@alya.baren
|
Gerçek, başlangıçta hoş değildir, ama sonunda her şeyi aydınlatır. James Baldwin
Elimdeki mektubu yavaşça masanın üzerine bıraktım, parmak uçlarım titriyordu. Gözlerimi bir noktaya sabitledim ama gördüklerimi sindirmek imkânsızdı. Odaya hâkim rutubet ve toz kokusu, sanki bilinçaltımdaki karmaşa gibi bir anda yoğunlaşıp ciğerlerime dolmuştu. Derin bir nefes almak istedim, fakat boğazım düğümlenmiş gibiydi. Bir an, mektubun gerçek olmadığını düşündüm. Olamazdı. Büyükannem... zorla mı evlendirilmişti? Bu mektup, onun bunca zamandır sakladığı bir gerçeği mi ifşa ediyordu? Zihnim karışık bir sisin içinde dolanırken, bacaklarımın titrediğini fark ettim. Dayanamayacak kadar sarsılmıştım. Koşarak banyoya gittim ve içimde biriken her şeyi, sabah içtiğim kahveyle birlikte boşalttım. Başımı ellerimin arasına alıp derin derin soludum. Gözlerimi kapattığım her anda büyükannemin el yazısı gözümün önüne geliyordu. Kendimi toparlamak için birkaç saniye daha banyoda kaldım, sonra hızlı bir şekilde alt kata indim. Annem... annem bu gerçeği biliyor olamazdı, yoksa bana söylerdi, değil mi? Çantamı hızla karıştırdım ve telefonumu bulup verandaya çıktım. Ciğerlerimi temiz havayla doldurmaya çalışırken annemin numarasını tuşladım. "Ava? Tatlım, vardın mı?" diye açtı telefonu, sesi tanıdık bir rahatlık getiriyordu ama bu rahat olmaktan uzak olduğum bir andı. "Anne, evet... varalı birkaç saat oldu," diye karşılık verdim. Sesim titrek ve güvensiz çıkıyordu, ama sorularım daha fazla bekleyemezdi. "Bir şey soracağım. Büyükannemin... başka bir evliliği olmuş muydu?" Telefonun diğer ucunda kısa bir sessizlik oldu. “Nereden çıktı bu tatlım?” "Saçma bir rüya gördüm sadece," dedim hemen. "Sence... olabilir mi?" “Hayır, Ava,” dedi annem gülerek. “Babam annemin ilk ve tek aşkıydı. Başka kimse yoktu." Telefonu kapattıktan sonra elimde tuttuğum sigarayı yaktım. İçime çektiğim duman, kafamda dönen sorular kadar yoğun ve boğucuydu. Thomas ilk ve tek aşkınsa, büyükanne, Mark kim? Ve o gece... mektubu gerçekten düğün gecenizde mi yazdın? Bunlar sadece birer kurgu olabilir miydi? Beni eğlendirmek için yazılmış bir hikaye? Hayır, bu kadar basit olamazdı. Ama ya doğruysa? Ya bu mektuplar gerçeği anlatıyorsa? Okuduklarımdan sonra eve dönmek düşüncesi beni boğuyordu. Büyükannemin hatıralarına nasıl yaklaşacağımı bilmiyordum. Bu mektupların gerçek olup olmadığını bile bilmiyordum. Sanki bildiğim her şey altüst olmuştu. Koridorda askıya astığım çantamı hızla kaptım ve kapıyı arkamdan çekip çıktım. Nereye gittiğimi bilmiyordum, sadece yürümek istiyordum. Yol boyunca rüzgar saçlarımı savururken, ayaklarım beni düşünmeden bir adım ileri taşıyordu. Evin yukarısındaki toprak yolda ilerledim. Ne kadar süredir yürüdüğümü bilmiyordum, ama bir noktada çevreme bakınca kendimi insanların arasında, bir ana cadde üzerinde buldum. Şehrin gürültüsü, düşüncelerimin ağır yüküyle karışıyordu. Gördüğüm ilk kafeye girdim. Hemen terastaki bir masaya oturdum, manzaraya bile bakmadan elimi cebime attım ve bir sigara yaktım. Dumanın havaya yayılışı, zihnimin içindeki düzensizliği simgeliyordu sanki. Mektubu düşünmemeye çalıştım, ama aklımın arka planında o kelimeler sürekli dönüyordu. Büyükannem, Mark, saklanan sırlar... Kaçmaya çalışsam da düşünceler bir şekilde geri dönüyordu. Etrafımdaki sesler boğuk ve uzak geliyordu. Kahkahalar, araba gürültüleri, insanların telaşı… Hepsi benden çok uzaktaydı, sanki başka bir dünyadaydılar. Benimse sadece bir sorum vardı: Bu mektupta yazanlar gerçekten yaşanmış olabilir miydi? Kafamın içi düşüncelerle doluyken masaya bir garson yaklaştı. Gözlerim onun yüzüne kaydı ama sözlerim zihnimden çok daha hızlı döküldü. "Mark diye birini tanıyor musun? Yetmiş yaşlarında olmalı," dedim, hiç düşünmeden. Garson afalladı, şaşkın bakışlarını benden çekmedi. Gözlerindeki tereddüdü fark edince ne kadar garip bir şey sorduğumun farkına vardım. Hemen toparlanmaya çalıştım. "Özür dilerim," diye fısıldadım. "Bir kahve alabilir miyim? Sade olsun lütfen." Garson, sessizce başını sallayıp uzaklaştı. Kalbim hızla atıyordu, az önce söylediğim şeyin saçmalığıyla biraz daha içime kapanmıştım. Neden o ismi böyle aniden sordum? Bu kadar çaresiz miydim? Sigaramı söndürüp derin bir nefes aldım. Çantamı açıp mektubu çıkardım. O kelimeler, büyükannemin el yazısıyla yeniden gözümün önüne serildi. Büyükannem, bu mektubu yazarken ne hissediyordu? Neden yıllarca saklamıştı? Dikkatlice satırları bir kez daha okudum. Her cümlede biraz daha kayboldum. Bir yandan da çantamdan not defterimi çıkarıp bir şeyler karalamaya başladım. Bu mektup yazıldığında büyükannem kaç yaşındaydı? Mark tahminen kaç yaşında olabilirdi? diye yazdım. Kalemim bir an duraksadı, sonra hızla devam ettim. Mark hâlâ bu kasabada yaşıyor olabilir mi? Yoksa... Mark yaşıyor mu? Sorular zihnimde dönerken, mektubun gerçek olup olmadığını sorgulamak bile beni rahatsız ediyordu. Tüm bunlar gerçek miydi, yoksa büyükannemin geçmişinden birer hayalet mi? Ya da belki sadece benim hayal gücüm bana oyun oynuyordu. Bir an kafamı kaldırıp etrafıma baktım. Gerçekten neye inanacağımı bilmiyordum. Bir süre daha mektubun üzerinde gezinen gözlerim, not defterime geri döndü. Elimdeki kalem, zihnimden geçen düşüncelerle kendi kendine yazmaya başlamış gibiydi. Dikkatimi tekrar notlarıma verdim ve bir an duraklayıp yazdıklarımı okudum. Büyükannem hayatı boyunca aşık olmadığı biriyle mi yaşamıştı? Aşık olmadığı birinden bir çocuk mu yapmıştı? Bir daha Mark'la iletişime geçmiş miydi? Ve... ilk ve tek aşkını görmeden mi vefat etmişti? Kalemimi elimden bıraktım. Kalbimde bir ağırlık belirdi. Bu sorular benden bağımsız bir şekilde, sanki bilinçaltımın derinliklerinden yüzeye çıkmıştı. Farkında olmadan kağıda dökmüştüm. Büyükannemin hayatı boyunca aşık olmadığı biriyle yaşama düşüncesi içimi burkuyordu. Peki, ya tüm bu yıllar boyunca gerçekten Mark'la hiç temas kurmadıysa? Ya onu son bir kez bile görmeden, tüm bu aşk hikayesi yarım kalmış olarak dünyadan göçüp gittiyse? Daha önce sorguladığımı sanıyordum, ama aslında... mektubun gerçekliğini hiç sorgulamamıştım. Yazılanlar o kadar samimi, o kadar gerçekti ki içimde bir yerde mektubun gerçek olduğunu kabullenmiştim. Zaten en başından beri bunun gerçek olduğuna inanmıştım. Büyükannemin, Mark’a duyduğu sevgi, her satırda kendini hissettiriyordu. Peki şimdi ne yapacaktım? Annem, bu mektuptan haberdar mıydı? Bilmiyor olabilir miydi? Bir süreliğine düşündüm. Mektubu anneme göstersem mi? Yoksa bu, büyükannemin sır olarak sakladığı bir şey miydi? Belki de annemin bilmemesi gerekiyordu. Ama ya bu sırrı öğrenmek onun için bir şeyleri değiştirirse? Düşünceler beynimde dönerken, not defterini kapatıp önümde soğuyan kahveme baktım. Kafam karmakarışıktı. Bir yandan büyükannemin geçmişini anlamak istiyordum, ama bir yandan da annemle bu sırra ortak olup olmamak konusunda kararsızdım. Kahvemden bir yudum aldım. İçimde bir şeyler yavaş yavaş yerine oturuyordu. O sabah buraya adımımı attığım an hissettiğim o garip duygu, gelir gelmez gördüğüm rüya... Her şeyin sebebini nihayet anlamıştım. Büyükannem. Onu rüyamda gördüğüm o ilk an aslında bir işaretti. Kasabaya neden geldiğimi, bu sessiz ve sakin yerin neden beni çektiğini nihayet çözüyordum. Buraya sadece tatil yapmaya ya da zihnimi dinlendirmeye gelmemiştim. Benim buradaki tek amacım vardı: Mark’ı bulmak. Büyükannemin tek ve gerçek aşkını. Ona edemediği vedayı ben edecektim. Yarım kalmış bir hikaye vardı, büyükannemin yarım bıraktığı. Bu vedayı gerçekleştirmek benim görevim olmuştu. Mark'ı bulacak, büyükannem adına onunla yüzleşecek ve nihayet geçmişle, hatıralarla vedalaşacaktım. Ancak o zaman büyükannemin ruhu huzur bulacaktı. Ve ben de belki, bu yolculuğun sonunda kendi içimde kaybettiğim tutkuya tekrar kavuşacaktım. Zihnimde netleşen bu düşüncelerle bir an içimde bir huzur belirdi. Şimdi yapmam gereken tek şey vardı: Mark’ı bulmak. Kahvemden bir yudum daha aldım, sıcaklık artık kaybolmuştu. Düşüncelerim arasında kaybolmuş bir halde otururken, garson masama geri geldi. Elinde sipariş defteri, yüzünde hafif bir tereddüt vardı. "Şey," dedi, gözlerini yere dikerek. "Az önce sorduğunuz kişiyle ilgili... aslında bahsettiğiniz yaşlardaki birini tanıyor olabilecek birini biliyorum." Bir an şaşırdım ve hızla toparlandım. "Gerçekten mi? Kim bu kişi?" "Burada çalışan bir barmen var, adı James. O, kasabadaki pek çok eski olayı, insanları iyi tanır. Belki aradığınız kişi hakkında size bilgi verebilir." James... Tanıdık bir isim gibi geliyordu, ama emin olamadım. Belki de bir tesadüftü. Yine de bir ipucuydu bu, kaçırmak istemedim. "Nerede bulabilirim bu James’i?" Garson, ceketinin cebinden bir kağıt parçası çıkardı ve üzerine birkaç şey karaladı. "Burası, kasabanın biraz dışında bir bar. James genelde akşamları orada olur. Denemek isterseniz, işte adresi." Teşekkür ettim ve kağıdı dikkatlice aldım. Kalbim hızla atıyordu. Büyükannemin mektubunun ardından ilk gerçek ipucunu bulmuş olabilirdim. Belki de bu James, Mark’ı tanıyordu ya da bana onun izini sürebileceğim başka bir şey söyleyebilirdi. Garsonun uzaklaşmasını izlerken, içimde bir umut kıvılcımı belirdi. Belki de aradığım cevaplara gerçekten ulaşmak üzereydim. Çantamdan mektubu tekrar çıkardım ve bir kez daha büyükannemin yazdıklarına göz attım. Bu satırların ardında yatan acıyı daha iyi hissediyordum artık. İçimde bir yerde bu mektubun gerçek olduğunu tamamen kabullenmiştim. Ama büyükannemin hikayesini tamamlamadan buradan ayrılmayacaktım. Garsonun verdiği kağıdı elime aldım ve "The Anchor" adını telefonuma girdim. Haritada konum hemen belirdi; kasabanın biraz dışındaydı. Bir süre telefona baktım, içimde bir karmaşa vardı. Mark’la ilgili bir şey bulabilme ihtimali beni hem heyecanlandırıyor hem de biraz korkutuyordu. Sonra derin bir nefes alıp garsonu çağırdım ve hesabı ödedim. Evi düşündüğümde orada beni bekleyen çok şey olduğunu biliyordum. Artık cevapları bulmak için bir adım atmalıydım. Yol boyunca, Mark'ı bulma fikri zihnimde dolanıp durdu. Büyükannemle onun arasında geçenler gerçek miydi? Bu gizemi çözmek benim görevimmiş gibi hissediyordum. Eve vardığımda kendimi biraz daha rahatlamış hissettim. Kapıyı kapatıp mutfağa geçtim. Kendime bir kahve yaptım, sıcaklığı ellerimi ısıtırken derin bir nefes aldım. Sonra valizimi yerleştirmeye karar verdim; daha fazla ertelemenin anlamı yoktu. Valizimi yatağın üzerine açtım ve eşyalarımı dolaba yerleştirmeye başladım. İşim bittikten sonra duraksadım. Aklım büyükannemin odasındaydı. Orada bir şeyler daha olmalıydı. Başka bir mektup ya da büyükannemle ilgili başka ipuçları.. Elimdeki kahveyle büyükannemin odasına yöneldim. Odaya girdiğimde her şey yerli yerinde duruyordu. Yıllardır dokunulmamış gibiydi. Önce çekmeceleri karıştırdım. Birkaç eski mendil, mücevher kutuları… ama hiçbir şey yoktu. Dolabın içine baktım, rafları kontrol ettim. Yine bir şey bulamadım. Kitaplığı gözden geçirmeye karar verdim. Kitapların incelerken, gözüme büyükannemin en sevdiği kitaplardan biri olan "Gurur ve Önyargı" çarptı. Küçüklüğümde bu kitabı bana zorla okuttuğu anı hatırladım ve gülümsedim. O zamanlar hiç ilgimi çekmezdi ama şimdi bu kitabı görmek içimde bir sıcaklık uyandırdı. Kitabı raftan çekip elime aldım ve biraz inceledim. Kitabın sayfalarını karıştırırken, sayfaların arasında bir şey fark ettim. Kitabın arasında kurumuş bir gül ve bir fotoğraf duruyordu. Gülü dikkatlice aldım, narin yaprakları neredeyse toza dönüşmek üzereydi. Fotoğrafa baktığımda, büyükannemin sahilde çekilmiş bir fotoğrafını gördüm. Yüzünde o anki mutluluğu yansıtan bir ifade vardı. Fotoğrafı çevirdiğimde arkasında bir el yazısı dikkatimi çekti. Sevgili Emily, Sonsuza dek senin olan, Mark. Mark’ın el yazısıyla yazılmış bu romantik not kalbimi hızla çarptırdı. Bu, büyükannemin onu gerçekten hiç unutmadığının bir kanıtıydı. Mark, hayatının her anında onunla olmuştu. O an büyükannemin o gülü neden sakladığını anladım. Bu, büyükannemin kalbinin derinlerinde sakladığı bir anıydı. Şimdi Mark’ı bulmak ve büyükannemin hikayesini tamamlamak zorundaydım. Tek amacım buydu. Gün yavaşça akşam olmaya yüz tutarken, içimdeki karışık duyguları bastırmak için hazırlanmak üzere odama döndüm. Güneşin batışı, sanki içimdeki heyecanı daha da artırıyordu. Derin bir nefes alarak makyajımı yaptım ve üstüme rahat ama şık bir elbise giydim. Bugün, büyükannemin geçmişine dair bir adım atmak için yola çıkacaktım ve bu düşünce beni hem korkutuyor hem de heyecanlandırıyordu. Evden çıkıp arabama yöneldim. Kapıyı kapatırken akşam serinliği beni karşıladı. "The Anchor" barına gitmek için direksiyona oturdum. Motoru çalıştırdım ve kasabanın biraz dışındaki o eski bara sürmeye başladım. Yolda ilerlerken, kalbimde belirsizlik ve heyecan vardı. Bar, kasabanın biraz dışında, geçmişe dair izler taşıyan bir yerdi. İçeri girdiğimde, atmosferin sıcaklığı ve hafif müzik kulağımda yankılandı. Barmenin hemen önündeki servis masasına oturdum. Masanın üzerindeki hafif ışık, akşamın karanlığında bir parıltı oluşturuyordu. Sipariş vermek için barmenle göz göze geldim. "Bana bir viski, lütfen," dedim, sesimin titremesine rağmen kararlı olmaya çalıştım. Kendime sert bir içki ısmarlamıştım; belki de bu içimdeki kaygılarla başa çıkmanın yoluydu. Barmen siparişi hazırlarken, etrafa bakındım. Barın dekorasyonu, geçmişin izlerini taşıyan eski tablolar ve sıcak renklerle doluydu. İçimdeki gerginlik, içeceğimi beklerken daha da arttı. Burada, Mark’a dair bir iz bulabilmek umuduyla duruyordum ve bu beni korkutuyordu. Viskimin bardağı masaya konduğunda, barmen gülümseyerek uzaklaştı. İçmek için acele etmedim; bir an durup derin bir nefes aldım. Büyükannemin hikayesinin parçasını bulmak için buradaydım. Viskimi yudumladım, akşamın gerginliği biraz olsun kaybolmuştu. Ama bir yandan barmenin James olup olmadığını merak ediyordum. Eğer o değilse, onu nasıl bulabileceğime dair bir plan yapmam gerekiyordu. Cesaret bulmak için viskimin sonunu bir dikişte bitirdim. Bardak boşaldığında, kafamdaki düşünceleri netleştirmek için tekrar barmeni çağırdım. “İsminiz nedir?” diye sordum. Barmen çarpık bir gülümsemeyle yanıtladı, “Ne için soruyorsunuz, hanımefendi? Servis yaptığım müşterilerimle flörtleşmem.” “Flörtleşmek istediğimi düşündüren nedir?” dedim, ona karşı sert bir tavırla. “Öyle mi? Ama çok çekici bir kadınsınız. Sizin için bir istisna yapabilirim ve belki bir gün flörtleşiriz,” dedi, gülümsemesini genişleterek. Flörtleşmeye çalıştığını anlamak sinirimi bozdu. “Benim aradığım biri var,” dedim, biraz daha sert bir sesle. “Belki de onunla konuşmayı bırakmalısınız. Bazı şeyler insanı hapseder,” dedi, gözlerini benim gözlerime dikerek. Barmenin yüzündeki gülümseme, içimdeki sıkıntıyı daha da artırıyordu. “Ben Mark’ı arıyorum. Başka bir şeyle ilgilenmiyorum,” dedim, net bir şekilde. “Mark mı? Hayat, bazen alışveriş gibi; doğru ürünü bulana kadar deneyip durursun,” dedi, hala gülümseyerek. “Benim için bu bir alışveriş değil. Bu, birine veda etmenin yolunu bulmakla ilgili,” dedim, daha fazla sabrım kalmadığını hissederek. “Yani, onu bulduğunda ne yapacaksın?” diye sordu, dikkatli gözleriyle beni süzerek. Buna daha fazla dayanamayacağımı hissettim. “Beni bu konuda rahat bırak.” dedim, sesim gergin bir ton aldı. Barmen, “Tamam, ne istiyorsan onu bulmanı umarım,” dedi ama gülümsemesi kaybolmadı. “Ama belki bir gün bana da şans verirsin.” diye ekledi, kendinden emin bir tavırla. Hesabı ödeyip bardan çıkmak için hazırlanırken içimdeki sinirle başa çıkmaya çalışıyordum. Tam arabayı çalıştıracakken, barda benimle konuşan barmenin hızlı adımlarla arabama geldiğini gördüm. Cebinden bir sigara çıkardı, yakarak dumanı havaya bıraktı. Ardından, sürücü koltuğuma yaklaşarak camı tıklattı. “Mark’ı tanıyor olabilirim,” dedi, sesi net ve kararlıydı. “James?” dedim, heyecanla. Adam tamamen ciddi bir ifadeyle “James’i mi arıyorsun, Mark’ı mı?” diye sordu. Gergin bir şekilde “Hayır, yani Mark’ı tanıyorsan, James olmalısın diye düşündüm. Özür dilerim,” dedim. Adam birden sırıtarak, “Evet, doğru düşünmüşsün. Ama belki de beni daha çok merak etmelisin. Mark’tan daha çok işine yarayabilirim.” dedi, gözlerini derin bir ilgiyle dikerek. “Hiç sanmıyorum.” dedim, sinirli bir tavırla. “Fikrini değiştirmen için bir fırsat yaratmak lazım,” dedi, bir adım daha yaklaşıp. “Senin peşinde koşmam gerekebilir.” Gözlerini gözlerimden ayırmadı; içimdeki belirsizlik bir an için kaybolmuştu. “Ve sen de…” diye devam etti, gözlerimdeki siniri hissedebiliyordu. “İsmim Ava,” dedim, cümlemi tamamlayarak. * Sohbetimiz sona erdiğinde, içimde bir belirsizlik vardı. Barmenin gerçekten James olup olmadığını sorguluyordum. Barmenin gözlerinde bir parıltı vardı ama bu parıltı, benim için ne ifade ediyordu? İçimdeki karmaşayı yansıtan bir gülümseme takınmıştı; sanki her şeyi biliyormuş gibi. Ama bu düşünceler beni daha da tedirgin ediyordu. “Neden James olduğunu düşündüm ki?” diye geçirdim içimden. Belki de kendimi buna inandırmaya çalışıyordum. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, ama zihnim barmenin o sinir bozucu ve kendinden emin gülümsemesiyle doluydu. Araba yolculuğum boyunca kendime sık sık “Hayır, bu bir yanlış anlaşılma olmalı,” dedim. “James o olamaz.” Eve dönerken, barmenin flörtöz tavırları aklımdan çıkmıyordu. Yatağımda uzandığımda, belirsiz hisler içinde kaybolmuş halde uykuya daldım. |
0% |