@alpellal
|
Merhaba! Sonunda o beklenen bölüme geldik. Kitaba başlayalı yıllar oldu ve sonunda ilk kitabın sonuna geldik. Tabii bu uzun sürenin sebebi okul hayatımla ilgiliydi. Lise ve üniversite derken meşgul olduğum zamanlar oldu. Bir de ben detaycı bir insanım. Onun için her detayı eklemeye çalışıyordum bölüm uzuyordu. Bu bölümün sonunda tepkilerinizi merakla bekliyorum. Bölümü paylaştıktan sonra bir de teşekkür bölümü atacağım. Orada da bol bol konuşuruz. Bu bölüm daha önce ufak ufak bahsettiğim yerleri yazmayacağım çünkü tekrarlanmış olur. Neyse siz şimdi son olaydan sonra olanları merak ediyorsunuzdur, iyi okumalar dilerim🤎
***
Ahuşen... Uykumun arasında duyduğum alarm sesi ben en güzel rüyalarımdan uyandırdı. Güneş odamın içine doğmuş gibiydi. Hiç uyanmak istemediğim halde hem alarmım hem de güneş beni buna mecbur bıraktı. Hislerim bugün çok değişik bir gün olacağını söylüyordu, zaten hislerim şu sıralar hiç susmuyordu. Son günlerde hissettiklerimin çıkmaması için dua ediyordum. Bugün hepimizin eve mutlu dönmesini istiyordum. Bugün tek morali bozulan kişi Asalbike olmalıydı. Dün gece keyfimizi kaçırdığı için cezasını çekmeliydi.
Yataktan kalktıktan sonra elimi ve yüzümü yıkamak için lavaboya gittim. Yüzüme çarpan soğuk su beni kendime getirmemişti. Dün gece geç yatmasaydım şimdi böyle olmazdım. Komidinimin üstündeki telefonumu alıp mesajlarımı kontrol ettim. Sosyal medya hesaplarımdan gelen bildirimler dışında Aras'ın attığı bir mesaj da vardı. Gözümü ovuşturduktan sonra gelen mesajı okudum:
Levent evde yok. Arıyorum ama açmıyor.
Levent küçük bir çocuk değildi. Aras'ın onu bu kadar merak etmesi bana tuhaf gelmişti. Zihnim yeni açıldığı için böyle olmuş olabilirdi.
Ben: İşi çıkmıştır. Yetişkin adam!
Aras: Güllaç her şeyi bugün öğrenecekti, ondan korkuyorum. Güllaç evde mi?
Aklımın bir köşesinde duran ama uyku sersemliğiyle aklıma gelmeyen şey onun mesajıyla kendini gösterdi. Birkaç dakika önce Aras'ın endişesine şaşırırken şimdi ben Güllaç için endişeleniyordum. Normalde benden önce uyanırdı ama şu an ev çok sessizdi. Seslenmeye karar verdim:
"Güllaç!"
Sesime bir karşılık gelmedi. Bu işte bir terslik vardı, odasına bakmalıydım. Odalarımız çok yakın olduğu için hemen gittim. Kapısı kapalıydı. Derin bir nefes alıp kapısına vurdum, içeriden ses gelmedi. Belki bu sefer uyanmak istememiştir diye düşündüm. Kapıyı ses çıkarmadan açmaya özen gösterdim. Karşımdaki manzarayı gördüğüm an çığlık attım.
Gözüme çarpan ilk şey yerdeki camı kırık olan fotoğraf çerçevesiydi. İçinde Güllaç ve Levent'in beraber çektirdikleri bir fotoğraf vardı. Sonra makyaj masasını gördüm. Üstünde Levent'in doğum gününde ona hediye ettiği anı albümü duruyordu, makyaj malzemelerinin çoğunluğu yerdeydi. Bazı parfüm şişeleri kırıldığı için odada yoğun bir parfüm kokusu vardı. Ne yapacağımı bilemiyordum. Yüzümün kıpkırmızı olduğunu hissediyordum, çok korkuyordum. Uzun süredir olmaması için çaba harcadığımız şey sonunda olmuştu. Biz uyurken Güllaç her şeyi öğrenmişti.
"Keşke erken uyansaydım! Levent'e hesap sormaya gitti kesin!"
Masasının üstünde bir kağıt duruyordu. Hemen alıp okumaya başladım, bize not bırakmıştı. Dalya da hızla odanın içine girdi. Gözlerini ovuşturuyordu ve başında peruğu yoktu.
"Ahu neden çığlık attın? Ay! Buranın hali ne böyle?"
Artık onun da gözlerine korku yerleşmişti. Uykusu açılmıştı. Okuduğum kağıdı ona verdim, gözlerim yaşarmıştı. Sanki ölmek üzere olan birinin son notunu okumuşum gibi hissediyorum. Zaten bir gün öncesinde Güllaç'a bir şey olacağını hissetmiştim ama bunu ona söyleyememiştim. Şimdi onun nerede olduğunu bile bilmiyordum. Dalya da yaşlı gözlerle bana döndü.
"Her şeyi öğrenmiş!"
"Notunda sanki intihar edecekmiş gibi konuşmuş." dedim titreyen sesimle.
"Allah korusun! Levent'i aradın mı?"
"Hayır." dedim. "Evde yokmuş. Aras aramış ama açmamış."
Dalya elini ağzına götürdü. İkimizin de aklından aynı şeyin geçtiğine emindim. Güllaç gerçekleri öğrenince Levent'i bir bahane uydurarak yanına çağırmış olabilirdi. Ama nereye çağırmıştı? Benim bildiğim Güllaç kızgınlığını belli etmeden çağırırdı. Odanın içinde dolaşmaya başladım.
"Şu an ikisi birlikte ve büyük ihtimalle ortam çok gergin. Nerede olduklarını öğrenmek zorundayız!"
"Biz Güllaç'ı arasak acaba açar mı?"
"Sanmıyorum ama denemekte fayda var."
Telefonumu açıp hemen rehberimde Güllaç'ın adını bulmaya çalıştım. Ellerim titriyordu, az daha telefon yere düşecekti. Başkasının da yakın arkadaşı ölüme gider gibi not bıraksa o da böyle olurdu. Sonunda arama seçeneğine tıkladığımda Dalya bana yaklaştı. Telefon bir süre çaldı ama sonra kapandı, Levent'i aramaya karar verdim. Aynı sıkıntı onda da oldu. Ekranı kapatıp başımı ellerimin arasına aldım. Dalya yatağın üstüne oturup derin bir iç çekti.
"Güllaç şu an bir yerde sinir krizi geçiriyordur. Levent hiç iyi bir durumda olmayabilir!"
"Aynısını düşünüyorum!" dedim endişemi dışarı yansıtan bir sesle. "Nereye gittiklerini öğrenmemiz gerekiyor. Güllaç'ın notu sanki hayata veda eder gibi, çok korkuyorum!"
Dalya cümlem bittiğinde gözlerini arkamdaki kıyafet dolabına çevirdi. Ben de o yöne şaşkın şaşkın baktım, dolabın kapağında bir şey yoktu. Dalya'nın neden oraya baktığını anlamamıştım. Sesine gizemli bir tını katıp "Dolabın kapağını açıp benim görebileceğim şekilde önünden çekilir misin?" dedi. İsteğini sorgulamaya vaktim olmadığını düşündüğüm için dediğini hemen yaptım. Dalya birkaç saniye dolabı inceledi. Bir şeyler arıyordu ama ben neyi aradığını bilmiyordum. Sonunda gözlerini kocaman açıp bana döndü:
"Siyah elbiselerinden birini giymiş. Tolga'nın hediyesi olan siyah şapka da yok! Yas tuttuğunu belli etmek istemiş."
Her geçen saniye daha korkutucu oluyordu. Güllaç normalde böyle şeyler yapacak biri değildi, o asla intihara meyilli biri olmamıştı. Daha önce birisine kırıldığında ortadan kaybolduğuna çok şahit olmuştum ama bu durum daha farklıydı.
"Şapkayı Levent'i üzmek için takmış olabilir." dedim. "Levent o şapkayı onun kafasında görünce sinirleniyordu."
"Güllaç da intikam alırken bu yönünü kullanmak istedi."
Levent'in sinirli hali bambaşka bir insan gibiydi. Güllaç ondan intikam almak isterken büyük bir olay çıkarabilirdi. İkisinin de nerede olduğunu bulmamız gerekiyordu ama bunu nasıl yapacağımızı bilmiyordum. Telefonu açıp Dalya'nın yanına oturdum. Aras'ı görüntülü arayacaktım. Dalya'ya bunu açıklama gereği duydum:
"Bizimkileri görüntülü arayalım. Onlar belki bir şey bulmuştur."
Beni başıyla onayladı. Hemen Aras'ı aradım, vakit kaybetmeden açtı. Evin salonundaki koltukta oturmuştu. Gözlerinden uykunun etkisinden yeni sıyrıldığını anlayabiliyordum, yanındaki İldeniz'in durumunun da ondan pek bir farkı yoktu. Aras kafasını ona yaklaştırıp telefonu ikisini de görebileceğimiz şekilde uzaklaştırdı.
"Günaydın hanımlar diyeceğim ama gün aymadı biliyorum."
"Gerçekten aymadı!" dedikten sonra tüm olanları anlattım. Ben detay verdikçe gözleri korkuyla büyümüştü. İldeniz sadece kaşlarını hafif kaldırmıştı. Yeterince ciddi bir insan olduğu için bu beni hiç şaşırtmadı. Kısa süren bir sessizlikten sonra ilk Aras konuştu:
"Bittik biz bittik! O şapkayı görünce Levent çıldıracak!"
"Kızın amacı o zaten." dedi İldeniz sesindeki endişeyi saklamadan. "Önce Levent'in ayarlarıyla oynayacak sonra gerçekleri bildiğini söyleyip onu savunmasız hale getirecek."
Benim de aklımdan bu geçiyordu. Güllaç eğer böyle bir şey yaparsa Levent'i herkesin onu bulabileceği bir yere götürürdü. En korktuğum şey intihar etmesiydi. Her geçen dakika zaman kaybıydı. Konuşmaya dahil oldum.
"En kötü planı eğer doğru anladıysak intihar etmek."
"Güllaç normalde böyle bir şeyin imasını bile yapmazdı. İnsanlara olan güvenini kaybettiği için ruhsal bir sıkıntıya düşmüş olabilir." dedi Dalya.
Aras gözlerini kısıp "Biliyorum bunu sormam saçma ama kız odayı kırıp dökerken siz hiç mi sese uyanmadınız?" dedi.
Sorduğu bence mantıklı bir soruydu. Burnumuzun dibinde Güllaç sinir krizi geçirirken bizim hiç uyanmamamız çok ilginçti. Dün gece geç yatmıştık, ondan deliksiz bir uyku çekmiş olabilirdik. Başımı iki yana sallayarak "Saçma bir soru değil, dün gece çok geç yattık. Ondan uzun süre uyuduk." dedim. İldeniz bu konuyla hiç ilgilenmiyormuş gibiydi.
"Okulda olabilirler mi?"
Dalya onun sorusuna "Aslında oraya da gitmiş olabilirler." cevabını verdi. Ben de bu düşünceye katılıyordum. Eğer okula gitmişlerse fazla insanın olmadığı bir yerine gitmişlerdir. Onları ararken ilk durağımız okul olabilirdi. Aras düşünceli bir yüz ifadesiyle "Doğru, okula da gitmiş olabilirler. Umarım birisi onları görmüştür." dedi. O sırada telefonumun ekranında Doğay'ın görüntülü arama isteği belirdi.
"Doğay da görüntülü arıyor. Onu da alayım buraya."
Aras beni başıyla onaylarken Doğay'ın isteğini onayladım. Doğay'ın görüntüsü karşımda belirir belirmez yüzündeki endişeli ifade dikkatimi çekti. Arkasındaki binadan anladığım kadarıyla fakültenin arka tarafındaydı. Diğerleri de tıpkı benim gibi ona şaşkınlıkla bakıyorlardı. İlk konuşan ben oldum.
"Doğay ne oldu, neden mutsuzsun?"
"Asıl sen bana Güllaç'a ne olduğunu söyle."
Doğay galiba bir şey biliyordu. Heyecanlanmaya başlamıştım. Dalya kafasını istemsizce telefona daha fazla yaklaştırdı. Erkeklerden ses çıkmıyordu, o derece heyecanlanmışlardı.
"Her şeyi öğrenmiş." dedim çaresizliğimi yansıtan bir ses tonuyla. "Biz uyurken Tolga aramış ve anlatmış. Uyandığımızda evde yoktu, Levent de kayıpmış."
"İkisi de burada ama tam olarak binanın neresine gittiler bilmiyorum."
Aras gözlerini kırpıştırıp ona baktı. Ardından "Durumları nasıldı?" diye sordu. Hepimizin aklından bu soru geçiyor olabilirdi. Güllaç'ın fakülteye nasıl bir yüz ifadesiyle girdiği bile şu an biziim için büyük önem taşıyordu. Doğay derin bir iç çekti.
"İlk Güllaç geldi. Biz okulun büyük logosunun orada oturuyorduk, onun için bizi fark etmedi. Çok öfkeli gözüküyordu. Gözlerinde bir kırgınlık kırıntısı gördüm, birde simsiyah giyinmişti. Cenazeden döndü sandım başta! Dakikalar sonra Levent'i gördüm, o da bizi görmedi. Güllaç'ın tersine çok mutluydu. Elinde bir market poşeti vardı, içinde ne vardı bilmiyorum. İkisinin bu zıtlığına çok şaşırdık. Sonra bir şey oldu ve bu durum beni korkuttu!"
Dördümüz aynı anda "Ne oldu?" diye sorduk.
Doğay etrafına kısa bir bakış attıktan sonra konuşmaya devam etti:
"Fakültenin içindeki tuvalete gitmiştim. Çıktığımda üst katlardan Güllaç'ın sesini duydum. Bağırarak konuşuyordu ve çok sinirliydi. Bir üst katı gezdim ama orada yoklardı. Bu durum beni endişelendirdiği için seni aradım Ahuşen, bu güzel çifte zarar gelmesini istemiyorum."
Arkadaşım okulun bir köşesinde sinir krizi geçiriyordu ve benim elimden bir şey gelmiyordu. Gözümün önüne onun sinirli hali geldi. Kalbimin atışı hızlanmıştı, Dalya da daha sık nefes alıp vermeye başlamıştı. Aras ve İldeniz de bizimle aynı durumdaydı. İki tarafında arkadaşı önemliydi sonuçta. Boşta olan elimle gözümün önüne düşen saçımı kulağımın arkasına atarken "Ortalık çok karışmış, bir şey yapmamız gerekiyor. Son sınıfların mezuniyeti var bugün. Haliyle okulda ortam çok kalabalık olacak, bu olayı kimse görmemeli. Doğay senden bir şey isteyeceğim." dedim.
"Tabii ki! Elimden geleni yaparım."
"Sen, ikizler ve Hesna'yla onları okulda ara. Bulursanız müdahale et. Biz birazdan okula geliyoruz."
"Tamam ben kapatayım şimdi. Hemen işe başlayayım!"
Doğay bize veda edip görüşmeden ayrıldıktan sonra birkaç saniye kimse konuşmadı. Hepimizin zihninde korku içeren düşünceler vardı. Bence konuşmamıza engel olan şey buydu. İldeniz'in mavi gözlerindeki korku görmeye alışkın değildim. Kendi kendine konuşur gibi "Levent bu durumdan tek başına kurtulamaz. Şu an eminim çaresiz bir şekilde Güllaç'ı durdurmaya çalışıyordur!" dedi. Aras boşta olan kolunu onun omzuna koydu.
"Onlar birbirlerini çok seviyorlar. Şimdi çok zor şeyler yaşıyorlar ama günün birinde bu olaylar onlar için sadece kötü bir anı olacak."
Fazla vakit kaybetmek istemiyordum. İki yakın arkadaşım yüzleşiyorlardı ve bu yüzleşmenin sonucunda hem arkadaşlık ilişkileri hem de sevgililikleri zarar görebilirdi. Durum değerlendirdiğimiz her dakika bizim için zaman kaybıydı. Üniversite eve çok yakın sayılmazdı. Duruma bir el atma zamanım gelmişti hatta geçiyordu.
"Hazırlanın hemen okula gidiyoruz."
Aras oturuşunu düzeltip "Sizi almaya gelelim mi?" diye sordu.
Kısa bir süre düşündükten sonra "Biriniz gelsin bizi alsın, diğeriniz okula gitsin. En azından aramızdan biri önden gitmiş olsun." dedim. Ardından İldeniz'e bakarak "İldeniz sen önden git istersen. Sen onları bulursan durumu daha iyi kurtarabilirsin." diye ekledim. Onun zaten Asalbike için de bir planı vardı, okula önce onun gitmesi bizim için bir avantaj olurdu. Dalya da beni onaylarcasına başını salladı.
"Ahu haklı. Aras gitse Güllaç'ı engelleyemez ama sen daha ciddi birisin seni dinleyebilir."
İldeniz bir şey söylemeden kısa bir süre ekrana baktı. Kendi arkadaşını kurtarmaya gideceği için düşünceler denizine gömülmüş olmalıydı. Güllaç daha önce bana onu olmayan abisi gibi gördüğünü söylemişti. Aras omzuna dokununca yan gözle ona baktı, aralarında sessiz bir iletişim vardı. İldeniz sonunda "Tamam, önden ben gidiyorum. Yeter ki birbirlerini daha fazla kırmasınlar!" dedi. Birkaç dakika plan yaptıktan sonra görüşmeyi sonlandırdık. İkimiz de hazırlanmak için odamıza gittik. Bugün rengarenk giyinirsem günün anlam ve önemine yakışmazdı. Dolabımdaki askılıktan eteği tüllü siyah elbisemi çıkardım. Aynada üzerime tuttum. Kesinlikle bugüne bu elbise yakışırdı! *** Ön koltukta oturuyordum. Evden kahvaltı yapamadan çıktığımız için arka koltukta oturan Dalya'yla simit yiyorduk. Aslında bu durumda onu yapmamız hataydı ama midemizin rahatsızlık vermemesi için yemek zorundaydık. Dalya da benim gibi göz alıcı renk giyinmemiş istemiş olacak ki omuzlarını açıkta bırakan krem rengi bir elbise giymişti. Okulda şenlik havası olduğu için biz sade giyindiğimizde bizi tanıyan insanlar bu durumu sorgulardı, bunun için çok sade giyinmemiştim. Üniversiteye çok yaklaşmıştık. Aras önümüzde bir araba durduğu için frene basmıştı. Yüzünde sinirli bir ifade vardı. Onu nadiren böyle görürdüm, bugün hiçbir şeye şaşırmamam gerekiyordu. Birkaç dakika önümüzdeki araba hareket etmeyince kornaya basıp bağırdı:
"Lan git! Ne inatçı çıktın! Buradan kalkarsam ben seni bak bakalım nasıl..."
Sözünü kesip "Aras sakin olur musun lütfen? Kırmızı ışık yanıyor." dedim.
Bana döndüğünde birkaç saniyeliğine korktum. Bana ilk defa böyle öfkeli bakmıştı. İçimden konuştuğum için kendime kızdım, Aras'ın ters zamanına denk gelmiştim. Aras benim korktuğumu fark etmiş gibi hemen yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. İçimi rahatlatmıştı. Tekrar önüne dönerken "Kusura bakmayın hanımlar. Bugün hiç kendimde değilim." dedi. Dalya'nın kendi kendine "Kimse kendinde değil zaten." diye mırıldandığını duydum. Aras bunu umursamadı, öfkesini kırmızı ışığa yöneltmişti. En sonunda ışık değiştiğinde öndeki arabayla takip mesafesini korumaya çalışarak gaza bastı. Yol ayrımından sağa döndüğümüzde üniversitenin araç giriş kapısına gelmiştik. Derin bir iç çektim.
"İldeniz'den ses seda yok. Doğay desen zaten aramadı! Şurada inip fakülteye kadar koşmak istiyorum."
Dalya koltuğuma yaklaşarak "Öyle bir şey yaparsan dikkatleri üstüne daha çok çekersin." dedi. "Güllaç herkesi etraflarına toplamadan onu bulmalıyız."
Aras girişte öğrenci kartını okuttuktan sonra kampüse girdik. Daha girer girmez kalabalıkla karşılaştık, bugün üst sınıfların mezuniyeti olduğu için bu çok normaldi. Her yer süslenmişti. Dışarıda çalan enerjik şarkılar arabanın içinden de duyuluyordu. Takım elbiseli erkekler ve süslü elbiseler giymiş kızlar etrafta dolaşıyordu. İkram dağıtılan yiyecek karavanlar yan yana sıralanmıştı. Bazı insanlar toplu selfie yapıyorlardı, hepsinin yüzlerinde gülümseme vardı. Bugün aşırı eğlenmelik bir gündü ama bizim için hiç öyle değildi. Fakülteye yaklaştığımızda yan tarafındaki açık otoparkta arabayı park etmek için yer olmadığını gördük. Binanın en alt katındaki kapalı otoparka yöneldik. Aras arabanın sağını solunu kontrol ederken "Herkesin okula geleceği tuttu herhalde." diye söylendi.
Gözlerimi otoparkta gezdirirken "Sen bu okuldakilerin şenlik havasını kaçırdığını hiç gördün mü?" diye sordum.
"Şu an gördüğüm tek şey karşımda duran Güllaç'ın arabası!"
Dalya onun baktığı tarafa bakıp "Sonunda bir işaret bulduk!" diye bağırdı.
Ben de önüme baktığımda Güllaç'ın arabasını gördüm. Yanında İldeniz'in ve Levent'in arabaları park edilmiş bir şekilde duruyordu. Üç arabanın yanındaki boş yeri işaret ederek "Sen de şuraya gir. Henüz kimse buradan ayrılmamış, şanslıyız." dedim. Aras dediğimi yaptıktan sonra hiç vakit kaybetmeden arabadan indik.
Dalya sırtını arabaya verip "Az önce Asalbike yılanının arabasını da gördüm. Vaktim olsa arabasının tüm camlarını kırardım." dedi. Demek Asalbike de okula gelmişti. İldeniz'in onun için bir planı vardı, bu durumda İldeniz onun peşine takılmış olabilirdi. Aras da benimle aynı şeyi düşünmüş gibi "İldeniz'in neden aramadığını şimdi anladım." dedi. Otoparkın çıkışına doğru yöneldim, adımlarım biraz hızlıydı. Aras ve Dalya da bana yetişmeye çalışıyordu. Dalya çıkışa vardığımızda durdu:
"Bence üçümüz dağılalım. Okulun farklı yerlerinde onları arayalım."
"Güzel fikir." dedim. "Ben fakültenin A bloğunu arayayım, piyano odası falan orada olduğu için orada olabileceklerini düşünüyorum."
Aras beni başıyla onaylayıp "Ben de B bloğunu arayayım. Orada kayıt stüdyosu var ve duvarlarında ses yalıtımı var." dedi.
"Ben de teras katını arayayım. O katta onları kimse bulamaz." diye ekledi Dalya.
Ardından vedalaşıp dağıldık. Fakülteye girdiğimde solumda kalan yer A bloktu, bizim fakültenin kampüste lakabı labirent binaydı. Yürüdüğüm alanda siyah deri koltuklar yan yana sıralanmıştı, tam karşılarında iki asansör vardı. Yaklaşık bir aydır bu asansörler bozuktu. Başka çarem olmadığı için yanındaki merdivenlerden yukarı çıktım. Sırada geniş koridorun her bir köşesini gezmek vardı. Karşıma çıkan ilk kapısı açık olan amfiden içeri girdim, içinde kimse yoktu. Çıkınca gözüme kestirdiğim yüzölçümü küçük olan sınıfa girdim. Burası da boştu.
Bu katta kimsenin olmadığına karar vermiştim çünkü sessizdi. Heyecan ve korkunun birbirine karıştığı bir ruh haliyle bir üst kata çıktım. Burada hobi odaları vardı. Tabii ki bu odalar bölümümüzle ilgiliydi. Bu katta karşıma birkaç kişi çıktı ama onlar aradığım kişiler değildi, hislerim onlara çok yaklaştığımı söylüyordu. Asalbike'yi kurtarmazdım çünkü o bunu hak etmişti. Benim için önemli olan Güllaç ve Levent'ti.
"Yapma! Canım acıyor!"
Duyduğum ses benim olduğum yere çiviledi. Bu ses Asalbike'ye aitti. Tahminime göre bir üst kattaydı. İldeniz ona zarar vermezdi ama aynısını Güllaç için söyleyemeyeceğim. Düşme tehlikesi yaşayabileceğim hızda merdivenlere koştum. Hangi katta olduklarını bulmuştum, geriye yerlerini bulmak kalmıştı.
"Ah Levent!" dedim kendi kendime. "Senin kıskançlığın olmasaydı şu an hep beraber dışarıda keyif yapıyor olurduk."
Koridora çıkar çıkmaz sağıma ve soluma baktım. Şansıma bugün diğer öğrenciler bu katta takılmıyordu, bizimkiler hariç yani. Levent'in bağırdığını duyabiliyordum. İlk defa onun sesindeki çaresizliği bu kadar net algılayabiliyordum.
"Seni üzmek istemediğim için yaptım. Benden nefret etmemen için yaptım ama sen benden şimdi gerçekten nefret ediyorsun!"
"Sen bunu benim cenazeme gelenlere anlat."
Elimi ağzıma götürdüm. Duyduklarıma inanmak istemiyordum, bugün yaşadığım her şeyin görmekte olduğum bir kabus olmasını diledim. Ama her şey çok gerçekti. Güllaç'a yakıştıramadığım intihar sözcüğünü kendi ağzından duymuştum. Benim arkadaşım insanlara olan güveni zedelendiği için ölmek istiyordu. Buna izin veremezdim! Sesi tam karşımda duran Piyano Odası'ndan gelmişti. Titreyen elimden ötürü telefonumu zor açabildim, bizimkilere haber verip içeri girecektim. Güllaç... İnsanın daima yüzünü güldürebilen bir sevdiği olmalıydı şu hayatta. Bu sevilen kişi güvenilir olmalıydı, üzmemeliydi. İyi anılar biriktirdiğimiz insanlar aynı kalpte kırık parçalar bırakmamalıydı. Şu güneşli günler benim için güzel geçmeliydi. Gerekli olan şeyler bugün olmamıştı. Levent benim ona olan güvenimi kırmıştı. Birazdan ben de onun için önemli olan bazı şeyleri kıracaktım.
Önümdeki camın ardında tüm kampüsü içine alan bir manzara vardı. Bugünkü mezuniyete özel her yerde şenlik süsleri vardı. Dışarıda çalan hareketli şarkıdan ötürü dans eden öğrenciler de görüş açıma girmişlerdi. Yan taraftaki bir fakültenin dış cephesine boydan boya üniversitenin tanıtım afişi asılmıştı. Gözüm kalabalığın arasında Levent'i arıyordu. Her şeyi öğrendiğimden habersiz mutlu mutlu buraya gelişini görmek için can atıyordum. Ona resmen ters köşe yapacaktım. Benim kalbimi kırmak ve bir masum insana zarar vermek cezasız kalamazdı. Sırf ona inat olsun diye Tolga'nın hediye ettiği şapkayı takmıştım.
"Bugün kartlar nerede tekrar dağıtılır bilmiyorum ama burada benim dağıtacağım kesin." dedim kendi kendime.
Kapının kolunun sesini duyduğumda elimi yumruk yaptım. Birazdan bir aşk son bulacaktı. Uzun bir süre onun atlatamayacağı şeyler olacaktı ve belki o pişman olduğunda her şey için çok geç olacaktı. Evimize girdiğinde odamı terk edilmiş bulacaktı. Kapı kapandığında kaşlarımı çatıp camdaki yansımasına baktım, dönüp ona bakmayacaktım.
"Günaydın sev..." derken cümlesini yarıda kesti. Cümlesini devamını asla getiremedi, benim arkama dönme zamanım gelmişti. Üzgün gözlerle şapkama bakıyordu, yutkunmaya başlamıştı. Elindeki market poşeti yere düştü. Ağzı açık kalmıştı. Gözleri usul usul benim gözlerime kaydı. Biraz daha ona yaklaştım. Gram samimiyet içermeyen bir sesle "Bana bugün gün aymadı. Senin günün de aymayacak." dedim.
"Sevgilim..." dediği an devam etmesine izin vermeden onu ittim.
"Bana artık sevgilim falan deme!"
"Öğrendin mi sonunda?" diye sordu titreyen sesiyle.
Gömleğinin yakasına asılıp onu kendime çektim. Bu ani hareketimden ötürü biraz irkildiğini büyüyen gözlerinden anladım. Daha dün mutlu bir gün geçirdiğim sevgilime şimdi böyle davranıyor olmak bana garip geliyordu ama o bunu hak etmişti. Bu daha fragmandı. Yüzüme alaycı bir gülümseme yerleştirip "Tüm arkadaşlarımla ağız birliği edip benden sır saklayabileceğini düşündün. Tolga'yı susturamadın, Asalbike'yi İldeniz'le korkuttunuz o da söylemedi." dedim. "Herkes her şeyi bilirken ben dışlandım lan!"
"Yaptıktan sonra çok pişman oldum. Hatamı düzeltmek için bir yol bulmaya çalıştım ama bulamadım!"
"Ben de bu olay olduğu sırada evin önünde çay içiyordum. Neden? Çünkü Levent akıllı biri ya, Tolga'yı dövmeden yolcu eder. Beni mutfağa kilitleyip tabak ve baharatlık kıran Levent değildi zaten!"
Ellerimi yakasından hızla çektim. Bu hareketimden ötürü gömleğinin birkaç düğmesi kopup yere düşmüştü. O elbette bunu umursamamıştı, söylediklerim onda şok etkisi yaratmıştı. Kızlar erken uyanırlarsa bizi bulamasınlar diye onu Piyano Odası'na değil aynı kattaki başka bir hobi odasına çağırmıştım. Kimse onu elimden alamamalıydı.
"Sen benim tehlikeli biri olduğumu mu ima ediyorsun? O gün sana zarar vermedim bile!"
"Bir insanın gözünün içine baka baka yalan söyleyip onun insanlara olan güvenini kırmak zarar vermek değil yani öyle mi? Meğer sen ne kötü biriymişsin!"
Yerdeki poşete uzanıp içinden bir çikolata paketi çıkardı. Bu daha önce bana aldığı ve çok sevdiğim çikolataydı. Böyle bir anda neden bunu bana gösterdiğini anlamamıştım. Belki o sakinleşmemi bekliyordu ama bu beni daha çok sinirlendirmişti. Yalvaran gözlerle bana baktı.
"Olanları bir de benden dinlemeni isterim. O anki psikolojimi anlayamazsın!" dedi. "Bak en sevdiğin çikolatayı aldım. Bana kızgınsın ama elimden şu an seni mutlu etmek için sadece bu geliyor."
Atabileceğim en kötü bakışı attım. Gözünde ufak bir umut kırıntısı gördüm, ona karşı yumuşayacağımı düşünüyor olmalıydı. Ayıptır söylemesi ben küçük çocuk muyum? Elimin tersiyle çikolatayı yere düşürdüm. Gözleri şaşkınlıkla açıldı.
"O artık benim en nefret ettiğim çikolata!"
Ardından Levent'e bir tokat attım. Tokadımın şiddetiyle yere düştü, elim acımıştı. Daha önce okşadığım yüze şimdi tokat atmak beni çok üzmüştü. Bana dehşet içinde bakıyordu. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Bana yaptığı yanlıştan sonra bu yaptığım şey yetersizdi. Yavaş yavaş ayağa kalktı, bana ne söylemesi gerektiğini bilemiyor gibi gözüküyordu. Gözünden yaşların süzüldüğünü fark ettim.
"Sana yalan söylemekten keyif aldığımı sanıyorsun. Oysa ben hep senin yanındayken hatamı hatırlıyordum, yüzümü zorla güldürüyorlardı!"
"Sana kaç kere bana sırrını söylemen için fırsat verdim! Bu olayın tek suçlusu sensin ve bunun cezasını ömür boyu çekeceksin."
Gözleri yine büyüdü. Üstümdeki kıyafetlere göz ucuyla baktı ve bana doğru yürüdü. Tek kaşını şüpheyle kaldırmıştı. Benim ne zaman siyah giyindiğimi çok iyi bilirdi. Başımdaki şapkaya bakmamak için büyük bir çaba harcıyordu. Kekeleyerek "Öm... Ömür boyu mu? Sandığım şeyi yapmazsın herhalde!" diye bağırdı. Son cümlesi bana kahkaha attırdı. Elbette sinirdendi!
"Sandığın şey her ne ise umrumda değil. Tıpkı senin, benim sana olan aşkımı umursamadığın gibi!"
"Sana deliler gibi aşığım! Kendine zarar vermenden korkuyorum!"
"O zaman insanlara olan güvenimi kırmayacaktın."
"Seninle zor kavuşmuşken tekrar kaybetmek istemedim!" diye bağırdı. "Herkes bunu bildiği için senden olanları sakladı. Bana küstüler hatta!"
Önümdeki sandalyeyi ona doğru fırlattım. Refleksleri güçlü olduğu için sandalye onun omzunu sıyırıp arkasındaki cam kapaklı dolaba çarptı. Kırılan camların çıkardığı ses benim için hiç önemli değildi. Burada kırılan tek şey dolabın camı değildi, ondan daha önemli şeyler kırılmıştı. Gözlerindeki korku bir gidip bir geliyordu. Onunla aynı şiddette bağırarak "Arkadaşlarımıza kızgın değilim, onlar benim üzülmemi istemedi. Sen hem benim sevdiğim bir insana zarar verdin hem de bana yalanlar söyledin!" dedim.
"Tolga resmen beni kışkırttı. Yoksa ben böyle bir şey yapmazdım!"
"Tabii canım yapmazdın! Ya çocuk daha gelmeden adını duyduğunda sinirleniyordun!"
Alaycı bir kahkaha attı. Beni mutfağa kilitlediği zaman aynen böyle bir kahkaha atmıştı. Bu sefer korkmuyordum ama o günkünden daha sinirliydim. Yaşlı gözlerini benim de aynı durumda olan gözlerime çevirip uzun uzun baktı. Geçmişi hatırladığını düşünüyordum. Bana doğru birkaç adım attı, cesur adımlardı. Başını hafif sağa yatırdı ve kaşlarını kaldırdı.
"Daha sevgili olmadığımız dönemde Tolga'ya öyle bir değer verdin ki sen, ben tanımadığım birinden nefret ettim!"
"Şimdi suçlu ben mi oldum?" dedim şaşkınlıkla.
"Telefonda konuşurken bile ona öyle davranıyordun ki ben sevgili olmadığımız dönemde kıskançlık krizlerine girdim! O dilinden düşmeyen mutfak olayının neyden sonra olduğunu bir hatırla istersen."
Olay gününü gözümün önüne getirdim. Ben sofrada Tolga'yla telefonda konuşurken Levent bana tıpkı şimdi olduğu gibi yaşlı gözlerle bakıyordu. Yakın arkadaşımla konuşmamı kıskanmış olmasını saçma bulmuştum. Sırf Tolga hayatıma ondan önce girdi diye ona bu kadar kin beslememeliydi. Duruşumu hiç bozmadan "Bu senin ona kin besleyip bulduğun ilk fırsatta onu dövmen için bir neden değil." dedim. Ensesini kaşımaya başladı, stres yaptığında bunu çok sık yapardı.
"Hep benden öndeydi, benim düşünmem gereken şeyi önceden o düşünüyordu." derken şapkama baktı. Bu şapkayı sevmeme nedeni buydu demek.
"O seninle hiçbir zaman rekabete girmedi. O benim arkadaşımdı, sen de sevgilimdin!"
"Senin gözünde problemli gözükmem için elinden geleni yaptı. O böyle yaparken onu arkadaşım mı sayacaktım?"
Levent sırf kıskandığı için Tolga'nın davranışlarını bambaşka şeylere yoruyordu. Tolga ona karışılmadığı sürece Levent'i sinir etmemeye çalışmıştı. Son yaşananlardan sonra Tolga'nın çabalamasına gerek yoktu, Levent'in sorunlu olduğuna emin olmuştum.
"O hiçbir şey için çabalamadı. Sen hep abartan taraf oldun!"
Ağlarcasına "Yoruldum artık yoruldum!" diye bağırdı. "Her şey daha berbatlaşıyor."
Ona acıyarak baktım. Onu kimsenin bizi bulamayacağı bir yere getirerek aslında sıkıştırmıştım, kimse onu savunamıyordu. Ben onunla burada konuşurken arkadaşlarımız yola çıkmış olabilirdi. Birazdan Piyano Odası'na gitmeyi planlıyordum. Levent'i kapıya doğru itip "Her şeyi berbat eden kişi sensin! Daha dün mutlu bir ilişkimiz vardı!" dedim. O geri çekildikten sonra kapıyı açtım ve onu kolundan çekiştirdim.
"Arkadaşlarımız bizi fazla merak etmesin!"
"Güllaç!" dedi korkusunu saklamadan. "Nereye gidiyoruz?"
Koridorda hızla yürürken "Nereye olacak? Piyano Odası'na gidiyoruz." dedim. Yaşadıklarım çok normalmiş gibi konuşmuştum. Sanki her gün sevgilimin yakın arkadaşıma saldırdığını öğreniyordum. Levent beni kolumdan tutup engellemeye çalışıyordu ama ben onun elini itiyordum.
"Olmaz öyle! Herkesi üzeriz, gel sakin sakin konuşalım!"
Sakin sakin mi?
Tam karşımda Piyano Odası duruyordu. İçeriden İldeniz ve Asalbike'nin sesleri geliyordu. Doğru ya, bugün İldeniz de ondan intikam alacaktı. Toplu intikam töreni! Anlaşılan bugün bu odada herkesin hayatını değiştiren şeyler olacaktı. Ani bir hareketle Levent'e döndüm, çok zavallıca gözüküyordu.
"Keşke benim de üzülmememi arkadaşlarımın üzülmemesini önemsediğin kadar önemseseydin!" diye bağırdım. "Yarın benim cenazeme geleceksin Levent. En azından cenazemi önemse!" Burada araya girdim kusura bakmayın. Bu sahneden sonrasının bir kısmını Asalbike'nin anlatımından daha önceki bölümlerde okudunuz. Sizi sıkmamak için buradan sonrası Asalbike'nin yere düştüğü andan sonrası olarak devam edecek. Bu arada Ergen Yalancılar kitabımda bu sahnede iki karakter olaya tanık oluyordu. O sahne burada da olacak. Asalbike acı çektiğini belli eden bir ses çıkararak ayağa kalktı. Mavi gözlerinde son söylediklerimden ötürü oluşan bir korku vardı. Aslında bu korku İldeniz ve Levent'in gözlerinde de vardı. Levent'e aynı cümlenin bir benzerini odaya girmeden önce de söylemiştim ve korkudan aklını yitirmişti. İnsanlara olan güvenimi sarstıktan sonra hayatıma devam edebileceğimi düşünmesi aşırı saçmaydı. Ona en büyük ceza vicdan azabıydı, duygularımla oynamıştı. Levent titreyen elleriyle kollarımdan sımsıkı tuttu.
"Yarın kimsenin cenazesi olmayacak! Korkmam için şaka yapıyorsun ama dayanamıyorum, yapma!"
Kollarımı ondan kurtarıp "Şaka mı?" diye sordum. "Ben çok ciddiyim!"
Asalbike öfkeli bir ses tonuyla "Keşke hepiniz bugün ölseniz. Yarın ben gelirdim cenazenize!" dedi.
İldeniz ona öyle bir baktı ki ben bile ondan korktum. Asalbike onunla göz göze geldiği an sırtını duvara yasladı. Levent'in büyümüş gözleri neredeyse patlayacaktı, ardı ardına yutkunuyordu. Gözlerinden akan yaşlar dudağının kenarında gözden kayboluyordu. Benim gözümden de yaşlar akıyordu ama sinirli olduğum için pek fark edilmiyordu. Bu sefer şaka yaptığımı iddia edemeyecekti çünkü ne derece ciddi olduğumu anlamıştı. Devam ettim.
"Asalbike laf sokunca anlamalıydım ya. İldeniz'den korktuğu için bana üstü kapalı mesaj vermiş!"
"Vah salak! Keşke bunu dediğim an anlasaydın!" dedi Asalbike, İldeniz'e ters ters bakarak.
Saçından tutup başını yere eğdim. Ağzından acı bir çığlık çıktı, elime birkaç saç teli yapışmıştı. Sesimi ürkütücü bir hale getirip "Bana bak! Dün gece yaptıklarını unutmadım. Eğer bir daha salak salak konuşursan buradan sağ çıkamazsın! Çıksan bile insan içinde gezemezsin!" diye bağırdım. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Onu bu sefer piyanoya doğru fırlattım, yüzünü kenarına çarpıp yere düştü. Bayılmamıştı.
"Kardeşim sırf Levent bir hata yaptığı için kendine zarar verme. Biz seni çok seviyoruz, bunlar konuşulup halledilecek şeyler!" dedi İldeniz üstündeki şoku attıktan sonra. Asalbike'yi korkutan gözleri bana çok koruyucu bakıyordu. Ona kızgın değildim, ben sadece Levent'e kızgındım.
"İnsanlara olan güveninin yok olması ne demek biliyor musun sen?"
Soruma cevap veremedi. Benden gözlerini ayırmadı, bir şeyler demek istiyordu ama söze dökemiyordu. O da yutkunmaya başlamıştı. Odadaki tek ses Asalbike'nin hıçkırıklarıydı, gördüğüm kadarıyla dudağı kanıyordu. Sarı saçları tek gözünü kapattığı için korku filmi karakterine benzemişti. Levent görüş açıma tekrar girdi. Bu sefer tüm bedeni titriyordu, gözlerini kısmıştı. Çaresizliğini dışa vuran bir sesle "Seni üzmek istemediğim için yaptım. Benden nefret etmemen için yaptım ama sen benden şimdi gerçekten nefret ediyorsun!" dedi. Ona yanıldığını söylemek istedim, ona olan sevgimin eksilmediğini söylemek istedim. Yapamadım. İstediğimi yapamamak... Bugün bunu çok yaşıyordum. Ona karşı yumuşamayacaktım.
"Sen bunu benim cenazeme gelenlere anlat."
Yüzünün rengi kıpkırmızı oldu. Vücudu terden sırılsıklam olmuştu, elbette sıcaklığın da etkisi vardı. Şiddetlenen kalp atışının sesini duyabiliyordum. Psikolojisiyle oynadığımın farkındaydım. Kulağımı ağrıtabilecek kadar yüksek bir sesle "Yarın bir cenaze falan olmayacak! Bizim aramıza ölüm girmeyecek!" diye bağırdı. O esnada kapı açıldı ve odaya Ahuşen girdi. Kapı onun ani hareketiyle kapanırken o dehşet içinde bana baktı. Onun da gözleri yaşarmıştı, girmeden önce bizi dinlemiş olmalıydı.
"Sana bir şey olmasını istemiyorum. Kırılan kalbine beraber çözüm bulabiliriz!"
Bir süre ona baktıktan sonra hemen ona sarıldım, hiç tereddüt etmeden o da kollarını bana sardı. İçimde tuttuğum ağlama isteğini dışarıya çıkardım. Artık sarsıla sarsıla ağlıyordum, gözlerimin önü bulanıklaşmıştı. Ahuşen'in de ağladığını duyabiliyordum. Levent bana yaklaşarak "Ağlama yalvarırım! Dayanamıyorum!" dedi. Yüzünü göremiyordum, parfüm kokusu burnuma geliyordu. Ahuşen'e ithafen titreyen sesimle "Bana... Bana defalarca yalan söyledi Ahu!" dedim. İçim cayır cayır yanıyordu. Dünyada ne kadar su kaynağı varsa içime dökülse yine o yangın sönmezdi. Ahuşen saçımın omzuma dökülen kısmı okşayıp "Levent'e o olayda ben de çok kızdım ama inan bana her şey için çok pişman." dedi. Onun arkadaşıydı, bundan ötürü benim kadar etkilenemezdi.
"İnsanlara artık daha zor güveneceğim. Hepsi bu sorunlu yüzünden!"
"Canım sakin ol. Bizi de üzüyorsun!" deyip sarılmamıza katılınca Dalya'nın geldiğini fark ettim. Levent'le aramda bir kalkan oluşturmuşlardı. Gözümün ucuyla omzumun üstünden arkama baktığımda Aras, ikizler ve onların sevgililerinin de geldiğini de gördüm. Erkekler Levent'i sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ortada duran tek kişi Asalbike'ydi. Etrafı sevmediği insanlarla çevrilmişti, ona hiç üzülmüyordum.
"Yaşama sevincim gitti benim!" diye bağırdım. "Yüzüme gülüp yalanlar söyledi!"
Ahuşen sesini zorlukla düzene soktuktan sonra "Biz el ele verirsek o sevinç sana geri döner. Yeter ki canına kıyma!" dedi. Notumda ima ettiğim şeyi çok iyi anlamıştı. Beni çevrem çok neşeli biri olarak bildiği için kimse canıma kıymayı bana yakıştıramıyordu. Dalya da başını sallayıp "Ahu çok haklı! Hem sen öyle bir şey yaparsan biz de yıkılırız. Canına asla kıyma!" dedi. Kanser haliyle o da üzülmüştü. Gözlerindeki yaşı görmemem imkansızdı.
"Sonsuza kadar sürecek olan bir aşka sahibim sanıyordum. Levent bunu yıpratarak tüm yaşam sevincimi bitirdi!" dedim hıçkırıklarımın arasından.
Sonra bir elin beni zorla kızlardan ayırmaya çalıştığını hissettim. Bir anlam veremediğim için engel olmadım. Ta ki Doğay'ın "Levent dur! Bıraksana kızı!" dediğini duyana kadar. Yani beni kendine çekmeye çalışan kişi Levent'ti. Arkama dönüp gözlerinin içine baktım. Kahverengiliğin içinde bir parlaklık vardı ve bu çok korkunçtu. Tek korkan ben değildim, herkes ona korkuyla bakıyordu.
"Her şeyi yıprattım değil mi?" diye sordu bana doğru eğilerek. "Beni anlamak istemediğin için bana sadece bu nedeni defalarca söyleyeceksin değil mi Güllaç!"
Aras ürkek adımlarla ona yaklaştı. Uzun yıllardır arkadaşı olduğu için o da Levent'in bu hareketinde bir gariplik sezmişti, tıpkı sevgilisi olarak benim sezdiğim gibi. Aras onu sakinleştirmek için nazik bir dille "Kardeşim yapma, her şey daha kötü olacak!" dedi. Levent alaycı bir kahkaha attı:
"Her şey bombok oldu zaten!"
Ardından sol tarafındaki kitaplığı ani bir hareketle devirdi. Kitaplar zeminin farklı yerlerine dağıldı, bir tanesi tam benim önüme düştü. Odada çığlıklar duyulmaya başlanmıştı. Kitaplık tam Asalbike'nin ayağına düşmüştü. En acı çığlık ondan çıkmıştı. Şok içinde Levent'e bakıyordum, o da bana öfkeli bir şekilde bakıyordu.
"Bak sevgilim! Bu da yıprandı!"
Tam anlamıyla dejavu olmuştum. Levent... İçimde tuttuğum sırlar hep bana ağır bir yük gibi gelirdi. Ben de isterdim kuşlar gibi hafif olmayı. Hiç mutsuz olmak istemezdim mesela, ömrümün sonuna kadar yüzümün gülmesini isterdim. Kimseyi kırmak için çaba harcamıyordum. Tam tersi böyle bir şey olmasını istemezdim. Zor kavuştuğum bir şeyi kaybetmek beni yıkardı, tıpkı sevgilimle ayrılmam gibi. Onu üzecek şeyleri ondan saklamıştım. Çünkü üzülmesine dayanamıyordum. Bal rengi gözlerinde ne zaman yaş görsem içim kötü oluyordu, o güzel gözlere sadece mutluluktan akan yaşlar yakışıyordu.
Güllaç'ı ilk gördüğümde gözlerinin rengi dikkatimi çekmişti. Gözleri elaydı ama bazen dış etkenlere bağlı olarak yeşilimsi bir tona bürünüyordu. Onunla ilk denk gelişimde gülüyordu ve bu gözlerini daha güzel yapmıştı. Şaşırdığında gözlerini büyüttüğü için çok şirin oluyordu.
Şimdi ise o gözler bana korkunç birine bakarmış gibi bakıyordu. Ben de ona öfkeli bir şekilde bakıyordum, oysa ağladığımı göremiyordu.
"Sen... Sen gerçekten sorunlu birisin!" diye bağırdı.
Tolga'yı haklı çıkarmak istemiyordum. Yaptıklarım ise istediğimin tam zıttıydı. Ellerine uzanıp sımsıkı tuttum, yaptığım şeye anında pişman olmuştum. Sesimi daha sakin bir tona geçirmeye çalıştım.
"Değilim, hiçbir zaman olmadım! Beni yargılamadan dinlemene ihtiyacım var!"
Doğay arkamdan geçti, bana fazla yaklaşmamaya çalışıyordu. Asalbike ayağına düşürdüğüm kitaplıktan ötürü acı çığlıklar atıyordu. Ona hiç acımıyordum, İldeniz'e yaptığı şey affedilemezdi. Doğay kitaplığı onun ayağının üstünden kaldırdı. Güllaç ellerimden zorla kurtulup bedenimi ittirdi.
"Seni dinlemek için bolca zamanım vardı. Sana defalarca derdini anlatman için şans verdim. Sen inat ettin!"
Aras kolunu omzuma koydu. Birinin bana destek olması bile mutlu edemiyordu şu an. Güllaç'a haksız olduğunu söyleyemezdim, dibine kadar haklıydı. Kaç kere derdimi öğrenmeye çalışmıştı ama ben korktuğum için söyleyememiştim. Aras ciddi bir ses tonuyla "Böyle yaparak her şeyi daha kötü bir hale getiriyorsunuz. Tamam Levent yanlış bir şey yaptı ama inan bana çok pişman." dedi. Hafifçe başımı salladım. Güllaç kararlıydı.
"O Levent beni sevseydi daha olayın gerçekleştiği an bana söylerdi. Aşkı yalan o zaman!"
"Değil!" diye tüm gücümle bağırdım. "Sana sırılsıklam aşığım."
Asalbike tek nefeste "Güllaç senin erkek seçimin beni üzüyor. Şu ruh hastası ile sevgili olman bile hataydı. Baksana sinirlenince içinden tehlikeli biri çıkıyor!" dedi.
Omzumun üstünden ona ters ters baktım. Bu bakışım onu korkutmamıştı. Neyse ki İldeniz imdadıma yetişti, ben daha ne olduğunu anlamadan Asalbike'nin karşısında belirdi. O benden daha korkunç bakıyordu. Asalbike onu görünce geri geri cama doğru gitmeye başladı, çok sert bir kayaya çarpmıştı.
İldeniz kaşlarını çatıp "Asalbike sen tehlikeden bahsedecek son insansın!" dedi. "Senin ses kaydını yayayım, insan içine çıkama."
"Kariyerimi benden alamazsın sen!" dedi titreyerek.
"İstesem alırım."
Ahuşen bir adım öne çıkarak "Senin de sinirlenince nasıl zehir saçan bir yılana dönüştüğünü biliyoruz Asalbike." dedi. Onun bir cümlesiyle ortalığın daha çok karışacağını bilemezdim. Önce ortamda derin bir sessizlik oldu, herkes Asalbike'ye bakıyordu. Mavi gözlerinde canavarca bir his belirmişti. Bu sessizlik Asalbike'nin çığlığıyla bozuldu.
"Sen şimdi bittin Ahududu!"
Çok ani bir hareketle Ahuşen'in kıvırcık saçlarına elini geçirdi. Kızı saçından tutarak odada gezdiriyordu. Aras ve Dalya hemen kurtarmak için harekete geçti, Doğay ve Hesna da Asalbike'yi uzaklaştırmaya çalışıyordu. Asalbike sıktığı dişlerinin arasından "Zehirli bir yılan olsaydım seni şu camdan aşağı atardım. Yine çok merhametliyim!" dedi. Ahuşen dirseğiyle karnına vurarak ondan kurtuldu. Aras ne yapacağını şaşırmıştı çünkü iki kızın arasında kalmıştı.
Ahuşen bağırarak "Gücün ancak saç yolmaya yeter beyinsiz!" dedi. Asalbike acı içinde karnını tutarken o bunu fırsat bildi. Okkalı bir tokadı Asalbike'nin yüzüne yerleştirdi. Ardından "Bak benim merhametim de böyle Yılanbike!" diye ekledi. Tüm bunlar yaşanırken Güllaç ve ben hiç konuşmadan birbirimizin gözünün içine bakıyorduk. İkimiz de gözlerimizle konuşuyorduk, bana hiç iyi şeyler demiyordu. Benim gözlerim pişmanlığımı haykırıyordu.
"Yeter ki affet beni. Ne istersen yaparım!" dedim sesime sevimlilik katarak. "Gerekirse giderim Tolga'dan özür dilerim."
"Samimiyetsiz bir özür beni ikna etmez." dedikten sonra kaşlarını çattı. "Sana verdiğim tüm şansları tükettin!"
Asalbike yerde bulduğu bir cam vazoyu eline aldı, Ahuşen'e doğru sallamaya başladı. Ahuşen onun bu hareketini ciddiye almamış gibi gözüküyordu çünkü yerinden kıpırdamamıştı. Vazo üstüne doğru gelirken onu kenara çeken Aras oldu. Vazo gürültülü bir şekilde duvara çarpıp kırıldı, cam kırıklarıyla beraber içindeki çiçek de zemine saçıldı. Ahuşen onu tutan Aras'ın elinden kurtulup Asalbike'yi yere attı.
"Bana zarar verebileceğini mi sanıyordun aptal! Sen yükselirsen ben seni böyle yıkarım."
"Keşke seni öldürebilsem!"
Ahuşen ayağını onun elinin üstü koydu. Asalbike yine çığlık attı, eline çok baskı uygulanmış olmalıydı. Ahuşen normalde kimseye böyle şeyler yapmazdı. Asalbike'nin yaptığı kötülüklere karşılık bunu yaptığını düşünüyordum. Başını İldeniz'e çevirdi, o da onları izliyordu. Gözlerinden Ahuşen'i takdir ettiğini anladım. Ahuşen alaycı bir ses tonuyla "Asalbike'yi tüm şehire rezil etmeye hazır mısın İldeniz?" diye sordu. "Yazık olacak Müzik Karnavalı programına!"
İldeniz bir süre Asalbike'ye baktı. Asalbike ona yavru bir kedi gibi bakıyordu, yavru kediler bunu görse onu kınarlardı. Güllaç da onları izliyordu. Aynı ortamda birden fazla olay yaşıyorduk ve dışarıda gümbür gümbür şarkı çaldığı için kimse çıkan sesleri duymuyordu. İldeniz ciddiyetini koruyarak "Belki dün gece birkaç yerel medya kuruluşuna Asalbike'nin ses kayıtlarını yollamış olabilirim. Gerçekten yazık oldu programına." dedi. Yalan söylediğini biliyordum ama Asalbike bilmiyordu. Ahuşen ayağını onun elinden çektiğinde elini yüzüne götürdü. Yine hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
"Ne... Neden? Tek mutluluk kaynağımı neden elimden almak istiyorsun?"
"Çünkü sen herkesin mutluluğunu elinden alıyorsun."
"Ablamın niş... nişanı var bugün! Benim yüzümden mutsuz olmasını istemiyorum!"
İldeniz gözlerini devirerek "Onu sen düşünecektin!" dedi. Asalbike'nin ağlaması daha şiddetlendi.
Güllaç'a döndüğümde onun da ağladığını gördüm. O benim yüzümden ağlıyordu, bu durum benim de gözümde bekleyen yaşları tetikliyordu. Başındaki o siyah şapka zaten her gördüğümde beni yıkıyordu. Görünmez bir güç tarafından elim kolum bağlanmıştı. Titreyen sesimi düzene sokmak için hiç uğraşmadan "Bu... Bu aşk böyle bitemez! Şans ver, her şeyi düzelteyim!" dedim. Bunu bana öfkeyle ve kırgınlıkla bakan sevgilime söyledim. Biraz olsun yumuşayacağını ümit ediyordum ama yanılıyordum.
"Aşkımızın bitme tehlikesini engellemek için yeterince süren vardı ve sen bunu kullanamadın!"
"Elimden bir şey gelmiyordu. Yaptığım bir hatayı düzeltemedim!"
Ben daha ne olduğunu anlamadan elleri göğsüme kuvvetli bir baskı yaptı. Görüş açıma artık beyaz tavan da girmeye başlamıştı. İkizler bana doğru koşuyorlardı, Dalya çığlık atıyordu. Kafamda başlayan sancı sonrasında sırtıma ve belime de sıçradı. Güllaç beni piyanoya doğru itmişti. Ağzımdan peş peşe acı nidaları çıkıyordu. En çok sırtım acıyordu ama umrumda değildi. Güllaç'a baktığımda şok içinde olduğunu gördüm. Bana bunu yapmak istemediğini biliyordum, o bana zarar gelmesini istemezdi. Aras ve İldeniz bana iyi olup olmadığımı soruyorlardı ama onları hiç duymuyordum.
"Ay! Buranın hali ne? Siz ne yapıyorsunuz?"
Odadaki herkes kapıya doğru döndü. Davetsiz iki misafirimiz vardı. Geçen yaz Pınar adlı katilin havaya uçurduğu, yani kızların evinin karşısındaki evden sağ kurtulan Jale tam kapının önünde duruyordu. Gördükleri karşısında yeşil gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Sarı saçlarındaki özene ve elbisesinin şıklığına bakınca mezuniyete geldiğini anladım. Diğer davetsiz misafirimiz ise o olaydan etkilenmeyen, Jale'nin arkadaş grubundan Gonca'ydı. Mavi gözlerini ön plana çıkaran bir makyaj yapmıştı, onun saçları sarının daha yoğun bir tonuydu. O da Jale gibi şaşkındı.
"Bu kız neden korkunç gözüküyor? Levent neden piyanoya doğru itildi?"
İlk sorusunu sorarken gözüyle ağlamaya devam eden Asalbike'yi işaret etmişti. Olanların şaşkınlığını ne ben ne de diğerleri üstünden atabilmişlerdi. Kimsenin bizi bulamayacağını sanıyorduk, şu an saçma bir fikirde olduğumuzu fark etmiştim. Güllaç kendisini suçlu hissetmesin diye vücudumdaki acılara içimden tepki verdim. Bana hem kırgın hem de suçlu bakıyordu artık. Eğer Jale beni itenin Güllaç olduğunu görmeseydi kendim düştüğümü söyleyebilirdim. Dalya yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve Jale'ye yaklaştı.
"Tiyatro oyununa çalışıyoruz! Aybars tiyatro kulübü kurdu."
Aybars kafasını ikizinin arkasından çıkarıp hayretler içerisinde Dalya'ya baktı. Bizim arkadaş grubumuzda herkes bilirdi ki Aybars bir kitabı üç ayda bitirirdi, yani o derece senaristliğe uzaktı. Beni asıl şaşırtan Dalya'nın böyle bir yalanı uydurmasıydı. Jale kaşlarını hafifçe kaldırdı, şüphelenmişe benziyordu.
"Levent'i neden sevgilisi itti peki?"
Dalya birkaç saniye Güllaç'ın kıyafetine ve bana baktı. Gözlerimle ona "Güzel bir yalan söyle!" demeye çalıştım. Beni anlamış gibi Güllaç'ı göstererek "Güllaç oyunda kötü kalpli cadı rolünde oynuyor. Levent'i rolü gereği itmesi gerekiyordu ama o biraz fazla kuvvet uyguladı. Levent de yalancı bir insan rolünü oynuyor!" dedi. Yalancı insan rolü mü? Dalya'yı bilmesem bana laf soktuğunu düşünecektim. Laf sokmuş olsa bile karşı çıkacak yüzüm yoktu. Güllaç yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirip "Maalesef fazla kuvvet uyguladım. En azından sahnede piyano olmayacak!" dedi. Jale tebessüm ederek Asalbike'ye döndü, o ağlamayı bırakmıştı. İldeniz'in tehdit içeren gözlerine bakıyordu. Gonca omzunu kapıya yaslayıp Asalbike'yi işaret etti. O da olanlara anlam vermeye çalışıyordu.
"Bu kız neden saldırıya uğramış gibi? Cam kırıkları da var."
Harika bir soruydu gerçekten. Piyanodan destek alarak ayağa kalktım, vücudumdaki acı biraz daha hafiflemişti. Yüreğimdeki acı tazeliğini koruyordu. Sözde senaristimiz Aybars saklandığı yerden çıkıp neşeli bir şekilde Asalbike'nin yanına geldi. Dalya onu bu rolü oynamaya zorlamıştı. Asalbike'yi ayağa kaldırırken kulağına bir şeyler söylüyordu, o ise bir tepki vermiyordu.
"Asalbike oyunumda sokakta yaşayan bir kadın rolünde oynuyor. Bu dudağındaki kan değil, boya. Israrla çöplük ortamı oluşturmak istediği için bulduğu bir cam vazoyu kırdı."
Jale kahkaha atıp "Ama bu kız az önce ağlıyordu. O da mı roldü?" diye sordu.
İldeniz de gülerek "Çok duygusal bir kız. Kendini role kaptırınca olanlar oldu!" cevabını verdi.
Jale sanki tam inanmamış gibi Asalbike'ye bakmayı sürdürdü. İldeniz de Asalbike'ye çaktırmadan tehdit içeren bakışlarını yolluyordu. Asalbike sonunda "Doğru söylüyorlar. Ben duygusal bir insanım, provada aklıma gerçek evsizler gelince ağladım." dedi. Bu kız nadiren istediğimizi yapıyordu. Sonuçta İldeniz onu tehdit etmişti. İldeniz'e dün yaptığı için burada bu halde olduğunu söylese kendisini de rezil ederdi. Derin bir nefes aldım. Gonca da inanmış gibi gözüküyordu, yüzünde gülümseme vardı.
Jale sırayla hepimizi süzdü. Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Sonuçta odaya girer girmez benim düştüğümü görmüştü. Güllaç kendini zor tutuyordu, kaç aylık aylık sevgilim olduğu için bakışından anlamıştım. Aybars ellerini ovuşturup "Oyunumuza sizi de bekleriz." dedi. Bu ikizler çok zekiydi.
Jale kıkırdayıp "Tabii ki gelirim. İlginç bir oyuna benziyor!" dedi. Ardından bizimle vedalaştı ve Gonca'yla beraber odayı terk etti. Birkaç dakika odaya sessizlik hakim oldu, herkes birbirine soran gözlerle bakıyordu. Güllaç diğerlerinden farklı olarak bana kırgın bir şekilde bakıyordu. Ona doğru birkaç adım attım.
"Sen ne yaparsan yap ben sana kırılamam Güllaç. Ben senin güvenini geri kazanabilmek için çabalayacağım, şu an elimden gelen sadece bu!"
Bana bir karşılık vermedi. Vereceği karşılık hakkında düşüncelere dalmıştı. Bunu fırsat bilerek kolumu bedenine sardım, kafamı uzamaya başlayan saçlarına gömdüm. Saçlarının kokusunu içime çektim. Bir daha o kokuyu alamama ihtimalim vardı. O kollarını benim bedenime sarmamıştı, bir terslik olduğunu o an anladım.
"Uzaklaş benden! Seni görmek istemiyorum. Zaten bu dünyada bir daha görüşmeyeceğiz!"
Beni kendinden zorla uzaklaştırdı. Vurguladığı dünya sözcüğü beynimde yine endişe çanlarının çalmasına neden olmuştu. Gözlerinde gördüğüm kişi benim tanıdığım Güllaç değildi. Siyahlara bürünüp karşıma geçmişti ve bana ölüm iması yapıyordu. Bağırarak "Tam olarak bu dünyada görüşeceğiz!" dedim. Asalbike binbir türlü kötülük içeren masmavi gözlerini bize dikmişti. Ayakta zor duruyor gibiydi. Bu haliyle bile bize sataşıyordu.
"İki salak birbirinizi bulmuştunuz ne güzel. Güllaç'ın tripleri, abartılı davranışları ve akılsızlığı olmasaydı her şey daha güzel olabilirdi. Levent zaten aptallık denilince akla ilk gelen isim! Az önce kendi itibarımı ve kariyerimi korumak için yalanınıza ortak oldum. Hepiniz merhametten yoksunsunuz!"
Hiç duraklamadan yaptığı bu konuşmanın etkilerinin kötü olacağını bilseydi bence hiç konuşmazdı. Önce Ahuşen'in "Güllaç dur yapma!" diye bağırdığını duydum, sonra kendimi yine yerde buldum. Güllaç ve Asalbike'nin arasında kalkan görevi görüyordum. Artık böyle bir görevim yoktu. Güllaç çok ani bir hareketle Asalbike'nin sarı saçlarına yapışmıştı. Asalbike acı içinde çığlıklar atıyordu, kurtulmaya çalışıyordu ama kendini koruyacak gücü kalmamıştı. Dalya ellerini peruğuna götürüp "Yeter artık! Kimsenin kavga etmesini istemiyorum!" dedi. Onu herkesin duyabildiğinden emin değildim. Güllaç en sonunda Asalbike'yi duvara yasladı, boğazını sıkıyordu.
"Biri bana sevilmemek nedir diye sorsa onu seni gösterirdim. İnsanların dikkatini sarı saçlı ve mavi gözlü olduğun için çok rahat üstüne çekebiliyorsun. Ama sana çok kötü bir haberim var Asalbike! Sana birkaç adım yaklaşan biri bile senin ne kötü kalpli olduğunu anlar. Kendin mutlu olamadığın için mutlu insanlara düşmansın. Ayrıca sen kendini zeki olarak görüyorsan ben salak olayım daha iyi!"
Asalbike ağlamaklı bir sesle "Hepinizden ama hepinizden nefret ediyorum! Keşke bir felaket olsa ve hepiniz ölseniz!" diye bağırdı. Güllaç boğazını sıktığı için sadece iki cümle söyleyebilmişti. Yerden kalkamıyordum, gücümü yitirmiştim. Aras ve İldeniz de dehşet içinde olanları izliyorlardı. Güllaç sanki bana olan sinirini ondan çıkarıyormuş gibi Asalbike'nin yüzüne şiddetli bir tokat indirdi ve o da yere düştü. Biz olayın daha şoku atlatamadan kapının önüne kadar gitti. Sırtını bize dönmüştü.
"Onlar ölmeyecek... Çünkü burada ölen tek şey benim sevgilime ve insanlara olan güvenim." dedi hıçkırıklarının arasında. "Benim de ölmem mantıklı bu durumda!"
Koşarak gözden kayboldu. Cümleleri içime bir bıçak gibi saplanmıştı, vücudumun her yeri acıyordu. Kalbimin acı içindeki atışı kulaklarımı sağır etmişti. Ellerim terden sırılsıklam olmuştu. Az önce sevgilim benim yüzümden ölmek istediğini söyleyip gözden kaybolmuştu. Kızların ağlama sesleri sanki çok uzaktan geliyordu. Aras kolunu omzuma atıp yanıma oturdu. Onun da gözlerinde yaş vardı.
"Kardeşim... Şu an şokta olduğunu biliyorum. Sana şimdi teselli veremem çünkü her şey çok korkunç! Güllaç buradan uzaklaşmadan onu bul. Yoksa bir daha bulamama ihtimalin var!"
"Hayır hayır!" diye sayıkladım. "Benim sevgilim ölmeyecek!"
İldeniz de kolunu diğer omzuma koydu. Gözlerinde hüzün ve endişe bir aradaydı. Motive edici bir sesle "Aras doğru söylüyor. Onun peşinden gitmelisin, ben sana yetişmeye çalışacağım." dedi. Başımı bilinçsizce salladım. Sesleri duyuyordum ama görüntülere hakim değildim. Baybars'ın arkamdan "Her şey için geç olmadan git Levent. O seni üzmeye kıyamaz!" dedi. Herkes beni güçlendirmeye çalışıyordu.
Benden istenileni yaptım. Koşarak odadan çıktım. Güllaç'ın otoparka gittiğini düşünüyordum, arabasını almadan bu bölgeden ayrılmazdı. Geldiğimde arabamı onun arabasının yanına park etmiştim. Merdivenlerden aşağı inerken kalan son gücümü dibine kadar kullanıyordum. Güllaç'ı bulup onunla konuşana kadar pes etmeyecektim. Onu burada bulamazsam her şey için çok geç olacaktı. Bu söyledikleri intihar ile ilişkili sözlerden sonra eve gitmesi mümkün değildi. Neyse ki karşıma tanıdık biri çıkıp benim bu halimi görmemişti. Otoparka girdiğimde hızımı daha artırdım. Çıkışa giden bir araba gördüm, olduğum yerde durup plakasını okudum.
"Hayır! Sana geç kalmayacağım!"
Giden araba Güllaç'ın arabasıydı. Vakit kaybetmeden kendi arabamın sürücü koltuğuna geçtim, acele ettiğim için bir kez istop ettim. Peş peşe birkaç küfür sıraladıktan sonra ben de otoparktan çıktım. Üniversite bölgesinde çok trafik olmadığı için Güllaç'ın arabasına yetişebilmiştim. Benim arabamı gördüğü için gaza basıyordu. Kendi kendime "Öfkeni arabaya da yansıtıyorsun!" diye söylendim. 30 dakika sonra... Arabasını takipten hiç kaçırmamıştım. O benim kafamı karıştırmak için farklı yollara giriyordu ama ben onun oyunlarına gelmiyordum. Sonunda tanıdığım bir yola girince derin bir nefes aldım. Bu yol daha önce Güllaç'la barıştığımız ve onun doğum gününü kutladığımız sahile gidiyordu. Beni buraya getirmesine şaşırmıştım, hep güzel anılarımızın olduğu bir yerdi. İçimden "Lütfen burada hep güzel anılarımız olsun!" diye dua ettim. Bugün o pek mümkün değildi ve bugün olmazsa hiçbir zaman olamayacaktı. Birkaç dakika sonra Güllaç'ın arabası dönel kavşaktan geçip kayboldu. İlk defa gözden kaybolmuştu, yüzümün kıpkırmızı olduğunu hissettim. Tek bir saniye bile kritik olduğu için ben de arabamı o yöne sürdüm. Yolun kenarındaki tabelalar sahile yaklaştığımı belirtiyordu. Yol bayır aşağı olduğu için arabamın hızımı artıramıyordum.
"Ne olur arabayı denize sürmemiş ol! O kadar çıldırmamış ol!"
Birkaç dakika sonra sahilin girişindeki otoparka girdim. Neyse ki Güllaç'ın arabası buradaydı, korktuğum olmamıştı. Kendisi arabada yoktu. Arabamı onunkinin yanına park ettikten sonra koşarak alana girdim. Önümde dümdüz uzanan zemini taşlı sahilde gözlerim onu aradı, güneş görüşümü biraz engelliyordu. Sahilin bana en uzak kısmında siyah elbiseli bir kadının yürüdüğünü görünce oraya yöneldim.
"Güllaç!" diye adını haykırdım. "Korkutuyorsun beni, gel sakin sakin konuşalım!"
Omzunun üstünden bana baktığını gördüm, durmamıştı. Dalgaları kıyıya vuran denizin sesinden beni sesimi duyamayacağımı sanıyordum. Zemindeki taşlardan ötürü rahat rahat koşamıyordum, durum böyle olunca ona geç kalmaktan korkuyordum. Gittiği tarafın ilerisinde uçurum vardı. Daha önce buraya geldiğimizde ona yerini bizzat kendim göstermiştim. Resmen ona kendi ellerimle intihar edebileceği bir yer vermiştim.
"Sa... Sakın gitme o yöne! Seni o uçurumun önünde görmek istemiyorum!"
"Tüh! Göreceksin!"
"Gör-me-yeceğim!" diye aynı şekilde bağırdım.
Kahkaha attığını duydum. Benim için çok korkunç bir durumken o nasıl böyle gülebiliyordu, benden bu kadar mı soğumuştu? İçine hapis olduğum kabustan çıkış yolunu bulamıyordum. Güllaç bana işkence çektirmek için tüm kapıları kapatmıştı. Onun peşinden koşarken birkaç kez düşme tehlikesi atlatmıştım. O ise sanki peşinde ben yokmuşum gibi sahilin en ıssız köşesine yürümeyi sürdürüyordu. Beni kendi silahımla vurmak istiyordu.
"En ufak kırgınlıkta kendi canını tehlikeye atıyorsun! Sen böyle biri değildin!"
"Sen de benim sandığım gibi değilmişsin." dedi. "Hep delidolu hallerimi gördün ama benim kırılgan bir kalbim olduğunu unuttun!"
Cümlesi içimi acıttı. O farkında değildi ama ben kırılgan kalbini bildiğim için suçumu ondan sakladım. Denizin suyu üstüme sıçrıyordu, suya çok yakın koşuyordum. Aramızdaki mesafe biraz azalmıştı. Gözüm yine yaşarmaya başlamıştı.
"Unutmadığım için sakladım ya her şeyi!"
Bir karşılık vermek yerine başındaki şapkayı çıkarıp elinde taşımaya başladı. Artık siyah saçları hafiften esen rüzgarın etkisiyle uçuşuyordu. Benim girmesini hiç istemediğim tehlikeli alana girmişti, vazgeçmiyordu. Gelirken İldeniz'e nereye geldiğimi mesajla haber vermiştim. Eğer Dalya'yla gelirse bir facia önlenebilirdi.
"Yolun sonuna yaklaşıyoruz be Levent!"
Bu cümlesini iki anlamda söylemişti. Sadece gerçek anlamıyla söylemesini çok isterdim, eğer öyle olsaydı mutlu olurduk. Yutkundum. Bir kızgınlığım yüzünden elimdeki güzel olan her şeyi teker teker yitiriyordum. Uçurumun olduğu alana girmesine sadece birkaç adım kalmıştı.
"Neden bana böyle bir vicdan azabı yaşatmak istiyorsun? Sana bir şey olursa benim de kendime zarar vereceğimi bilmiyor musun?"
Kafasını bana tamamen çevirdi. Gözlerinde alaycı bir ima vardı. Daha önce yüzü bana dönük olmadığı için ağladığını yeni fark ediyordum. Güneşin vurduğu bal rengi gözleri yeşilimsi bir tona bürünmüştü. Elindeki şapkayı sıkarak "Sen benim için bir kere kendine zarar verdin. Az daha ölüyordun, istemiyorum gerek yok!" dedi. Vurulduğum gün onun için bir travma olmuştu, aklından hiç çıkmıyordu. O günün konusunun açılması bile beni korkutmuştu. Bu sefer Güllaç tehlikeye giriyordu.
"Keşke o gün ölseydim. Sen bugün bu durumda olmazdın!"
Kaşlarını çattı. Hızlı hızlı nefes alıp vermeye başlamıştı. Ben yumuşayacağını sanmıştım ama yanılmıştım.
"Saçmalama!" diye bağırdı. "Benim canım için kendininkini tehlikeye attın. Eğer ölseydin ben de fazla yaşayamazdım!"
Direklerin bu kadar yıkılmaması güzeldi. Şu an benden nefret ediyor olsa bile canıma zarar gelmesini istemiyordu. Konuyu eğer benden uzaklaştırıp kendisine getirebilirsem onu vazgeçirebilirdim. Ben sesimi düzene sokarken o geri geri uçurumun olduğu alana giriyordu.
"İşte sen kendini öldürürsen ben de yaşayamam! Her ikisi de aynı şey. Neden bunu anlayamıyorsun?"
Bir umut ya... Bir umut beni anlar sandım. Sitemli gözlerimi görüp o alandan uzaklaşır sandım ama hiç öyle olmadı. Sesinde beni kınayan bir tını vardı. Beni çok zorluyordu ve buna devam edecekti.
"Peki sen neden benim içimdeki yangınların nedenini anlamıyorsun?"
Bu sorusuna cevap veremedim. Zihnimden geçenler ağzımdan dışarıyı çıkamıyordu, hareket edemiyordum. Burada yalnızdım, bana yardım edecek kimse yoktu. İçimden geçenleri anlasın diye derin anlamlar taşıyan bakışlarımla onu süzdüm. Gülerek "Bak daha buna cevap veremiyorsun!" dedi ve bana sırtını döndü. Hızlı adımlarla uçurumun önüne kadar gitti. Beni yerime sabitleyen şey bir an etkisiz kalmıştı, ona doğru koştum. Birkaç adım daha atarsa uçurumdan aşağıya düşecekti. Hızla bana döndü.
"Eğer yaklaşırsan atlarım!"
Olduğum yerde durdum. O ne derse yapmak zorundaydım, tek bir yanlışım onun ölmesine neden olabilirdi. Hıçkırıklarımı serbest bıraktım, elimden hiçbir şey gelmiyordu. Başımı sallayarak "Ta... Tamam! Yeter ki atlama!" dedim. Konuşmakta güçlük çekiyordum artık, kalpten gidecekmiş gibiydim. Elindeki şapkayı uçuruma doğru tuttu:
"Bu şapkayı hiç sevmedin. Sana hatanı hatırlattığı için her taktığımda sinirleniyordun değil mi?"
Sorusunu cevapsız bıraktım. Dediklerini inkar edemezdim, çok haklıydı. Şapkayı elinden bıraktı. Uçurumdan aşağı düştü. Normalde o şapkanın yok olmasına sevinirdim ama şimdi hiç sevinemiyordum. Korkuyla Güllaç'ı izliyordum, o da bundan keyif alıyordu.
"Hadi sevinsene! Kafamda artık onu göremeyeceksin, hatta direkt beni göremeyeceksin!"
"Yeter artık!" diye daha önce benden duymadığı bir sesle bağırdım. "Ben seni hep göreceğim!"
Geriye bir adım attı. İstemsizce ona doğru yürüdüm. Korkudan aklımı kaçıracaktım, sevgilim resmen uçurumdan denize atlayacaktı. Yine bağırarak "Sana yaklaşma dedim!" dedi. Sesi ağlamaklı çıkmıştı. Az önceki kızgın kız gitmiş yerine ağlayan bir başkası gelmişti. Kendimi yere bıraktım. Kafamı dizlerime gömerek ağlamaya devam ettim, artık pes etmiştim.
"Ne olur yapma! Ben bunu kaldıramam, yapamam... Yapamam ben sensiz! Söz veriyorum tüm hatalarımı düzelteceğim!"
Yüzünü göremiyordum. Onun ağlayan halini görmeye dayanamıyordum, bal rengi gözlerini bu hale getirdiğim için kendimden nefret ediyordum. Burada uçurumdan atlaması gereken biri varsa o bendim, Güllaç değil! Benden intikamını alırken bizim için güzel anıları olan bir yeri seçerek beni yıkmak istiyordu. Başarmıştı. "Hatırlıyor musun?" dediğini duydum.
"Daha önce kampüsteki göle atlayıp intihar edeceğimi sanmıştın. O zamanlar henüz birbirimize açılmamıştık ve ben sana yine kırgındım."
"O zaman..." dedim. "O zaman bana sırf kızgınsın diye canına kıymanın saçma olduğunu söylemiştin!"
Şimdi kendiyle çelişiyordu. Kafamı kaldırıp tekrar ona baktım, bana çok kırgın bakıyordu. Akan makyajı yanaklarından aşağı süzülüyordu. Geçmişte gezdiğini anladım. Şimdi ben de onun gibi eski güzel günlerimizi düşünüyordum. Başını hafif sağa yatırdı.
"İnsanlar bazen çok değişir Levent. Tıpkı senin gibi!"
"Ben... Ben değiştim mi?"
Başını sallayarak tek nefeste "Hem de çok değiştin! Arkadaş olduğumuz dönemde benden bu kadar sır saklamazdın. Tek benden hoşlandığını sakladın, o kabul edilebilir. Sevgili olduğumuzda gözümün içine baka baka yalanlar söyledin. Senin yüzünden güven sözcüğü hayatımdaki yerinden birkaç basamak yuvarlandı!" dedi.
"Güllaç yalvarırım atlama!" diye bağıran Dalya dikkatimizi dağıttı.
Güllaç'a doğru koşuyordu. O da ağlıyordu, bu beklediğim bir şeydi. Arkasından İldeniz de geliyordu. Güllaç şiddetlenen hıçkırıklarının arasından "Yaklaşmayın yoksa atlarım!" dedi. Dalya dehşet içinde olduğu yerde kaldı. Yeşil gözlerinden daha önce hiç görmediğim türden bir korku vardı. İldeniz de ondan farksızdı.
"Yapma ne olur! Bizim önümüzde çok güzel günler var canım arkadaşım!"
Güllaç ona acı bir tebessüm sundu. Ağlamayı bırakmadı, sanki Dalya'yı görünce kendini serbest bırakmıştı. Dalya'ya bir şey anlatmaya çalışıyordu. İldeniz yaklaşmaması için Dalya'yı tutuyordu, bir yandan beni de gözlemliyordu. Diğerleri kalabalık olmaması için gelmemiş olabilirdi.
"Yeterince güzel günler yaşamadık mı?" diye sordu Güllaç. "Levent her şeyi berbat edene kadar her şey gayet güzeldi."
Bana olan kinini hiç kaybetmiyordu. Ben onun yumuşayacağını düşünerek boş hayaller kuruyordum, ona arkasına doğru değil ileriye doğru adım attırmalıydım. Ensemi kaşıyarak "Her hataya bir şans verilmesi gerekmiyor mu? İzin ver her şey eskisinden daha güzel olsun!" dedim. Dalya beni bir süzdükten sonra tekrar Güllaç'a döndü.
"Sen yeter ki vazgeç! Her şeyin bir çaresi var, gerekirse olumsuzlukları hayatından çıkarırız!"
Burada olumsuzluk ben mi oluyordum? Şu an bunu sorgulayamayacak kadar endişeli ve yorgundum. Güllaç da benimle aynı şeyi düşünmüş gibi bir ona bir de bana baktı. Dalya elbette benden nefret etmiyordu, sadece arkadaşının iyiliğini düşünüyordu.
"Ben... Ben çok yorgunum Dalya!"
İldeniz bir elini benim omzuma koydu. Gözünün çevresindeki yaşlardan onun da ikimiz için üzüldüğünü anlamıştım. Güllaç onun görüşlerine değer verirdi. Eğer o konuşursa faydalı olabilirdi, yutkunduğunu gördüm. Bir parmağını omzumdan indirip kaldırıyordu, ne söyleyeceğini düşünüyordu. Sadece onun duyabileceği sesle "Eğer atlarsa ben de atlayacağım. Söyleyeceğin şeyi ona göre seç." dedim. Söylediklerimi duyunca yüzünün rengi değişti. Mavi gözlerindeki korku iyice genişledi, gözleri bana "Aklından bile geçirme!" diyordu.
"Eğer sen kendine zarar verirsen biz de yaşayan ölü oluruz. Levent vicdan azabından kendini kaybeder. Dalya'nın tam iyileşebilmesi için mutlu olması gerekiyor, ona yazık değil mi? Ahuşen evde seni korkuyla bekliyor. Ben ona gidip senin kendine zarar verdiğini söyleyemem. Sen çok iyi bir insansın, yaşamak senin hakkın!"
Dalya da başını sallayarak "Çok doğru konuştun İldeniz!" dedi. "Ahuşen bizi bekliyor, gel gidelim!"
Güllaç titreye titreye ağlıyordu. Ona sarılıp bağrıma basmak istiyordum, tüm bunlar benim yüzümden olduğu için yapamıyordum. Onun da bugün defalarca söylediği gibi ben onun insanlara olan güvenini kırmıştım. Bunu yapmasının sebebi başka bir şey değildi. Bana daha önce benim onun için ideal bir sevgili olduğumu söylemişti. İşte şimdi bunun için her şey ona ağır geliyordu. Kısık bir sesle "Benim artık hiçbir şeye dayanma gücüm kalmadı." dedi.
İldeniz biraz öne çıkıp "Sen bizim neşe kaynağımızsın, seni kimse bile isteye üzemez. Gel güzel kardeşim! Olduğun yer çok tehlikeli." dedi.
Dalya, Güllaç'ın sakinleşmesinden fırsat bularak biraz ona yaklaştı. Yanlış bir şey yapma korkusundan çok sakin gitmişti. Rüzgar peruğuyla oynuyordu, uçsa şu durumda umrunda olmazdı. Güven verici bir sesle "Lütfen... Lütfen uzaklaş oradan. Evimize gidelim, her şey bitsin!" dedi.
Oturduğum yerden kalktım. Güllaç jet hızıyla bana döndü. Yüzüme kararlı bir ifade yerleştirdim, başını iki yana salladı. Adımlarımı ona doğru yönelttim. İldeniz arkamdan "Levent yapma!" dedi. Güllaç da geri geri gidiyordu, oysa ben engellemek için yaklaşıyordum. Titreyen sesimle "Gel... Gel tüm yaralarını bir daha açılmamak üzere sarayım." dedim. Arkasında bir adımlık yer kalmıştı, o bunun farkında değil gibiydi.
"Baştan o yaraları açan kişi olmaman gerekirdi!" dedi kırgınlığını tekrar hatırlatarak.
Bunu söyledikten sonra önümdeki görüntüsü yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Yüzünde şok ifadesi vardı. Duyduğum sesleri tam anlayamıyordum, tek net duyduğum şey acı bir çığlıktı. Ses çok tanıdıktı.
"Aaaaahhhh!"
Bu Güllaç'ın çığlığıydı. Karşımda kendisi yoktu, hatta hiçbir yerde yoktu. Gözlerim büyüdü. Kalbimin sesine de sağır olmuştum. Olanı idrak ettiğimde ağzımın içine sıkışan şeyi dışarıya acı bir çığlıkla bıraktım:
"Güüüüllaaaaaaççç!"
Dalya kendisini yere bırakmıştı. Yüzünü ellerinin arasına almış ağlıyordu, olayın şokundaydı. İldeniz'in de ağlama seslerini duyuyordum, Dalya'yı tutmaya devam ediyordu. Onun da atlamasından korkuyordu. Ben aklına geldiğimde hemen ayaklandı. Dalya derin derin nefesler alıyordu. Bana bakarak bağırdı:
"Sen... Levent sen ne yaptın Levent!"
Yaşlardan bulanıklaşan gözüm uçurumun ucunu net görüyordu. Onların beni engellemesine izin vermeden hızla oraya doğru yürüdüm. İkisi de aynı anda "Atlama sakın! Hayır yapma!" diye çığlık attı. Benim sevgilim atlamışken onları umursayamazdım, onu kurtarmam gerekiyordu. Kollarımı iki yana açıp kendimi aşağıya bıraktım. Arkamdan Dalya'nın çığlıkları da gelmişti. Gördüğüm şeyler önümden çok hızlı geçiyordu. Gittikçe denize daha çok yaklaşıyordum, düşüş hızımdan ötürü Güllaç'ı suyun yüzeyinde göremiyordum. Birden kafamda bir acı hissettim. Normal bir acı değildi, canım çok yanıyordu. Kayaya çarpmıştım. Gözümün önündeki her şey silinikleşmeye başlamıştı. İçimden "Güllaç'ı bulmadan olmaz. Onu kurtarmalıyım!" diye geçirdim.
Bedenim suyun soğukluğuyla tanışınca gözlerimi zorladım. Suyun altındaydım. Başımdaki acı beni çok zorluydu, başımdan akan kan suyun rengini değiştirmişti. Akıntının beni götürdüğü yönü takip ediyordum. Tüm gücümü kullanıyordum. Güllaç'ı bulmadan acıya yenilmemem gerekiyordu, deniz onu benden alamazdı. Karşıma suyun dibine doğru süzülen siyah elbiseli bir beden çıktı, bu oydu. Omuzlarından tutup kendime çektim. Gözleri kapalıydı, bembeyaz yüzünde yaraların oluşturduğu kan lekeleri vardı. Ellerini sımsıkı tuttum.
Yine içimden "Seni yalnız bırakmayacağım sevgilim. Bizi sadece ölüm ayırır!" dedim.
Artık acıya itiraz edemiyordum. Bedenim sadece onun ellerini hissetmeme izin veriyordu. Karşımda onun bal rengi gözlerinin açık olmasını, bana sevgiyle bakmasını çok isterdim. Göz kapaklarım baskıya olan direncini kaybetti. Benim kahverengi gözlerim de karanlığa gömüldü, karanlıkta belki onunla buluşurdum. Bilinmezliğe gittiğimi hissediyordum. Bu hissi daha önce de yaşamıştım, o zaman sevgilim beni dışarıda bekliyordu. Şimdi ikimiz de aynı yerde buluşabilecektik. Belki burada daha mutlu olurduk! Arkadaşlarımızı çok özlerdik tabii. 3 saat sonra Aras... Korkular insanın ruhunu yıpratır. Uzun süredir içimizde yaşayan korkuların gerçekleştiği gün her şey berbat olur. Doğrudan bize bir etkisi olmasa bile dolaylı yoldan biz de çok kötü etkileniriz. Bir tanıdığımızın zor bir durumda kaldığını bildiğimiz halde onun yanına gidememek korkularımızın bizi yıkmasına neden olur, orada olmadığımız sürece çıldıracak gibi oluruz. Ben işte şimdi tam olarak bu durumdaydım! Güllaç kalabalığı görünce sinirlenmesin diye Ahuşen'le beraber kızların evine gelmiştim. Burada olduğum her saniye kendimi suçlu hissediyordum, Levent kim bilir nasıl zorlanıyordu. Elimden gelen tek şey Asalbike'yi odada olanları kimseye anlatmaması için tehdit etmekti. Şimdilik onu başarmış gibi gözüküyordum. Kendimi bununla teselli ediyordum ama Güllaç'ın eve dönememe ihtimali beni korkutuyordu. Bize kızgın değildi, oysa biz de Tolga olayını ondan saklamıştık. Sanırım bizim nedenimizi anlamıştı. Tek affedemediği benim güzel kalpli arkadaşım Levent'ti!
"Ahu sakin ol! Güllaç sadece Levent'i korkutmak için oraya gitmiştir." dedi Hesna üzgün bir sesle.
Başımı kapının yanındaki duvara yaslamıştım. Gözlerimi karşımdaki aynaya sabitlemiştim, çok yorgun gözüküyordum. Gözlerimin altı kıpkırmızı olmuştu. Saçlarım biraz dağılmıştı. Ahuşen, Hesna ve Doğay hemen yanımdaki Güllaç'ın odasındalardı. Ahuşen eve girer girmez bu odaya gelip yatağa oturmuştu. Yani ağlamaya orada devam etmişti de diyebilirim. Ben de ondan farksızdım. Onların yanına gitmeye karar verdim.
Ahuşen doğum gününde Levent tarafından Güllaç'a hediye edilen fotoğraf albümünün sayfalarını karıştırıyordu. Bunu yaparken bir elindeki peçeteyle gözünün yaşını siliyordu. Yerde peçete çöpleri birikmeye başlamıştı. Parmağıyla bir fotoğraftaki Güllaç'ı göstererek "Onun tersi çok kötüdür. Yapamaz diyemiyorum!" dedi. Benim geldiğimi fark etmişlerdi ama bir şey söylememişlerdi. Yerde çerçevesi kırılmış fotoğrafı görünce durdum. Levent ve Güllaç ne güzel gülmüştü o fotoğrafta öyle. Uzun uzun baktım, içimde bir hüzün yükü oluşmuştu. Gözümden bir damla yaş süzüldü. Sanki vefat eden birinin odasına girmiş gibiydim. Kendi kendime "Bu fotoğraf yerde olmamalı." dedim. Yerden aldığım fotoğrafı makyaj masasının üstüne koydum. Ahuşen omzunun üstünden fotoğrafa baktı.
"Levent'i görmeden önce onun fotoğraflarından hıncını çıkarmış."
"Görünce sanki daha fazlasını yapmadı mı?"
Soruma cevap vermedi. İkimiz de Piyano Odası'nda olanları görmüştük, adeta bir hesaplaşma yeriydi. İkizler oradaki dağınıklığı temizlemek için okula geri dönmüşlerdi. Neyse ki mezuniyet kalabalığı binanın içine taşmamıştı, yoksa olaylar tüm fakülteye yayılırdı. Doğay telefonuna gelen bir mesajı okuduktan sonra yüzüne şaşkın bir ifade yerleştirdi. Tek kaşımı kaldırdım.
"Ne oldu Doğay? Çok şaşırdın."
"Asalbike'nin ablasının nişanına bir arkadaşım gidecekti. Gitmiş ama Asalbike evde yokmuş."
Ahuşen elini sallayıp "Aman o umrumda değil." dedi. "İsterse yerin dibine girsin!"
Odadan çıktığı gibi eve gidemezdi. Kıyafetinde yırtıklar, yüzünde yaralar vardı. Görünüşünü düzeltip eve gideceğini düşündüm. Ahuşen'in karşısına geçip halının üstüne oturdum. Kollarımı dizime koydum, başımı da onun üstüne yasladım. Bana üzgün gözlerle bakıyordu. Bugün ikimiz için çok zor bir gündü. İkimiz de yakın arkadaşlarımız için endişeleniyorduk. Derin bir iç çekti.
"Dalya aramadı. Ben çok korkuyorum! Ya Güllaç'a bir şey olduysa?"
"Olmaz diyemiyorum Ahu!" dedim onu teselli edememenin üzüntüsüyle. "Çok kararlı gözüküyordu."
Gözümün önünden Levent ona sarıldığında iten Güllaç geçti. Bazı şeyleri kendi içinde çoktan bitirmişti. Hayatımda birçok kez hep neşeli olan insanların kalbi kırıldığında tüm duvarları yıktığına şahit olmuştum, Güllaç da onlardan biriydi. Eğer Levent olay olduğunda ona söyleseydi Güllaç yine kızardı ama bu kadar kızmazdı. Doğum gününün kutlandığı yere gitmesi beni şaşırtmıştı çünkü orada bir uçurum vardı. En son öğrendiğimize göre uçurumun önüne gitmişti. Levent'in güzel anılarını elinden almak istiyor olabilirdi.
"Aklımı kaçıracağım! Öğrenince ortalığın karışacağını biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum!"
Doğay dudaklarını büzdü. Bir elini onun sırtına atıp düşünmeye başladı. O da kendisini bir anda olayların içinde bulmuştu, oysa onu etkileyen bir durum yoktu. Çok iyi niyetli bir kızdı. Gözünün önüne gelen saç telini boşta kalan eliyle iterken "Oradaki uçurumun çevresinde daha önce dolaşmış mıydı?" diye sordu. Yanıtı ben verdim.
"Doğum gününde dağılmamıza yakın Güllaç oraya doğru yürüyüş yapıyordu. Levent çok korktuğu için oraya gitmesini engellemişti. Güllaç oraya çok yaklaşmayacağını söylemişti ama Levent'e dinletememişti."
Hesna da "Levent korkudan aklını yitirsin diye orayı seçmiş." diye kendi düşüncesini belirtti. "Hatırlarsanız sevgili olma aşamasında Güllaç ona kızıp bir hafta Doğay'ların evinde kalmıştı. Levent'in hali bunu bilmediği için çok perişandı."
Ahuşen konuşulanları eli çenesinde büyük bir ilgiyle dinliyordu. O da bir şeyler düşünüyordu. Yüzündeki makyajı çok ağlamaktan dağılmıştı, onun da gözlerinin altı kıpkırmızıydı. Albüme sonradan eklenmiş olan Porsuk Çayı'nda toplu olarak çekildiğimiz fotoğrafa bakıyordu. Fotoğrafı tutan eli titriyordu. Tam orta kısımda durduğu için bakar bakmaz en güzel gülümsemesini sunan Güllaç'ı gördüm.
"O gün... O gün sormuştu. Levent'in içini kemiren bir sırrı olduğunu anlamıştı ve ondan anlatmasını istemişti!"
"Levent mümkün değil o mutlu günde bunu anlatamazdı."
"Güllaç o gün anlatmadığı için bu kadar sert davrandı."
Doğru söylüyordu. Güllaç üstüne basa basa bunu belirtmişti. Demek ki Levent onun verdiği şansı kullansaydı şu an çok mutlu bir çift olacaklardı. Eğer Güllaç onu affederse Levent her şeye dikkat ederek ilişkisini sürdürecekti, ben buna emindim.
"Ben bize de kızmasını bekliyordum. Kendimi biraz suçlu hissediyorum."
Ellerimi tutup beni kendine yaklaştırdı. Bakışlarından aynı şeyi düşündüğümüzü anladım. Saçlarımı okşayarak "Bizim onun iyiliği için gerçekleri sakladığımızı anladı. Levent'e hem fiili yapan hem de saklayan kişi olduğu için bu kadar kızgın." dedi. Oysa ben onu teselli edecektim. Gözüm makyaj masasının yakınındaki kırılmış parfüm şişelerine takıldı, kırılalı saatler olmuştu ama odadaki yoğun parfüm kokusu gitmemişti. Hesna benim oraya baktığımı görünce camı açıp yerine geri oturdu. Gözleriyle odayı inceledi.
"Bu kız odadaki eşyaları kırıp dökerken siz nasıl uyanmadınız?"
Ahuşen mahcup bir sesle "Şey... Dün biz biraz geç uyuduk! Ondan deliksiz uyuduk." dedi.
Mırıldanır gibi "Güllaç çok zeki bir kız. Belli ki sesleri kimse duymasın diye çabalamış." dedim.
Bu cümlem Ahuşen'in zaten bozuk olan moralini daha çok bozdu. Bir eline kıvırcık saçlarını doladı. Üzüntüsü küçük gözlerine büyük gelmişti. Konuşmakta biraz zorluk çekerek "Ben... Ben çok kötü şeyler hissediyorum!" dedi. Kaşlarımı çatıp gözlerimi kıstım. Yüzümün yandığını hissediyordum, endişem artmıştı. Ahuşen'in hislerinin kuvvetli olduğunu hepimiz biliyorduk.
"Ne olur..." dedim titreyen sesimle. "Ne olur hislerin seni yanıltsın!"
"Öyle olmasını çok istiyorum!"
Kollarımı bedenine sardım. Omzuma damlayan gözyaşlarını hissedebiliyordum, benimkiler de onun omzuna damlıyordu. Hızlı atan kalbinin sesini kulaklarımda en yüksek şiddette duyuyordum. Doğay ve Hesna bize acıyan gözlerle bakıyorlardı. Ahuşen kulağıma "Kapının çalmasını ve Güllaç'ın gelmesini istiyorum." diye fısıldadı. Hislerinin ne yönde olduğunu şimdi anlamıştım. Güllaç'ın başına bir şey geldiğini hissediyordu, benim de korkum buydu. Aynı şekilde "Ben de ikisinin el ele tutuşarak bu evin kapısından içeri girmesini istiyorum." dedim.
"Oha! Piyano Odası yanmış!" dedi Hesna elleriyle ağzını kapatıp. "Ah Aybars ah!"
Ahuşen'le birbirimizden ayrıldık. Duyduğumuz şeyden ötürü şaşkın şaşkın Hesna'ya baktık, o da aynı şekilde bize bakıyordu. İkizler orayı temizlemeye gönüllü olarak gitmişlerdi. Kamera kayıtlarını da silebileceklerini de söylemişlerdi. Onların cesaretine başta çok şaşırmıştım ama şimdi duyduğum şeyden sonra şaşırmıyordum.
"Nasıl yani?" diye sordum. "Aybars orayı benzin döküp ateşe mi vermiş?"
Ellerini ağzından çekti. Birkaç saniye bana kınayan bakışlarını gönderdi, anlaşılan ben yargısız infaz yapmıştım. Sesini düzene soktuktan sonra "Aybars neden öyle bir şey yapsın? Odaya girdiğinde etrafı toplamaya başlamış. O sırada piyanonun oradaki kablolardan sıkıntı çıkmış ve etrafı alevler sarmış. Aybars kameraları falan halletmiş çıkmış şimdi fakülteden." dedi. Konuşurken yorulduğunu fark ettim. Doğay ona doğru başını eğdi.
"Bunlar olurken Baybars neredeymiş?"
"O da okulun ormanında güvenlik açığı var ya hani, orada arabada Aybars'ı bekliyormuş. Şimdi arabaya gidiyor Aybars."
Ahuşen duyduklarının gerçekliğini sorgular gibi kaşlarını çatıp Doğay ve Hesna'ya baktı. İki kız son derece ciddiydi. Gözlerini devirip "Yangına sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Neyse... En azından odanın dağınık halini yangına yoracaklar." dedi. Başımı sallayarak aynı fikirde olduğumu belirttim. Ben de ekleme yaptım:
"Asalbike polise falan gidecek olursa elinde kanıt olmaz böylece. Zaten gidemez, İldeniz'den korkuyor."
Doğay bana bakarak "Onun hayati durumundan şüpheleniyorum." dedi. Buna bir anlam veremedim.
"Neden böyle dedin şimdi?"
"Evinde olan arkadaşım onun daha gelmediğini ve az önce evden bir kadın çığlığı yükseldiğini söyledi."
Asalbike umrumda değildi. İsterse ülkeyi terk etsin yine merak etmezdim, sonuçta bize az kötülük yapmamıştı. Son iki gündür yaptıklarını da unutmam mümkün değildi ama Doğay'ın dedikleri benim de içime bir kuşku düşürmüştü. Onu en son fakültenin kapalı otoparkında görmüştüm. O görüşümde Asalbike'yi tehdit etmiştim, sonrasında zaten Ahuşen aynısını mesaj atarak yapmıştı. Bizim tehdit etmek için haklı nedenlerimiz vardı. Oturuşumu düzeltip "Desene işler sanki hiç karışmamış gibi daha çok karışıyor. Tamam nefret ediyoruz ama ölmesini istemeyiz. Ona onun gibi davranamayız, umarım başına bir şey gelmemiştir." dedim. Ahuşen'in söylediklerime karşı çıkacağını sanıyordum.
"Aras'a katılıyorum. Başına bir şey gelmişse bile bunun can sağlığına etki etmemesini umuyorum. Bana zarar vermeye kalkışmış olabilir ama o da bir anne ve babanın kızı."
Onu ilk defa Asalbike hakkında iyi bir yorum yaparken görüyordum. Sanki bugün Piyano Odası'nda onunla kavga eden kişi değildi. Hesna ve Doğay da en az benim kadar bu duruma şaşırmış gözüküyorlardı. Bizim gözümüzde eline bir şans geçse Asalbike' yi bir kaşık suda boğacak bir insandı. Geldiğim günden beri onun Asalbike'ye olan nefretini yakından görüyordum, ondan bu olumlu cümlelerine alışkın değildim.
"Asalbike demek ki iyi biri olsa dörtlü kız grubu olurdunuz!"
"Ay Aras!" dedi Ahuşen sitem içeren bir ses tonuyla. "Kıza bir iyi dilekte bulundum diye bunu mu geçirdin aklından?"
"Asalbike sizin grubunuza giremez zaten."
"Çünkü biz onu aramıza almayız!"
"Ona yaşıyorsa bakarsınız." dedi Doğay. Hesna onun bunu negatifliğine şaşırmış gibi gözüküyordu. Gözlerini kısarak "Bu negatifliğin beni öldürecek." dedi.
Ahuşen de ona hak verdiğini belirtmek için "Aramızdaki en pozitif insan bile böyle diyorsa vay halimize!" dedi.
Oturduğum yerden kalktım. Daha fazla içinde ölüm geçen bir şey duymak istemiyordum. Bugün duymak istediğim tek şey birilerinin hayatta olduğu haberini almaktı. Eski güzel günlerimize hemen dönmek istiyordum. Kızlar bana soran gözlerle bakıyorlardı, galiba yüz ifadem sıkıldığımı dışarıya yansıtmıştı. En çok Ahuşen'in bakışlarına maruz kalmıştım. Anlaşılan üçüne bir açıklama borçluydum. Sesimi ayarladım.
"Ben mutfağa gidip bir su içeceğim. Bugün yaşananlar bünyeme ağır geldi."
Ahuşen anlayışla başını sallayıp "Seni çok iyi anlıyorum. Git tabii!" dedi.
Odadan çıkıp merdivenin basamaklarını usul usul indim. Evin salonu gözüme çok ruhsuz gözüktü. Kısa bir süre terk edilmiş bir evin salonu gibi bir hava ortama hakimdi. Daha dün gece bu salonda hepimiz oturmuştuk, aradan geçen saatler herkes için çok şey değiştirmişti. Tam camın önündeki uzun koltukta Güllaç ve Levent yan yana oturmuştu. Levent kolunu onun sırtına koymuştu, bal rengi gözlerini hayranlıkla izlemişti. Güllaç kendi yaptığı çilekli magnolya tatlısını ısrarla Levent'e yedirmişti. Şimdi Levent'i görmek bile istemiyordu. Salon aynı salondu, evi güzel yapan insan ortalarda yoktu.
"Sizin aşkınız ne tehlikeler atlattı. Bu kötü durumun da üstesinden gelebilirsiniz!"
Salonda durmak benim için dayanılmaz bir durum olmaya başlamıştı. Ahuşen'e sunduğum bahane aklıma geldiği için mutfağa girdim. Burası perde kapalı olduğu için salondan daha karanlıktı. Perdeyi ipini ayarlayarak açtım, arka bahçe de geceden nasibini almıştı. Etrafı görebilmek amacıyla mutfağın ışığını açtım. Artık tam karşımdaki bardakların konulmuş olduğu kapaklı rafı görebiliyordum. Kapağını açtığımda su bardağı kalmadığını gördüm. Güllaç'ın ani ortadan kayboluşuyla Ahuşen ve Dalya bulaşık makinesini çalıştırmaya vakit bulamamış olmalıydı.
"Koca mutfakta su bardağı mı kalmadı ya?" diye söylenirken gözüm arka bahçeye açılan kapının yanındaki ufak dolaba takıldı. Bir rafında birkaç tane su bardağı diziliydi. Almak istediğim bardağa yakın konumda bir fotoğraf çerçevesi vardı, eğilip inceledim. Güllaç elinde papatyalarla gülümseyerek poz vermişti. Anlaşılan evin arka bahçesinde çekilmiş bir fotoğraftı. Elimi bardağa uzatırken gülümseyerek "Bu evin her tarafında aynen böyle gülümseyen fotoğrafının olmasını çok istiyorum. Umarım sen de istiyorsundur!" dedim. Bardağı yerinden almamla beraber bir ses duydum. Birkaç saniye önce gördüğüm fotoğraf çerçevesi yerde kırık bir vaziyette duruyordu. Güllaç'ın fotoğrafı cam parçalarının arasında kalmıştı.
"Kahretsin!" diye bağırdım. "Gülüşünün korunduğu çerçeve benim yüzümden kırıldı!"
Elimdeki bardağı sinirden karşımdaki duvara fırlattım. Kırılan bardak mutfağı inleten bir ses çıkardı ve kırık cam parçaları mutfağın değişik yerlerine fırladı. Kızlar henüz sesleri duyup aşağıya inmemişlerdi, eğer duymuşsalar normal bulmuş olabilirlerdi. Kilitli olan balkon kapısını küfrederek açtıktan sonra kendimi arka bahçeye attım. Akşam serinliğini bedenimde hissettim. Hafif esen rüzgar saçlarımla oynadı, Ahuşen'in her gün suladığı mavi ortancalar dans eder gibi bir o yana bir bu yana sallanıyorlardı. Masanın çevresindeki sandalyelerden birini çekip oturdum. Üst kattayken içimde tuttuğum duygular mutfakta yaptığım sakarlıktan sonra özgür kalmıştı.
"Elimden hiçbir şey gelmiyor!"
Hüngür hüngür ağlıyordum. Gözlerim yaşla dolmuştu, damlalar masanın üstünü ıslatıyordu. Ellerimi saçlarıma geçirdim, bu bahçe benim özgürlük alanım olmuştu. Ahuşen'in yanında ağlarsam zaten bozuk olan morali iyice bozulurdu. Sesimi duyup gelirse ne derdim bilemiyordum. Güllaç'ın odası arka cephedeydi, ondan biraz rahattım.
"Aradan üç saat geçti niye kimse aramadı? Birine bir şey mi oldu? Of çıldıracağım!"
İç sesim aslında olanları bildiğimi söylüyordu. Oysa ben kötü düşünmek istemiyordum. Benim bir umudum vardı, dördü beraber birazdan gelecekti. Güllaç sevgilisini affedecekti. Yarın hepimiz yazın keyfini çıkaracaktık, belki pikniğe giderdik. Cebimdeki telefonumu çıkarıp masasının üstüne koydum. Ekranda bir bildirim yoktu.
"Aras... Çok kötü bir şey olmuş!" diye bağıran Ahuşen'in sesiyle yerimden fırladım. Gözündeki endişeli ifade beni de endişelendirmişti. Koşarak geldiği için nefes nefese kalmıştı. Ona yaklaşıp tek kaşımı kaldırdım.
"Bu halin ne?" diye sordum. "Ne olmuş Ahuşen? Korkmaya başladım!"
"Hani Asalbike evine gitmemişti ya!" dedi cümlelerini zor seçerek.
"Asalbike'ye mi bir şey olmuş?"
Derin bir nefes aldıktan sonra hiç duraksamadan "Asalbike okuldan ayrıldıktan sonra kaza yapmış. Arabasıyla kayalıklardan aşağıya uçmuş. Öğrendiğimize göre emniyet kemerini takmamış, sonucu tahmin ediyorsundur. Sevmezdim ama yine de biraz üzüldüm." dedi.
Duyduklarımın şokundan gözlerim büyümüş, ağzım ise açık kalmıştı. Duyduğum şeyin şaka olmasını istedim ama Ahuşen son derece ciddiydi. Zaten Ahuşen bu durumda şaka yapamazdı. Kötülükler Kraliçesi Asalbike Giray kayalıklara mı uçmuştu yani? Doğay'ın arkadaşının evden duyduğu çığlığın nedeni demek ki bu olaydı. Kazanın sonucunu tahmin ediyordum, yine de Ahuşen'e sormak istedim:
"Ölmüş mü?"
Tam bana cevap vermek için ağzını açtığı sırada ikimizin de telefonu çalmaya başladı. Masaya geri dönüp telefonumun ekranına baktım. İldeniz arıyordu! Heyecanlandığımı hissettim, ellerim buz gibi olmuştu. Ondan güzel haberler duymak istiyordum. Omzumun üstünden Ahuşen'e baktım.
"İldeniz arıyor!"
"Dalya arıyor!" dedi heyecanlı bir sesle. "Güzel haberler almak istiyorum artık!"
"Bekletmeyelim açalım!" dedim onunla aynı ses tonunda.
Aramayı cevapladım.
Keşke... Keşke cevaplamasaydım. Hayatım boyunca unutamayacağım bir telefon konuşması oldu. Duyduklarım beni olduğum yere çiviledi, dünya sanki etrafımda döndü. Elimdeki telefon kayıp masaya düştü. Hıçkırıklarım boğazıma dizildi. Başımı korka korka Ahuşen'e çevirdim. Dehşet içinde bana bakıyordu. Telefonunu tutan elleri tir tir titriyordu. Bana bir şey söylemeye çalıştı ama başaramadı, yavaş yavaş kendini yere bıraktı. Yanına gidemiyordum. Ağzımı bile açamıyordum. Benim hakkımı o kullandı, acı acı çığlık attı. Çığlıkları gecenin karanlığında tüm mahallede yankılandı. Ağlama sesleri sadece evin bahçesinde kaldı, dışarıya çıkamadı. *** Yeni bir başlangıç benim için çok iyi olmuştu. Tanıdık simaların yanına yeni simalar da eklenmişti. Üniversite insana çok şey öğretir derdi yakınlarım, haklılarmış! Daha ilk senesinde çok iyi dostluklar kurmuştum. Başımıza acısıyla tatlısıyla çok şey gelmişti. Arkadaşlarım sayesinde hepsini atlatmıştım, bazen sadece onları etkileyen olaylar olmuştu. Ben onların kötü günlerinde hep yanlarında olmuştum. Çünkü dost dediğin hem iyi günde hem kötü günde yanında olur. Yakın arkadaşlarım hariç kimsenin beni tanımadığı bir şehirde yaşamanın en iyi yanı kolay dost edinebilmem oldu. Ruhumun daraldığı günler kulaklığımı takıp yürüyüşe çıkardım, boş bir sokakta yürüsem bile ferahladığımı hissederdim. Ferahlamanın farklı yollarını da öğretmişti bana üniversite.
Elbette çok sevdiğim yerlerden darbe aldığım günler oldu. Pozitif bir insan olduğum için belki, çok çabuk atlattım. Atlatılmayacak şey yok bence. Sadece biraz zaman gerekiyor. Ters köşelere hazırlıksız yakalandım bazen ama olsun, geçti.
Bir zamanlar bu okulda yeniydim ben. Birine kendimi tanıtırken "Yeniyim ben!" diyordum. Şimdi öyle değilim, aradan uzun süre geçti. Ama bana "Şimdi nasılsın Aras?" derseniz eğer size cevabım: İYİYİM BEN! *** Koskoca 6-7 yıl şimdi bitti ha? İlk satırlarını 15 yaşımda yazıp şimdi 21 yaşında olmam... Bu kitap benim olmak istediğim ortamdı. Onları çok özleyeceğim, onlar benim sanki üniversiteden çok sevdiğim arkadaş grubumdu! Onlara ve size burada kısa bir paragrafla veda etmeyeceğim, yazarın vedası bölümü yayınlayacağım.
Sizden isteğim yorumlara bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazmanız. Ben hep sizin yorumlarınızı yüzümde tebessümle okudum. Büyük ihtimalle isim vermeyeceğim (Sadece bölüm sonunu merak edip okuyanlar için😃) iki karakter için bir azar yiyebilirim😊 Ergen Yalancılar'ı okuyanlar alışkın benim sonlarıma😂 Siz bu bölümü okurken ben kendi vedamı yazıyorum 🖐️
|
0% |