benden uzaklaşacaktı. Dün gece yaşananları bilmediği için yanımda durmaya devam ediyordu. O hiçbir şeyi anlamasın diye hepimiz çabalıyorduk ama bu nereye kadar sürecekti? Eninde sonunda her şey ortaya çıkacaktı. Yaşadığım çukurun üstü kapatılacaktı.

 

Aras bana olan kızgınlığını Güllaç'ın yanında belli etmemişti. Aynısını Dalya ve Ahuşen için söyleyemeyeceğim. İkisi de benden uzak duruyordu, benimle konuşurken lafı kısa kesiyorlardı. Güllaç'ı birkaç kez onlara şüpheyle bakarken yakalamıştım. Gün sonuna kadar okulda onu bir şekilde idare etmiştim. Tüm ders aralarında Aras bana samimi davranmıştı ama gözlerindeki kırgın bakışları yakalamıştım. Baybars ikizinin Aras'ı onların arabasıyla okula getirdiğini söylemişti, bu durumda Aras eve kendi arabasıyla dönemeyecekti. Eğer onu benim arabama binmesi için ikna edebilirsem onunla konuşabilirdim. Evde bunu yapmak istemiyordum.

 

"Levent bugün ben neler duydum bir bilsen!"

 

Güllaç'ın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Kalbim küt küt atmaya başlamıştı. Yutkunarak ona döndüm, gözleri çok gizemli bir havaya bürünmüştü. İçimden gece yaşananları duymamış olması için dua ediyordum. Gözlerimi büyüterek "Neler duydun sevgilim?" diye sordum. Gözlerini kısıp çevremizi inceledikten sonra tekrar bana döndü. Stres yaptığım için terlemiştim.

 

"Dün gece bizim komşular kavga sesleri duymuş. Ses otoparktan geliyormuş. Bizim sitede böyle olaylar hiç yaşanmazdı!"

 

Tek kaşımı kaldırarak "Peki kavgayı gören biri olmuş mu?" diye sordum. "Ayrıca sen komşularını pek tanımıyorsun, bunu nasıl öğrendin?"

 

"Bunlar nasıl sorular? Tanımasam senin de kavgaya karıştığını düşünecektim. Kavgayı kimse görmemiş. Ben bunları bizim sitenin dedikoducu teyzelerinden öğrendim!"

 

Konuşmasının başında korkmuştum ama sonunda rahatlamıştım. Normalde komşularıyla pek konuşmayan kızın bugün konuşacağı tutmuştu. Fakültenin otoparkına yeni girmiştik. Diğerleri biraz ilerideydi. Aras'ı yakalamalıydım. Adımlarımı hızlandırdım, Güllaç bunu fark etmedi. Ensemi kaşıyıp ona cevap verdim.

 

"Kimle kavga edecektim?"

 

"Bilmem! Sen salak bir insan olmadığın için kavga etmezdin."

 

Ah Güllaç ah! Bilmeden bana salak olduğumu söyledin. Yıkıldığımı sesime yansıtmadım.

 

"Belki haklı nedenleri vardır. Deme öyle!"

 

Bizimkilere yetişmiştik. Kızlar Güllaç'ın arabasına doğru gitmişti. Aras ise İldeniz'in arabasına yaklaşmıştı. Bu hareketinden bile bana kızgın olduğu anlaşılıyordu. Kalbimin üstündeki kaldırılması zor bir ağırlık hissediyordum. Bu ağırlığı tek başıma kaldıramazdım. Güllaç'ı daha fazla şüphelendirmeyecek bir bahaneyle Aras'ı arabama çağırmalıydım. Sesimi ayarlayarak "Aras bana sözün vardı unuttun mu? Çıkışta eve benimle dönecektin. İldeniz'i daha çok seviyorsan bir şey diyemem tabii ki!" dedim. Güllaç bıyık altından gülümsedi. Aras adımlarını benim arabamdan tarafa çevirirken "Lan o ne biçim söz? Unutmuştum!" dedi. Beni anlamıştı ve durumu idare ediyordu.

 

Güllaç gözlerini devirerek "Zaten aynı eve gitmiyor musunuz? Gitseydi işte İldeniz'le." dedi.

 

"Markete de uğrayacağız."

 

"Uğrayın bakalım."

 

Yanaklarına bir öpücük kondurdum, sanki son kez öpüyormuş gibi. Yaptığım hata yüzünden onu her öpüşümde böyle düşünecektim. O yanımda yokken hep öğrenmesinden korkacaktım. Tolga onu her aradığında ter dökecektim. Haziran ayının gelmesini hiç istemiyordum. Burnumu saçlarına götürüp saçlarının o güzel kokusunu içime çektim.

 

"Yarın görüşürüz sevgilim."

 

"Görüşürüz Levent!"

 

İkimiz de arabalarımıza bindik. Aras ön koltuğa oturmuştu. Telefonundan sosyal medyada geziyordu. Bana bakmamak için özel çaba sarf ediyor gibiydi. Arabayı çalıştırırken "Teşekkür ederim." dedim. Dikkatini çekmeyi başarmıştım. Telefonunun ekranını kapatıp gözlerini bana çevirdi. Yüzünde bir duygu kırıntısı yoktu. Bana çok kızgındı, hem de çok! Fısıldarcasına bir sesle "Rica ederim. Kulak misafiri oldum biraz, komşulardan duymuş galiba?" dedi. Onun bizi duyamayacağını sanmıştım. İki gündür her şeyde yanılıyordum.

 

"Doğru duymuşsun. Şansımıza hiçbir komşu bizi görmemiş."

 

"Biz neden şanslı olalım? Sadece sen şimdilik şanslısın. Tolga'yı ben mi dövdüm?"

 

Bu sırada kampüsün çıkışına gelmiştik. Radyodan bir radyo programının sunucusunun sesi geliyordu. Elimi radyoyu kapatmak için götürdüğümde Aras benden daha erken davrandı. Son cümlesiyle bana karşı bir kırgınlığı olduğunu bana tekrar hatırlatmak istemişti. Ben onun eski halini istiyordum. Beni teselli eden halini!

 

"Seninle aramın böyle olması beni rahatsız ediyor Aras. Dün gece kendimde değildim, anlamışsındır zaten."

 

"Dün gece karşımdaki kişi sen değildin, dış görünüşü sana çok benzeyen biriydi. Hatırlatmamı mı istiyordun?"

 

"Bendim lan bendim!"

 

Birden sesimi yükseltince gözleri büyüdü. Sakin sakin konuşurken birden patlamama şaşırmıştı. Kampüs artık arkamızda kalmıştı. Okulun olduğu bölgeye çok yakın bir ormanlık alan vardı. Aras'la orada konuşacaktım. Yolu kontrol ettikten sonra konuşmaya devam ettim.

 

"Bugün sevgilisine hep korkarak bakan da bendim!"

 

"Levent sakin ol lütfen! Araba kullanıyorsun."

 

Direksiyona vurarak "Hahaha! Sakin mi olayım? Tüm gün sustum." dedim. "Bırak içimi dökeyim kanka!"

 

Bedenini bana çevirdi. Tüm gün eksikliğini hissettiğim samimiyetini artık gözlerinin içinde görebiliyordum. Başını yana yatırmıştı. Sesini çıkarmadığına göre o da düşünceler denizinde boğulmak üzereydi. Ona o izin vermediği sürece yardım eli uzatamazdım. Titreyen sesimle "Dün tüm yakın arkadaşlarımı kırdığım için bugün bir Baybars'la dertleşebildim. Yet... Yetmedi! Ben İldeniz'le ve seninle dertleşmek istiyorum!" dedim. Gür kaşlarını ortada birleştirdi. Konuşmadan önce yutkundu.

 

"Anlatsana oğlum o zaman derdini! Yeter ki senin için rahatlasın, ben gerekirse burada oturur seni sabaha kadar dinlerim!"

 

İşte ondan beklediğim buydu. Aras benim çıldırmama dayanamazdı. Gözümden bu durum karşısında yaşlar süzüldü.

 

"Bugün onun kaç kez bana şüpheli gözlerle baktığını sayamadım. Dalya ve Ahuşen'le aramın kötü olduğunu anladı galiba. Ahuşen pek belli etmedi ama Dalya benimle konuşmadı bile!"

 

"Onlar da zor durumda, Güllaç'la aynı evde yaşıyorlar. Zaten Dalya'nın tersi kötüdür, bunu benden daha iyi biliyorsundur!"

 

Gitmek istediğim ormanlık alana yaklaşmıştık. Normalde bana huzur veren ancak şimdi tam zıttını yapan yeşillikler karşıma çıkmaya başlamıştı. Aras yan yan önüne baktı ve soran gözlerle bana döndü. Bulunduğumuz konum hakkında ona bir şey söylemedim. Yolu göstererek "Bu yol bizim eve gitmiyor. Başka bir yere mi gidiyoruz?" diye sordu. Başımla onayladım. Sesim titrediği için konuşmak istemiyordum. Ama Aras aynı fikirde değildi.

 

"Haziran'da her şeyin ortaya çıkacağını bilmek ve bir şey yapamamak... Bu seni yıktı değil mi?"

 

"Hahaha!"

 

Hayır! Bu olmamalıydı. Kendimi durduramıyordum. Kahkahalarım beni esir almışken hiçbir şey yapamıyordum. Dün geceki ve normal Levent'ten daha farklı bir Levent'tim. Arabayı durdurup kafamı direksiyona koyarak gülmeye devam ettim. Mutlu değildim, sinirden gülüyordum. Çevremde olup biten hiçbir şey umrumda değildi. Yan koltuğumda sessiz sessiz beni izleyen Aras hariç. Beni direksiyondan ayırmaya çalışıyordu ama ben sımsıkı tutunmuştum. Birkaç dakika sonra gülmem ağlamaya dönüştü.

 

"Sen delirmiş gibi davranıyorsun."

 

"Delirdim lan delirdim! Daha bir gün önce gözlerinin içine korkusuz baktığım kıza şimdi korkarak bakıyorum. Çok kötüyüm kanka!"

 

İstediğim yere gelmiştim. Başka bir şey söylemeden arabadan indim, Aras da öyle yaptı. Arabayı kilitleyip ormanın içine doğru yürüdüm. Hıçkırıklarımı artık Aras da duyabiliyordu. Peşimden gelirken endişeli bir ses tonuyla "Levent biraz konuşalım istersen ha? Buna ihtiyacın varmış gibi gözüküyorsun." dedi. Yokuştan aşağıya inmiştim, az daha düşecektim. Umrumda değildi. Şu ormanda ölecek olayım yine umrumda değildi. Ağaçların arasından geçerken omzunun üstünden ona bakıp "Konuşunca ne olacak? Duygusuz duygusuz beni dinleyeceksin!" dedim.

 

"İçimden geçenleri yüzüme yansıtmamam beni duygusuz yapmaz. En az senin kadar üzgünüm şu an."

 

"Dün bana kızmakta çok haklıydın."

 

"Sen de Tolga'ya kızmakta haklıydın ama tepkini çok yanlış gösterdin."

 

Gözüme kestirdiğim bir büyük taşın üstüne oturdum. Biraz aşağıdan başkalarının sesi geliyordu, burada da yalnız kalamayacaktık. Şehirden biraz uzak kalmaya ihtiyacım olduğu için bunu da umursamadım. Yanımdaki benim oturduğumla aynı büyüklükteki taşı işaret ederek Aras'a "Yanıma oturur musun?" diye sordum. Ona bakamıyordum.

 

"Diğer yanına da ben oturayım o zaman!"

 

İldeniz... Demek o da peşimizden gelmişti. Hiç dikiz aynasından arkamı kontrol etmemiştim. Gözlerimi onlara çevirdim, bana yaklaşmışlardı. İldeniz gülümsüyordu. Aras ise kaşlarını kaldırmıştı, onu bugün anlayamıyordum. İkisi de yanımda olduğu için içimde biraz rahatlama hissi oluşmuştu. Bacaklarımı gövdeme yaklaştırıp "Sen benim arabamı takip mi ettin?" dedim. İldeniz mavi gözlerini kısarak yanıma oturdu.

 

"Aras'ı senin arabana çağırınca eve gitmeyeceğini anladım. Ayrıca ben senin ruh halini gözünden anlarım! Onun için peşinizden geldim."

 

Kafamı dizlerime gömerek ağlamaya devam ettim. Şimdi ortam istediğim gibiydi işte. İki dostum da yanımdaydı, onların tesellisine ihtiyacım vardı. Dilemem gereken özürler de vardı. Ruhum çok daralmıştı, bunalmıştım. Günüm kabus gibi geçiyordu. Az önce Aras'a gösterdiğim yere birinin oturduğunu duyduğum seslerden anladım. Aras oturmuştu, kafamı dizlerimden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Diğer taraftan İldeniz de aynısını yapıyordu. Aras samimi bir ses tonuyla "Kendine bu kadar eziyet etme. Seni böyle görmek istemiyorum." dedi. Kafamı kaldırarak ona baktım.

 

"Dün gece senin odana geldim, uyuyordun. Daha fazla huzurunu kaçırmak istemedim, ses çıkarmadan kendi odama döndüm. San... Sana çok ihtiyacım vardı!"

 

"Sabah senin kendi kendine dertleştiğini görünce kendimi kötü biri gibi hissettim."

 

"Bir daha kendine böyle dediğini duymayayım. Sen çok iyi bir insansın!"

 

Aras'ın da gözünün yaşardığını fark ettim. Benim yüzümden o da ağlıyordu. Kimsenin duymayacağını sanarak çok kısık bir sesle "Keşke vurulduğum gün ölseydim. Beni seven herkesi üzüyorum!" dedim. Aras kolumu sıktı, gözlerinin içine baktım. İçindeki ateşi görünce ikisinin de beni duyduğunu anladım. Aras dişlerini sıkarak "Sana bir tokat atmak istiyorum şu an Levent." dedi. İstediğini yaparsa ona asla kızmazdım, hatta ağzımı burnumu kırsa ona yine asla kızmazdım. Aynısını İldeniz yapsa ona da kızmazdım. Çünkü onlar benim iyiliğimi düşünüyordu. Aras'ın bunu yapmaya haksız olduğunu söyleyemezdim.

 

Gözlerimi kapatıp "At. Sana bunun için kızmayacağım." dedim. "Tolga atmasın yeter ki!"

 

"Emin misin?" diye sordu kaşlarını çatarak.

 

"Evet!"

 

Ardından yüzümde hafif bir acı hissettim. Dostum bana yine kıyamamıştı, her zaman olduğu gibi. Bense onun kalbini kırmıştım. Dün gece bir film şeridi olarak gözümün önünden geçti. Herkesin beni sakinleştirmeye çalışması, benim İldeniz'i itmem... Sadece Aras'a değil, İldeniz'e de bir özür borçluydum. Yaşlı gözlerimle ona baktım. O Aras kadar duygusal bir insan değildi, tabii bu duygudan yoksun olduğu anlamına gelmiyor. Güllaç ben vurulduğum zaman İldeniz'in çok ağladığını söylemişti. İldeniz bana beklentili gözlerle bakıyordu.

 

"İl... İldeniz. Dün seni ittiğim için ve diğer her şey için senden özür dilerim. Söz veriyorum, bir daha böyle bir şey olmayacak. Senin dostluğunu kaybetmek istemiyorum ben kanka!"

 

"Kaybetmedin zaten! Ben dün gece beni ittiğini çoktan unutmuştum. Ama... Ama bir daha ölmek istediğini duyarsam Asalbike ile aynı korkuyu yaşarsın."

 

Sırıtarak "O korkuyu yaşayacağıma yerin dibine girerim daha iyi!" dedim. "Bir anlık sinirle ölmek istediğimi söyledim ama söz veriyorum, bir daha onu ağzıma almayacağım."

 

Önce İldeniz'den özür dilediğimi görünce Aras'ın bakışları değişmişti. Yüzünde yarım kalmış bir gülümseme vardı ama bakışlarında beklentiyle karışık alay vardı. Gözleri direkt olarak beni hedef almıştı. Kaşları hafif yukarı kalkmıştı. Ondan da özür dilememi bekliyordu.

İldeniz omzuyla beni dürttü. Usul usul ona döndüğümde gülümseyerek telefonunu gösterdi. Ardından ekranı bana çevirip "Kanka Güllaç yeni fotoğraf paylaşmış. Gözleri güneşte çok güzel çıkmamış mı?" dedi. Oysa ekranda Güllaç'ın fotoğrafı falan yoktu. Telefonun not kısmı açıktı, bir şeyler yazmıştı.

 

Şimdi içindeki tüm hüznü dışarı vur kanka. Aras duygusal bir insan, bunu biliyorsun. Ekranda fotoğraf varmış gibi davran ve ağla. Ardından konuyu Güllaç'tan Aras'a bağla. Sen özür dilerken zaten o da yumuşayacak. Ben onu kırdığımda senin sayende barışmıştık:)

 

Ağlamak için çabalamama gerek yoktu, yaşlar zaten usul usul yanağımdan aşağı süzülüyordu. Elimle telefonu itip derin nefesler aldım. Hıçkırıklarımı yine özgür bıraktım. Sesime biraz daha acı katarak "Bu güzel gözler benim yüzünden yaş mı dökecek şimdi?" dedim. Aras duruşunu hiç bozmadan beni izliyordu. İldeniz kolunu omzuma atarak bana iyi gittiğimi ima etti. Başını benden tarafa eğerek yüzüne mutsuz bir ifade yerleştirdi. Ardından cıklayıp "Sen öyle bir şeye asla izin vermezsin. Sen iyi bir insansın." dedi. Ellerimi yumruk yapıp kafama vurdum.

 

"Yakın arkadaşlarıma bile zarar veriyorum, herkesin kalbini kırıyorum. Bak Aras'ın da kalbini kırdım!"

 

Aras ellerimi başımdan uzaklaştırmaya çalışırken "Levent asıl böyle yaparsan beni kırarsın!" dedi. Ellerimi ondan kurtarıp bedenimi komple ona çevirdim. İstediğimi elde etmiştim, onun da gözleri yaşarmıştı. Parmağımla kalbimi işaret ederek "Bu kalbin içindeki herkesi üzeceksem ben hayatım boyunca nasıl mutlu olacağım? Ben değer verilmemesi gereken bir insanım!" dedim. İldeniz beni rol yapıyor sanabilirdi ama ben gerçekleri söylüyordum. Sadece kafamı yumruklamam sahteydi.

 

"Değilsin salak!" dedi Aras bağırarak. "Sen en değer verilmesi gereken insansın!

 

Sesini duyan kuşlar gökyüzünde kaçmıştı. Onun da sesi biraz titremişti. İşte şimdi ondan özür dileyebilirdim. Aras'ın zincirleri kırılmıştı, ben de bilinmezlik çukurunda çıkma aşamasına yaklaşmıştım. Tam çıkamamıştım işte, Haziran ayında geri düşecektim. Kolumu Aras'ın sırtına atarak onu kendime çektim.

 

"Özür dilerim Aras. Dün gece Asalbike'nin kışkırtmalarıyla yaptıklarım ve seni kızdıran diğer her şey için özür dilerim! Bugün senin çok eksikliğini çok hissettim kanka. Ben dostlarım olmazsa hiçbir şeyin üstesinden kolay kolay gelemezmişim. Bak ne istersen yaparım. Yeter ki affet beni!"

 

Aras yutkundu. Bir şeyler düşünüyordu, aklından geçenleri merak etmiştim. Ya beni affetmek istemiyorsa? Hayır! Daha fazla kötü şey olmasını istemiyordum. Bugün bu ormandan arkadaşlarımla barışmış olarak eve dönmek istiyordum. Gözyaşı dökmekten gözlerim yorulmuştu. Sonunda Aras başını öne eğerek "Ben seni affettim kanka. Dün ben de sana karşı kaba davrandım, olaydan sonra seni yalnız bıraktım. Bunun için tüm gün vicdan azabı çektim. Yani anlayacağın benim de çok hatam oldu. Asıl ben özür dilerim!" dedi. İçimdeki yağmur durmuştu, güneş açmıştı. Çiçeklerin rengi ayrı bir güzelleşmişti. İçimdeki bu değişim yüz ifademe de vurmuştu. Gülümsüyordum. Aras'ın başını yukarı kaldırdım. Meğer ağladığını gizlemek için kafasını öne eğmiş.

 

"Ben sana kızgın değildim, yani ortada affedilecek bir durum yok. Onun için boşuna kendini üzme kanka. Ayrıca eğer kendimi dışarıdan izleme şansım olsaydı ben de beni yalnız bırakırdım. Bana kızdığında kurduğun cümlelerde haklıyken sana neden kızayım?"

 

Aras da gülümsedi. Dağınık saçlarımı eliyle düzeltti. Moralim bozuk olduğunda dış görünüşümle ilgilenmiyordum. Güllaç'la olan mutfak olayından sonra sakalımı ve bıyığımı uzattığımı hatırlıyordum. Günlerce uyumadağım için gözlerim adeta çökmüştü. Şimdi bu olayda Güllaç'ın şüphelenmemesi için her şeye dikkat etmek zorundaydım. Düşüncelerimi aklımdan kovup Aras'ı ve İldeniz'i kendime yaklaştırdım. İldeniz onun planını uygulamamdan ötürü zafer gülümsemesini bana sunuyordu.

 

"Aras da beni affetti. Geriye Ahuşen ve Dalya kaldı. Onların gönüllerini almamda yardım edersiniz değil mi kardeşlerim?"

 

Aras birkaç saniye düşünüp "Bence bir hafta bekle kanka. Olay henüz çok taze, ondan çok kızgınlar. Bu sürede ben Ahuşen'i yavaş yavaş ikna ederim!" dedi. "Sen de tabii Ahuşen'e hep jest yap."

 

Başımı sallayarak "Tamamdır. Jeste bir örnek ver." dedim. "Ahu'yu senden daha uzun süredir tanıyorum ama sen daha iyi bilirsin."

 

"Mesela onun hiç ummadığı bir anda eline kahve bardağını tutuştur. Kahve içmeyi çok sever."

 

"Tamam, bunu da aklımın bir köşesine not ettim. İldeniz, sen de yardım et kanka."

 

İldeniz bir süre uzaklara baktı. Bana nasıl yardım edebileceğini düşünüyor gibiydi. Dalya'nın bana çok kızgın olduğunu o da biliyordu, bu sebeple uzun süre düşünmesi çok normaldi. Aklımdan henüz Dalya'nın Ahuşen'i kolundan çekip götürmesi silinmiş değildi. Dalya gerçekten anlaşılması zor bir insandı. Ben bunları düşünürken İldeniz bana döndü. Bir çözüm bulmuş olmalıydı.

 

"Dalya'nın seni affetmesi için zor gününde yanında olmalısın. Dalya kötü gününde yanında olanları ömrü boyunca seven bir insan, bunu bana kendisi söylemişti."

 

Kaşlarımı çatarak "Dalya'nın kötü günü yok ki!" dedim.

 

"Yanılıyorsun. Her insanın başkalarından gizlediği kötü bir günü vardır."

 

Bu cümlesine verecek bir karşılık bulamadım. Bazen haklı cümlelere verecek bir karşılık bulamıyordum. Dalya'nın aslında herkesten sakladığı bir sırrı vardı, aylardır kimseye söylememişti. İldeniz'in söylemek istediği bu olabilir miydi? Bence olabilirdi. Ben nasıl yaptığım hatanın sonuçlarından ötürü mutsuzsam o da Dalya'nın sırrından ötürü mutsuzdu. Hava kararmaya başlamıştı. Piknik yapmaya gelen insanların konuşmaları artık daha çok duyulmaya başlamıştı. Aras gözüyle gökyüzünü işaret etti.

 

"Bu kadar mutsuzluk bünyemize fazla değil mi?" dedi oturuşunu düzelterek. "Uzun süredir beraber bir şeyler yapmadık."

 

Onu başımla onaylayıp "Bugün öyle bir şeylere çok ihtiyacım var." dedim.

 

İldeniz az önceki karanlık ruhundan çabuk çıkmıştı. Yüzünde sanki dünyadaki en mutlu gününü yaşıyormuşcasına bir gülümseme vardı. Bu değişim benim de mutluğuma mutluluk kattı. İtiraf etmem gerekirse fazla mutlu değildim, arkadaşlarımın neşesini kaçırmak istemiyordum. İldeniz karnını tutarak "Ben çok acıktım. Canım fena bir şekilde karışık pizza çekiyor! Eve gidince pizza söyleyelim. Sonra film izleriz." dedi. Gülerek saçlarını karıştırdım.

 

"Pizzalar benden! Mısır patlatırız değil mi?"

 

Aras da gülerek "Patlamış mısır delisi! Patlatırız tabii!" dedi.

 

1 hafta sonra...

Olayın üzerinden bir hafta geçmişti. Arkadaşlarım kendimi toparlamam konusunda bana çok yardım etmişti ama bunun bana pek faydası olmamıştı. Bazen uykularım kabusla bölünüyordu. Uyandığımda gördüklerimi bir süreliğine gerçek sanıp çıldıracak gibi oluyordum. Güllaç beni her telefonla aradığında korkuyordum, ne zaman bana şüpheli bakışlarını yolladığını görsem kalbimin atışı hızlanıyordu. Olayın bizim dışımızdaki tek görgü tanığı Asalbike karşılaştığımız zaman bana kötü kötü bakıyordu. Eğer yanımda İldeniz varsa koşa koşa ortamdan kaçıyordu. Olanlar karşısında yıkılmak üzereydim, iyi düşünceleri baston olarak kullanıyordum. Bastonun da fayda etmediği zamanlar oluyordu. İşte o zaman karanlık bilinmezlik çukuruna tekrar düşüyordum.

 

Kampüsün içindeki bir kafeden dört bardak kahve almıştım. Taşıyamayacağım için karton bir çanta isteyip ona koymuştum. Üçünü Ahuşen, Güllaç ve Dalya'ya almıştım. Güllaç bana Yıldırım logosunun önünde olduklarını söylemişti. Hava bugün biraz serin olduğu için içlerini bir bardak kahvenin ısıtacağını düşünmüştüm, bir de Ahuşen ve Dalya'yla aramı yumuşatmak istiyordum. Bir haftadır bizimkilerin tavsiyesine uyduğum için onlarla konuşmamıştım. Buna rağmen Güllaç'ın yanında bana samimi davranıyorlardı. Kampüsün ortasındaki Yıldırım logosu gözükünce adımlarımı hızlandırdım.

 

"Aaa geliyor benimki!" diyen Güllaç'ın sesini duydum.

 

Çok güzel gülümsüyordu. Gülmek ona çok yakışıyordu. Bal rengi gözleri parlayınca ayrı bir güzel oluyordu, o zaman gözlerimi ondan alamıyordum. Bugün üstüne kırmızı bir yazlık elbise giymişti, beyaz çiçek desenleri elbisesini süslüyordu. Bizimkiler de onların yanındaydı. Ahuşen gülümsemeye devam etti ama Dalya birden kaşlarını çattı. Yanlarına vardığımda bana zoraki bir gülümseme sundu.

 

"Kızlar size ve kendime kahve aldım. Sevdiğiniz türlerden aldım, umarım yanlış almamışımdır."

 

Sırayla bardakları çıkarıp üçüne verdim. Teşekkür faslından sonra kendi kahvemi de alıp boş çantayı yere bıraktım. Kahvesinden ilk yudumu aldıktan sonra Dalya'nın gözlerinin şaşkınlıktan büyüdüğünü fark ettim. O Chai Tea Latte'yi çok severdi, bardaklara isim yazdırdığım için herkese doğru kahve gitmişti. Aras göz kırpıp bana beğenme işareti yaptı, o benim hareketimdi. Dalya samimi olmayan bir ses tonuyla "Sevdiğim kahveyi unutmamışsın." dedi. Sırıttım.

 

"Ben sevdiğim arkadaşlarımın neleri sevdiklerini unutmam Dalya. Sen de benim şu üniversitedeki en sevdiğim dostlarımdan birisin. Günün birinde ben yanlış bir şey yapsam ve sen bana küssen, ben yine seni dostum görmeye devam ederim."

 

Güllaç omzuma vurup "Bir kahve üzerinden yola çıkıp dostluk edebiyatı yaptın!" dedi. "Ama Aras ve İldeniz'e kahve almadın!"

 

Aras ve İldeniz kahkaha attı. Güllaç'ın yanakları kızardı, onların da kendisi gibi tepki vereceğini sanıyordu herhalde. Oysa benim kankalarım öyle şeylere hiç küsmezdi. Aynı şeyi Güllaç'ın kankaları için söyleyemezdim. Güllaç onlara şaşkın şaşkın bakmaya devam ederken Aras "Boşuna Levent'e kızma Güllaç Reis! O kafeye giderken bize sordu, biz istemedik. Sen sevgilinin bize bunu soracağını düşünmedin mi?" dedi. Ben de gözlerimi Güllaç'tan kaçırıp güldüm.

 

"Sevgilim bile beni iyi tanıyamamış. Vay be!"

 

"Levent ya! Öyle olmadığını sen de biliyorsun!"

 

"Şaka yaptım ya!"

 

Dalya gözlerini devirerek "Aylarca tanıdığımız insanların kötü yönlerini çok sonra görebiliyoruz. Bunu fark ettiğimden beri aylar önce tanıdığım kimse hakkında erken konuşmama kararı aldım." dedi. Ağzımdaki kahveyi püskürtmemek için kendimi zor tuttum. Resmen bana laf sokmuştu. En son bana küstüğü için Güllaç hariç herkes bana gönderme yaptığını anlamıştı, kalbim acıyordu. Güllaç bir süre neler olduğunu anlayabilmek amacıyla Dalya'ya baktı. Dalya ise hiç bunu fark etmemiş gibi kahvesini yudumlamaya devam etti.

 

"Dalya bazen çok gizemli konuşuyorsun! Kimin kötü yüzünü gördün?"

 

Yardım istediğimi anlasın diye İldeniz'e baktım. Güllaç şüphelendiği bir şeyin peşini kolay kolay bırakmazdı. Bardağı tutan elim titriyordu. İldeniz kafasını sallayarak bana yardım edeceğini belli etti. Anlamsız bakışlarından anladığım kadarıyla beni nasıl kurtaracağını bilmiyordu. Sonunda derin bir nefes alarak "Dalya işte. Geçmiş yıllara ait tecrübelerini anlatıyor!" dedi. Dalya çaktırmadan ona omuz attı. İldeniz ise ona ciddi bakışlarını gönderdi. Bu sırada Güllaç benim bardağı tutan elimi işaret etti.

 

"Hmm! Levent senin elin neden titriyor!"

 

Bu sefer beni kimse kurtaramazdı. Ben hedef alınmıştım, atış beni bulmuştu. Olay ortaya çıkana kadar bu durumu hep yaşayacaktım. Yüzümdeki gülümsemeyi hiç bozmadım, inandırıcı olmalıydım. Aras gözünün ucuyla bardağımı işaret etti. İşte o zaman bahanemi buldum.

 

"Ellerim üşüyordu." dedim neşeli bir ses tonuyla. "Kahve bardağı sıcak olduğu için şimdi üşümüyorlar."

 

Güllaç buna da inanmıştı. Kendimi sevgilime yalan söylediğim için çok suçlu hissediyordum. Bunu normalde hiç yapmamalıydım. Rüzgarın uçuşturduğu saçlarını düzelterek "İyi ki kahve almışsın o zaman!" dedi. Sesindeki mutluluğu bir gün arayacağım aklıma gelince Yutkundum. Bunu Ahuşen fark etmişti. Başını usul usul "Ah Levent ah!" dercesine iki yana salladı. Sonra neşemi yerine getirecek bir şey söyledi. Bunu yapmasını hiç beklemiyordum.

 

"Levent gerçekten bu kahve tam benim istediğim gibi olmuş. Hafızan ne kadar kuvvetli!"

 

"Çok iyi bir gözlemciyimdir."

 

"Tabii bazen gözlemlerinde yanıldığın zamanlar da oluyor."

 

Şimdi de Ahuşen bana laf sokmuştu. Onlara kahve alarak hata mı yapmıştım? Hayır, en azından Ahuşen daha iyi davranıyordu. Bu sefer Güllaç, Ahuşen'e neden öyle dediğini sormamıştı. Bu durumda o da ona hak veriyor olabilirdi. Ahuşen bence de haklıydı, bazen çok yanlış gözlemler yapıyordum ve bu kötü sonuçlar doğuruyordu. Kahvemden bir yudum daha alıp "Haklısın." dedim. İçimden bir sürü şey geçiyordu ama bunları sesli söyleyemezdim. Bir süre daha kendi karanlığımda boğulacaktım.

 

"Kimleri kimleri görüyorum! Ahududu ve onun gereksiz arkadaşları!"

 

Bir bu eksikti. Asalbike tam karşımızda yüzünde alaycı bir gülümsemeyle dikiliyordu. Her zamanki gibi süslenmiş ve yüzüne kusursuz bir makyaj yapmıştı. Yoğun parfümünün kokusu aramızdaki mesafeye rağmen burnuma gelmişti. Sarı saçlarını savurup doğrudan bana baktı. Hepimizin o geldiği için yüzü düşmüştü. Güllaç birden beni kolumdan sımsıkı tuttu, bunu neden yaptığını anlamamıştım. Ahuşen kaşlarını çatarak "Yılanbike bizi rahat bırak! Yine neden bize laf attın?" diye sordu.

 

Asalbike gülerek beni işaret etti ve "Levent salağını görünce laf sokasım geliyor!" dedi. "Dışarıdan çok masum duruyor ama hiç öyle değil!"

 

Alt dudağımı öyle bir dişledim ki kanın tadını aldım. Öten kuşların sesinden çok kalp atışımın sesini duyuyordum. Güllaç artık koluma daha fazla baskı yapıyordu. Gözlerinde gözü dönmüş bir katili andıran bir bakış vardı. İrkilmeme neden olacak bir sesle "Durup dururken Levent'i suçluyorsun. Senin yaptıklarını yerel halk bir duysa televizyon hayatın biter beyinsiz!" diye bağırdı. İldeniz tam Asalbike'nin arkasındaydı, Güllaç konuşunca önüne geçti. Asalbike onu görünce kısa süreli bir şok yaşadı ama bozuntuya vermedi. Aras kaşlarını çatıp İldeniz'in yanına geçti.

 

"Kötülüğün sözlükteki tanımısın. Geçmişsin karşımıza neler diyorsun?"

 

Asalbike başını omzuna yatırarak "Siz de pek benden farksız sayılmazsınız." dedi. Ardından ellerini yumruk yapmış bir şekilde ona yaklaşan Dalya'ya bakıp "Senden korkan senin gibi çirkin olsun!" diye bağırdı. "Bir insan adının ilk üç harfinin hakkını bu kadar nasıl verebilir!"

 

Güllaç'ın beni sımsıkı tutan elinden zorla sıyrılıp Asalbike'ye yaklaştım. O, Dalya hakkında böyle konuşamazdı. Bunu asla izin veremezdim. Tehditkar bir ses tonuyla "Bana istediğini diyebilirsin ama... Ama arkadaşlarıma ve sevgilime sataşamazsın! Benim tersim çok pistir." dedim. Korkmasını beklerken kahkaha atınca daha çok sinirlendim. Bu sefer kendime hakim olmalıydım.

 

"Senin tersinden mi korkacağım salak?"

 

İşte tam o anda Dalya elindeki kahveyi onun beyaz elbisesinin üstüne boşalttı. Hepimiz büyük bir şaşkınlıkla ona bakıyorduk. Asalbike bir sürü ağzı açık bir şekilde Dalya'ya baktı. Elbisenin renginden ötürü elbise berbat gözüküyordu, Asalbike'nin maddi durumunu düşünürsek pahalı bir elbise olmalıydı. Dalya alaycı bir sesle "Beyaz çok sıkıcıydı, desen olsun istedim. Bu bir Güllaç Naroğlu tekniğidir!" dedi. Güllaç istemsizce son cümlesine güldü. Asalbike hızla Dalya'nın üstüne yürüdü.

 

"Senin ben tekniğine sıçayım Dalya!" dedi ve Dalya'nın saçlarına elini daldırdı.

 

Gerçekleşen şeyden sonra zaman durdu. Çevredeki olanlardan habersiz konuşan insanlar durdu, öten kuşlar sustu. Fakülteden gelen müzik kapatıldı. Saçlarımla oynayan rüzgar beni terk etti. Benim elimden kahve bardağı, Asalbike'nin elinden de peruk yere düştü. Dalya'nın gözünden bir damla yaş süzüldü ama yüzündeki kızgınlık yerinden kıpırdamadı. Ahuşen şoka girmişti, konuşamıyordu. Güllaç kendini yere bıraktı. Sadece onun hıçkırıklarını duyabiliyordum. Aras'ın gözleri büyümüştü, yüzünün rengi değişmişti. İldeniz'in yüz ifadesi Dalya'nınkiyle aynıydı. Ek olarak onun yüzünde şaşkınlık da vardı. Asalbike elini ağzına götürmüştü, onun da gözleri dolmuştu ama onunki korkudandı.

 

"Dalya ben... Ben bilmiyordum!"

 

"Lösemi hastasıyım Asalbike." dedi Dalya bağırarak. Ardından bize dönerek devam etti:

 

"Aylardır bu hastalıkla savaşıyordum. Bir süredir tedavi görüyorum, başlarda tedaviden korkuyordum. Sizin moraliniz bozulmasın diye sizden sakladım. Nerden bilebilirdim ki başınıza başka kötü şeylerin geleceğini? Tedavim iyi gidiyor, birkaç aya bu hastalıktan kurtulacağım. Şimdi hepiniz bana kızacaksınız ama lütfen kendinizi iyi oluşumla sakinleştirin. İldeniz... Sana aylarca gizemimle acı çektirdiğim için senden özür dilerim. Benden ayrılmak istersen seni anlayışla karşılarım. Ama lütfen... Lütfen şimdi gitmeme izin ver!"

 

Kendimi Güllaç'ın yanına bıraktım. Bastonum kırılmıştı, duygularım beni etkisi altına almıştı. Güllaç'ı kendime çekip destek almaya çalıştım. Onun da benden destek almaya ihtiyacı vardı. Titreyen sesimle "Sana kızamam ben Dalya!" dedim. Dalya'dan karşılık gelmedi. Birkaç saniye sonra İldeniz'den "Ben de... Ben de ona kızamam kanka!" dediğini duydum. Onun da sesi titremişti. Kafamı kaldırıp baktığımda Dalya'nın olmadığını gördüm. İldeniz de kendini yere bırakmıştı, mavi gözleri artık bir şelaleydi. Asalbike korku dolu gözlerle bakıyordu. İldeniz'in korkutucu sesi onu yerinden sıçrattı.

 

"Git Asalbike buradan! Git deliğine!"

Her insanın dilinin ucunda olan ama söylemeye korktuğu bir sırrı vardır.

 

***

Hani Dalya'nın mutsuz günü yoktu Levent?

 

Nasılsınız arkadaşlar? Biliyorum bu sondan sonra bunu sormamalıydım. Siz belki Dalya'nın sırrını tahmin ediyordunuz ama ben bu sahneyi yazmanın hayalini 5 yıldır kuruyordum. Bu olayla ilgili yorumlarınızı merak ediyorum. Hep vereceğiniz tepkileri hayal ediyordum.

 

Bölümün sonunu umarım beğenmişsinizdir. Kitabımın devamlı okuru olan birçok okurum her gün bölüm atmam için bana yazıyordu, onlara buradan sevgiler🤎 Size de sevgiler 🤎

 

En duygulandığınız ve en beğendiğiniz sahne neydi? Aylardır bölüm atamadım ondan yorum okumayı özledim😂

 

Gizemli Kişi bu bölümlük yok. İlerideki bölümde belki olabilir. Onun anlatacağı daha çok şey var😊

 

 

Loading...
0%